Etiket arşivi: Hitler

Cüneyt Arcayürek : Tepedeki Anlaşmazlık!.


Tepedeki Anlaşmazlık!..

Cüneyt Arcayürek
Cumhuriyet, 07 Şubat 2015

Cumhurbaşkanını halkın seçmesi kesinlik kazanırken parlamenter sistemde halkın seçeceği bir cumhurbaşkanı ile halkın oylarıyla Meclis’te çoğunluğu sağlayan bir parti içinden başbakan çıkmasının iki başlı bir yönetime yol açacağını savunanları, kimin milli irade düşmanı ilan ettiği herhalde hâlâ belleklerdeki yerini koruyor…

Halkın seçeceği bir cumhurbaşkanının en hararetli savunucusu bugünkü Cumhurbaşkanı.

Bu konuda ne düşündüğü de berrak olmayan ise Bay RTE’nin hükümetinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu idi.

Halkın oylarıyla seçilen bir cumhurbaşkanının kimi konularda halkın oylarıyla seçilen başbakanla ters düşeceği söylendi yazıldı ama…
… Bu gerçeği söyleyenleri halk iradesine saygısızlık diye suçlayan, ülkeyi tepeden yönetmek sevdasına kapılan RTE’ye anlatmak olanaksızdı.
Bugün daha önce söylenen sakıncalar bir bir gündeme geliyor.

***

Ama kapalı sandık AKP, bu sakıncaların dışa yansımasını bugün, evet bugün engelliyor.
Halkın oylarıyla başbakanlığa gelen Davutoğlu, ikide bir yerli yersiz konuşmalarında Cumhurbaşkanı ile aralarında en ufak ayrılık gayrılık olmadığını acaba neden söylemek gereksinimini duyuyor?..

Cumhurbaşkanı ile devlet yönetiminde aralarında en ufak ayrılık yoksa var olduğu söylentilerini neden ikide bir yalanlamaya gereksiniyor?..
Tepedeki, pek çok konuda bakanlara emreden bir tavır takınıyor…
Kuşku yok, beni halk seçti diye kendini parlamenter rejimin başbakanının üstünde gören bir cumhurbaşkanı sanıyor.

***

Çok yakın zamanda bir örneği izledik, izliyoruz.
Faizlerin indirilmesi dayatmasına, Merkez Bankası’nın direnmesini bir türlü sindiremiyor.
AD; tepedeki adamla, ekonomik kurallara uyarak faizleri indirmeyen banka arasındaki
bu anlamsız kapışma arasında kalan bir başbakan!

Yukarıya söz geçiremiyor, bankayı kararından vazgeçiremiyor.
Geçenlerde ekranlarda izledik. Başbakan, bankanın sorumlu başkanına, Cumhurbaşkanı’nı yumuşak bir dille yanıtlaması ve Saray’a giderek Cumhurbaşkanı ile uzlaşıcı konuşmalar yapmasını tavsiye ediyordu.
Ama banka başkanı, ekonomiyi ve koşullarını herkesten çok daha iyi bildiğini iddia eden
bir Cumhurbaşkanı ile nasıl anlaşacak?

Şefaat diler gibi, çağırmadığı halde Saray’a gitmeye gönüllü olmadığı ortada.
Banka başkanının, Başbakan’a çağırılırsa elbette Saray’a gideceğini içeren bir yanıt verdiği de söyleniyor.
Lakin ekonomiden de sorumlu Başbakan’ın, Merkez Bankası’na, tepedeki adam koşutunda bir dayatmada bulunmadığı da ortada.
Üstelik hükümette ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Babacan ile Maliye Bakanı’nın tepedeki adam gibi düşünmediği, Merkez Bankası’nın faiz politikasını destekledikleri söyleniyor, yazılmıyor, fakat gerçek bu!

***

Tepedeki adamın, ısrarla kendine özgü, -artık bilmeyeni kalmadı- diktatörlük hevesini karşılayacak başkanlık sistemi konusunda da başbakanla aralarında bir çatlak olduğu artık saklanamaz hale geldi.
Davutoğlu’nun, tepedeki adamla son günlere yine damgasını vuran bir konu olan“başkanlığa ihtiyatlı” duruşunu içeren söylentiler, tepedeki ile Başbakan’ın aynı çizgide olmadığını doğruladı.

Başbakan bir TV’de “kişiler için sistem tartışması yapılmayacağını” belirtti ve“mesele özgürlükçü olmayan bir anayasal sistem içinde gücü bir kişinin elinde toplamak değil. Ne bunu Cumhurbaşkanımız ister, ne ben isterim ne deTürkiye’de aklı başında bir siyasi sadece kendi geleceği için bir şey tasavvur eder” dedi ve…

… Böylece ama idarei maslahatçı bir üslupla, yukardaki adamı da rahatsız etmeden kendine özgü başkanlık sisteminde Cumhurbaşkanı ile aynı kanıda olmadığını açıkladı.
Yukarısı ile hükümet arasındaki anlaşmazlıkların bir diğer örneğini şu haber doğruluyor.
Cumhurbaşkanı, hükümetin mal bildirimiyle ilgili hazırladığı yasaya ve imarda yapılan düzenlemelere, inşaat sektörüne zarar verir diye karşı çıkıyor.
Bu konudaki düzenlemeler tepedekinin açıklamalarından sonra seçim sonrasına kaldı.

***

Halkın seçtiği Cumhurbaşkanı’nın başbakanla yetki çatışmalarına neden olacağını
önceden kestirmek için müthiş öngörü sahibi olmaya da gerek yoktu;
RTE’nin kişiliğini ve siyasal ihtiraslarını bilmek yeterliydi


Geçmiş ola!

==========================================

Dostlar,

Bir parlamenter rejimde, simgesel olması gereken / olan Cumhurbaşkanı Meclis tarafından seçilmek (gerçekte atanmak – görevlendirilmek) yerine halka seçtirilirse,
artık parlamenter rejimden söz edilemeyeceğini bu sitede çok yazdık..

Gerçekten biz de üstad Cüneyt Arcayürek gibi “Geçmiş olsun” diyoruz..

Artık Türkiye’de siyasal / politik olarak melez bir rejim söz konusudur.
Yarı başkanlığa yakın bir başkalaştırılmış / yozlaştırılmış parlamenter rejim..
Dünyada örneği olmayan yoz (dejenere)  bir türev..

Öte yandan gerçekte – eylemli olarak (de facto) ise, Cumhurbaşkanı olduğu söylenen zatın
(Bay RTE) bitip tükenmeyen kesinlikle patolojik hırs ve ihtiraslarıı nedeniyle,
yarı başkanlıktan öte totaliter – despotik bir rejime süreklenmiş bulunuyoruz.

Rejim bunalıma sokulmuştur.
Anayasa askıdadır ve 12. CB – Yarı Başkan Bay RTE fiilen anayasa suçu işlemektedir!

Erdoğan, Anayasayı apaçık, bilerek ve isteyerek (taammüden) çiğneyerek
rejimi başkalaştırmakta, yozlaştırarak bir dinci – faşist düzene sürüklemektedir.

Bay RTE ve partisi AKP ülkede fiilen sivil darbe yapmaktadır, yapmıştır.

Böylesi durumlarda halkın meşru direniş hakkı doğar.
Dünya siyasal yazınında (literatüründe) klasik bir kuraldır bu olgu.

Toplum bedelini öder ama ülkeyi raydan çıkaranlardan da hesabını mutlaka sorar..
Bu tür diktatorya heveslileri kural olarak hep ama hep acı ve sefil sonlarla karşılaşırlar..

Hitler sefil bir ortam ve psikoloji içinde intihar etmiştir..
Mussolini bacağından asılmıştır.
Kaddafi‘nin ölüsünün ırzna geçilmiştir.
Mübarek demir kafeste yargılanmıştır..
Saddam idam görüntüsüyle boynu kırılarak infaz edilmiştir..
Menderes ve 2 bakanı asılarak idam edilmiştir..
…..
Yeter mi?

Üstelik Kuran’da da “Siz hiç ders almaz mısınız?” sorusunun kaç kez geçtiğini de
Müslüman geçinen zevata soralım…

Sevgi ve saygı ile,
08.02.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

SİYASAL İKTİDAR İNSANLIK SUÇU İŞLEMEKTE!


SİYASAL İKTİDAR İNSANLIK SUÇU İŞLEMEKTE!

Dostlar,

4 Haziran 2013 günü sitemizde yayımladığımız makalemizi bir kez daha sunuyoruz.

  • Hükümeti der-hal polis şiddetini durdurmaya bir kez daha çağırıyoruz.

Sevgi, saygı ve DERİN KAYGI ile.
Ankara, 15.6.13, 23:58

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

SİYASAL İKTİDAR İNSANLIK SUÇU İŞLEMEKTE!

Dostlar,

Türk Tabipleri Birliği, tarihsel önem ve nitelikte bir basın açıklaması ve çağrı yaptı.
Tüylerimiz ürpererek ve tümüyle katılarak  bu kritik metni – çağrıyı aşağıda sunuyoruz.

Eklemelerimiz olacak :

Polis Vazife ve Selahiyetleri Yasası” nın pek çok hükmü başta olmak üzere, Anayasal can ve mal güvenliği hakkı iktidar tarafından ayaklar altına alınmıştır.

Bu davranış apaçık anayasayı çiğneme (ihlal) suçudur ve
iktidarın meşruiyetini yitirmesi anlamına gelmektedir.

Devletin 1 numaralı görevi yurttaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamasıdır.
Bu görevin yerine getirilmesi, hukukumuzda KUSURSUZ SORUMLULUK bağlamında tanımlanmıştır. Açıkçası, Devletin hiçbir özürü, bahanesi, gerekçesi dikkate alınmadan tüm yurttaşların can ve mal güvenliği sağlanacaktır.

Devlet öncelikle bunun için vardır:

Bu amaçla devlet kurulmuştur ve ona vergi verilmektedir, askerlik yapılmaktadır ve sadakat bağı ile yükümlüyüz.

En az 2 yy’dır, JJ Rousseau‘dan bu yana, yurttaş ile devlet arasındaki
SOSYAL SÖZLEŞME‘nin 3 temel maddesi yukarıda değindiklerimizdir.

AKP iktidarı yasal dayanağını yitirmiş ve meşruiyet dışına düşmüştür.

Hükümetten çekilmesi, el çektirilmesi gerekmektedir:

Bunu yapacak anayasal kurumların başında Cumhurbaşkanlığı makamı gelmektedir.
A. Gül’ün şiş ve kebap politikası izlediğini ve partili olduğunu biliyoruz ama ağır tarihsel sorumluluğunu anımsatmayı da bir yurttaşlık görevi sayıyoruz.

İkincisi, hükümetin parlamento eliyle siyasal denetimidir. TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in de partili olduğunu biliyoruz ama, tıpkı Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden Gül gibi kendisine de ağır tarihsel sorumluluğunu anımsatmayı bir yurttaşlık görevi sayıyoruz.

Ortada, suç işlemedikleri halde yaşamlarını yitiren masum yurttaşlar vardır..
Kaldı ki, suç işleseler bile hukuk devletinde “yakalama ve adalette teslim”
söz konusudur. Soruyoruz :

1. Türk Polisi cinayet şebekesi midir?

2. Türk polisi yurttaş katili midir?

3. Türk Polisi iktidarın suç işleme – adam öldürme örgütü müdür?

Çok sayıda polis arkadaşımızın stres bozukluğu içinde olduğunu, intihar ettiğini ve
TSSB kısaltmasıyla “Travma Sonrası Stres Bozukluğu” (İng. PTSB, Post Travmatik Stres Bozukluğu) tablosu içinde olduğunu bie hekim olarak biliyoruz. Bu arkadaşlarımız ruh ve beden sağlığını yitirmekte, rehabilitasyon olanağı bulamamakta ve bir bölümü de erken emekli edilmektedir.

Bu gidişle, Güneydoğu Gazilerinin, güvenlik görevlilerinin ciddi boyutlardaki
TSSB sorunlarına ek olarak; bir de AKP’nin halkının üzerine vahşete sürdüğü
Polis Ordusu’nun TSSB sorunu çıkmıştır. Bu sorunlar ağır ve kapsamlıdır ve
ülkenin huzurunu, barışını ve de ekonomisini bozacak ölçüde çok boyutludur.

Erdoğan hükmeti ülkeyi iyi yönetmek şöyle dursun, iç savaşın eşiğine taşımıştır.

Dolayısıyla, Parlamenter demokratik rejimlerde siyasal iktidarlardan da hesap sorulabildiğine, sorulması gerektiğine göre, görevini yapması gereken 3. makam / kurum, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve de orada oturan kamu görevlisidir.

Halk, meşru direnme hakkını kullanarak, Cumhuriyetin temel kazanımlarını
canı pahasına savunmaktadır.

Bu uğurda sokaklarda, ellerinde Türk bayrağı ve Atatürk posterleri ile dileklerini içeren dövizlerle demokratik, barışçıl, şiddete başvurmayan, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasını çiğnemeden protesto eylemleri yapmaktadır.

Buna karşılık satılık medya, kan gövdeyi götürürken güzellik yarışmaları yayımlayacak ölçüde kokuşmuş, sahibinin sesi olma derecesine düşmüştür.

Masum ve silahsız insanlar ciddi biçimde yaralanmakta, yaşamsal tehlike içinde sağkalma savaşımı vermektedirler.

Çok sayıda insan neden böylesine ağır biçimde hem de kafasından yaralanır?

Gözünü yitirir??

Ağır kafatası yaralanmasının, gözünü yitirmenin nedeni
neden biber gazı kapsüllerinin rastlamasıdır?

Neden çok basınçlı su doğrudan insanlara ve kısa uzaklıktan yüzlerine,
bedenlerine sıkılır?

Neden “plastik” de olsa mermi kullanılma aşamasına gelinmiştir ve bunlar da ortama
ya da zorunlu durumlarda belden aşağıya atılacak iken yüze, göze, kafaya gelmekte
ve ölümcül yaralanmaya, sakatlanmaya, gözünü yitirmeye neden olmaktadır?

Polis hedef gözeterek ölçüsüz vahşet uygulamasa böyle olur mu?
Niçin ülke genelinde yüzlerce yaralı vardır?

Bundan sonraki aşama panzerleri insanların üzerine sürmek ve / veya gerçek mermi ile ateş etmek midir?

Yineleyelim : Bu ölçüsüz vahşetten salt buyruk verenler değil, yasaya aykırı emri uygulayanlar da sorumludur. Anayasa’nın ilgili maddesi aşağıdadır :

Kanunsuz emir

Madde 137 – “Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, tüzük, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir.

Ancak, üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir;
bu halde, emri yerine getiren sorumlu olmaz.

  • Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez;
    yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz.

Askeri hizmetlerin görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için kanunla gösterilen istisnalar saklıdır.”

Son günlerde yaşanan olaylarda, maddenin son paragrafı bağlamında herhangi bir istisna durum söz konusu değildir. “..kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için kanunla gösterilen istisnalar..” kapsamına girecek hiçbir toplumsal eylem göstericiler tarafından sergilenmemiştir. Bir kısım kışkırtıcı (provokatif) eylemlerin sahipleri MOBESE kameraları ile açıklanmalıdır. Bu kişilerin bir bölümünün sivil polis oldukları savları dehşet vericidir ve çok sayıda görüntü kaydı vardır. Devletin gelişmiş olanakları ile basının, yurttaşların, tarafsız gözlemcilerin çektikleri fotoğraflardan
YÜZ TANIMA sistemi ile bu kışkırtıcıların kimliği deşifre edilmelidir.

Tüm bunlar yakın geçmişin tipik faşist eylemlerini anımsatmaktadır.

En yakını 6-7 Eylül 1955 olaylarıdır, sorumlusu Başbakan Adnan Menderes asılmıştır!

Biraz geride Almanya ve İtalya’da 1930’ların faşizmi vardır; A. Hitler sefil biçimde
intihar etmiş (?), B. Mussolini bacağından asılarak cesedi sokaklarda sürüklenmiştir.

Başbakan RT Erdoğan hiç ders almaz mı?

Ülkeye dayatmaya kalktığı şeriatın ana kaynağı Kuran’da kezlerce “siz hiç düşünmez misiniz, siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız, siz hiç ders almaz mısınız?”
benzeri sorular sorulmaz mı?

Sahi, kızılca kıyamette RT Erdoğan’ın Afrika ziyareti bir de “ne olur ne olmaz” kaygısıyla “güvenlik” amaçlı mıydı??

Bu tür provalar da ancak bir yere dek işe yarayabilir..
Tarihsel diyalektiğin öğretisi bu yönde..

  • Tam tamlar AKP ve RTE için çalıyor..

Bu insanlık dışı vahşetin sorumluları, insanlığa karşı suç işlemişlerdir:
Er ya da geç mutlaka yargı önünde hesap vereceklerdir.

Bu arada TBB’nin (Türkiye Barolar Birliği) suç duyurusunun Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığınca ne yönde işleme alınacağını da dikkatle izleyeceğiz.

Tıpkı, uygar dünyanın sözümona küreselleşmiş ve de küreselleşerek sözde demokrasiye, barışa, insan haklarına kavuşmuş olduğu yanılsaması içindeki
sözcülerini de izleyeceğimiz gibi..

Ve “yetmez ama evet” çi aydın taslaklarını, bir kısım “akil” sakilleri de..

Sonuç                 :

Bunca sefaletin üstünde hiçbir şey ama hiçbir şey sürdürülebilir değildir.

Anamuhalefet CHP ve MHP, adında “Demokrasi” sözcüğü olan ne ölçüde katılır BDP,

– TBMM’de siyasal denetimi çalıştırmalı, gensoru vermeli,
– TBMM Araştırma Komisyonu kurulmalı ve sonuç alınana dek,

Hükümet istifa edene ve erken seçim kararı alınana dek

– gerekirse TBMM çalışmaları boykot edilmelidir.

Son söz de AKP’nin -giderek eriyen, asla %50 olmayan- bilinçli bilinçsiz yandaşlarına :

  • “Kitabım insan, Kâbem sevgi, tapınağım gönüldür.. “
    Mevlana Celalettin Rumi


Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 4.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

TTB_logosu

Bütün Hekimleri,
Vahşice Şiddete Maruz Kalan Vatandaşların Yardımına Koşmaya Çağırıyoruz!

Türk Tabipleri Birliği tarafından 3 Haziran 2013 tarihinde yapılan açıklamada,
“Bütün Hekimleri İşlerini Güçlerini Bırakıp Sokaklarda Vahşice Şiddete Maruz Kalan Vatandaşların yardımına koşmaya çağırıyoruz!” denildi.

 Basın Açıklaması

03.06.2013, Ankara

Bu Koşullarda Hekimlik Yapılamaz..

BÜTÜN HEKİMLERİ İŞLERİNİ GÜÇLERİNİ BIRAKIP

SOKAKLARDA VAHŞİCE ŞİDDETE MARUZ KALAN VATANDAŞLARIN YARDIMINA KOŞMAYA ÇAĞIRIYORUZ!

Taksim Gezi Parkı’nı savunmak amacıyla, tümüyle barışcıl ve demokratik bir şekilde gerçekleştirilen protesto eylemlerine yönelik şiddet, birçok vatandaşımızın yaralanmasına ve Mehmet Ayvalıtaş adlı gencecik bir insanın ölümüne yol açtı.

Türk Tabipleri Birliği (TTB)  olarak yaralılarla ilgili olarak 3 Haziran 2013 Pazartesi günü itibariyle ulaşabildiğimiz bilgiler şöyledir :

İstanbul Tabip Odası’nın İl Sağlık Müdürlüğü’nden aldığı bilgilere göre İstanbul’da hastanede servise yatırılarak tedaviye alınan 26 kişi, yaşamsal tehlikesi olan 2 kişi, yoğun bakımda yatan 5 kişi bulunmaktadır. Gözlem altına alınan ve ayakta tedavi olan hastalar ile birlikte bu süreçte toplam 880 kişi hastanelere başvurmuştur.
Bu rakamlara, İstanbul Tabip Odası acil yardım birimlerince tedavisi yapılan 625 kişiyi eklediğimizde İstanbul’da en az 1.485 kişi yaralanmış durumdadır ve bu rakama
saptaması yapılamayan yaralanmaların dahil edilmesi gerekmektedir.

Ankara’daki eylemlerde ise  Ankara Tabip Odası’nın hastanelerden meslektaşlarımızın ilettiği bilgiler doğrultusunda elde ettiği verilere göre 15’i ağır olmak üzere en az
515 yaralı hastanelere başvurmuş bulunmaktadır. Ankara Numune Hastanesi’nde
polis saldırısıyla kafasından yaralanan bir genç ölümle pençeleşmektedir.

İzmir’den iletilen verilere göre 2 gün içinde hastanelere 800 yaralı başvurmuştur.
2 hastanın durumunun ağır olduğu bilinmektedir.

Adana, Eskişehir, Gaziantep, Kocaeli, Antalya ve Hatay başta olmak üzere birçok il ve ilçede halka karşı gerçekleşen son polis saldırıları sonucunda net rakamını
elde edemediğimiz kimileri ağır, yüzlerce yaralı ve gözaltı olmuştur.

Polisin tavrı yurttaşların sağlığı açısından kaygı vericidir!

Yaralanmaların çoğu;

  • Basınçlı suyun ölçüsüz biçimde insan bedeni hedef alınarak kullanılması,
  • Biber gazı kapsüllerinin eylemcilerin üzerine sıkılması,
    doğrudan hedef alınarak direkt fırlatılması ve
  • Plastik mermilerin yakın mesafeden ateşlenmesiyle gerçekleşmektedir.
  • Çok sayıda yurttaşımız, bu yaralanmalar sonucunda gö-zü-nü yitirmiştir.
  • Kafatası kırığı ve beyin kanaması geçiren, beyninde yabancı cisim bulunan hastalar vardır.

Bu şiddet ortamında rutin sağlık hizmeti verilemez.
Olağan, rutin sağlık hizmeti sunabilmemiz için ülkemizin de normalleşmesi gerekiyor. Rutin hekimlik yapabilmemiz için Beşiktaş’tan, Taksim’den, Kızılay’dan,
Adana’nın, İzmir’in meydanlarından yaralı akınının durması gerekiyor.

Türk Tabipleri Birliği olarak Taksim Gezi Parkı’nı korumak ve uygulanan şiddeti protesto etmek için yapılan / yapılacak bütün eylemleri son derece haklı buluyor ve destekliyoruz.

Tüm meslektaşlarımızı da bir yandan bu vahşete karşı tepkilerini göstermeye,
öbür yandan yurttaşlarının polis tarafından ölümcül yaralanmalara maruz bırakılmadığı bir ortam gelişinceye dek hekimlik hizmetini acil durumlar için yoğunlaştırmaya ve

İŞLERİNİ GÜÇLERİNİ BIRAKIP,
SOKAKLARDA VAHŞİCE ŞİDDETE MARUZ KALAN VATANDAŞLARIN YARDIMINA KOŞMAYA ÇAĞIRIYORUZ!

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ

Rifat SERDAROĞLU : Şşşşt, bir bak hele!

 

Şşşşt, bir bak hele!
Rifat SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@superonline.com 
portresi3 
*Cumhuriyet yanlış temeller üzerine kuruldu.
*Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal (Atatürk diyemez, dili kurur) 
Dersim’de Katliam yaptı. İnsanları mağaralarda sinek gibi öldürttü.
*Cumhurbaşkanı İnönü aynı Hitler(Tarihteki en gaddar katil) gibidir.
Bunların kökü budur.
*Cumhurbaşkanı Demirel, İşçi Partisinin koyunu oldu.
*Kılıçdaroğlu, katil Esed’le kol kola.
*Bahçeli, kandan-şehit cenazelerinden beslenir.

T.C Başbakan’ı Recep Tayyip Erdoğan..
bunların tamamını, 
hatta çok daha ağırlarını siz söylediniz.
Hakkın rahmetine kavuşmuş Devletimizin kurucularına-Devlet Büyüklerimize, 
zekâsının gölgesi bile sizden daha akıllı olan Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiniz. 
Türk Vatanı uğruna can vermiş şehitlerimize “Kelle” diyerek küfür ettiniz.
Kalp kırdınız, ah aldınız.
 
Şimdi lütfen beni iyice dinleyin ve diyeceklerimi vicdanınızda tartın, 
sonra konuşalım;-Siz Demokratik Rejim sayesinde Başbakan oldunuz.
Ağır hakaret ettiğiniz Cumhuriyetin kurucuları Türk Devletini kurmasalar

ve sonra gelen Devlet Adamlarımız Demokratik Rejime geçmeselerdi, 
sizin şimdi geri getirmek için uğraştığının “İslam Devleti” devam etseydi, 
siz şimdi ofis olarak sülalece kullandığınız Dolmabahçe Sarayına, 
ziyaretçi olarak dahi girebilir miydiniz?
 
-Atatürk’ten bu yana görev yapan Siyaset ve Devlet Adamlarımız da, 
sizin gibi seçimle işbaşına geldiler. Her şartta Demokratik Rejimi 
korumaya çalıştılar, Türk Vatanının birliğini-bütünlüğünü-Türkçenin tekliğini 
asla pazarlık konusu yapmadılar. Dış güçler tarafından başımıza bela edilen 
terörle mücadele ettiler. 54 Bin insanımızı öldürten Narko-Terör Örgütünün 
emrine girmediler.

-Hakaret ettiğiniz Devlet Adamlarımız kezlerce darbelere maruz kalmalarına 
karşın, içlerinden hiçbirinin zamanında, Türk Ordusu’nun Genelkurmay Başkanı 
“Terör Örgütü Önderi” olarak zindana atılmadı.

-Sizden evvel görev yapan ve bugün sizin hakaret ettiğiniz Devlet Adamlarımız, 
servetlerinin ve yaptıkları hizmetlerinin hesabını verdiler ve görevlerini açık alınla kendilerinden sonra gelenlere teslim ettiler. Siz ve çocuklarınız servetlerinizdeki 
olağanüstü artışı açık-net bir şekilde açıklayabiliyor musunuz?
“Velinimetiniz” Erbakan-“Önderim” dediğiniz Barzani dostu Federasyoncu Özal
ve
“Ablam” dediğiniz Çiller servetlerinin kaynaklarını açıklayabiliyorlar mı?
-Bilerek hakaret ettiğiniz Devlet Adamlarımızın tümünün savaş yılları dâhil 
kullandığı örtülü ödenek tutarı, sizin tek başınıza kullandığınız örtülü ödenek
tutarı kadar değildi. Bunların hiçbiri devletin uçağıyla, çoluk-çocuk, torun-torba,
konu-komşu kızlarının diploma törenine gidip, haram yemediler.
-Katil-Faşist-Diktatör-Koyun dediğiniz Devlet Adamlarımızın hiçbirinin zamanında 
Türk Bayrağı taşımak, Atatürk’ün Türk Gençliğine Hitabesini okumak suç olarak gösterilemedi, TC kaldırılmadı, Ne Mutlu Türküm Diyene ilkesi silinmedi, 
PKK paçavrası taşımak suç olmaktan çıkarılmadı.

  • TC Başbakanı Erdoğan;

Yazılanları okuduktan sonra şu soruya da vicdanınızda cevap verin lütfen :

Uludere’de yaşanan vahşet, İnönü’nün zamanında yaşansaydı, ne diyecektiniz?

Reyhanlı’da yaşanan katliam-facia, Demirel zamanında yaşansaydı,
ne diyecektiniz?

TC Başbakanı Erdoğan, sizin Türk Milleti ile olan hesabınız çok kabarık.
Allah ömür verirse, mutlaka ve mutlaka Türk Tarihine, Türk Milletine Türk Yargısına bu dünyada iken hesap vereceksiniz.

Öteki dünyada kimin nasıl hesap vereceğini sadece Allah bilir.
Ama sizi orada da 
Suriye Müftüsü bekleyecek. 
 
Müftü;
  • Erdoğan Allahın huzuruna çıktığında, ben de orada olacağım.
    O’ndan, ellerine silah verip üzerimize gönderdiği eşkıyalar vasıtasıyla 
    Suriye’de 40 Bin Müslüman’ın öldürülmesine sebep olduğu için şikâyetçi olacağım.”
     diyor!
Sırada, “Sağ-salim ülkenize dönmeniz için dua ediyorum” dediğiniz
Amerikan askerlerinin öldürdüğü-tecavüz ettiği Irak ve Afganistan’daki 
milyonlarca Müslüman’ın hakları var.
 
Sizin hakaret ettiğiniz Devlet Adamlarımız, başta Büyük Atatürk olmak üzere, 
tamamı bu İslam ülkelerinde hala hayır-dua ile anılmaktadırlar.Yetti mi Türkiyeli?

SELÇUK EREZ : Yalanın çeşitleri

 Yalanın çeşitleri

Cumhuriyet PAZAR Dergi 21.04.2013
file:/Users/apple/Desktop/1413%20pazar/indd/21PD07/%2021%20NISAN%202013:CALISMALAR:LOGOLAR%20ICIN:PAZARINPENCERESINDEN.jpg
file:/Users/apple/Desktop/1413%20pazar/indd/21PD07/%2021%20NISAN%202013:CALISMALAR:LOGOLAR%20ICIN:PAZARINPENCERESINDEN.jpg
SELÇUK EREZ
www.selcukerez.com

Yalan çeşit çeşittir:  Dinleyenin üzülmemesi için söylenene “beyaz”, söyleyenin
pis çıkarları için anlatılana “kara”, milleti kandırmak için dillendirilene ise “katmerli yalan” denir; belli bir rengi yoktur, bukalemun gibi ortama göre renk değiştirir.
Yalanın akını, karasını biliriz. Katmerlisini de her gün işitiriz ama -hâlâ yuttuğumuza bakılırsa- pek anlamamışa benzeriz. Öyleyse açıklanmalıdır. Türleri örneklerle açıklanabilir:

1. Hitler’in orduları 1940’ta Norveç’i işgal ettiklerinde V. Quisling adlı bir politikacı yönetime el koymuş, radyodan halka seslenmişti: ,

“İngiltere, karasularımızı mayınlayarak tarafsızlığımızı bozduğunda hükümet, gönülsüzce protesto etmek dışında hiçbir tepki sergilemedi. Almanlar, bize barış ve yardım önerip ulusal egemenliğimize saygı gösterecekleri konusunda güvence verdiklerinde  hükümet, silahlı kuvvetleri harekete geçirdi, sulh teklifine silahla yanıt verdi. Hükümet üyeleri, ülkeyi riske attıktan sonra yurtdışına kaçtılar. Bu durumda Norveç halkının güvenliğini, bağımsızlığını korumak için biz yönetimi üstlenmekteyiz.” demiş ve kabinesini açıklamıştı.

Sonra ne oldu? Aslında denizin mayınlanması, Almanların, Norveç’i işgal etmek için uydurdukları bir gerekçeydi. Quisling cumhurbaşkanı oldu. Norveç, Nazi yönetiminde yıllarca inledi, çok sayıda insan öldürüldü, ülkede açlık, sefalet kol gezdi.
İşgal 1945’te son buldu.

2. “Açlık” ve kendisine Nobel ödülü kazandıran “Toprağın Bereketi” gibi eserleriyle tanınan ünlü romancı Knut Hamsun da ülkesi işgal edilince halkına Almanlara direnmemelerini önermiş, onların Norveç’i kurtarmak için geldiklerini söylemiş,
Hitler’i alkışlamıştı. Hitler’in öldüğünü duyduğunda da “O, insanlık için savaşmıştı, bir peygamberdi..” gibi sözler söylemişti.

Sonuç: Quisling’in dedikleri, gerçekle çeliştiği bilinerek söylendiğinden katmerli yalanların en kötüsüdür; Hamsun’un açıklamaları ise gerçekleri tam algılayamayan, eğik bir mantığın ürünüdür, bizim “Yetmez ama evet”çileri anımsatır.

Norveçliler, bu farkı kavrayabildiklerinden işgalden kurtulunca Quisling’i, vatan haini olarak kurşuna dizmiş, Hamsun’u ise, davranışlarının, hainlikten çok bunamasından kaynaklandığını ileri sürerek idam etmemiş, O’nu bir süre akıl hastanesinde tutmakla yetinmişlerdi. Oysa Hamsun aslında bunak değildi.

Bu olaylar Türkiye’de gerçekleşseydi ne olurdu? Başkan da, Nobelli de kurşuna dizilirdi. Ardından, baskı rejimi sürerken her ikisini alkışlamış olanlar televizyonlara çıkar, ikisini de yerin dibine batırmaya başlarlardı.