Etiket arşivi: retorik tuzak

Trump ve küreselleşmenin üçüncü safhası

Trump ve küreselleşmenin üçüncü safhası-1

Prof. Dr. Emre Kongar

Önce Temel Tanımı Anımsayalım: Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra ortaya çıkan Küreselleşme, ya da yabancı terminoloji ile, “Globalleşme” biri siyasal, biri ekonomik, biri de kültürel olarak üç boyutlu bir kavramdır.
Küreselleşme’nin siyasal ayağı, Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasal egemenliği ve dünya üzerindeki siyasal jandarmalığıdır.
Küreselleşmenin ekonomik ayağı, uluslararası sermayenin egemenliğidir.
Küreselleşmenin kültürel ayağı, birbirinden farklı hatta, biri ötekine zıt iki ayrı oluşuma işaret eder.
Birinci oluşum, “mikromilliyetçilik” ve “mikrodincilik” biçiminde ortaya çıkmıştır.
Küreselleşmenin kültürel ayağının ikinci sonucu, özellikle tüketici davranışını etkileyerek, dünya çapında kültürel birörnekliğin önünü açmış olmasıdır.
***
Birinci Safha, Sahte Cennet:
1991’de Sovyetler Birliği resmen çöktükten sonra “Tarihin sonu geldi” , “Sınıf çatışmaları ve ulus devletler arası savaşlar bitti, sınırlar kalkacak”, “Silahlara akıtılan fonlar refahı arttıran üretime gidecek” gibi sonradan hepsinin palavra olduğu anlaşılan birçok beklenti dile getirildi.
Oysa bu Sahte Cennet söylemleriyle dolu olan safhada, Balkanlar’da, Kafkaslar’da ve Ortadoğu’da devlet yapıları yıkıldı ama yerlerine mikromilliyetçilik ve mikrodincilikten etkilenen, yıkılanlardan daha “ulusal devletler” kuruldu.
Üstelik de Huntington’un kuramsal olarak dile getirdiği, Batı-İslam uygarlıkları çatışması evresi, bizzat ABD’nin yarattığı Radikal Siyasal İslam Terörizmi uygulayan örgütlerle tüm dünyaya egemen oldu; böylece 10 yıl süren Birinci Safha bitti.
İkinci Safha, Küresel Terörün Yaygınlaşması ve Eşitsizliklerin Artması:
Başlangıcı 11 Eylül 2001’deki İkiz Kuleler saldırısı ile simgelenen İkinci Safha, Küreselleşme rüyasının hiç de pazarlandığı gibi olmadığını gösterdi.
Düşmanı Sovyetler çökünce hedefsiz kalan askeri olarak örgütlenmiş olan Radikal Siyasal İslam, tüm dünyada ABD’ye ve Batı’ya karşı saldırıya geçti.
Buna karşılık, liderliğini ve egemenliğini, değişen dünya koşullarında Avrupa ve Rusya ile paylaşmak istemeyen ve arkadan hızla gelen Çin’e karşı korumak isteyen ABD, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı “Arap Baharı” denilen bir illüzyonla kana buladı. Yüz binlerce insan hayatını kaybetti ve milyonlarca mülteci, uygar dünyanın sorunu oldu.
Bu arada gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkeler arasındaki fark da açılıyor, insanlık daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalıyordu.
Küreselleşmenin, insan ve uyuşturucu ticaretini engelleyemediği, yoksullukla başa çıkamadığı ve uluslararası terörizme dur diyemediği anlaşılmış, yeniden ulus devlet modeline geri dönülmesi gündeme gelmişti.
Bütün bu olumsuzluklar, dünya halklarının Küreselleşmeyi savunan mevcut yönetimlere karşı, mikrodinci ve mikromilliyetçi eksenlerde tepkiler oluşturmasına yol açtı.
Böylece Küreselleşme, kendi içinde, askeri/siyasal ve ekonomik ayağıyla, kültürel/ideolojik/siyasal ayağı arasında çelişkiler yaşamaya başladı ve bu bizi üçüncü safhaya getirdi.
Üçüncü Safha, Mikromilliyetçilik ve Mikrodincilik Küreselleşmeye Karşı;
Brexit ve Trump.

Her yeni toplumsal, kültürel ve siyasal oluşumun tohumları bir önceki dönemde atılır; Üçüncü Safha için de böyle oldu…
Tohumları Soğuk Savaş döneminde atılmış olan ve Birinci ve İkinci Safhalarda güçlendirilen, ABD tarafından pompalanan mikrodinci ve mikromilliyetçi akımlar, Küreselleşmenin olumsuz sonuçlarına karşı tepki duyan halkların bu tepkilerini kanalize eden ideolojiler oldu.
Rusya’da Putin, Macaristan’da Orban, Türkiye’de Erdoğan, Avusturya’da Heider, Fransa’da Le Penn, Avrupa’da yükselen ırkçılık ve yabancı düşmanlığı süreçleri, bu mikrodinci ve mikromilliyetçi akımların sonuçları olarak dünya sahnesine çıktılar.
Birleşik Krallığın (İngiltere’nin) Avrupa Birliği’nden çıktığı ve ABD’de Trump’ın seçildiği 2016 yılı, bu Üçüncü Safhanın başlangıç tarihi olarak görülebilir.
===================================

Trump ve küreselleşmenin üçüncü safhası-2

Batı dünyası (yani ABD), Sovyetler Birliği’ne karşı olan Soğuk Savaşta, dinciliği ve milliyetçiliği etkin ideolojik ve siyasal silahlar olarak kullandı.
1991’de Sovyetler resmen dağılınca, bu birikim, “mikromilliyetçilik” ve “mikrodincilik” olarak Küreselleşme sürecine damgasını vurdu, devletleri parçaladı, sınırları değiştirdi
Ortaçağ’daki Din/Tarım toplumunun dinci/mezhepçi ve Yakınçağ’daki Endüstri Devrimi’nin Irkçı/milliyetçi kimlikleri…
“Neoliberal Neoemperyalizmin”, “Küreselleşme” adı altında dayattığı “Yeni Dünya Düzenine” ideolojik/siyasal açıdan egemen oldu…
İnsanlar ve devletler arası ayrışmanın, yabancılaşmanın, düşmanlığın temellerini oluşturdu.
***
Sovyetler’in dağılmasıyla hem zafere ulaşmış görünen hem de düşmansız kalan Radikal Siyasal İslamcı örgütler:
ABD/Suud tarafından kurulmuş olmalarına karşın…
Arap-İsrail savaşından hareketle…
Huntington’un ileri sürdüğü kültürel/ideolojik “Uygarlıklar Çatışması” çizgilerinde…
İnsanların ve devletlerin, din/ mezhep ve ırk/milliyet ayrımlarında düşmanlaştığı bu ortamda… Teröre başladılar.
***
Küreselleşme ise, insanlığa, barış, refah, adalet ve güven yerine…
Savaş, yoksulluk, sömürü ve güvensizliğin egemen olduğu…
Zenginin daha zenginle
ştiği, yoksulun daha yoksullaştığı siyasal/askeri/ekonomik bir düzen getirdi.
Bu düzen, özellikle de, ABD’nin değişen dünyada liderliğini sürdürebilmek amacıyla başlattığı Ortadoğu savaşıyla her yere yayılan terör ve mülteci sorunları, bütün dünyayı tedirgin etti.
Bu durum, dünya halklarının, gözden geçirilmiş yeni liberalizmin ürettiği, gözden geçirilmiş yeni Küresel emperyalizmin, yani “Neoliberal Neoemperyalizmin” savunucuları olan iktidarlara karşı tepkiler oluşturmasına yol açtı:
Ekonomik sorunların, terör, güvenlik, sömürü ve adalet sorunlarıyla bütünleştiği bu tepkilerin kanalize olduğu ideolojiler ise zaten sürekli pompalanmakta olan “mikromilliyetçi” ve “mikrodinci” çizgiler oldu.
***
Önce Ortadoğu’da ve Avrupa’da kendini gösteren bu Anti Küresel tepkiler, sonunda Kıta Avrupası’nı da aşarak Brexit ile Britanya’ya ve en sonunda da Atlantik ötesine, Trump ile ABD’ye ulaştı.
Böylece Küreselleşme kendi yarattığı çelişkiler içinde çırpınan bir süreç haline geldi.
Küreselleşme sürecini başlatan ve bu süreçten en büyük yararı sağlayan ülke olarak ABD’nin, Küreselleşme karşıtı tepkilere hedef olması doğal ve olağandı…
Ama aynı Amerika’nın Trump’ı seçerek, “mikrodinci” ve “mikromilliyetçi” ideolojik çizgilerde “korumacı bir ekonomiye” dönüş işaretleri vermesi…
Sonuç olarak, kendi başlattığı ve en büyük yararı sağladığı bu Küreselleşme sürecinin doğurduğu “karşı tepkilere”, kendi iç politikasında teslim olması tam bir çelişkiyi yansıtmaktadır.
Trump’ın iç ve dış politikada ne yapacağının pek kestirilememesinin önemli nedenlerinden biri, söylemlerindeki aşırılık kadar bu nesnel çelişkidir.
===========================
Dostlar,

KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizm ilginç bir tarihsel aşamaya erişti.
Özellikle son çeyrek yüzyılda neredeyse tüm dünyada derin altüst oluşlara neden oldu.
Demokrasi, barış, eşitlik, gönenç vb. değil tam tersine

– savaş ve kan
– ölüm ve gözyaşı
– ülke ve halkların bölünüp parçalanması
– demokrasi değil otoriter-totaliter rejimler
– insan hakları değil eşitsizliklerin derinleşmesi
– ekonomik gönenç değil yoksulluğun küreselleşmesi………

gibi çok ağır tersinir sonuçlar doğurdu.
“Küresel akillerin” tüm bu tersine gelişmeleri öngör(e)mediği söylenebilir mi??
Çeyrek yüzyılı aşan bir “küresel fetret devri” belki de “küresel deney” insanlığa dayatılmıştır. Fatura gerçekten çok ağırdır.
Şimdilerde “Olmadı, pardon..” denebilir mi Erdoğan’ın ülkemize ödettiği bunca ağır faturadan sonra “Milletim ve Allah bizi affetsin..” dayatması kabul edilebilir mi??

Biz kendi adımıza çeyrek yüzyıldır bu sürecin adının

  • “Küreselleşme” değil ama “küçük” bir “TİR” hecesi eklemesi ile “KüreselleşTİRme” olduğunu ısrarla yazıp söyledik.

Çok sayıda makale yazdık, konferans verdik, Tıp Fakültesinde “KüreselleşTİRme ve Halk(ın) Sağlığı” dersleri koyduk ve bu konuda tıpta uzmanlık tezleri yaptırdık…

Güzelim Türkçemizin hünerinden yararlanarak o minik “TİR” hecesi ile

  • söz konusu Küreselleşme sürecinin kendiliğinden ortaya çıkan bir süreç olmadığını,
  • tersine, bu süreci dayatan küresel emperyalist odakların kendilerini saklamak için
    kurgu içinde olduklarını,
  • algı yönetimi yaparak bu kuşatma sürecine direnç örgütlenmesini engellemeye çabaladıklarını,
  • retorik tuzakla zihinleri yöneterek utanmaksızın beyin iğfaline yöneldiklerini
  • 500 yılın vahşi kapitalizmi ile biriktirilen, insanlıktan alınan KAN VE CAN VERGİSİ ile yığılan sermaye dağlarının politikleştirilerek dünya hegemonyası için kullanıldığını,
  • gerçekte “Küreselleşme” sözcüğünü yıpranmış “emperyalizmin” imaj yenilemesinin aracı olduğunu,
  • Samuel Huntigton gibi siparişle yazan sefil ajan-yazarların “The Clash of Civilisation” adlı sözde tez ve kitaplarının kınanmasını ve ciddiye alınmaması gerektiğini,
  • “Tarihin sonu geldi” diyerek kendinden geçen kimi öforiklerin (Japon Francis Fukuyama gibi) hezeyan içinde olduklarını..
  • küresel toplumun görülmemiş ölçek ve derinlikte bir küresel şizofreniye sürüklendiğini..
  • ………………..
  • Reddettik pek çok öneriyi, dayatmayı, çıkarı, fonu, bursu, projeyi…. vs.

Ve insanlık tarihinin bu en büyük kumpasının tarihe, insanlığın ve yaşamın doğasına, diyalektiğe, tarihin olağan akışına, konjonktüre ve 21. yy’dan insanlığın beklentilerine….  uymadığını, SÜR-DÜ-RÜ-LE-ME-YE-CE-Ğİ-Nİ… sabır ve ısrarla, gelişmeleri nesnel olarak gözleyip somut verilere dayalı olarak analiz ettik..

Bu “karabasan” bitmiş değil elbette.. Davul çalınacak aşamada değiliz. İnsanlık emperyalistleşen yabanıl (vahşi) kapitalizm ile savaşımını sürdürecek. Post-modern sömürü yöntemlerini tanıyıp deşifre edecek ve mahkum edecek.

Selam olsun AYDIN SORUMLULUĞUNU ateşten gömlek giyerek yerine getirenlere!

Günümüzde “Kumarhane kapitalizmi” batağına saplanan finans-kapital, artık risk alarak yatırım yapmak üretimle, istihdamla reel “kâr” lar elde etmek yerine spekülatif moneter baskıcı araçlara yönelmiş bulunuyor. Bu da sürdürülemiyor doğallıkla ve diyalektik olarak kendi sonunu hazırlıyor..

YENİ DİN – YENİ TANRI yaratma gibi en ağır silahlarını çekse de!

Post-modern sömürü yöntemleri de duvara dayandı..
Ha gayret insanoğlu, post-modern sömürünün/sömürgenlerin
post-modern proleterya ile devrilmesi pek uzak olmasa gerek..

Tarih ya da tarihsel zaman epey hızlandı; Zamanın kanatlarını rüzgarlamanın vaktidir.

İNSANLIK SÖMÜRGECİLİĞE MAHKUM DEĞİL!

“ Sömürgecilik ve yayılmacılık (emperyalizm) yeryüzünden yok olacak ve yerlerine
uluslar arasında hiçbir renk, din ve ırk ayrıcalığı gözetmeyen yeni bir işbirliği ve
uyum çağı
egemen olacaktır.” Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Sevgi ve saygı ile.
04 Şubat 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı –
AÜTF Halk Sağlığı AbD – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA İLETİSİ


23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve
ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA İLETİSİ

portresi

 

Nurullah AYDIN
22 Nisan 2015 – ANKARA

 

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması ile Türk Milleti;
hür ve bağımsız yaşama iradesini ortaya koymuştur.

Bu açılış; her türlü iç ve dış ihanet şebekelerine rağmen başarıya ulaşma azim ve kararlılığın merkezi olarak ülkenin önüne yeni ufuklar açan bir dönüm noktasıdır.

Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşları, istiklal mücadelesinin
ancak Türk Milleti’nin;
egemenliğine, birlik ve beraberliğine sahip çıkması ile başarılabileceğine inanmıştır.

TBMM Bağımsızlık savaşının karargâhı olmuş;
kararlarıyla, onurlu duruşuyla mücadeleye hayat, insanımıza umut ve güç vermiş,
kurtuluş mücadelesini başarıya ulaştırmış,

Cumhuriyet’i ilan ederek Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun kaynağı olmuş,
Türkiye’nin modern dünyayla bütünleşme sürecinde kapsamlı reformları yaşama geçirmiş, güçlü yarınların temellerini atmıştır.

Demokrasi; bir uzlaşma, anlaşma ve barış rejimidir.

Hukuk devleti; hukukun üstünlüğüne (AS: sermayenin hukuk değil,
emeğe saygılı hukukun üstünlüğü; retorik tuzağa dikkat!)
dayalı yönetim demektir.

Sosyal devlet; toplumun tümünü ayrımsız kucaklama anlayışıdır.

Türkiye; Laik, sosyal bir hukuk devletidir.
(AS: Anayasa md. 2’de 3 değil 6 temel nitelik sayılmakta : 1) İnsan haklarına saygılı,
2) Atatürk milliyetçiliğine bağlı, 3) Demokratik, 4) Laik 5) Sosyal, 6) Hukuk Devleti)

Türkiye; insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı
(AS: hangi hukuk? Yukarıda belirttik), çoğulcu demokrasi anlayışını geliştirmelidir.
 

Milli egemenlik, milli irade; milletin birlik ve beraberliğini parçalamak demek değildir.

Milli egemenlik; özgürlüğün, eşitliğin, adaletin, hukukun üstünlüğünün ve kurumların meşruluğunun dayanağıdır.

Kendine inanmak, çalışmak, kendini en iyi biçimde yetiştirmek;
amacı ve hedefi olanlar için gereklidir.

Türk Milleti’nin geleceğinin güvencesi çocukların; atalarının izinden giderek,
ülkenin huzuru, refahı ve gelişmesi için, günü geldiğinde azim ve kararlılıkla sorumluluklarını yerine getireceğine olan inancım tamdır.

Çocuklarımızn başarılı, sağlıklı, huzurlu ve mutlu olması; milletçe ortak amacımızdır.

Çocuklarımızın başarısı; Türkiye’yi güzel günlere taşıyacaktır.

Dünya barışı ve huzuru için; dünya çocuklarına kardeşlik, sevgi, barış duygularını verilmesi gereklidir. 

Türk Milleti yetişmiş ve yetişmekte olan evlatları;
büyük bir azim, kararlık ve inançla bugünün ve yarınların güvencesidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 95. yıldönümünde;

Cumhuriyetimizn kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü,
İstiklal Savaşımızın tüm kahramanlarını,

Birinci Meclis üyelerini saygı, minnet ve şükranla anar;

Dünya’nın bütün çocuklarına ve çocuklarımıza barış ve mutluluk getirmesini dileğiyle,
23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlar,
sevgi çiçeklerinin yeşermesini dilerim.

===============================

Dostlar,

Sayın Nurullah Aydın arkadaşımızın yazılarına bu sitede çok yer verdik anımsayacaksınız. Yukarıdaki yazısı da son derece olumlu, iletileri varsıl ve sevecen. Kendisine teşekkür ederek paylaştık.
Hep yapageldiğimiz gibi, metinde yer yer arı Türkçe için sınırlı karışmalarımız oldu
ama anlama hiç dokunmadık..
Bir de ayraç içinde eklemelerimiz oldu..
Örn. HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ.. Kocaman bir burjuva retoriği.., retorik tuzak..

Hangi hukukun üstünlüğü??
Burjuva (sermaye!) hukukunu hem dayatıyor hem de kutsallık – dokunumazlık zırhına sarıyor.. Bu davranış ciddi bir etik – moral sorun ama ne yazık ki günümüzün
tarihsel olarak artık “olgun” (!?) olması beklenen birkaç yüzyıl kıdemli Burjuvası bile,
zerrece etik – moral kaygı taşımadan pragmatik (faydacı) geleneğini sürdürüyor..
Çok merak ediyoruz; bu bağlamda bir matürasyon – sorumluluk bilinci ne zaman gelir??

Kendiliğinden olmayacağını bilecek ölçüde tarih bilgimiz ve siyasal bilincimiz var sanırız. O zaman da iş başa düşüyor.. Emeğin hukukunu her yerde ve zeminde – zamanda bilinç ve kararlılıkla savunmak.. Gerçek AYDIN tutumu ve sorumluluğu bu olsa gerek..

23 Nisan kutlu ve mutlu olsun!

Yarın, 23 Nisan 2015 Perşembe günü, saat 11:00’de 1. Meclis önünde, Ulus’ta toplanacak ve Anıtkabir’e yürüyecek VATAN PARTİSİ programına katılacağız..

Sizleri de bekleriz..

Sevgi ve saygı ile.
22 Nisan 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

SAĞLIK BAKANLIĞINDA BÜROKRAT-DERNEK-ŞİRKET ÜÇGENİ


Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası Genel Yazmanı değerli meslektaşımız Dr. Selçuk ATALAY, Cumhuriyet gazetesinden 2 kesi (kupür) göndermiş..

Sağlık Bakanlığında saadet (sefalet!) zinciri sürüyor..
Başbakan R.T. Erdoğan ise, bu sefaletin en büyük halkalarından biri olan onmilyarlarca dolarlık ŞEHİR HASTANELERİ projesi için “Fakir’in rüyası” (!) masalları anlatmayı sürdürüyor.. Talan perdeleniyor..

Bugünkü SÖZCÜ Gazetesi kapağı da çok sarsıcı bir habere yer veriyor..
Uğur Dündar gene bir araştırmacı – gazetecilik klasiği yarattı ve yazdı..
Biz de bu gün sitemizde yer verdik bu haberlere..
(http://ahmetsaltik.net/2013/12/13/ugur-dundar-kayinpeder-eniste-rusvet-var-bu-iste%EF%BB%BF/, 13.12.13)

Kayınpeder-enişte rüşvet var bu işte!

http://sozcu.com.tr/2013/yazarlar/ugur-dundar/kayinpeder-eniste-rusvet-var-bu-iste-423107/

Katki_paylari_carcur_ediliyor1

  • Bakanlık bürokratları, yurttaşın parasıyla lüks otellerde kurultaylar yapıyor..

Katki_paylari_carcur_ediliyor2İktidardaki siyasal partinin adı “Adalet” ve “Kalkınma” Partisi..

Pek çok toplumun hülyası olan 2 hedef..

  • Adalet ve Kalkınma..

Bu 2 sözcük, çekimine dayanılmaz bir metafor oluşturuyor ve gelmiş geçmiş
en büyük retorik tuzaklardan (takiyye!) birini Türk halkına kuruyor;
11+ yıldır da acımasızca yaşatıyor..

Elbet bu “kan uykusu” sonsuza dek sürmeyecek..

Halkın uyanışı da kendisine kurulan hain tuzağa denk bir silkiniş olacak.
Sorumluları hesap vermekten kurtulamayacak..

TBMM’de dehşet ve ibretle izlediğimiz son günlerin iyice tırmanan akıl almaz hırçınlığı – kör öfkesi, boz bulanık bilinç durumu (konfüzyon mental, bilinçsizliği!) başka nasıl açıklanabilir..

AKP ve aymaz kadroları, artık durdurulamaz eğik düzlemdedirler;
sonucuna katlanacaklardır..

AKP Kütahya Milletvekili Sayın Prof. İdris Bal, istifa ederek,
bu kahredici sonucu görece “erken” ayrımsayabilen vicdan ve zeka sahibi
bir örnek olmuştur.

AKP içinde başkaca “İdris Bal feraseti” gösterecek kimsecikler kalmamış mıdır?? Vardır vardır.. Ama bizce zaman zannettiklerinden çok daha hızlı akıyor.. Bizden anımsatması..

AKP kurucularından ve Başbakan Yardımcılığı yapmış
Sn. Abdüllatif Şener de bu sabah Halk TV’de;

  • “Başbakan Erdoğan, bu ölçüsüz üslubu ile Türkiye’nin başındaki en büyük felaketttir..” saptaması yaptı.

Aşkolsun Türkiye’ye ki, mazohistçe, Stokholm sendromu çağrıştırıcasına
bu siyasal kadrolara katlandı 11+ yıldır.. Artık kara görünüyor..

Sevgi ve saygı ile.
13.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net