Etiket arşivi: Türkiye Büyük Millet Meclisi

GÜRKUT ACAR : AYNI İHANET..


AYNI İHANET..

Portresi_bir_uyari

GÜRKUT ACAR
CHP Antalya Milletvekili

Son yıllarda tarihi tersine anlatan, ahlaksızca çarpıtan, yalan olduğunu bile bile toplumun kendi dünyasında yaşayan kesimlerini, özelikle dindar yurttaşlarımızı kandırmak üzere yoğun bir “bilgi kirlenmesi” yaratan karşı devrimi yaşıyoruz.

Ulusal Kurtuluş Savaşımızı veren; karşı devrimci milletvekillerinin de bakan, başbakan, milletvekili olarak görev yaptıkları Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni kuran

Mustafa Kemal Atatürk’e ve İsmet İnönü’ye “iki ayyaş”

diyerektoplumun gözünden düşürmeye çalışan bu anlayış; tarihteki büyük ihaneti
tekrar ediyor.

“Türk Milleti” sözünü 11 yıllık iktidarında kullanmayan bu anlayış ülkemizin kaynaklarını talan ediyor, satıyor, savıyor, yağmalıyor, yandaşlara ve yabancılara yağmalatıyor.
Bu yalanları belgeleriyle birlikte tarihin çöplüğüne gömen Mustafa Kemal Atatürk,
gerçek bir belgesel olan NUTUK kitabında aynen şöyle diyor:

  • “Efendiler, bilindiği üzere, yeni Türk Devleti’nin yerini aldığı Osmanlı Devleti,
    uhud-ı âtika (eski anlaşmalar) adı altında birtakım kapitülasyonların esiriydi. Hristiyan halkın birçok hakları ve ayrıcalıkları vardı. Osmanlı Devleti,
    Osmanlı ülkesinde oturan yabancılara karşı yargı hakkını uygulayamadı;
    Osmanlı vatandaşlarından aldığı vergiyi, yabancılardan alması engellenmiş bulunuyordu. Devletin varlığını kemiren ve kendi sınırları içinde yaşayan azınlıklarla ilgili tedbirler alması mümkün değildi.
  • Osmanlı Devleti kendisini kuran temel unsurun, Türk Milleti’nin,
    insanca yaşamasını sağlayacak tedbirleri alma bakımından da engellenmişti; memleketi imar edemez, demiryolu yaptıramazdı. Hattâ okul yaptırmakta bile serbest değildi. Bu gibi durumlarda, yabancı devletler hemen işe karışırdı.
  • Osmanlı hükümdarları ve çevresindeki yakınları, gürültü ve gösteriş içinde yaşayabilmek için memleket ve milletin bütün servet kaynaklarını kuruttuktan başka; milletin her türlü çıkarlarını feda etmek, devletin şeref ve haysiyetini ayaklar altına almak şekliyle birçok dış borçlar yapmışlardı.
  • O kadar ki, devlet bu borçların faizlerini bile ödeyemeyecek duruma gelmiş, dünya gözünde, iflas etmiş sayılmıştı.
  • Efendiler, mirasçısı olduğumuz Osmanlı Devleti’nin dünya gözünde
    hiçbir değeri, fazileti ve haysiyeti kalmamıştı. Devletler arası hukukun dışında tutulmuş, 
    sanki himaye ve korunmaya muhtaç bir duruma gelmiş gibi
    kabul ediliyordu.” (*)

Bugün Türkiye’yi yöneten anlayış, Osmanlı’yı yücelten, Cumhuriyeti kuranları
küçültmek için elinden gelen her türlü alçakça saldırıyı yapan bir konumdadır.
Övdükleri Osmanlı İmparatorluğu’nun ve yöneticilerinin son aşamada
ne aşağılık durumda olduğunu NUTUK belgeleriyle ortaya koymaktadır.

Tarih tekerrürden ibarettir derler.
(AS: Tarih aptallar için tekerrür eder; akılı olan ders alır ve yeni tarih yazar.)
Bugün yaşadıklarımız da tarihin tekerrüründen ibaret.
Osmanlı’nın son döneminde ihanet eden bir padişah (AS : Vahdettin) vardı;

AKP, iktidarının son döneminde

  • Türkiye’yi bölünme noktasına getirmiş,
  • Doğu Anadolu Bölgesi’ni PKK’ya teslim etmiş,
  • Türk Aydınlanması olan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel dayanaklarını
    bir bir yok etmiştir.

Şimdi sanki aynı durum yinelenmekte ve ülkeyi yöneten iktidar yalnızca kendi çıkarlarını düşünerek, halka ihanet etmektedir.

Bu durumda; iktidarın sonunun, Vahdettin’in sonundan çok farklı olmayacağı açıktır.

Türk Halkı, AKP’nin “benden sonra tufan” anlayışını asla kabul etmeyecektir.

*NUTUK; Mustafa Kemal Atatürk

Tarihte “KÜRDİSTAN” Diye Bir “ÜLKE” Hiç Olmadı!

Tarihte “KÜRDİSTAN” Diye Bir “ÜLKE” Hiç Olmadı!

portresi_sapkali

Prof.Dr. Özer OZANKAYA
ADD 5. Genel Başkanı

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, Türk yurdunun bir bölümünü “Kürdistan” diye adlandırmaya kalkışan bir belgeye yer verildiği
basında duyuruluyor.

Bildiğim kadarıyla

  • Anadolu’nun 8000 yıllık tarihinde “Kürdistan” diye bir “siyasal coğrafya”dan, YANİ YÖNETİMİ, HUKUKU, GÜVENLİĞİ, EĞİTİMİ, TEKNOLOJİSİ, ÜRETİMİ, ULAŞIMI, TİCARETİ, SANATI, … “KÜRT” OLARAK ADLANDIRILAN BİR “ÜLKE” DEN söz eden hiçbir belge olmamıştır. 

Kürtlerin yoğun yaşadığı yöre, bölge anlamımda “Kürdistan” sözcüğünün kullanıldığı olmuştur. Ama bu, hiçbir zaman yukarda tanımlanan anlamda
bir “siyasal coğrafya” adı olarak kullanılmamıştır.

Anadolu, öncelikle de Güneydoğu Anadolu, son BİN YILDAN BERİ,
önce 300 yıllık Selçuklu, sonra 600 yıllık Osmanlı ve son 90 yıldanberi de Türkiye Cumhuriyeti yönetimlerinde, yukardaki anlamıyla hep “Türk ülkesi, Türk yurdu” olarak varlığını sürdürmüştür.

Özellikle demokratik hukuk ve insan hakları, çağdaş yönetim, bilim, ulaşım, sanayi, eğitim, sanat … bakımlarından Atatürk Türkiyesi, tüm Türkiye’ye olduğu gibi Güneydoğu Anadolu’ya da “Türk” damgasını, çok daha derinlere işleyen bir biçimde vurmuştur.

Şimdi Sevr’i hortlatmak isteyen BOP’un açık eşbaşkanı
AKP yönetimi
ile örtülü BOPçu siysal parti yönetimleri ve
siyaset insanları, ABD/AB dayatmasına ve PKK terör eşkıyalığına boyun eğerek, en az bin yıllık bu Türk yurdu parçasını, Türk ulsunun yurdu olmaktan çıkarmaya kalkışabiliyorlar!

Bu bölgedeki Kürt ulustaşlarımız da, sömürgeci ABD/AB desteğindeki PKK eşkıyalığının ölüm kusan tehdidi altında, bu tarihsel gerçeği
teslim eden haktanır yurttaşlar olarak seslerini yükseltemedikleri gibi,
çağdaş Atatürk Türkiyesi’nin her köşesindeki milyonlarca soydaşları gibi, ve bin yıldır yaptıkları üzere, Türk ulusunun eşit üyesi yurttaşlar olarak yaşamakta olmayı, Irak’ın kuzeyindeki gibi ABD/İngiliz sömürgeciliğinin boyunduruğunda, baskıcı yönetim altında, ortaçağcıl gerilikler içinde yaşamaya elbette yeğleyeceklerini de haykıramamaktadırlar.

Ama “Türk ulusu” zorbalıkla, aldatmayla, fitne ve kin tohumları ekilerek
birlik bilincinden yoksun kılınamayacağı gibi; yurdu da yapay olarak
bir başka ad verilip Türk Ulusu’nun yurdu olmaktan çıkarılamaz.

Türkiye’de Irak, Suriye, Libya .. benzeri iç kavgalar ve bölünmeler çıkarma hainliği, Türkü ve Kürdüyle tüm ulusumuz tarafından yenilgiye uğratılacaktır, inancındayım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de bu tarihsel, bilimsel ve demokratik bilincin egemen olacağına ve söz konusu bölücü adlandırmaların
Meclis belgelerinde yer almasına izin verilmeyeceğine inanmak istiyorum.

Yargıtay İçtihadında SAĞLIK HAKKI


Dostlar
,

Bir Yargıtay İçtihadını paylaşmak istiyoruz.

Konu sağlık hakkı.

Ülkemizde ilk basmak ve yüksek yargı makamları, kararlarında gerekçe olarak uluslararası hukukun pozitif normlarını da dayanak yapmaya giderek daha çok özen göstermekteler. Bilindiği gibi Anayasanın 90. maddesi Mayıs 2004’te değiştirildi :

D. Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma

Madde 90 – Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.  Ekonomik, ticari veya teknik ilişkileri düzenleyen
ve süresi bir yılı aşmayan andlaşmalar, Devlet Maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu andlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur.  Milletlerarası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticari, teknik veya idari andlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluğu yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticari veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz.

Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır.

  • Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar
    kanun hükmündedir.
    Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile
    Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.
    (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.)
  • Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri
    esas alınır. 

===========================================================

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

E. 2009/13-393
K. 2009/452
T. 21.10.2009

• TEDAVİ HİZMETİ (Hastanenin Sorumluluğuna Dayalı Tazminat – Akıl Hastası ve İntihara Meyilli Bulunan Hastaya Hemşire Görevlendirmeyerek Hasta Yakınını Refakatçi Seçmesi / Hastanın Hastanede İntiharına Engel Olamayan Davalı Hastanenin Tazminatla Sorumlu Tutulacağı)

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi‘nin 3. maddesinde; “Yaşamak, herkesin hakkıdır.”

Sağlık hakkı, 25. maddede temel insan hakkı olarak kabul edilerek;

  • “Gerek kendisi, gerek ailesi için tıbbi bakım da dahil olmak üzere, sağlık ve refahını sağlayacak uygun bir yaşam düzeyine ve işsizlik, hastalık, sakatlık, yaşlılık veya geçim olanaklarından kendi iradesi dışında yoksun bırakacak başka durumlarda” herkesin sahip olması gereken “güvence hakkı
    şeklinde tanımlanmıştır.

Bu tanım gereği sağlık hakkı, kişinin, içinde yaşadığı toplum (ülke, devlet) tarafından tanınan ve güvence altına alınan temel insan haklarından biridir
(Er, Unal: Sağlık Hukuku, Savaş Yayınevi, Ankara 2008, syf. 31).

1976 yılında yürürlüğe giren Birleşmis Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesinin Sağlık Standardına ilişkin 12. maddesinde;

“Bu Sözleşmeye taraf olan devletler, herkesin mümkün olan en yüksek seviyede fiziksel ve ruhsal sağlık standartlarına sahip olma hakkını tanır. Sözleşmeye
taraf olan devletlerin bu hakkı tam olarak gerçekleştirmek amacıyla alacakları tedbirler, aşağıdakiler için de alınması gerekli tedbirleri içerir; Hastalık halinde her türlü sağlık hizmetinin ve bakımının sağlanması için gerekli şartların yaratılması

şeklinde belirlenmiştir (Akıllıoğlu, Tekin: İnsan Haklarının Korunması Alanında Uluslararası Belgeler, Bilgi Yayınları, Ankara 1995, sayfa 55 ).

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‘nin 2. maddesinde ise;

  • “Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır.”

denilmek suretiyle uluslararası alanda konunun önemi karşısında kişiler bakımından garantiler sağlanarak, devletlere de bu hakların iç hukukta yerine getirilmesi ödevinin yüklenmek istendiği anlaşılmaktadır.

İç hukuka yansıması :

Böylece uluslararası belgelerde teminat altına alınan sağlıklı yaşam hakkının
iç hukukumuza yansıması bakımından konuya yaklaşıldığında ise;

Anayasa’nın 17/1. maddesine göre;

  • Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” denilmiş yine;

Anayasanın 56/3. maddesine göre;

  • “Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.”

Aynı maddenin dördüncü fıkrasında;

  • “Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.”

şeklindeki düzenlemeler ile kişilerin sağlık hukuku teminat altına alınmıştır.

Ayrıca Hasta Hakları Yönetmeliği (R.G. 01.08.1998-23420 )’nin
“Güvenliğin Sağlanması” başlığını taşıyan 37. maddesinde;

  • Herkesin, sağlık kurum ve kuruluşlarında güvenlik içinde olmayı bekleme ve
    bunu istemek hakları vardır
    … Bütün sağlık kurum ve kuruluşları, hastaların ve ziyaretçi ve refakatçi gibi yakınlarının can ve mal güvenliklerinin korunması ve sağlanması için gerekli tedbirleri almak zorundadırlar.”

şeklinde hükümlere yer verildiği görülmüştür.

======================================

Bir de Anayasanın 60. maddesi ile tanımlanan sosyal güvenlik hakkına
yer vermek istiyoruz :

A. Sosyal güvenlik hakkı
Madde 60 – Herkes, sosyal güvenlik hakkına  sahiptir.
Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.

*****

Başkaca uluslararası hukuk metinleri de eklenebilir (Bkz. Sağlık Mevzuatı – Health Legislation başlıklı ders sunumumuz. http://ahmetsaltik.net/2013/06/18/saglik-mevzuati/)

AKP’nin izlediği sağlık politikalarının SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM adı altında tümüyle
vahşi kapitalist piyasalara devri yönünde olduğunu yaklaşık 11 yıldır izlemekteyiz.

Önümüzdeki dönemde, iç hukuktaki düzenlemelerle sağlık ve sosyal güvenlik hakkının daha da ileri geçen düzeylerde gasbına tanık olacağımız endişesi taşıyoruz.

Bu bağlamda, Anayasa md. 90/son fıkra korumasında olan uluslararası hukuk metinlerine
dayanılması gerekeceği ortadadır. Yargıda bu yönde eğilim olumludur.

Sevgi ve saygı ile.
24.8.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Anlayana Sivrisinek Saz…


Anlayana Sivrisinek Saz…

Gurkut_Acar_portresi

Av. GÜRKUT ACAR
CHP Antalya Mikletvekili
Padişahlara özenen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,
her sıkıştığında CHP’nin geçmişine saldırır.

Başbakan’ın “iki ayyaş” dediği o insanlar “akıl ve bilime dayalı laik, demokratik Cumhuriyet’i kurarak, kendisinin Başbakan seçileceği bir sistemi yaratmışlardır.

  • Oysa, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’nin çekirdek kadrosu,
    demokratik rejimden bir diktatörlük yönetimi yaratmışlardır.

Çünkü, Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin tek elde toplanmasının adı diktatörlüktür!

Yüz elli yıldan fazla tarihi bulunan Danıştay’da başkanlık seçimi için aday çıkmaması
bu baskının ne kadar büyük olduğunun bir kanıtıdır.

Siyasette bu yetkileri elinde tutanlar Osmanlı Padişahlarıydı.

Onlar bile 1808 yılından yani “Sened-i İttifak” tan itibaren bu yetkileri paylaşmayı
kabul etmişlerdir.

1876’da ilan edilen “Meşrutiyet” ile başlayan süreçte ise,
artık bir meclisle, iktidarın ortağı “halk” olmuştur.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Taksim’e dikmek için güzelim ağaçları söktürdüğü “Topçu Kışlası”nda çıkan 31 Mart 1909 gerici ayaklanmasından sonra
ne olmuştur?Harekat Ordusu İstanbul’a girmiştir.Çarpışmalarda 400 kişi ölmüş, 800 kişi yaralanmıştır.
Ya sonra?
“26 Nisan 1909 günü 240 Milletvekili ve 34 Ayan Meclisi üyesi İstanbul’da toplanmıştır.Padişah 2. Abdülhamit’in durumu hakkında gizli bir değerlendirme toplantısı yapmıştır.

Sonuçta Abdülhamit’in tahttan indirilmesine oybirliğiyle karar verilmiştir (٭).

“Topçu Kışlası”nı çok iyi bilen, orada başlayan gerici ayaklanmanın anıtını dikmeye çalışan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bundan sonra olanları bilmiyor mu?

Elbette biliyor.

Abdülhamit gibi “tahttan indirileceği !” korkusu ile telaş içinde “karşı mitingler” düzenliyor.

Halkın ayak sesleri ödünü patlattı. Kabadayılığı ondan…

Abdülhamit kuşkusuz demokrasi yoluyla, seçim yoluyla gelmiş bir devlet başkanı değildi. Ama o padişahlığı üstlenebilmek için özgürlükçü bir anayasayı yürürlüğe koymayı taahhüt etmişti. Bakanlar Kurulu bu anlayışla O’nun padişahlığını desteklemişti. Ama O kısa zamanda meclisi kapatmış, anayasayı işlemez hale getirmiş ve koyu bir istibdat yönetimi kurmuştu. O da dünya tarihindeki benzerleri gibi iktidarını sürdürmeyi, ülkeyi özgürleştirme hedefine tercih etmişti. Yeniden anayasayı yürürlüğe sokması ve Meclisi toplaması İttihat ve Terakki’nin askeri güç kullanarak yaptığı baskıların sonucu olmuştu.

Osmanlı İmparatorluğu, İspanya’nın aynı tarihlerdeki 1. Cumhuriyet denemesinde olduğu gibi eline geçen özgürleşme ve çağdaşlaşma şansını kullanamamıştı.(٭٭)Recep Tayyip Erdoğan da aynı vaatlerle geldi.Ama Anayasayı kezlerce ihlal etti, kurduğu parti Anayasa Mahkemesi tarafından
“Laiklik karşıtı odak” olarak mahkûm edildi.
  • Yargıyı, başka maddelerin arasına gizlenmiş maddelerle,
    hile ve halkı kandırmak suretiyle bağımsız olmaktan çıkardı.
  • Türkiye Büyük Millet Meclisi ne yazık ki yalnızca Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın emirlerine göre karar veren bir Meclis durumundadır.
Padişahlara diz çöktüren Türk Milleti, bunca demokrasi deneyiminden ve
90 yıllık Cumhuriyet döneminden sonra Recep Tayyip Erdoğan’a
kulluk etmeyecektir. 
1909 yılının Ağustos ayında Padişaha Meclis önünde Anayasaya uyacağına dair
yemin ettiren bir Millet; şimdi Anayasayı çiğneyen bu irticacı çekirdek kadroya mı
teslim olacaktır?
Aynı gün Başbakanı ve şeyhülislamı tayin yetkisinin kendisinde olduğunu kabul eden Padişah; bakanların atamasını başbakana bırakmak, Meclisin kendi başkanını ve başkan yardımcısını seçmesini ve antlaşmaları onaylama yetkisinin Mecliste olduğunu kabul ederek, kendisince zararlı gördüğü kişileri sürgüne gönderme hakkından vazgeçmek zorunda kalmıştır.(٭٭٭)Şimdi hem Cumhurbaşkanı olmayı hem de başbakan yetkilerini kendisinde toplamayı isteyen ve kendi kafasındaki teokratik devleti kurmayı hayal eden Recep Tayyip Erdoğan bilmelidir ki; Türk halkı 1909’dan geri gitmeyi yani yeni bir diktatörle yönetilmeyi asla kabul etmeyecektir…

Gezi Parkı direnişiyle de bu iradesini açık ve kesin olarak ortaya koymuştur.

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az…

(٭) Onur Öymen; Demokrasiden Diktatörlüğe
İktidar Uğruna Demokrasiyi Feda Edenler,
Remzi Kitabevi, 2. bs. syf. 315
(٭٭)age syf. 316
(٭٭٭)age syf.316-317