Etiket arşivi: ahmet saltık

Suay Karaman: VATAN SAĞ OLSUN

Dostlar,

Sayın Suay Karaman dostumuzun bu yazısı son derece uyarıcı, müthiş bir derleme ve irdeleme..

Tam bir belgesel..

Dikkatle, özenle, altı çizilerek okunmalı..

Bravo Sayın Suay Karaman..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 01.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

VATAN SAĞ OLSUN

Suay Karaman

ABD’nin Ankara Büyükelçisi (1989-1991) ve Dış İlişkiler Konseyi (CFR) üyesi olan Morton Abramowitz, 1994’te “Türkiye parçalanabilir” açıklaması yapmıştı.

20 Eylül 1996 tarihli Aydınlık Dergisi’nde, CIA’nın yan kuruluşu RAND Corporation (Research and Development – Araştırma ve Geliştirme Kuruluşu) kaynak gösterilerek yapılan haber şöyleydi: “Abramowitz Tayyip’i Erbakan’ın yerine hazırlıyor… Amerika Tayyip Erdoğan’ı Başbakan, Abdullah Gül’ü de Dışişleri Bakanı yapacak.”

30-31 Mayıs 1998’de ABD’de Amerikan Ulusal Savunma Enstitüsü bir toplantı düzenledi. CIA eski Ankara İstasyon Şefi Graham Fuller ile ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi Planlama Dairesi görevlisi ve CIA Türkiye uzmanı Prof. Henry Barkey’in açıkladıkları senaryoya göre; “Kahramanmaraş, Sivas, Erzincan, Kayseri ve Çorum’da cuma namazında camilerde bombalar patlayacak. Ayaklanan halk, valiliklere, kaymakamlıklara yürüyecek. Polis halkın önüne geçemeyince, askeri birlikler devreye girecek. Laik-anti laik, Alevi-Sünni çatışması patlak verecek. Ağırlıklı olarak Sünnilerin safına geçen polis, askeri birliklerle çatışmaya girecek. Radikal İslamcılar, ayrılıkçı Kürtlerle birleşerek orduya karşı silâhlı mücadeleye başlayacaklar. Orduda çözülmeler baş gösterecek.” Toplantıda bu olaylar sonrasında ABD’nin Türkiye’ye nasıl müdahale edebileceği de tartışıldı.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson (2000-2003), 22 Mart 2003’te Washington’a gönderdiği gizli kriptoda şöyle diyordu:

“Türk generaller AKP’den seçilen Tayyip Erdoğan’ın davranışlarından büyük rahatsızlık duyuyor. Erdoğan güçlü bir müttefikimizdir. Generallerin bu tutumu Amerikan çıkarlarının korunması açısından engelleyicidir. Orgeneral Hilmi Özkök’ün sadakatli duruşuna sahip çıkmalıyız. Muhalif orgeneraller, Hilmi Özkök’ün çizgisine itiraz etmekte.

Erdoğan kendisine desteğin devamı halinde ABD’nin bir müttefiki olarak Orta Doğu ve Irak dahil olmak üzere Türk hava sahasını, kara ve demiryolları ile Mersin ve İskenderun limanlarını kullanımımıza açacağını taahhüt etmektedir.

Ancak Türk Ordusu’ndaki üst rütbeli subaylar tarafından sürekli engellenmek istenmekteyiz. Amerikan çıkarlarına karşı çıkan orgeneraller Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün emir ve talimatlarına uymadıkları gibi, her an muhtıra verebilirler.

Bu bakımdan değerlendirildiğinde, güçlü bir medya grubunun oluşturulmsına acilen ihtiyaç duyulmaktadır. Bu konu Recep Tayyip Erdoğan ile paylaşılmış olup, gereğinin değerlendirileceği hakkında olumlu değerlendirmelerin yapıldığı ve yapılacağı teyidi alınmıştır.”

26 Mart 2003’te Carnegie Endowment adlı kuruluşun Türkiye ve Ortadoğu uzmanı, ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi Planlama Dairesi görevlisi ve CIA Türkiye uzmanı Prof. Henry Baker, Utah Üniversitesi’nde verdiği konferansta:

Avrupa Birliği adaylık sürecinde müzakereler yoluyla AKP lideriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafesledik.” demişti.

4 Temmuz 2003’te Irak’ın kuzeyindeki Süleymaniye kentinde Türk Askeri’nin başına çuval geçirilmişti. Hükümet ve askeri yetkililerin sessiz kaldığı çuval geçirme olayı, ordunun kırılma noktası oldu ve bundan sonra ordu üzerinde oyunlar oynanmaya başlandı. Çuval olayından sonra sürekli Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üzerine gidildi, psikolojik operasyonlarla yıpratıldı ve kıpırdayamaz, hatta sesini çıkaramaz duruma getirildi. Toplumda en güvenilir kurumların başında gelen TSK’yi, bir düşman ordusu olarak görenler, TSK’ye olan güveni sarsmak için, yandaş basın ve emperyalist güçler tarafından bilinçli bir şekilde saldırılar planladı.

7 Ağustos 2003’te, ABD Başkanı’nın Güvenlik Danışmanı olan ve daha sonra Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Condoleezza Rice, The Washington Post gazetesinde Fas’tan Çin sınırına dek 22 ülkenin siyasi ve ekonomik coğrafyasının değiştirilmesini amaçladıklarını söylemişti. ABD Ordusunun NATO Avrupa Müttefik Birlikleri Başkomutanı olarak görev yapan Org. Wesley Clark, 2 Mart 2007’de bir TV konuşmasında şunları söylemişti:

“Beş yıl içinde yedi ülkeyi ele geçireceğiz: Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan, İran.”

Bütün bu emperyalist söylemlerin yanında ABD’li bazı subayların yayınladıkları haritalar da belleklerimizde durmaktadır.

2008’de Türkçe’ye çevrilen CIA eski Ankara İstasyon Şefi Graham Fuller’in “Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı kitabında yapılmak istenen emperyalist oyunlar açık açık yazılmıştır; “Hilafet hala etkileyici bir sembol ve siyasi bir makam olup, etkileyici bir dini liderin yükselişini beklemektedir.”

“Türkiye, yalnızca kendisi için değil, aynı zamanda günümüz islamı için önemli iki dinamik islami hareket üretmiştir:

Gayet politik AKP ve büyük ölçüde apolitik cemaatçi Fettullah Gülen hareketi.”

Türkler Kemalizm’i terk edip ılımlı İslam’ı benimsemelidir. Ilımlı İslam, Kemalizm’i silmeye yönelik bir karşı devrimdir. Bu devrimin karşısındaki tek güç, Türk Ordusu ile ulusalcı aydınlardır ve tasfiye edilmeleri gerekir.”

3 Şubat 2010’da ülkemize gelen, askerimizin başına çuval geçirenlerin komutanı ABD’li General Ray Odierno ile yapılan toplantıya, ordumuzdan bir orgeneral ile bir tümgeneral de katılmıştır. Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı asimetrik psikolojik savaş uygulanıyor derken, bazı subaylarımız tutuklanırken, birçok subayımız intihar ederken ve birçok askerimiz terör sonucunda şehit düşerken, Atatürk’ün ordusunun böyle bir toplantıya katılması onaylanamaz. Türk Silahlı Kuvvetleri, kendi ipini çekenlere bilerek ya da bilmeyerek yardım etmektedir.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson (2005-2008), 5 Ocak 2012’de ABD’nin ana stratejilerini yazmıştı:

“…yüksek rütbeli subayların sözde veya gerçek, yasadışı davranışlarına odaklanmak,
son zamanlarda sönmeye yüz tutmuş anayasa değişikliğine yeniden şevk ve ivme katacaktır; ordu içinde, yargıda ve her konumda bu değişimi kısıtlamak ve AKP’nin işlerini engellemek isteyenleri atacakları adımları hesaplamaya ve kendilerini ne şekilde savunacaklarını düşünmeye zorlayacaktır.”

ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi ve Dış İlişkiler Konseyi (CFR) üyesi olan Morton Abramowitz, 20 Eylül 2012’de “Türkiye’nin Nazik Durumu” adlı yazısında şu değerlendirmeleri yapmıştı:

“Muhalefetin olmadığı, halkın sessiz ve tepki vermediği Türkiye’de 2014’te ülkede ve komşularda kargaşanın devamı yeni partilerin ortaya çıkmasına ve hatta belki de AKP’nin dağılmasına sebep olabilir. Bütün bunlar yaşanırken de dinamik ve sonsuz sürprizlerle dolu bir ülke olarak kalmaya devam eden Türkiye, dikkatle izlenmeli ve boş bırakılmamalıdır.”

Bütün bunlar açık açık söylendi, ama akıllarımız kapalıydı. Bizler uyurken, uyutulurken ülkemize CIA uzmanları cirit attı, Türk Silahlı Kuvvetlerni itibarsızlaştırmak için ortak hazırlıklar planlandı, komplolar hazırlandı ve sahte belgeler üretildi. Balyoz ve Ergenekon gibi davalarda suçu ve suçluyu aramaya gerek yoktur. Zorlama ve sahte suçlamalar vardır. Mahkeme adıyla yargılama yapanlar, verdikleri hukuk dışı kararlarla görevlerini yerine getirmektedirler.

Yinelemekte yarar var; CIA Türkiye uzmanı Prof. Henry Baker, 26 Mart 2003’te
Utah Üniversitesi’nde verdiği konferansta:

“AKP lideriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafesledik.” demişti.

Henry Baker, yaklaşık 9 yıl önce bugünkü büyük operasyonları anlatmıştı.

Düzmece kanıtlarla, tıpkı Ergenekon Davası gibi, sahte bir Balyoz Davası düzenlenmiş ve Türk Silahlı Kuvvetleri kafeslenmiştir. 325 suçsuz insan, tutuklanmıştır; olay bu denli açıktır. Silivri mahkemelerinin verdiği kararlarda hukuk ve adalet aramak, uzayda yaşamak gibidir. Mahkemenin, 1650+ maddi hatanın yanı sıra, 23 bilirkişi raporunu görmezden gelmesini, başka türlü açıklamak olanaksızdır. Karar duruşmasında tutuklu yargılanan askerler adalete olan inançlarını yitirdiklerini bildirmişler ve “vatan sağ olsun” demişlerdir.

1919’larda Anadolu’yu iştahla paylaşmak isterken yenilen emperyalizm, günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamak için ortaçağ artığı güçlerle ortaklaşa oyunlar düzenlemektedir. Artık bu oyunlar çok açıkça oynanarak, ülkemize yeni Sevr haritaları dayatılmaktadır. Amansız düşmanımızın emperyalizm olduğunu, Pentagon olduğunu anladığımız zaman, verdiğimiz mücadeleden başarıyla çıkacağız ve gerçekten ‘vatan sağ olsun’ diye haykıracağız.

Vatan sağ olsun, ama biraz da akıllar sol olsun. Vatan sağ olsun, akıllar sol olsun, aydınlığa giden yol olsun, güzel günler bol olsun…

İlk Kurşun Gazetesi,
1 Ekim 2012.

‘AKP, ABD’nin baş aracı’..

Dostlar,

Cumhuriyet, The Independent’e dayanarak aşağıdaki haberi yaptı 1.10.12 günü..

Eksik yaptı üstelik..

PATRICK COCKBURN makalesinde “chief instrument of American policy” sıfatını kullanıyor..

AKP ABD’nin oyuncağı oldu.. “diye anlamak ve yazmak gerekir pek ala..

Haberin can alıcı paragrafı aşağıda :

“… This was very much the successful strategy of the Turkish Prime Minister Recep Tayyip Erdogan and his Justice and Development (AKP) party, explaining why it was prepared to join the US in invading Iraq in 2003 and why it has become the chief instrument of American policy towards Syria in the past year.”

(PATRICK COCKBURN, Sunday 30 September 2012; American influence on the Middle East is past its peak – someone should tell them World View: Is the US now in the same position as the Soviet Union in 1989, when it had to allow its satellites to collapse around it?) (http://www.independent.co.uk/voices/comment/american-influence-on-the-middle-east-is-past-its-peak–someone-should-tell-them-8190901.html?origin=internalSearch)

Bu politika bir anayasa suçu değil mi??
Sayın Kılıçdaroğlu da benzer vurguları yapmakta..

Bu terazi bu denli sıkleti kaldırır mı artık??

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 02.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================================

Independent gazetesi, Washington yönetiminin Türkiye’yi Ortadoğu’da kullandığını yazdı

‘AKP, ABD’nin baş aracı’

LONDRA (ANKA) – AKP’nin ABD’nin Suriye politikasının “başlıca aracı” haline geldiği öne sürülüyor.

İngiliz Independent gazetesinin tanınmış yazarı Patrick Cockburn, ABD’nin Ortadoğu’daki nüfuzunun zirveye ulaştığı dönemi geride bıraktığını savunduğu yazısında, “Amerika’nın Ortadoğu’da ön planda olduğu günler sonuna mı geliyor ya da ABD’nin etkisi farklı biçim mi alıyor?” sorusuna yanıt aradı.

Patrick Cockburn, ‘Arap Baharı’ ayaklanmalarının ABD için yeni bir tehdidin yanı sıra yeni seçenekler de getirdiğini, Washington’un, eski Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’e desteğinin, Suudi Arabistan ve İsrail’de rahatsızlık yaratılarak erken bir aşamada geri çekildiğini kaydetti.

ABD’nin çıkarına

Ancak Müslüman Kardeşler’in, ABD ile kendisini askeri darbelere karşı koruyacak ve Mısır Silahlı Kuvvetleri’nin gücüne darbe vurma olanağı sağlayacak bir uzlaşıya nasıl varabileceği üzerinde düşündüğünü belirterek şöyle devam etti: “Bu, büyük ölçüde Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve partisi Adalet ve Kalkınma’nın (AKP) başarılı stratejisi idi ve onun (partinin) neden 2003’te ABD’nin Irak işgaline katılmaya hazır olduğunu ve neden son bir yılda Amerika’nın Suriye politikasının başlıca aracı haline geldiğini izah ediyor.”

Cockburn, “Mısır ve Türkiye’deki İslami ama demokratik ve kapitalizm yanlısı partilerle ittifak, açıkça ABD ve Atlantik güçlerin çıkarına. Ancak Kuzey Afrika ve Batı Asya’daki demokratik değişime verdikleri desteği kendi çıkarları belirliyor. Bu, örneğin, Sünni El Halifa krallığının, Şii muhalifleri hapse göndermekle meşgul olduğu ve anlamlı reform vaatlerinden geri adım attığı Bahreyn’i kapsamıyor” ifadelerini kullandı. (Cumhuriyet, 01.10.2012)

TÜRKİYE SORUNLARI 90.. Eylül 2012

Dostlar,

Cumhuriyetimizin ağabeyi, bilge insan Dr. Ali Nejat ÖLÇEN,

TÜRKİYE SORUNLARI adlı dizisinin 90. sayısını yayımladı..

12 x 19 cm cep boyutlarında ve 64 sayfa..

Kapağı aşağıda, içindekiler de görülüyor.

Alttan 2. yazı da bizim Sayın Gül’e 30.8.12’de 30 Ağustos Resepsiyonunun iptal edilmemesi için yazdığımız açık mektup.. Sağolsun, yer vermiş Sayın Ölçen.. Zaten aynı gün web sitemden okumuş ve e-ileti ile haketmediğimiz övgüler yazmıştı.

Cumhurbaşkanlığı ise geçen hafta döndü bize.. İletinizi aldık diye..

Yaklaşık 50 gün sonra..

Oysa saniyeler içinde bilgisayarlarında idi 30.8.12 günü saat 14:00 dolayında..

Sayın Gül’ün sekreteryasının bu olağanüstü hızından (!) haberi var mı acaba??

Sn. Ölçen’in bu güzelim yapıtı,

www.olcen.net adresli web sitesinde de yayımlanıyor.

Örn. bizim yazımıza

http://www.olcen.net/index.php?id=810&action=printMakale

erişkesini (linkini) tıklayarak erişebilirsiniz..

Sayın Ölçen,

Cumhuriyetin ağabeyi, 100 yıla şunun şurasında 8 yıl kaldı.
Sakın bir yanlış yapmak yok tamam mı..
Celal Bayar sizden çok yaşadı.. Ya ürünleri ?

Ülkemizin size daha çooook gereksinimi var..

Sevgi ve saygı ile.
2.10.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Tanrı İmam ve…

Tanrı İmamı niye korumadı ??

Bir köyün camisinde, imam cemaate vaaz vermektedir. Ansızın içeri dalan bir köylü, köyü sel basmakta olduğunu haber verir. Bütün cemaat hemen kendilerini dışarı atıp kaçar. Sadece imam, bütün ısrarlara karşın Camiyi terketmeyi reddeder ve Tanrı’nın kendisini koruyacağını söyleyerek camide kalır.

Kısa bir süre sonra sular camiye ulaşır, imam çaresiz, minareye çıkar. Sular zaten kısa olan minareye yükselirken bir tekne imamı kurtarmaya gelir. Ancak dini bütün imam, Tanrı’nın kendisini koruyacağını söyleyerek tekneye binmez.

Sular yükselmeye devam eder; ikinci bir tekne gelir, ancak imam yine Tanrı’nın kendisini koruyacağına inancının tam olduğunu söyleyerek bu tekneye de binmez.
İmam artık minarenin en tepesindedir. Bir helikopter yaklaşır. İçindekiler, durumun kötü olduğunu anlatarak, imama helikoptere gelmesi konusunda ısrar ederler.
İmam helikoptere binmeyi de reddeder.

Bir süre sonra sular minareyi yıkar ve imam sellerde boğularak ölür.

Kendisini ahiretin kapısında melekler karşılar.

Melek: ‘Hoşgeldiniz, buyrun…’

İmam: ‘Cennete girmek istediğimden emin değilim..’.

Melek:’Neden?..’

İmam: ‘Tanrı’ya çok kırgınım….’

Melek: ‘Ne oldu ki?..’

İmam: ‘Ben yaşamımı ibadet ederek geçirdim, insanlara hep iyilik yaptım, günahtan uzak durdum. Yaşadığım köyü sel bastı, herkes kaçtı ama Tanrı’nın beni kurtaracağına inandığımdan ben kaldım. Görüyorsunuz ki şimdi burdayım… İnancımın mükâfatı bu mu olacaktı?’

Tam bu sırada Tanrı’nın sesi duyulur ;

‘Salağa, iki tekne, bir helikopter gönderdik.. Böylesine geri zekâlının benim katımda da yeri yoktur..’

====================================

Alıntıyı (anekdotu) yollayan Sn. Ali Ercan‘a teşekkür ederiz..

Dini anlayabilmek ve gereğini yapabilmek için de akıl-bilim, bilimsel akıl gerek..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 01.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

SELÇUK EREZ : Nükleer bir kaza

Dostlar,

Selçuk Erez hoca gene ince mizah yeteneği ile Türkiye’de olabilecek olası bir nükleer kaza sonrasını dikkatimize getiriyor..

Kara mizah örneği ve çok acı bir kitlesel bedel..

Bu kültür, bu bilim terbiyesi, bu dinci eğitim ile bir ülkede başka ne olabilir ki ?

Türkiye aklını başına almalı.

Türkiye Nükleer Güç Santralı yapımından vazgeçmeli..

Yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeliyiz.

Enerji tasarrufu ve nüfus planlaması yapmalıyız.

HER AİLEYE 1 ÇOCUK..

gibi önlemler öncelik almalı..

Bu konuda sitemizde daha önce yayımladığımız birkaç yazımız ve kapsamlı bir power point sunumumuz oldu..
Fukuşima ve Çernobil hakkında da dosyalarımız var..
Eh artık 6. ayına giriyor sitemiz.
Dosya koleksiyonu 1050’ye yaklaşıyor.
Epey varsıllaştı..

Yaşamda en gerçek yol gösterici akıl ve bilimdir; imam ve hatipler değil!

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 01.10.12

Dr. Ahmet Saltık
NÜSED Üyesi
www.ahmetsaltik.net

NÜSED : Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği
(International Physicians for the Prevention of Nuclear War – IPPNW
=====================================================================

Prof. Dr. SELÇUK EREZ

Nükleer bir kaza

www.selcukerez.com
Cumhuriyet Pazar Dergi 30.09.2012

Kanallarda FLAŞ, FLAŞ: Güzelce Nükleer Santralı’nda patlama!
Haberci ışın geçirmeyen giysiler giymiş, kafasına eski dalgıçlarınkini andıran başlık geçirmiş, bakanla telefonda konuşuyor:

Nükleer patlama (Fotoğrafı biz ekledik.. Dr. Ahmet Saltık)

– Üç ölü varmış. Müdür ve elli görevli hastanelere gönderilmiş. Sabotaj diyorlar.
– Sabotaj değil kaza. Hindistan’da da Pakistan’da da oluyor. Takdiri ilahi!.

Yine FLAŞ FLAŞ: Reaktörün müdürü, her türlü müdahaleye rağmen maalesef…
Ekranda müdürün evi. Komşular kapıda, eşi, babası ağlıyorlar.

Uzay kıyafetli haberci, Arçelik robotuna benzemiş:

– Müdür bu konuları pek bilmiyormuş.
– Nasıl olur? Rahmetli yerbilim uzmanıydı. İmam-hatipten sonra açık üniversitede okumuş ve Rusya’da bir ay kurs görmüştü.
– Rusça biliyor muydu ?
– Tercümanı vardı.

Reytingi düşük bir kanalın sadece motosiklet kaskı giymiş habercisi bakanla telefonda konuşuyor. Konuşurken ağzıyla cep telefonu arasında kolonyalı mendil tutuyor:

– Radyoaktif sızıntı varmış? Çevredeki köylüleri başka yerlere taşıyacak mısınız?
– İsteyen gitsin. Bakın 1986’da Çernobil patladığında Karadeniz kıyılarımızda kanser olguları artmıştı ama bugüne kadar bu artışla patlama arasında kanıta dayalı bir bağlantı saptanamamıştır.
– Gerekli araştırma yapılmış mıydı?
– Tüpütak (TÜBİTAK) bu konuda hâlâ çalışmaktadır.
– Danıştay, yürütmeyi durdurma kararı aldığı halde bu santralı neden açtınız?
– Danıştay’ın kararına uyduk: “Bugüne kadar yürüten yürüttü,” dedik birbirimize, bundan sonra Danıştay’ın dediğini yapalım, artık burada kimse bir şey yürütmesin! Hastaneye götürülenler radyasyondan korunmaları için yoğurt yedirilmiş çocuklardır. Bunlar ışından değil yoğurttan zehirlenmişlerdir.
– Peki, bu sabah balıkçılar santralın önünde üç kafalı balıklar avlamışlar.
Bunlar da mı yoğurttan?
– İki tanesini incelemesi için Tüpütak’a yolladık.
– Sorumlular kim? Kılıçdaroğlu, “Bakan istifa etsin!” diyor.
– PKK ağzıyla konuşuyor! Farkında değil: Suçlu birkaç saat önce yakalandı:
Rus tercümandır. Broşürü yanlış çevirerek Müdürü yanılttığı anlaşılmıştır. Ergenekon’la bağlantısı araştırılıyor.
– Öneriniz?
– Güzelceliler çocuklarını ve tavuklarını beş gün içerde tutsunlar. Beş gün sonra bahçenizdeki sebzeleri yiyebilirsiniz; ancak hela çukurlarınızın duvarlarını en az
1 metre kalınlığında çimento ile güçlendirmeniz ve tuvalete her gidişinizde,
orada kalanın üstüne iki kat beton dökmeniz gerekir.

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski : Suç ve Ceza

(Rusçası: Преступление и наказание)

Yorumsuz..

YAPIT HAKKINDA:

Suç ve Ceza, Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin en güzel yapıtlarından biridir. Romandaki ana düşünce, “başkalarına karşı işlenen suçun cezası mutlaka çekilir” esasına dayanmaktadır. Rusya’nın büyük kentlerinden birindeki yoksul halkın yaşamı dile getirilmektedir.

Bu romanını paraya duyduğu gereksinim nedeniyle yazdı. Yapıtı yazmaya başladığı zaman karısı ağır hastaydı. Karısının başucunda beklerken bu şaheserini yarattı. İlk kez 1886 yılında yayımlandı. Romanın kahramanı Rodion Raskolnikov’un Rus Faust’u olduğunu söyleyenler vardır. Ortak yönleri ikisinin de yoksul öğrenci; gururlu ve ihtiraslı olmalarıdır. Her ikisi de üstün zekalarından ötürü duydukları gururla suç işlerler. Kendilerine bağlı bir kadının aşkı ile doğru yolu bulurlar.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 01.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

İVAN DENİSOVİÇ ŞART DEĞİL..

Dostlar,

Değerli meslektaşım Sevgili Yıldırım Beyatlı Doğan’ın enfes bir denemesini daha sunuyorum.

İnsan duyarlığı ile hece hece, bilgece örülmüş..

“İVAN DENİSOVİÇ ŞART DEĞİL:
BENİM HAYATIMDA BİR GÜN: ÖRNEĞİN YARIN ÖRNEĞİN PAZAR GÜNÜ”

Keyifli okumalar..

Teşekkürle sevgili Yıldırım ve lütfen devam..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 01.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================================

Prof. Dr. Yıldırım Beyatlı Doğan

İVAN DENİSOVİÇ ŞART DEĞİL

İVAN DENİSOVİÇ ŞART DEĞİL:
BENİM HAYATIMDA BİR GÜN: ÖRNEĞİN YARIN ÖRNEĞİN PAZAR GÜNÜ

YILDIRIM B. DOĞAN

Bu hafta zor geçti. Bu bahar haftalar zorlu ve zor geçmeye başladı. Görüp göreceğin
bu bahar!

Gördüğün baharları öylesine bitirdin. Değerini bildin sanki!
Zor geçerse günlerin; sona doğru yaşayacağın zorluk/lar her gününü ilkyazın torbasından düşmüş bir gün olarak ve ‘hak etmediğin bir buluntu’ olarak yaşarsın.

Dertli görünen bu satırlar iç sesim. Kaderin benimle konuştuğu iddiasında değilim.
Hem konuşacak olsa konuşmak üzere seçeceği en son kişi ben olurdum. Ben olsam öyle yapardım.

Ersin’i öldürdüler. Başka bir arkadaşım dayak yedi. Bir başkası hakaret ve tehdide uğradı. Tehdit, bugünlerde her birimizin birinci dereceden zorunlu akrabası oldu. Bizimle yatıp kalkıyor. Nesebi meşkûk (taşıdığı dölün kalıtsal izi sürülemeyen hukuksal bir terim) olmasına karşın tehdit, her birimizle akrabalık ilişkisi- hem de birinci dereceden, kan akrabalığı- tesis etmeye çalışıyor. Bizimle yaşasın, ruhumuzdan eksik olmasın istiyor! Kim bilir kimlerin işine yarıyor! Neden mi? Şer ustası post-modern züppelerin, iktidar olma adına birincil tercihi, hekimle tehditle kurduğu yakın bağdır. Tehdit ürküntü yaratır. Beden ısısına karşın insan ruhu dona kalır. İktidar olma hırsı demem hükümet olma ile sınırlı değil. Her türlü oligark pislik, tanımladığım durumun doğrudan sorumlusudur. Ne olursa olsun:

Diploması hekim; unvanı şef, profesör; yola erken çıktığı var sayılarak kıdemlenen dolayısı ile eskiliği ediminin sorgulanmasına engel kabul edilen dokunulmazlık atfedilen ve benzeri daha binlerce çürük yumurta! Örgütlerin hiç uyanmayan ama sürekli erken kalkan havasında ortalığı gürültüye boğan kıtıpiyos ibibikleri. Aynı sepette birbirlerinin kokularına alıştılar ama adam gibi adama, alnı ak olduğu için diploması ak olan hekimlere alışamadılar. Ivan Denisoviç’ in hayatındaki bir gün ile onların erk peşinde koşarken eskiyip hortladıkları her gün birbirine benzer mi bilmiyorum. Bu aralar günlerimin zor ve zorlu geçmekte olduğunu biliyorum.

Ersin ‘in ardından kesilmeyen öksürüğüm, konuşmamı olanaksız kılıp ta işimi yapamaz hale gelince doktora gittim. Ve o an; hayret, şimdi yalnızca duyar gibi yaşıyorum. İlk seferinde duyar duymaz öldüğümü hissetmiştim. “ Önce bir akciğer çekilsin. Ardından göğüs tomografisi. Tamam çekildi. Ama şimdi sonuçlar PACS sistemi içinde –rapor olmaksızın- doğrudan bilgisayar ortamına düşüyor. Bakar mısın? Baksan ne anlayacaksın? O zaman bakacak birini olacaksın. Ama bunu anladığın anda mesai zamanı tükenmiş oluyor. Ertesi günü bekleyeceksin. Ne kadar süre var? Kalan sürede sinopsisini yazdığın beş romandan hangisini bitirebileceksin. Dosya olarak bitmiş diğer çalışmalarından hangileri öncelikli? Ya eksikliği seni daraltacak, öngörmene, çabalamana karşın gerçekleşmeyen karşılaşmalar, nereyi tavaf edeceksin; hangi kenti, hangi durumu, hangi zamanı, hangi şarkıyı hangi şiiri ve hangi duyguyu? Hangi acıyı, hangi öfkeyi?
Yanıt yok. Bekleyeceğim. Bekledim. Zatürree imiş. İlaçlarımı alıyorum. Canlılığı harfleri, sözcükleri koşturan anlamları tık nefes bırakan duygularımı tımar ediyorum.

Ne zaman kadar? ‘Sana bir tomo çekelim. Sigarayı gerçekten içmiyorsun değil mi?’ özlü sözünü duyacağım zaman kadar.

Dedim ya bugünler zor geçiyor. O günlerle dolu son haftamı paylaşmak istedim sizinle. Oyaladım zihninizi. Bağışlayın. Günlerimden söz ederken hayatımızdaki herhangi bir gün diyerek başladım anlatmaya. Ne ki yarın hayatımızdaki günlerden biri. Yalnızca yarın mı? 29Nisan 2012 günü de hayatımızdaki günlerden biri. Günler aynı değildir. Aynı ismi taşırlar ama aynı değildir. Aynı ismi taşımalarına karşın onları farklı kılan nelerdir?
Kentler. Örneğin İstanbul’un Cumartesi ve Pazar’ı Ankara’nın yarınki cumartesi ve sonraki günkü Pazar’ından farklıdır. Şöyle ki; ne İvan Denisoviç‘in ne de benim hayatımdaki bir güne benzeyecektir.

Tarihler. Örneğin 1970li yılların sonlarında başlayan slogan çığlıkları ile bezenmiş üfürükten sosyal balonların Cumartesi ve Pazarları ile yarın ve bir gün sonrası cumartesi ve Pazar farklıdır. Farklı olmak zorundadır.

Zamanlar. Örneğin evvelsi zamanların NATO, CENTO, SEATO günleri kendinden önceki komünizm korkusu basılan günlerinden farklıydı. Hiçbir zaman gelmeyecek olan komünizm, her gece iştahla altına işeyenlerin korkulu rüyası olmaktan çıkınca post-modernizmin rüzgârında önce YENİ DÜNYA DÜZENİ (NEW DEAL) ardından küreselleşme aldı başını gitti. Sonra ne oldu? Kültürün yok edildiği, siyasanın infaza uğradığı, siyasi partilerin yerini STÖ’lerin aldığı demler başladı. Günler farklılaştı mı?. İsimlerinin ayrı olmasından başka bir farkı kalmadı. Her gün her gün gibi geçmeye başladı. Yalnızca isimleri değişiyordu.

Şimdiki Zaman. Örneğin bugün, yarın, ertesi gün şimdiki zamandır. Şimdiki zamanda her gün, yalnızca adından doğru değil, geleceğin doğacağı belli bir niteliğin döllenmesi içindir. Başka bir deyişle her gün, öncekini tekrar etmek yerine bir sonrakini doğurur. Dün bugünü doğurmuştur. Bugün yarına gebedir.Cuma Cumartesiyi doğurmaya başladı bile. Ve Cumartesi aklımızla, duygumuzla, coşkumuzla Pazar gününe hamile kalmıştır.

Yazıyı bitirirken şunu da söylemeliyim. Ankara’dayım. Bugünleri yaşıyorum. Şimdiki zamanı solumak durumundayım. Zor geçen haftalarım kendimle daha çok vakit geçirmeme yol açtı. Anlattım. Ancak hayatımdaki bir günü paylaşmam gerekiyordu. Birden İstanbul‘un Cumartesi ve Pazar’ı için hissettiklerimi yazayım dedim. Yazdım. Bu da benim hayatımda bir gün işte. Hem de çok önemli.

NOT 1: İvan Denisoviç’in Hayatında Bir Gün adını taşıyan bir anlatı vardır.

NOT 2: Kimlik denetimi harc-ı alem bir zevzeklik oldu. Bunun özel güvenlik görevlisi diye bir meslek bile icat edildi. Olur a takılır kalırım diye sorulmadan söyleyeyim:

SOL DÜŞÜNCEDE VE EYLEMDE BİR İNSANIM.
[BEN BÖYLE DEDİĞİM İÇİN DEĞİL ELBETTE; MESLEĞİM, YAŞAMA ŞEKLİM. TEVAZUYA GEREK YOK; İSTENİRSE ANLATIRIM DA! BİR KOŞUL VAR; SORAN VE DİNLEYEN DÜŞÜNEMEDİĞİ ÖLÇÜDE BİR SORUMLULUĞUN ALTINA GİRMİŞ DEMEKTİR. BU SORUMLULUK, BOYUNU,BOSUNU, NATIKASINI,
AKLINI ZORUNLU VE ZORLU OLARAK ETKİLEYECEKTİR.]

HEKİMİM. RUH SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI UZMANIYIM
TIBBİYEYİ, (ATILDIĞIM, CEZA ALDIĞIM İÇİN ve KEYFE KEDER EDİMLERİM NEDENİYLE) 2.5 YIL GECİKMEYLE BİTİRİDİM. TARİH 13 KASIM 1975. ERTESİ HAFTA TABİP ODASI ÜYESİ OLDUM.
HALA ÖYLEYİM.

BAŞKA ŞEY SORMANIZA GEREK YOK. HEM İZİN VERMİYORUM HEM NE GEREK VAR; GÜNLERİMİZ GÜZEL GEÇSİN. ÖRNEĞİN BENİM CUMARTESİ ve PAZARIMIN GÜZEL GEÇECEĞİNE İNANCIM TAM. ÖZEL GÜVENLİKÇİ ZEVZEKLİĞİNE BİLE HER ZAMANKİNDEN BEŞ SANİYE DAHA UZUN KATLANABİLİRİM.

BİTİRİRKEN SAYGILAR vs. DİYEREK PANAYIR KİBARLIĞI YAPMIYORUM. BEN KENDİME SAYGI DUYMAYI BİLDİĞİM İÇİN, MUHATABIN ONA GÖRE DAVRANACAĞINI BİLİYORUUM. KENDİNE DUYMADIĞI SAYGIYI BOL KESEDEN DAĞITANIN ÇAKMA ASALETİ KATLANIP, BİR TARAFINI TIKAYABİLİR.

Şiir; Ahmed Arif, HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM / Poem by Ahmed Arif : I weared out fetters by missing you

Dostlar,

Özgün dosya olarak okumak için lütfen tıklar mısınız??

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 01.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Hasretinden_prangalar_eskittim_ahmed_arif

aHaber TV : Sofralardaki GDO tehlikesi.. Tarım ve Gümrük Bakanları istifa!


Dostlar,

GDO’lu gıdalar ile gıda güvenliği ve sanitasyonu bağlamında sitemizde, bizim imzamızı taşıyan epey dosya var.. Tıp Fakültesinde sunduğumuz derslerin yansıları da..

Haberde ülkemize GDO’lu insan gıdası giriş izni verilmediği belirtilse de, “salt rafine yağ” olarak kullanılmak üzere birkaç GDO’lu ürüne dışalım (ithal) izni verildiği, strong>Biyogüvenlik Kurulu web sitesinden görülebilir.

Bu TV programı aşağıdaki erişkeden (link) izlenebilir :

www.ahaber.com.tr/webtv/videoizle/desifre-28092012

Bu olay ciddi bir skandaldır!

1. Bir bölüm Gıda endüstrisi içten, düsürüst, yasalara saygılı ve halk sağlığına özenli değildir. Salt hayvan yemi amaçlı olarak ülkemize sokulan GDO’lu ürünlerin bir bölümü, insan gıdalarında katkı maddesi olarak kullanılmştır.

Bu firmalar ve ürünler kamuoyuna açıklanmalıdır!

2. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı GDO denetim görevini yerine getir(e)memektedir!?

Halk Sağlığı, GDO’lar bakımından ciddi risk altındadır.

Tarım Bakanının derhal istifa etmesi gerekir.

Tarım ve Gümrük Bakanlıklarının konuya ilişkin gelişmeleri kamuoyu ile saydamlıkla ve eşzamanlı olarak, gecikmeden paylaşmasını diliyoruz.

Alıncak önlemler de meslek odaları ve bağımsız uzmanlarla birlikte hızla belirlenerek yürürlüğe konmalıdır.

Gümrüklerden sorumlu bakan Hayati Yazıcı için de olay, Tarım Bakanı Mehdi Eker’den hafif olmamak üzere ağır skandaldır ve hemen istifa nedenidir.

Ama nerede? Uygar ülkelede, gerçek demokrasilerde?
Bizimki gibi “ileri demokrasilerde” (!?) değil elbette..

Bilgi ve ilginize sunarız..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 30.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================================

aHaber TV : Sofralardaki GDO tehlikesi..

aHaber’de yayımlanan Deşifre programı, sofralardaki GDO tehlikesini raporlarla ortaya koydu. (www.ahaber.com.tr/webtv/videoizle/desifre-28092012)

Raflardaki 30 ürünü test ettiren program ekibi, birçok markada GDO’ya rastladı
Haber’de yayımlanan Mehmet Ali Önel yönetimindeki Deşifre programı, damacana su skandalının ardından dün gece büyük yankı uyandıran GDO dosyasını açtı. Fransız bilim adamları geçtiğimiz günlerde GDO’lu mısırla beslenen farelerin %80’inde kansere rastlandığını ileri süren bir araştırma yayımlayınca gözler bir kez daha GDO’lu gıdalara çevrildi.

Birçok Avrupa ülkesi GDO’lu ürünlere yasaklama getirdi.

30 ÜRÜN TESTE GİTTİ

Türkiye’de ise hayvan yemi dışında GDO’lu ürünlerin, ithalat ve tarımı yasak.

Hayvan yemi olarak yurda giren GDO’lu ürünlerin gıdalarda katkı maddesi olarak kullanılıp kullanılmadığını araştıran Deşifre ekibi, sofralarımızdaki zehirin izini sürdü. İstanbul genelinde faaliyet gösteren ünlü marketlerden 30 farklı örnek (numune) toplandı. Bu örnekleri TÜRKLAB üyesi yetkili laboratuvarlarda analiz ettiren program ekibi, çikolatadan et ürünlerine dek çeşitli kalemlerde üründe GDO taraması yaptırdı.

Analizler sonucunda örneklerin çoğunda kansere yol açtığı bilimsel raporlarla kanıtlanan GDO’lu katkı maddelerinin kullanıldığı ortaya çıktı.

Aralarında ünlü markaların da olduğu (ancak isimler şimdilik gizli tutuluyor) GDO’lu gıdaların listesi tüyler ürpertici.

İŞTE ÜRÜN LİSTESİ

3 dondurma markası
1 salam markası
3 sosis markası
5 çikolata markası
4 hazır köfte markası
6 un markası
1 kıyma markası
1 mısır gevreği markası
1 mısır çerezi markası
1 mısır cipsi markası
1 hazır domates çorbası markası
1 nişasta markası
1 konserve mısır markası
1 domates salçası markası
==================================================================

BAĞIMSIZ CUMHURİYET PARTİSİ’NİN ULUSAL EĞİTİM BİLDİRİSİ


Dostlar,

BCP’den (BAĞIMSIZ CUMHURİYET PARTİSİ) ve bu partinin gerçekten seçkin (Mümtaz!)
genel başkanı Sayın Prof. Dr. Mümtaz Soysal’dan bizlere ulaşan ULUSAL EĞİTİM BİLDİRİSİ tam anlamıyla görkemli..

Kendilerini gönülden kutlarım.

İşte Cumhuriyet kuşakları bunlar..

Rehberleri us- biliim ve yurtseverlik..

Bu ilkelerle emek ürünü de elbette görkemli oluyor.

Türkiye’nin muazzam bir Cumhuriyetçi birikimi var.

Bu özgüç (potansiyel), son kuşatmayı da yaracak..

Rapor şöyle bağlanıyor :

Bu gidişi durdurmalıyız.

Çocuklarımızın “bizim” olmaktan, hatta “kendileri” olmaktan çıkarılıp “onların olmasına” göz yumamayız.

Aynen katılıyoruz.. Gereğini yapmalıyız..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 30.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================================

BAĞIMSIZ CUMHURİYET PARTİSİ’NİN ULUSAL EĞİTİM BİLDİRİSİ

SİYASAL parti olarak, Cumhuriyet Hükümetinin “eğitim reformu”nu başından beri eğitimcilik deneyimi olan üyelerimizle, çalışan öğretmenlerimizle, eğitimbilimcilerimizle, çocuk psikolojisi uzmanlarıyla birlikte izledik, izliyoruz. Bununla yetinmeyerek, eğitim işkolundaki sendikaların, eğitim fakültelerindeki öğretim üyeleri ile tabip odalarının görüşlerini ve değerlendirmelerini de inceledik. Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana toplanan Eğitim Şuraları’nın belgelerini yeniden anımsadık.

Öte yandan, yaşam biçimlerine imrendiğimiz gelişmiş ülkelerin eğitim düzenlerini gözden geçirdik.

Eğitim sistemlerini düzenleyen ve altında devletimizin de imzası bulunan uluslararası belgeleri göz önüne aldık.

Bizce, durum şudur:

– Cumhuriyet, insanlarımızın içinde yaşadıkları aile, mahalle, köy, kasaba, kent gibi ortamları tanımalarını ve toplu yaşama uyum sağlamalarını, beslenme, barınma, giyinme başta olmak üzere tüm gereksinmelerinin ana kaynağını oluşturan doğayı bilmelerini ve canlı cansız yanlarını tanıyıp onlardan yararlanmalarını,
– tek başlarına aşamayacakları güçlükleri anababa ve kardeşlerden başlayarak öteki insanlarla işbirliği, işbölümü yaparak ve danışarak aşabilmelerini,
– kendilerine ve başkalarına zarar vermeden karşılıklı sevgi, saygı ve yardımlaşmaya dayalı bir barış içinde yaşamayı sürdürebilmelerini,
– üzerinde yaşadıkları yurdun ve birlikte yaşadıkları ulusun kendileri için de yaşam kaynağı ve bir güvence olduğunun bilincinde olmalarını,
– tüm insanların eşit hak ve özgürlüklere sahip olduklarını bilen, bu nedenle de kendi hak ve özgürlüklerinin bilincinde olup onları savunarak kullanıp geliştiren bir insan olmanın temel koşulu ve mutluluk huzuru olduğunu anlamasını,
– bütün bu gelişkin insan niteliklerinin ancak aklını kullanma, bilim ve teknikten yararlanma becerileriyle donanılarak kazanılacağını anlayabilmelerini sağlamış ve olanakları geliştikçe tüm okullarıyla onların donanımlarını, programlarını, öğrenim sürelerini, derslerini, konularını bu amaca göre düzenlemiş,
elbet öğretmenlerini de öyle yetiştirmeye çalışmıştır.

X x x

İçtenlikle ve vicdanla değerlendirilirse, cumhuriyetçi eğitim bazı kusurlarını karşın, önüne çıkarılan güçlükleri ve iktidarları saptırma çabalarını yenerek büyük ölçüde başarılı olmuştur. Bugünün Türkiye’sinde nüfusun

% 90’ı aşan bölümü okuma yazma olanağına kavuşmuştur.
% 50’ye yakını orta öğretim yapabilmektedir.
% 30’a yakın bölümü yükseköğrenim olanağı bulabilmiştir.
hemen hemen her meslek alanına uzman ya da ara eleman yetiştirilebilmektedir.

Yetersizlikler de vardır:

Bilimsel araştırma ve geliştirme olanakları sınırlıdır.
Teknoloji geliştirmede gerilerdeyiz.
Doğal kaynaklarımızı verimli kullanmada yetersizliklerimiz sürüyor.
Gelişmiş ülkelere yetişmekte geç kalıyoruz.
Toplumsal barış ve huzur ortamını kurmak, korumak, geliştirmek ve sürdürmekte zorlanıyoruz.
Saldırgan ve sömürgeci ülkelere karşı ulusal hak ve çıkarlarımızı koruyup güvenceye sağlı tutmakta yeterince başarılı değiliz.

Başka eksiklerimiz de sayılabilir. Ama eksiklerdeki başlıca nedenin dinsel inanç zayıflığı ve ahlâk bozukluğu olduğunu söyleyenlerin akıl, bilgi ve inanç sağlamlığından yoksun oldukları da bir gerçektir.

Eğitim, Birleşmiş Milletlerin sözleşmelerinde ve eğitim bilimcilerin söylemlerinde;

İnsan kişiliğini tam ve özgürce geliştirme etkinliği” olarak tanımlanıyor.

Çocuğun doğuştan getirdiği temel nitelikteki bedensel ve zihinsel özelliklerini geliştirmek ana-babanın, ülkedeki eğitim düzenin, okulun, öğretmenin ve elbette siyasal iktidarların sorumluluğuna girer.

Çocuğun gelişme yönünü çarpıtmak, değiştirmek, eğip bükmek kimsenin hakkı değildir.

Bu anlayış gereğince, AKP iktidarına gelinceye kadar hiçbir cumhuriyet hükümeti, dinsel duyarlılıklarını öne çıkarmış olduğu durumlarda bile,

– çocuklarımızı kör inançlara kaynaklık eden,
– akıl ve bilimden uzaklaştıran,
– farklı insanlarla barış ve hoşgörü içinde yaşayabilmeyi insan özelliği olmaktan çıkarıp tarikat ya da cemaatlere teslim etmeye..

şimdiki iktidar kadar heves etmedi ve ulusal eğitim kurumlarımızı din okullarına dönüştürmeye girişmedi. Onlarca yıldır, cumhuriyetin kıt olanaklarla yurttaşların hizmetine sunabildiği eğitim-öğretim düzenine bu kadar dindarca ve düşmanca davranan olmamıştır.

X x x

Bu durumun nedenlerini artık ciddiyetle düşünmek ve değerlendirmek zorundayız.
Söz konusu olan, çocuklarımız, torunlarımız, geleceğimiz ve ulusal varlığımızdır.
Temel Eğitim Yasamız eğitim düzenimizin önüne 3 temel amaç koyuyor:

Birincisi, iyi insan yetiştirmek: İster din ve mezhep inançlarına, ister psikoloji ve toplum bilimlerine, isterse de Türk ahlâk ve töresine göre, iyi insan en azından aklını ve yeteneklerini kullanabilecek becerilerle donatılmış, çalışkan, üretken, girişken ve barışçı, hoşgörülü, doğruluk ve dürüstlüğe bağlı, birlikte yaşama gereklerine uyan kişidir.

İkincisi, iyi yurttaş yetiştirmek: ulusunu ve yurdunu tanıyan, kaynak ve olanaklarını bilen, sorunlarını anlayıp çözümlerini arayan, işbirliğine, işbölümüne, yardımlaşma ve dayanışmaya katılan, yurt olanaklarını verimli ve yararlı kullanan, yurt ve dünya barışına katkısı olan kişidir.

Üçüncüsü, iyi meslek adamı yetiştirmek: Kişisel ilgi ve yeteneklerine dayalı bir mesleği seçmeyi, o alanda kendini geliştirmeyi, elindeki olanaklarla en verimli ve yararlı ürüne varmayı başarabilecek yetenek ve becerilerle donanmış kişidir.

Dünyada, özellikle de gelişmiş ülkelerde, eğitim süreleri, programları, okul türleri ve aşamaları, çocukları bu temel amaçlara ulaştırmanın gerekleri düşünülerek belirlenmeye çalışılmıştır. O nedenle, gereksinimler ve olanaklar arttıkça özellikle temel eğitim süreleri uzatılmıştır. Eğitim kurumlarından geçiş sürelerinin kaç yıl olması bu ölçütlere ve ilkelere göre belirlenmektedir. Böyle olduğu içindir ki, cumhuriyet tarihi boyunca eğitim yaşamımızda edinilen deneyimler ve olanaklar göz önünde tutularak eğitim süresi kesintisiz olarak uzatılmıştır. Bunun çok da yararlı olduğu günlük yaşamımızda da gözlenebilmektedir.

X x x

Şimdi olup bitenler ve tartışmalar, “imam hatip, din, mezhep, tarikat, akıl, bilim, laiklik” gibi sözcüklerin olur olmaz kullanıldığı bir kaosun yaşanmakta olduğunu göstermektedir. Bu durum şaşırtıcı değil. İyi insan, iyi yurttaş, iyi meslek adamı yetiştirmek gibi ulusal eğitim amaçlarının AKP iktidarınca pek önemli sayılmadığı anlaşılıyor. İnsan topluluklarının ortak gereksinimleri, olanakları, sorunları ve çözümleri üzerine özgürce düşünüp özgürce davranmayan, hak ve özgürlüklerini bilmek, kullanmak, korumak ve geliştirmek bilincinde olmayan, sorgulamayan, tartışmayan, başkalarınca kullanılmaya ve sömürülmeye yatkın, itaatkâr insanlar olması mı istenmektedir?

Bütün yurttaşlarımız bilmelidir ki;

– “muhafazakâr, dindar ve ahlâklı insanlar yetiştirme” perdesi gerisinde çocuklarımızı başta ABD ve AB olmak üzere Batı emperyalizminin sömürü çarklarına hizmet edecek köleler biçiminde yetiştirmek,

ulusal eğitim politikamızın asla hedefi ya da bilinçsiz ve dolaylı sonucu olamaz.

Bu gidişi durdurmalıyız.

Çocuklarımızın “bizim” olmaktan, hatta “kendileri” olmaktan çıkarılıp “onların olmasına” göz yumamayız.

Ulusal eğitim politikamızı bilimsel çalışmalarla ve geniş katılımlı Eğitim Kurultayı (Şura) kararlarıyla cumhuriyetçi temellerine yeniden oturtulmalıdır.

Mümtaz Soysal
BCP Genel Başkanı
www.bcp.org.tr
0312 442 59 45