Etiket arşivi: Ankara Dr. Ahmet Saltık www.ahmetsaltik.net

SANATA KURULAN TUZAK : TÜSAK!


Dostlar
,

Eli kalem tutan hem de “sıkı” yazılar yazan birikimli ve yetenekli meslektaşımız
Dr. Ceyhun Balcı’nın yazılarına sitemizde elden geldikçe yer veriyoruz.
Keşke her gün günlük yazılarını yayımlayabilsek..

SANATA KURULAN TUZAK : TÜSAK!” yaklaşık 2 ay önce yazılmıştı, arşivlemiştik.

AKP, hem gündemle oynamak hem de kendi açık – örtük gündemini yaşama geçirmek adına elinde geleni becerikli – beceriksiz sergilemekte.. Doğrusu bu partiyi yönetenler, “atı iyi koşturmaktadırlar” (salt teşbih – benzetmedir..).

Hem AKP’liler nefes alamamakta hem de topluma – karşıtlara soluk aldırmamaktadırlar.
Eh, zaman sınırlıdır.

Şunun şurasında 2023’e 9 yıl kaldı, yapacak öyle çoook şey var ki!

* Durmak yooook, yola devaaam!

Böye buyuruyor “tapılacak adam“…

TÜSAK tuzağı ile ilgili bu sitede epey yazı yazıldı. Özellikle konunun uzmanlarından eski Kültür Bakanlığı Müsteşar Yrd. Sn. Hüseyin AKBULUT‘un birkaç kapsamlı makalesi sorunu ve AKP’nin insanı utandıran artniyetini tüm çıplaklığıyla sergiliyor.

TÜSAK tasarısı bir sürüldü gündeme bir çekildi gibi.. Klasik taktik..
Türkiye Türkiye’den yönetilmiyor ki!..
Kabul edelim ki, ipleri elinde tutan yerli – yabancı güçler yaman satranç oyuncusu..

Yine gündemde utanmaz tuzak!

Dr. Balcı’nın yazısını-uyarısını paylaşmanın ve direnmenin zamanı..
Sokakta.. başka yolu kalmadı..
Yasal haklar sonuna dek kullanılarak.. Bunun adı bildik :

* Meşru direniş hakkı ve yükümü!

Herkese kolay gele..

Sevgi ve saygı ile.
30 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

===================================================

SANATA KURULAN TUZAK : TÜSAK!

Resim

Eskil dönemin en sarp tiyatrosu : Pergamon

Ceyhun_Balci_portresi

 

 

Dr. Ceyhun BALCI

 

 

Bugün (27 Mayıs) Dünya Tiyatrolar Günü!


Uluslararası Tiyatro Enstitüsü’nün öncülüğüyle 1961’den bu yana UNESCO desteğiyle dünyanın pek çok ülkesinde kutlanıyor. Bu 27 Mart’ta tiyatroların yanı sıra
sanatın bütünü bir tuzakla karşı karşıya!

TÜSAK bu tuzağın adı!

Sıfırlamacı anlayıştan sanat da pay düşüyor. TÜSAK (Türkiye Sanat Kurumu) aracılığıyla sözüm ona yeniden yapılandırılıyor sanat!

Oluşturulan kurulun yöneteceği urum doğallıkla devşirme kişi ve kurumları egemen kılacak ortama! Parasal destek verilen kurumlardan gelecek temsilciler sahibinin sesi olmaya adaydır. Parayı verenin düdüğünü çalacaklarından kuşku duyulmasın!

Böylelikle evcilleştirme, uysallaştırma tasarımı sanat ortamıyla buluşturulmuş olacaktır.

Oysa, sanat karşı çıkışın, başkaldırının ve her ne pahasına olursa olsun onurlu duruşun adıdır! Özgürlüğün ve özgünlüğün olmadığı yerde sanattan söz edilemez!

TÜSAK’la ilgili öngörülerim niyet okuma olarak anlaşılabilir!
Bu kaygıyı gidermek için tuzakçıların sicillerine bakmakta yarar var!

“Böyle sanatın içine tükürürüm!” sözünü anımsadığımızda…

Ya da Kars’ta yerinde yeller esen İnsanlık Anıtı’nı gözlerimizin önüne getirdiğimizde…

Tesettüre sokulan nü tabloları düşündüğümüzde…

TÜSAK’ın bir ulusun can damarı da olan sanata kurulan bir tuzak olduğunu algılamak
hiç de zor olmayacaktır!
(27.03.2014)

Prof. Tolga Yarman’dan Ege ve Dokuz Eylül Üniversiteleri Rektörleri’ne Açık Mektup


Dostlar,

Maalesef Ege ve Dokuz Eylül Üniversitelerinin rektörleri, Uğur Dündar ve Müjdat Gezen‘in üniversitelerinde konuşmasına izin vermeyerek
bizce çok ama çooook ayıp ettiler..

Daha önce de bu sitede yer verdiğimiz bir yazımızda bu davranışlarını açıkça kınamıştık.

Bu kez, bizim de Ankara Şubesi üyesi olduğumuz TÜMÖD (Tüm Öğretim Elemanları Derneği) İstanbul Şubesi önceki başkanlarından çok değerli hoca
Prof. Tolga Yarman’dan bir açık mektup var..

Aymen katılarak yayımlıyoruz..

Sevgi ve saygıyla
28.5.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

====================================================

Prof. Tolga Yarman’dan Ege ve Dokuz Eylül Üniversiteleri Rektörleri’ne Açık Mektup

portresi


Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) İstanbul Şubesi Başkanı, Nükleer Enerji Uzmanı
Prof. Dr. Tolga YARMAN‘ın
Ege ve Dokuz Eylül Üniversiteleri Rektörleri’ne gönderdiği açık mektup.

Prof. Dr. Candeğer Yilmaz
E.Ü. Rektörü

Prof. Dr. Mehmet Füzün
D.E.Ü. Rektörü

Degerli Rektörler, Sevgili Candeger, Sevgili Mehmet:

Üniversitelerinizde, sizlerin doğrusu, “akademik birikimleriniz”le katiyen bağdaştıramadığımız, hatta “hazin” denecek, tasarrufların gerçeklesmekte olduğunu, basından, içimiz burularak öğreniyoruz.

Sizleri, arkanızdan yazılacak tarih sayfalarıyla, bugünden yüzleşmeye davet etmemiz, bir sorumluluktur.

**

Değerli Candeğer:

Korkarım Rennan Pekünlü’nün başına gelenlerden, maiyetindeki, Ege Üniversitesi Yönetimi’ni münezzeh tutmak mümkün değil…

“Hesabın”; bu Dünya’dan öte, Ruz-i Mahşer’i de vardır, görenekte, öyle değil mi?…

“Hesabı”, nasıl verebileceğiniz, akademisyenler olarak, bizlerin yüzlerini kızartmakta…

Değerli Uğur Dündar’ın ve değerli Müjdat Gezen’in, Üniversiten’de konuşturulmaması ise, ayrı bir facia…

**

Değerli Mehmet:

Keşke hilaf-ı hakikat olsa… Şu ki, basından öğrendiğimiz kadarıyla,
Ege Üniversitesi’nden sonra, şimdi bir de, Dokuz Eylül Üniversitesi’nde,
degerli Ugğur Dündar’ın, konuşturulmaması yönünde karar, alınmış…
Gerekçeniz şu görünuyor:

– Etkinlikte Soma Madenindeki 301 emekçi ölümünün  “Katliam” diye anılarak
siyasal konuşmalar yapılacak olmasından çekinmek!

Koskoca cerrahsın Mehmetcim, esas bunun, üstelik, “vıcık vıciı” siyaset olduğunun farkına, varamıiyor musun?

Sana teknik bir hoca olarak ve vicdanen söyleyebilirim ki; Soma’da yaşanan “tam bir katliamdır”. Katliama, üstelik akademik bir basiretle, “katliam” denmesi, ne zaman “siyaset” oldu… Katliama; bunu, kendi suçlarını, hicap bile duymadan Yüce Yaradan’a ciro etmeye yeltenenlerin yanında durarak, “katliam” dedirtmemektir, “asıl siyaset”!..

Şu yaşında, bunu muhakkak, görüyorsundur…

Devlet = Siyaset,

denklemini, faşizan girdaplarda bayraklaştırmaya tevessul edenlerdir, üstelik kirli ve kanlı siyasete, ellerini bulaştıranlar…

**

Sizler, devletin üniversitelerinin üst düzey, saygıdeğer, görevlilerisiniz…
“Hukümet siyasetinin”, maiyet memurları değil…

Gittiğiniz yol (bizim bildiğimiz), yol değil!..

Halisane uyarıyorum…

Üniversite’de, Soma konuşulmayacak, kömür konuşulmayacak, nükleer de konuşulmayacak, hiçbir şey konuşulmayacak, yalnızca bey kardeşlerimiz ne istiyorlarsa o konuşulacak, başkaca bir çey zinhar konuşulmayacak, tek tip medya gibi, tek tip üniversite kotarılacak…

Örgütlü cürüme, lütfen ortak olmayın…

Demokrasi suistimallerinin kanser gibi yayıldığı ortamda figüranlık görevi üstlenmek, tövbe, hiçbirinize yakışmaz!..

Demokrasi, hasbel kader iktidar olmuşların (saygı duyarız, şu ki), karşılarında olanları yok saydığı, hiçe saydığı, giderek, düpedüz, anayasal suç teşkil eden, “keyfim-nasıl-isterse-ci, bir iktidar anlayışı içinde, imha etme serbestisinin zemini addetlikleri,
rejimin adı değildir.

Bizim bildiğimiz ve hayal ettiğimiz üniversite, sizin şimdi, ellerinizle, şekil verilmek istenen üniversite, değildir…

Bunları söylemekten hicap duyuyorum…

Ama birilerinin, maateessüf, sizleri uyarması gerekiyor…

Halisane uyariıyorum…

**

Bu gün Miraç Kandili…

Kutlu olsun…

Yalnız görenekte, akıl, vicdan ve adalet öndedir…
Bunlar biata, egemene, asla feda edilmez…

**

Güzel dileklerle, gözlerinizden öpüyorum…

Tolga Yarman, Prof. Dr.
Başkan, TÜMÖD, İst. Şb, 2009-2011

27 MAYIS 1960 DEVRİMİ’NİN 54. YILI KUTLU OLSUN


27 MAYIS 1960 DEVRİMİ’NİN 54. YILI KUTLU OLSUN!

Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) Genel Sekreteri
Suay Karaman‘ın kaleminden 27 Mayısı, 22 Şubat, 21 Mayıs, 12 Mart
ve 12 Eylül..

portresi_Anit_Kabir'de

 

 

 

 

 

 

 

Yazıyı okumak için lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

27Mayis_22Subat_21Mayis_12Mart_Suay_Karaman_27.514

Sevgi ve saygıyla
28.5.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net


 

SOMA KIRIMI İÇİN TÜMÖD BASIN AÇIKLAMASI

TUMOD_LOGOSU

 

SOMA KIRIMI İÇİN
TÜMÖD BASIN AÇIKLAMASI 

 

 
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz TÜMÖD (Tüm Öğretim Elemanları Derneği),
13 Mayıs 2014 günü yaşanan Soma yeraltı maden faciası ve kurban sayısı
300’e erişen iş cinayeti için aşağıdaki basın açıklamasını yaptı..

Paylaşalım…

Sevgi ve saygı ile.
17 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================================

TÜMÖD BASIN AÇIKLAMASI

16 Mayıs 2014  

13 Mayıs 2014’te Manisa’nın Soma ilçesi Eynez bölgesi yer altı kömür ocağında büyük ihmaller sonucunda meydana gelen maden kazası,
aslında kelimenin tam anlamıyla cinayettir.

İşçi sağlığı ve güvenliğinin tümüyle bir maliyet ögesi olarak görüldüğü ve
yüksek oranda kar elde etmek için, en acımasız üretim süreçlerinde çalışmak zorunda bırakılan maden emekçileri, başından beri ölüme terk edilmişlerdir.
Bu koşullar altında yaşamaları tesadüflere kalmıştır.

Ülke olarak acımız çok büyüktür.
Bu cinayet gibi kazada yaşamlarını yitirenleri saygıyla anıyor;
ailelerine, yakınlarına ve ülkemize başsağlığı diliyoruz.
Yaralı olarak kurtulan emekçilerimize acil şifalar diliyoruz.

Bu maden kazası göstermiştir ki; neoliberal politikalar ülkemiz için her alanda karabasandır. 1980’den sonra uygulamaya konan özelleştirme, taşeronlaşma, rodövans gibi neoliberal politikalar ve uygulamalar kamuyu bitirmiş ve
her alanda bugünkü sıkıntılı ve karanlık duruma getirmiştir.

Ancak her türlü sıkıntıyı aşacak yolumuz, büyük önderimiz Atatürk’ün ilkelerinde bulunmaktadır.

  • Yüreğimiz kömür karası; yolumuz Atatürk’ün aydınlık yoludur.

Prof. Dr. Recep AKDUR
TÜMÖD Genel Başkanı

Dr. Alper AKÇAM : “BOŞ YÜCELİK” SARHOŞLARI!…


Dostlar,

Meslektaşımız Dr. Alper AKÇAM‘ın bu sitede çok düşündürücü – öğretici yazılarını paylaşıyoruz. 30 Mart 2014 yerel seçimlerinden 3 gün öne yazdığı yazıyı o günlerde yayımlayamamıştık. Bildiğiniz gibi zaman zaman arşivimize dönmekte ve “eski” yazıları da değerlendirmekteyiz. Salt “tarihi” eski, içeriği güncel yazılardan biri de aşağıda..

Tam da, TBB Başkanı Sn. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu‘nun bam teline vuran
çok yerinde eleştirileri AKP iktidarını panikle zıplatmışken..
Aman, Prof. Feyzioğlu ne diyor, kamuoyu içeriğe kulak kabartmadan
gargaraya getirilmeli, çığlığı zinhar boğulmalıdır!

Boşunadır.. (Nafiledir..)

Tarih, hiçbir kişi ya da iktidarın “olağan” ın (tarihsel koşulların belirlediği) dışında
“saltanat sürdüğünü” yazmıyor. Türkiye’de de halkın yaşayarak “yandım anam” diyene dek AKP iktidarının Fetret Dönemini yaşaması gerekiyordu.

Ne yazık ki büyük – eğitimsiz yığınlar deneme – yanılma ile öğreniyor..
Toplumsal fatura ağır da olsa, ama kazanılan “politik bağışıklık” güçlü ve
uzun süreli oluyor.. Sosyolojik – tarihsel gerçeklik bu bağlamda..

(“Bu minval üzere” demedik.. “bu bağlamda” dedik.. Anımsatmasa idik anlam eksikliği duyumsayan olacak mıydı? “Yerini tutmuyor…” diyen? Lütfen koşullanmışlığımızı ve takıntılarımızı bırakarak Yüce ATATÜRK’ün DİL DEVRİMİNE de sahip çıkalım..)

Boşuna çırpınmayın “BOŞ YÜCELİK” SARHOŞLARI!…

  • Tarih hükmünü yürütecek ve tüm hukuk dışı eylemlerin hesabı verilecektir, sorulacaktır. Hep böyle olageldiği gibi..
  • Artık yeter; ülkeyi daha çok germeyin ve hukuk içine dönün,
    derhal, hemen..
  • Cumhuriyetin temel değerlerine asla saygısızlık etmeyin;
    yemininize sadık kalın; dürüst olun, insan olun!

Sevgi ve saygı ile.
13 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================================

“BOŞ YÜCELİK” SARHOŞLARI!…

portresi

 

Dr. Alper AKÇAM

 

 

Türk edebiyatının 1950 kuşağı olarak da anılan dil atlılarına “Dost” öyküsü ile kapıyı aralayan Vüs’at O. Bener, “Boş Yücelik” kavramıyla zaman zaman kendi birey kimliğine de yönelmiş parodik bir biçem tutturmuştu. Aynı adlı bir de öyküsü vardır.  “Mantarca tek, zavallıca kurumluydu duruşu” der, telörgüler arkasındaki süs kayalıklara tünemiş bir kartal için…

Günümüz Türkiye’sinde, boş yücelik kurumuyla sarhoş dolaşırken
kendi mantarlığının farkına varmayanlardan geçilmez oldu.

30 Mart (AS: 2014) yerel seçimlerinin bir hayat meyat (AS: memat) sorunu kadar kapımıza dayandığı, belki de, savaşla barışın, kardeş kavgasıyla sevginin,
yalan-para-iktidar hırsı üzerine kurulmuş bir politika ile insana azıcık saygılı olmak gereğinin oylanacağı seçimlerde, “ille de ben” diyen boş yücelik kuruntuluları dolaşıyor ortalıkta.

Bir aday, “ÇAKMA SOLCULARA DEĞİL, GERÇEK SOLCULARA OY VERİN” diyen koca afişler bastırmış sol adayın kazanacağı şimdiden belli bir seçim bölgesinde.

“Senin gerçek solcu olduğun nereden belli, mokunda boncuk mu arayacağız?”
diye sorası geliyor insanın. “Ya da gerçek solcuysan eğer, git de sağ oyların
çok olduğu bir bölgede aday ol”…

Neredeyse elli yıldır demokratik mücadelenin, dolaylı da olsa siyaset karmaşasının içindeyim; adını çıkaramadım… Hani öyle bir iddiası var ki; yoksul yığınlara önderlik etmiş, demokrasi, insan hakları için, ezilenler için adını tarih sayfalarına yazdırmış, saldırılara uğramış, zindanlarda yatmış, “gerçek solcu” olmuş. En ironik olanı da,
boş yüceliklerin, böbürlenme yerine alçakgönüllülüğün, kişiliğini öne çıkarma yerine erdem sahibi olup safta durmanın, paylaşmanın, imece duygusunun geçerli olması gereken “Sol” adına yapılması…

Galatarasay diye bir futbol takımımız var. Tarih sayfalarında Metin Oktay gibi bir insan yiğidi taşır. On iki yaşındaydım Ankara’da karşılaştığımda. Dayım götürmüştü dinlendikleri otele. Yerinden kalkıp oturduğu sandalyeyi vermişti bana Metin. Alçakgönüllü, efendi; oyuna girince de yüreğiyle savaşan bir futbolcuydu. Şimdi O’nun taşıdığı formayı sırtına takan, milyon dolarlar verilerek alınmış birileri çıkıyor sahaya. Öyle duruşları var ki, alçak dağları hep onlar yaratmış… Babaları yaşındaki hakemle dalga geçiyor, oyunda iki adım atmak için de ek kira istiyorlar… Oynadıkları
takım oyunudur ama, işleri güçleri birbirine hava atmak, dedikodu kuyusu kazmak,
halka caka satmak…

Alın terine,  kol emeğine, insan yüreğine ve yaptığı işin bilincine sahip olmayanlarda paranın nasıl bir boş yücelik olduğu, en çok da onların kimliğinde somutlaşmıyor mu? Futbolcunun ün yapmışını satın almakla başarılı olamıyor futbol takımı.
Ey yönetici beyler, satın alabiliyorsa paralarınız, biraz “takım ruhu”, “ilkeli davranış”, “disiplin”, “insanlık” alın!

Ayakkabı kutularıyla dolarlar-avrolar kaçırırken,

kendi iktidarları için ülkeyi kardeş kavgasına, savaş meydanlarına götürmek niyetinde olanların politika koltuklarında oturuşu da boş yücelikten öte nedir ki?

  • Muhtaç durumda bırakıp akıllarını küçük çıkarlarla ve kutsal inanç bezirgânlığıyla satın aldıkları yığınların alkışları hiç aldatmasın…

Şimdi, hiçbir çıkar, koltuk, ayrıcalık gözetmeden, sevgiyi, dostluğu, kardeşliği, özveriyi, erdemli olabilmenin onurunu paylaşma zamanı. (27 Mart 2014)

CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran’dan Haşim Kılıç’a “Adalet Nöbeti” mektubu


Dostlar,

CHP’nin çalışkan ve üretken İstanbul Milletvekili Sayın Umut Oran,
Anayasa Mahkemesi Başkanı Sn. Haşim Kılıç’a aşağıdaki gibi etkili bir mektup yazdı.
(Bu arada geçen hafta CHP’nin MYK’ndan neden alındığını anlayamadık?!..)

Kimse bu mektubu Yüksek Mahkemeye telkin – tavsiye vb. olarak yorumlamaya kalkışmasın. Bize göre bu mektup adeta, “bir an önce adalet” için haykıran bir dilekçedir ve Anayasa’nın 74. maddesinde güvenceye alınan bir haktır.

Son derece dengeli ve haklı, somut kanıtlara – hukuksal gerekçelere dayanmaktadır.

Bu tertip davalarla yaratılan istendik adaletsizlik ortamında,
zaten ülkemizde yıllarca, yeterinden çok fazla gecikmiştir.
Karanlık bir Balyoz – Ergenekon 10 Yılı‘ndan söz edebiliriz.

7+ yıldır sürdürülen kökü dışarıda bu kurgulu zulmün neden olduğu acı ve
geri döndürülemez ardışık (seri) ölümler – katiller bir yana, son derece olağan olan
rutin ADALET REJİMİNE geri dönüş bir türlü olanaklı olamamaktadır.

Bu tablonun sürdürülebilirliği artık kalmamıştır.
Süreç, seri katillik suçu üretmiştir!

  • Türkiye’de “birileri” artık bu tertip davalar nedeniyle seri katildir!

Oysa ADALET ÜLKENİN TEMELİDİR.

Adalet yoksa, ülkede barış da olamaz ve kaçınılmaz olarak doğacak karmaşa (kaos) ortamı herkesi boğar.

Sorun AİHS bağlamında AİHM’ne taşınmadan ve yıllarca daha uzatılmadan ülke içinde ADALETLE ve hızla çözülmelidir. Gecikme yeni can yitikleri, hastalıklar, özekıyımlar ve kanayan toplumsal vicdandır.. Toplumsal gerilim ve ayrışmadır ki; ülkeye ve ulusa zararları kestirilemeyecek ölçüde derindir.

Anayasa Mahkemesi tarihsel bir dava, sorumluluk ve sınavla yüz yüzedir.

BALYOZ, artık adaletsizliğe inmeli, indirilmelidir..

Sevgi ve saygı ile.
12 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran’dan Haşim Kılıç’a
“Adalet Nöbeti” mektubu

portresi

 

CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’a mektup yazarak, mahkeme önünde başlayan Adalet Nöbeti’ne karşı duyarsız kalınmamasını istedi. Oran mektubunda Kılıç’ın 27 Nisan (AS: 2014) konuşmasına gönderme yaparak

– “Kaleyi işgal edenler” ve
– “rakiplerinden intikam alma aracı” şeklindeki sözlerini anımsattı.

– “Geçen süre Albay Özenalp gibi geri dönülemez acılara yol açmakta.
ÖYM’lerde insanların itibarları toplum önünde linçe uğratılmıştır.
” diyen Umut Oran,
AYM’ye bu davalar nedeniyle yapılan bireysel başvuruların sonuçlanmadığına işaret etti.
Oran, mektubunda “Mahkemeniz bu sorumluluğu yerine getirmemiş, bu davaların mağdurlarının başvuruları gündeme alınmamış, hak ihlallerinin devam etmesine
göz yumulmuştur… Hapishanelerde bugün yargıyı bir bıçak gibi intikam almak için kullananların mağdurları hala adalet beklemektedir. Bu çağrı cevapsız bırakılamaz, bu talepler yok sayılamaz… Bu nedenlerle, bu davaların biran önce ele alınarak görüşülmesi için gereğini sunar, Türkiye’de milyonlarca insanın vicdanını kanatan uygulamaların son bularak, adalet ve demokrasi yolunda gerekenin yapılmasını temenni ederim.
” dedi.

CHP Parti Meclisi Üyesi ve İstanbul Milletvekili Umut Oran, ÖYM ve TMK’nun
10. maddesiyle görevli (AS: özel yetkili) mahkemelerdeki davalarda duruşmalarını
en başından beri izlediği davalar kapsamında bu kez Anayasa Mahkemesine başvurarak yaşanan sıkıntılara dikkat çekti.

CHP’li Oran’ın, 7 Mayıs 2014’te doğrudan Haşim Kılıç’ın Özel Kalemine elden
teslim edilen (7 Mayıs 2014) mektubu şöyle:

**********

Sayın Haşim Kılıç,
Anayasa Mahkemesi Başkanı 

Hasim_Kilic
Tarafınızca da bilindiği üzere Terörle Mücadele Kanunu (TMK) 10. maddesiyle görevli mahkemelerce görülen davalarda büyük hak ihlalleri yaşanmış, hukuk devletinin ayrılmaz bir parçası olan adil yargılanma hakkı,
masumiyet karinesi ve savunma hakkının sistematik ihlalleri gözlenmiştir.

Bu davalar hemen hemen aynı usul ve yöntemlerle hayata geçirilmiş, isimsiz ihbar mektupları, internet üzerinden yapılan bildirimler veya aramalarla şahıslar zan altında bırakılmış, yapılan araştırmalarda bu ihbarlarda bulunanların kimliğini gösterebilecek hiçbir bilgiye ulaşılamamıştır.

Davalarda gizli tanıkların ifadelerine yer verilmiş, hakkında çok ağır suçlardan mahkumiyet kararı olan şahısların hiçbir delile dayanmayan ifadeleri suç isnatlarının (AS: atılmasının) temelini oluşturmuştur. Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin yaşadığı gibi “sehven yüklenen” delillerle de sanıklar aleyhine kanıt oluşturulduğu görülmüş,
bütün bunların tüm kanıtlarıyla ortaya çıkmasına karşın yargılanan kişilere yönelik uygulamalar sürmüş, hatta sehven yüklendiği kabul edilen deliller gerekçe gösterilerek hüküm oluşturulmuştur.

Yine bu davalarda soruşturma aşamasında elde edilen kimi bulgular çeşitli medya organlarına sızdırılmış, haklarında soruşturma yürüten kişiler kendileriyle ilgili dosyaları göremezken, bu kişiler hakkında birçok iddia kamuoyunu yönlendirmek için kullanılmış, bir hukuk devletinde mutlaka korunması gereken masumiyet karinesi ihlal edilerek,
insanların itibarları toplum önünde linçe uğratılmıştır.

Balyoz davasında ise tüm bunlara ek olarak, hiçbir imza veya geçerliliği olmayan dijital veriler delil kimliği kazanmış, bu dijital verilerin sahte olduğunu gösteren 30 kadar ulusal ve uluslararası rapora itibar edilmemiştir. Davanın temeli olan 5 numaralı hard diskin sahte olduğuna ilişkin TÜBİTAK tarafından hazırlanan 20 Ocak 2014 tarihli dijital adli analiz raporu da dikkate alınmamış, bu şekilde oluşturulan delillerle hüküm kurulmuştur.

Davada sanıkların lehine 1466 hata, çelişki gerçekliğe aykırılık saptanmıştır.
Örneğin Başsavcılığa 30 Ocak 2010’da bavulla verilen belgeler ve 19 CD ile dava açılmış, söz konusu CD’lerden 11 ve 17 No’lu olanlarla ilgili bilirkişi raporunda CD’lerin en erken 2006 ortasında oluşturulmuş olabileceği ifade edilmiş, bu CD’lerde yer alan toplam 66 dokümanın Calibri yazı fontu tipi ile yazıldığı Yıldız Teknik Üniversitesi bilirkişilerince tespit edilmiştir. Halbuki Calibri yazı tipi Microsoft tarafından 2007 yılı sonunda piyasaya sürülen Office programında kullanılmış olup, herhangi bir belgenin
bu yazı tipi ile 2006 yılında kullanılması olanaksızdır.

Özellikle Balyoz davasında uzun tutukluluk süresi de hak ihlallerine neden olmuş,
Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Grubu (UN-GWAD) vermiş olduğu
6/2013 No’lu 22 Temmuz 2013 tarihli kararında, Balyoz davası kapsamında özgürlüğünden alıkonulan 250 sanığın keyfi olarak tutuklandığına hükmetmiştir.
Yapılan bu uygulamanın Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 9 ve 14. maddeleri ile İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 9, 10 ve 11. maddelerini
ihlal ettiği karara bağlanmıştır. Bu kararın gerekleri de hâlâ yerine getirilmemiş olup,
hak ihlali sürmektedir.

Dava kapsamında savunma hakkının da kısıtlandığı görülmüş, “silahların eşitliği ilkesi” çerçevesinde savunma hakkını kullanmak isteyen avukatların görevlerini yapması engellenmiş veya bu olanaktan yoksun bırakılmıştır. Bütün bu hak ihlallerinin yanı sıra, 12 Haziran 2011’de yapılan milletvekili genel seçimlerine katılarak, milli iradenin vermiş olduğu kararla milletvekili olarak seçilen Sn. Engin Alan’ın da hâlâ tutukluluğu sürmekte, kendisi yasama görevinden alıkonulmakta, milletin verdiği görevi yerine getirememektedir. Anayasamıza göre millet adına yasama yetkisini kullanan TBMM’nin bir üyesi bugün özgürlüğünden yoksundur.

Bu durum çeşitli araştırma önergeleri ile de gündeme getirilmiştir. Balyoz Davası’nda yaşanan hukuk dışı uygulamaların tespiti için 29 Kasım 2013’te TBMM’ye verdiğim araştırma önergesi TBMM’de halen görüşülmeyi beklemektedir. Geçen zaman içinde yürütme organının üyeleri bu davaların birer ‘katakulli’ ve ‘kumpas’ olduğunu ifade etmiş, yargı organı içinde yer alan kimi ögelerin Devletin organlarına karşı komplo kurduğunu da söylemiştir. Bu iddialar yanıtlanmayı bekleyen çok ciddi iddialardır.

TMK’nun 10. maddesiyle görevli (AS: özel yetkili) mahkemelerde görülen davalarda yaşananlar ve özellikle Balyoz Davası ile ilgili olarak Başkanlık görevini yürütmekte olduğunuz Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı kapsamında yapılan
birçok başvuru bulunmaktadır. Bu başvuruların önemli bir bölümü bugün hâlâ görüşülmemiş olup, burada yaşanan hak ihlalleri de sürmektedir. Albay Murat Özenalp’ın ölümünde gördüğümüz gibi geçen süre geri dönülemez zararlara da
neden olmakta, birçok insan kalıcı hastalıklarla uğraşmakta, ailelerinden ve özgürlüklerinden yoksun kalmaktadır.

Bu başvuruların ivedilikle ele alınarak karara bağlanması Anayasamıza ve hukuka karşı çok ciddi bir zorunluluktur. 27 Nisan 2014’te yapmış olduğunuz konuşmada belirttiğiniz gibi;

  • Evrensel değerlerin ağırlıklı olarak uygulandığı,
    (AS: İdarenin) tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi tutulduğu, hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlet,
    hukuk devleti olarak tanımlanmıştır.” ve
  • Kaleyi işgal edenler de yargıyı, siyasal düşüncelerine ve ideolojilerine
    lojistik destek sağlamak için ya da rakiplerinden intikam alma aracı olarak kullanmışlardır
    .”

Hukukun üstünlüğünü ve temel insan haklarını korumak, yargı organını rakiplerinden intikam alma aracı olarak kullananların yapmış olduğu uygulamaları da
boşa çıkarmak, bir hukuk devletinin tüm organlarının asli sorumluluğudur.

Yargı intikam almak için kullanılamaz. 

Politik, ideolojik veya kurumsal bağları nedeniyle kimse ayrımcılığa uğratılamaz.
Bir görüşün veya kimi kişilerin tasfiye edilmesi için yargının bir bıçak gibi kullanılması demokratik bir hukuk devletinde normal karşılanamaz.

Bu kapsamda, mahkemeniz önünde bekleyen bireysel başvuruların bir an önce görülerek, Anayasamızda yer bulan hakların korunması tarihsel bir sorumluluk olarak önünüzde durmaktadır.

Bu zamana dek mahkemeniz bu sorumluluğu yerine getirmemiş, bu davaların mağdurlarının başvuruları gündeme alınmamış, hak ihlallerinin sürmesine
göz yumulmuştur. Ne yazık ki Türkiye hapishanelerinde bugün yargıyı bir bıçak gibi
intikam almak için kullananların mağdurları hala adalet beklemektedir.

Bu çağrı yanıtsız bırakılamaz, bu istemler yok sayılamaz.

Bu nedenlerle, bu davaların biran önce ele alınarak görüşülmesi için gereğini sunar; Türkiye’de milyonlarca insanın vicdanını kanatan uygulamaların son bularak,
adalet ve demokrasi yolunda gerekenin yapılmasını temenni ederim.

Saygılarımla,
07 Mayıs 2014, Ankara

Umut Oran
CHP İstanbul Milletvekili

VARDİYA BİZDE : SESSİZ ÇIĞLIK – 85. Toplantı

VARDİYA BİZDE : SESSİZ ÇIĞLIK – 85. Toplantı

Mamak Askeri Cezaevi önünde 2. kez yapılacak SESSİZ ÇIĞLIK eylemine katılacağız..

TSK’ya kumpasın artık sonlandırılması ve sorumlularının yargı önünde
hesap vermesi gerek. Bu olgu bekletilemez ve ertelenemez..

Sorumlular “seri katil” olmuşlardır.. 

Gezi’de öldürülen yurttaşların ve düzmece davalarda zindanlarda yaşamını yitiren, canına kıyan vatandaşların tümünün siyasal sorumluluğu siyasal iktidarın boynundadır. Ve tarihten biliyoruz ki, mutlaka hesap sorulmakta, yapanın yanına kalmamaktadır.

*****

Bu arada, Danıştay’ın kuruluş yıldönümünde Türkiye Barolar Birliği Başkanı ve
seçkin bir ceza hukuku uzmanı olan Sayın Prof. Dr. Metin Feyzioğlu‘nun konuşmasına demokratik sabır – tahammül göstemeden ayağa kalkarak itiraz etmek ve “edepsiz” sözü etmek, Başbakan R.T. Erdoğan’ın nasıl sağlıksız bir psikoloji içinde olduğunun
en son açık ipucudur.

Erdoğan Türkiye’yi yönetebilecek olmaktan çıkmıştır.

Kendisine teesüsflerimizi bildiriyor,
Sn. Feyzioğlu’nu ise alkışlıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
10 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Benim Cumhurbaşkanım


Dostlar,

ADD Genel Başkan Yardımcısı dostumuz, sevgili kardeşimiz
Sn. Prof. Dr. Ayhan Filazi, son derece çözümleyici (analitik) bir us yürütmeye dayalı aşağıdaki makaleyi yazmış..

“Cumurbaşkanı kim olmalı??” sorunsalına yanıt arıyor..

Okumalısınız…

Sevgi ve saygı ile.
3 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================

Benim Cumhurbaşkanım

portresi


Prof. Dr. Ayhan Filazi

ADD Genel Başkan Yardımcısı

Yerel seçim sonrasında henüz bu seçimlerin analizi yapılmadan yeni bir tartışmaya kilitlendik.

– Cumhurbaşkanı adayı kim olsun?

Dikkate alınır alınmaz, halktan biri olarak elbet bizim de söyleyeceğimiz bir şey vardır.

Öncelikle soru yanlış. “Cumhurbaşkanı kim olsun?”dan öte, Cumhurbaşkanının nasıl biri olması gerektiği öne çıkarılmalı. Yaygın düşünce, Cumhurbaşkanı halkın oyuyla belirleneceği için halkın duygu ve düşüncelerini kavrayabilen, onu temsil yeteneği olan, halkın büyük çoğunluğunun desteğini alan, desteğini alamasa bile halkın karşısında olmadığı biri olmalıdır. Düz bir mantıkla bakıldığında buna kimsenin karşı çıkacağını sanmıyorum. Nitekim yerel seçimlerde kimi muhalefet partileri kendi parti yapılarına uygun olmasa bile halkın daha çok teveccüh edeceği adaylarla seçimlere gitmiş ve belki bir ölçüde başarı kazanabilmiştir.

Yasal duruma göre Cumhurbaşkanı adayı olmak için en az 20 Milletvekilinin önergesi gerekiyor. Her ne denli halk seçecek dense de, bunun anlamı, atama yine Meclis’ten ve elbette ki o vekilleri de atayan parti yönetiminden geleceğinden, atanmışların seçimi de diyebiliriz. Her türlü seçim şaibesini veya oyların “yanlışlıkla” farklı bir adaya yazılmasını da göz ardı edersek, bu durumda seçimi kazanmak isteyen partinin halkın siyasal, sosyal ve kültürel yapısına bakarak bir Cumhurbaşkanı adayını ataması gerekiyor. Bunun için de ya kendisinin yaptırdığı ya da eldeki bilimsel anketlerden yararlanarak bir aday profilini çizmesi, bu profile uygun adayı saptaması
ve bununla seçime gitmesi gerekiyor. Parti yönetimlerinin bu anketleri yaptırıp yaptırmadıklarını bilmiyorum. Ama siyasetten ekonomiye, dinsel değerlerden,
kadın-erkek ilişkilerine aile ve evlilik kurumundan değer ve kimlik yargılarına dek
pek çok farklı alanda 2011 ve 2012’de Türkiye çapında yürütülen araştırmaların verilerinden yararlanılarak hazırlanan bir araştırma var.

Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Dünya Değerler Araştırması Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Yılmaz Esmer tarafından hazırlanan
“Türkiye Değerler Atlası 2012”
,  bu alandaki tek kaynak olma özelliği de taşıyor.

Araştırmaya göre Türkiye, insanların birbirine en az güvenebildikleri ülkelerden biri.
22 yıldır bu durumda bir değişiklik gözlenmiyor. Türkiye’de insanların yaklaşık onda biri genelde insanlara güvenebileceğini söylerken, İskandinav ülkelerinde bu oran %80’lere yaklaşıyor. Bu durumda Cumhurbaşkanı’nın herkese ve her şeye güvensiz olması ve yapılacak tüm işlerin yetkisini alması gerekiyor. O halde Cumhurbaşkanı olmak için birilerinin daha çok yetki istemesi normal gibi görünüyor.

Araştırmaya göre Türk toplumu, Avrupa’nın ve dünyanın en dindar toplumlarından biri. Dinin toplum yaşamındaki yeri en üst düzeylerde seyrediyor. Dinin esas olarak bu dünyaya değil, ölümden sonraki dünyaya anlam kazandırdığını düşünenlerin oranı %76. Dinin özünün kurallara uymak olduğunu düşünenlerin oranı %64. Avrupa’da, Tanrı’nın insanların yaşamındaki yerinin en yüksek olduğu toplum Türkiye. Yaklaşık her 3 kişiden biri hem 30 gün oruç tutuyor, hem günde 5 vakit namaz kılıyor. O halde Cumhurbaşkanı dindar olmanın ötesinde orucunu da tutacak, günde 5 vakit namazını da kılacak.
Ayrıca bunları yaparken tümüyle öbür dünyayı güvenceye almaya çalışacak.

Yine araştırmaya göre 47 Avrupa ülkesi içinde siyasal yelpazenin en sağında
Türk toplumu yer alıyormuş. 1950’den başlayarak (itibaren) yapılan her seçim döneminde de görüldüğü gibi sağ seçmenlerin ağırlıkta olduğu bir ülkede Cumhurbaşkanının siyasal yelpazenin sağında olması gerektiği ortaya çıkıyor. 

Türk olmaktan son derece gurur duyanların oranı Güneydoğu Anadolu’da % 23, Karadeniz’de % 88. Ancak bu araştırmanın sonucu “Türk” adını ağzına almaktan çekinen ve her türlü milliyetçiliği ayakları altına alan bir kişinin Karadeniz’de yapılan seçimlerde sürekli en yüksek oyu alması durumuyla karşılaştırıldığında çelişki oluşturuyor. Buradan Karadenizli seçmen tercihlerinin bununla ilgili olmadığı sonucuna varılabilir. O nedenle bu veriyi göz ardı edebiliriz.

Araştırmanın en ilginç sonuçlarından biri de Türkiye’deki kadınların % 71’inin ”ailenin reisi erkek olmalı” demesi. Kadınların %59’u “kadın her zaman kocasına itaat etmeli, onun sözünden çıkmamalı” diyor. İşsizlik varsa, işe almada erkeklere öncelik verilmesini isteyenler Türkiye’de % 60, Danimarka’da % 2. Fransızların %36’sı Türkler’in % 6’sı evliliğin artık modası geçmiş bir kurum olduğunu düşünüyor.

Bu tabloya bakarak düz bir mantıkla Cumhurbaşkanının nitelikleri ortaya çıkıyor;
çalıştığı kişilere güven duymayan bu nedenle tüm yetkileri elinde toplayan, oruç tutup namaz kılan, öldükten sonrası için çalışan dindar, siyasal yelpazenin sağında yer alan, evli ve erkek olan kişiler Cumhurbaşkanı olabilir.  

Amacınız seçim kazanmaksa bu özelliklere sahip birini bulur aday yapar ve kazanırsınız. Yok, amacınız Türkiye Değerler Atlası‘nda bulunan verili (mevcut) tabloyu değiştirmek ve toplumun daha çağdaş, modern, hırsızlığa prim vermeyen, her türlü cinsel, ekonomik, dinsel sömürüye (istismara) karşı çıkan,
ümmeti millet, kulu birey durumuna getirmekse, o zaman hedeflerinizi doğru koyacak ve ona göre savaşımınzı (mücadelenizi) vereceksiniz. Milli mücadelenin başladığı dönemde bu tablo daha kötü değildi elbette. Atatürk, o dönemde eldeki tabloya razı olsaydı Kemalist Devrim‘in hiçbir zaman olmayacağını anımsayalım. Bugünden yarına bu tablonun değişmesi de olanaklı olmadığına göre, çözüm yolu Atatürk’ün yaptığı gibi kelle koltukta mücadele etmektir. Kısa-orta ve uzun erimli (vadeli) hedefleriniz ve Atatürkçü Düşünceye dayalı planlı-programlı tasarımlarınız (projeleriniz) yoksa
hiç boş yere uğraşmayın.   

Benim Cumhurbaşkanım mevcut tabloyu değiştirebilecek devrimci bir kişi olmayacaksa varsın hiç olmasın.

Dr. Taner Özek karikatürü : ALİ ÇIĞLIK AT – ÇOCUK TECAVÜZÜ


Dostlar
,

Meslektaşımız Dr. Taner Özek‘ten aşağıdaki karikatürü aldık..

Ellerine sağlık..
Ülke ne duruma düşürüldü!
“%99’u Müslüman” masalları ile yüz kızartıcı derecede ahlaksız bir topluma dönüştürüldük..
2 yaşındaki çocuklarına seri tecavüz yapan bir halk...

Dr. Taner Özek karikatürü : ALİ ÇIĞLIK AT – ÇOCUK TECAVÜZÜ

0 çığlık

 

Sevgi ve saygı ile.
30 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net