Etiket arşivi: 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması

Cumhuriyetin İlanı ve Mustafa Kemal Paşa’nın İlk Cumhurbaşkanı Seçilmesi..


Cumhuriyetimizin 92. yılı kutlu olsun!

Cumhuriyetin İlanı ve Mustafa Kemal Paşa’nın
İlk Cumhurbaşkanı Seçilmesi..

  • “Cumhuriyet, imkân demektir. Cumhuriyet, yalnızca adıyla bile birey özgürlüğünü aşılayan sihirli bir aşıdır. Görülecektir ki, cumhuriyet imkânları olan her memleket, özgürlük davasında er geç başarılı olacaktır. Cumhuriyet, kendisine bağlı olanları en ileri aşamalara götüren imkânları verir. Bağımsızlık ve özgürlüğüne sahip olan milletler, ilerleme yolunda imkânlara sahip demektirler. O halde cumhuriyet, her alanda ilerlemenin de en belirgin teminatıdır. Cumhuriyeti bu anlamıyla ve bu kapsamıyla anlamak gerekir.”
    (Atatürk’ten B.H., s.45)

*****

23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması ile yeni bir Türk Devleti kurulmuştu. Millet egemenliğine dayalı bir yönetim benimsendiği için devletin adının Cumhuriyet olması gerekiyordu. Fakat o günkü siyasal ortamın uygun olmaması nedeniyle rejimin adı açıklanmamış; iç ve dış düşmanların bunu bölücü amaçla kullanmalarına olanak verilmek istenmemişti. Devletin adı o dönemde TBMM Hükûmeti olarak adlandırılıyordu.

TBMM Başkanına, elçi kabul etme ve atama, yasaları uygulatma, devleti temsil etme yetkileri verildiği halde, “devlet başkanı” anlamına gelen bir unvan verilmemişti. Bu nedenle devlet başkanlığı boş gibi görünüyordu.

Büyük zaferin ardından (AS: 30 Ağustos 1922) 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile Cumhuriyete giden yolda en önemli engel aşılmış oldu. Saltanatın kaldırılmasına karşın, hâlâ Halifeyi devlet başkanı gibi görenler vardı. Gerçekte, rejimin değişeceği ve kişisel yönetime son verileceği, Amasya Genelgesi’nde (AS: 22 Haziran 1919) ilk kez şu şekilde belirtilmişti:

“Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Milletin hâl ve durumunu gözden geçirmek ve hak isteyen sesini cihana işittirmek için her türlü tesir ve denetimin dışında bir millî heyetin varlığı lazımdır.”

Rejimin değişeceği konusu daha sonra, Erzurum ve Sivas kongrelerinde de ifade edilmiştir.

23 Nisan 1920’de açılan TBMM, 24 Nisan 1920 günü kabul ettiği ilk kararla, “TBMM’nin Türk milletinin gerçek temsilcisi olduğu, TBMM’nin üzerinde başka bir güç tanınmadığını” belirtmişti. Bu, Cumhuriyet idaresinin başlangıcı demekti. Cumhuriyet rejimi TBMM’nin açılışından beri işliyordu. Yalnızca adı konmamıştı.

1921 Anayasası’na göre kurulan hükûmet sisteminde TBMM’nin kendisi hükûmetti. Böyle olduğu için bir başkanı da yoktu. TBMM’nin bakanları ayrı ayrı oylayarak seçmesi yöntemi zaman zaman iyi sonuç vermiyordu. Meclis kimi kez çoğunluğun desteğine sahip olan bir bakan seçemiyordu. Bu da Yürütme işlerini aksatıyor ve geciktiriyordu. Bunun için Hükûmet kurma sisteminin de değiştirilmesi gerekiyordu.

TBMM’nin, 1 Nisan 1923’te yeni seçimlerin yapılmasına karar verdi. Yapılan seçimler sonucu, İkinci TBMM 11 Ağustos 1923’te toplandı. TBMM, kısa bir süre sonra, 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış Andlaşması’nı onayladı (23 Ağustos 1923). Lozan Barış Antlaşması, Kurtuluş Savaşı’nı tamamlayan siyasal bir utku oldu.

6 Ekim 1923 günü, Türk ordusu İstanbul’a girdi.
(AS: 13 Kasım 1918’de başlayan işgal, 6 Ekim 1923’te Mustafa Kemal’in başarısı ile sona erdi.)

İstanbul, İtilaf Devletleri tarafından boşaltılınca, bu kez yeni Türk devletinin hükûmet merkezinin neresi olacağı konusu ortaya çıktı. 13 Ekim 1923’te Anayasa’ya eklenen “Türkiye Devleti’nin idare merkezi Ankara şehridir” ek maddesiyle, devlet merkezinin neresi olacağı yolundaki tartışmalara son verildi. Böylece, cumhuriyetin ilanı yolunda önemli bir adım daha atılmış oldu.

Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) ve arkadaşları, artık yeni rejimin adının konulması zamanının geldiği görüşündeydiler. Bunun için de öncelikle, basını kamuoyunu hazırlamayı uygun gördüler. Eylül 1923’te Anadolu Ajansı, Anayasa’da bir değişiklik yapılacağını ve bu konuda bir komisyonun tasarı hazırlamakta olduğunu ilan etti. 27 Eylül 1923 günü Türk basını, Mustafa Kemal Paşa’nın Avusturyalı bir gazeteciye verdiği demeci yayımladı:

Anayasa’ya göre hâkimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir. Yürütme kudreti, yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde toplanır. Bu iki hamleyi bir kelime ile anlatabilmek için hangi sözlükte aranırsa aransın, sözü geçen kelime, Cumhuriyet olacaktır. Bundan ötürü, Türkiye’nin iç gelişimi henüz tamamlanmamıştır. Daha başka değişmeler ve gelişmeler, Cumhuriyet esasına varacaktır. Bugün olduğu ölçüde gelecekte de daha çok demokratik bir cumhuriyet oluşack ve bu cumhuriyet, hiçbir biçimde Batı cumhuriyetleri esaslarından farklı olmayacaktır.” (1)

Ankara’da çıkan Yeni Gün gazetesi, 8 Ekim 1923 günü, “Yakında Cumhuriyet ilan edilecektir” başlığı ile bir makale yayımladı.

27 Ekim’de Ali Fethi (Okyar) Bey’in başkanlığındaki hükûmet istifa etti. Yeni hükûmetin oluşturulması için toplanan parti grubunda da hükümet listesi üzerinde anlaşma sağlanamadı. Parti grubunda bir konuşma yapan Mustafa Kemal Paşa, konunun bir hükümet bunalımı değil, rejim bunalımı olduğunu belirtti. Bu gelişme karşısında ortaya çıkan görüş şuydu: Milletvekillerinin, hükümete üye seçmesi uygulamasından “Kabine sistemine” (devlet başkanı tarafından atanan bir başbakanın hazırlayacağı bakanlar kurulunun, devlet başkanı tarafından onaylanmasından sonra Meclisin güvenoyuna sunulması) geçilmesinin gerektiğiydi. Bunu sağlamak için Anayasa değişikliğine gidilerek cumhuriyeti bir an önce ilan etmek ve cumhurbaşkanını seçmek gerekiyordu.

28/29 Ekim gecesi Mustafa Kemal Paşa, yakın arkadaşlarıyla görüşerek “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” dedi. Aynı gece, İsmet Paşa ile birlikte 1921 Anayasası’na kimi maddeler ekleyen ve kimi maddeleri değiştiren yasa tasarısı hazırladılar. 29 Ekim 1923 günü Parti grubunda görüşe sunulan tasarıda şunlar yer alıyordu:

1-Türkiye Devleti’nin hükûmet şekli cumhuriyettir.
2-Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından yönetilir.
3-Türkiye Devleti, hükûmetin böldüğü idarî birimleri Bakanlar Kurulu aracılığıyla yönetir.

Parti grubunda görüşülüp kabul edilen tasarı, aynı gün (29 Ekim 1923) saat 20.30’da Büyük Millet Meclisi’nin onayına sunuldu. Anayasa değişikliği teklifi aynen kabul edilerek yeni Türk Devleti’nin bir Cumhuriyet olduğu ilan edildi.

Cumhuriyet yönetiminin ilan edilmesinden sonra Meclis, Cumhurbaşkanı seçimine geçti. Gazi Mustafa Kemal Paşa, seçime katılan 158 milletvekilinin oy birliği ile Cumhurbaşkanı seçildi. Gazi Mustafa Kemal Paşa, Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmasını şöyle tamamladı:

“… Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.”

Cumhuriyetin ilanı ile devlet rejiminin adı konuldu ve bu konudaki tartışmalar ortadan kalktı. Devlet başkanlığı sorunu çözümlendi. Meclis tarafından seçilen hükûmet yerine, Anayasa gereği Kabine Sistemi’ne geçildi.

(1) Enver Ziya Karal, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara, 1978, s.127
(2) Baki Kurtuluş, Tarihsel Olaylarla Söylev “Nutuk”, İstanbul, 1987, s.287

=======================================

Dostlar,

Yazıyı bizimle paylaşan Sayın Fevziye Göl arkadaşımıza teşekür ederiz..
Metinde, tarafımızdan anlama dokunmadan, yer yer güncel dile uyarlama yapılmıştır

Gazi Mustafa Kemal Paşa ve O’nun dava – silah arkadaşı yiğitlere 92 yıl sonra selam olsun!

Cumhuriyetin temellerine harç koyan, alın teri akıtan, en küçük katkı verenlere şükran olsun.

Bu toprakları bize yurt – vatan kılan tüm gazi ve şehitlerimize rahmet olsun..
Onlara borcumuzu ödemenin biricik yolu,

  • ÜLKEMİZİ VE HALKIMIZI BU YURTTA SONSUZA DEK
    BAĞIMSIZ VE
    BAŞI DİK – ONURLU YAŞATMAKTIR..

    Ve bu tarihsel – kutsal görev, bu topraklarda yerine getirilecek;

  • Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!

Sevgi ve saygı ile.
30 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN DAYANDIĞI ESASLAR

Dostlar,

ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) Bilim Danışma Kurulu’nda birlikte çalıştığımız, Ankara Üniversitesi’nden de akademik meslektaşımız, değerli Devrim Tarihi uzmanı Prof.Dr.Bige Sükan’ın 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN DAYANDIĞI ESASLAR

başlıklı özlü ve çok öğretici yazısını paylaşmak istiyoruz.

Özellikle gençlerimizle okumalı, tartışmalıyız..

Sevgi ve saygı ile.
18.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=========================================================

Prof.Dr.Bige Sükan
ADD Bilim ve Danışma Kurulu Üyesi
bige sukan

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN DAYANDIĞI ESASLAR

Ulusal Devlet

Çağımızın devleti ulusal devlettir ve bu devletin insan unsuru, “ulus” niteliğinde bir topluluktur. Osmanlı İmparatorluğu, son yüzyıllarda özellikle Osmanlılık, bazen de İslamlık bağından medet umarak varlığını sürdürmeye çalışmış, ne var ki bunda başarılı olamamıştır. Atatürk’ün kurduğu yeni Türk devleti Türkiye Cumhuriyeti ise Türklük bilinciyle, Türk ulusallığı (milliyeti) bağıyla varlığını sürdürmeyi ilke edinmiş bir ulusal devlettir. Atatürk’ün de işaret ettiği gibi, ulusu bir arada tutan unsur din ve mezhep bağı değil, Türk ulusallığı bağıdır. Dolayısıyla kimi çevrelerce dile getirilen “Türk ulusunu bir arada tutan unsur dindir” söylemi, Türk ulusunun varlığını, birlik ve bütünlüğünü tehlikeye sokabilecek son derece tehlikeli bir yaklaşımdır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda ulusal bir vatan yoktu; bünyesinde ırk, din, dil, tarih ve kültür bakımında farklı toplulukları barındırıyordu. İstanbul, Bağdat, Selanik, Şam, Kudüs, Tunus aynı devlet içinde ayrı ayrı milliyetlerin vatanlarıydı. İşte Cumhuriyet, bu duruma son vererek ulusal bir vatan, bir Türk vatanı yaratmıştır. Sınırları belli olan bu ulusal vatan üzerinde ulusal devletin yaratılması yine Cumhuriyet sayesinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla vatan topraklarının her köşesi ortaklaşa yurttur, her parçası birbirinden ayrılmaz bir bütündür.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya atılan ve Türkiye’nin eski Osmanlı sınırları içindeki bölgelerde yeni politikalar üreterek etki alanı oluşturması gerektiği düşüncesine dayanan Neo-Osmancılık, günümüzde ulusal devleti zedeleyebilecek yaklaşımlara verilebilecek bir başka örnektir. Öte yandan yine 1990’lı yıllardan başlayarak gerek iç gerek dış güç odakları tarafından Türkiye’de Kemalizmin ve
ulus-devlet anlayışının terk edilmesi düşüncesinin aşılanmaya çalışılması acaba bir tesadüf müdür?

Tam Bağımsızlık

Türk ulusu temeline dayalı yeni ulusal devletin Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan bir diğer temel özelliği ise “tam bağımsızlık” tır. Yarı bağımlı Osmanlı İmparatorluğu’ndan tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişte, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupalı devletlerin yarı sömürgesi haline geldiği bir dönemde dünyaya gelen, tarihten ders alınması gerektiğini söyleyen Atatürk’ün ısrarla vurguladığı tam bağımsızlık anlayışının büyük rolü vardır. O’na göre “tam bağımsızlık”; siyaset, maliye, ekonomi, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık demektir. Dolayısıyla nasıl ki Atatürk döneminde imzalanan tüm uluslararası antlaşmalarda kapitülasyonlar konusunda ödün verilmemiştir, günümüzde de aynı uygulamaların sürdürülmesi gerekmektedir. Özellikle Türkiye’yi uygarlık ailesinin bir üyesi yapmak isteyen Atatürk’ün Türkiye için öngördüğü “çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak” hedefine uluslararası ilişkilerde tam bağımsızlıktan ödün vermeden ulaşmak temel ilke olmalıdır.

1990’lı yıllardan başlayyarak gerek iç gerekse dış güç odakları tarafından Türkiye’de federasyonlardan oluşan bir yapılanmaya gidilmesi önerilirken, öbür yandan 2000’li yıllardan başlayarak Lozan Barış Antlaşması’nın yerine Türkiye’nin parçalanmasını öngören, ancak Ulu Önder Atatürk sayesinde yürürlüğe konulamayan Sevr Antlaşması’ nın Türkiye’ye kabul ettirilmesi ve bu çerçevede bağımsız bir Kürt devletinin kurulması yolunda istemler uluslararası düzlemlerde dile getirilmektedir.
Öte yandan “etnik ve mezhep milliyetçiliği” teşvik edilerek Kürt milliyetçiliğinin
yanı sıra Lazlık, Çerkeslik vb. gibi ayrıştırıcı etnisite bilincinin aşılanmaya çalışıldığı, bunun da ötesinde Avrupa Birliği’nin Kürtleri, Lazları, Çerkesleri, Yezidileri ayrı azınlıklar olarak kabul ettiği, örneğin Avrupa Birliği 2001 İlerleme Raporu’nda Alevi yurttaşlarımızdan “Müslüman azınlık” olarak söz edildiği bilinmektedir.
“Küreselleşme (yeni emperyalizm)” ise, bir yandan devletler üstü yetkilerle donatılmış örgütlenmelerle klasik devlet yapısını sarsmaya başlarken, öbür yandan “ulus” kavramının da giderek yerini etnik, kültürel ya da çıkar birliğine dayalı kavramlara bırakması tehlikesini birlikte getirmektedir. Küreselleşme sürecinde karşılıklı bağımlılık ilkesi savunularak tam bağımsızlık ilkesi göz ardı edilmektedir.

Ulusal Egemenlik

Ulusal Egemenlik ilkesini ve onun zorunlu sonucu olan Cumhuriyetçilik ilkesini binlerce yıllık tarihi olan Türk ulusuna benimseten Ulu Önder Atatürk olmuştur. Fransız Devrimi ile birlikte dünyaya yayılan en önemli kavramlardan olan “ulusal egemenlik”, Osmanlı Devleti’nde hiçbir zaman uygulama alanı bulamamıştır. Osmanlı aydınları hiçbir zaman egemenlik hakkını Osmanlı ailesinden alıp tümüyle ulusa vermek düşüncesinde olmamışlar, yalnızca padişahın yetkilerinin sınırlandırılarak ulusa kimi hakların verilmesini istemişlerdi.

Özgürlük ve demokrasiyi özümsemiş ve benimsemiş olan Atatürk,
Milli Mücadele’nin ilk günlerinden başlayarak, yani Amasya Genelgesi’nden Sivas Kongresi’ne uzanan o zorlu süreçte Türk halkına kendi kendini yönetme bilincini vermeye çalışmıştır. 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması, “ulusal egemenlik” ilkesinin yeni Türk Devleti’nin 1921 tarihli ilk anayasasında yerini alması ve halkın temsilcilerinden oluşan TBMM’nin saltanatı kaldırması (1/2 Kasım1922),
ulusal egemenlik ilkesinin gerçek anlamda benimsendiğinin göstergeleridir.

Bu sürecin sonucu olarak ise, 29 Ekim 1923’te ulusal egemenliğin en mükemmel şekilde gerçekleşebileceği devlet şekli olan, devletin bütün temel organlarının halk tarafından seçildiği Cumhuriyet kabul edildi.

Atatürk, Türk Devrimi’nin temel amacı konusunda şöyle diyordu:

  • “Yapılan ve yapılmakta olan devrimlerin amacı; Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş bütün anlam ve görünüşüyle uygar bir toplum haline getirmektir.”

İşte Ulu Önderimizin bu amaca uygun olarak kurduğu ve bizlere emanet ettiği yeni düzen laik, demokratik, çağdaş bir düzendir; bu düzenin yönetim biçimi ise Cumhuriyettir. Ancak günümüzde O’nun sayesinde sahip olduğumuz Cumhuriyet’i, laikliği, demokrasiyi, dolayısıyla çağdaş devlet ve toplum düzenini hedef alan yoğun bir saldırı kampanyası sürdürülmektedir. Bu sistematik saldırının odağını ise, Atatürk ve Atatürkçülüğe yönelik, asla iyi niyetli olmayan yıkıcı eleştiriler oluşturmaktadır. Öyle ki, kendi yıkıcılıklarını gizlemek için “numaracılık” da yapmaktadırlar. Gerek kendilerini II. Cumhuriyetçiler olarak adlandıran çevrelerin gerekse dine dayalı düzen yanlılarının en çok eleştirdikleri konular arasında, Atatürk’ün diktatörlüğü ve altı Atatürk ilkesi arasında demokrasi ilkesinin bulunmayışı gelmektedir.

ATATÜRK İLKELERİ – DEMOKRASİ İLİŞKİSİ

Demokrasi-Cumhuriyetçilik:

  • Cumhuriyet, yönetenlerin yönetme yetkisini halktan aldıkları bir rejimdir.
Dolayısıyla Atatürk’ün Cumhuriyetçilik anlayışı, yalnızca hükümdarlığın reddi anlamına gelen Cumhuriyetçilik değil, esas olarak demokratik Cumhuriyetçiliktir. Atatürk’e göre “demokrasi prensibinin en çağdaş ve mantıki uygulamasını sağlayan hükümet şekli, Cumhuriyettir. Cumhuriyette son söz, millet tarafından seçilmiş meclistedir.”

Demokrasi-Milliyetçilik: Ulusal bir devlet olan yeni Türk devlet içinde en üstün iktidar olan egemenlik, yalnız Türk ulusuna aittir. Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” tanımlamasıyla hiçbir şekilde etnik köken, dil, din, mezhep ayırımı yapmadan yurtiçi birlik ve ulusal beraberliği gerçekleştirerek demokrasi ortamının önemli bir koşulunu yerine getirmeyi amaçlıyordu.

Demokrasi-Halkçılık: Atatürk, kendi yazdığı “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında Halkçılıkla demokrasi prensibini aynı anlamda kullanmıştır:

  • “…Demokrasi esasına dayanan hükûmetlerde, hakimiyet halka,
    halkın çoğunluğuna aittir…”
Bunun yanı sıra O’nun halkçılıktan kastettiği geleneksel anlamda özgürlükçü siyasi demokrasidir, yani temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı rejimdir.

Kaldı ki; yasalar önünde eşitliği öngören, sınıf ayırımını ve mücadelesini reddeden, sosyal adalete, sosyal güvenliğe, adaletli gelir dağılımına dayanan Halkçılık ilkesinin demokrasiyle ilgisi yok demek, herhalde cehaletten başka bir şey değildir.

Demokrasi-Devletçilik: Atatürk’ün arzu ettiği eşitlikçi, adil bir sosyal düzenin kurulması devletin sosyal ve ekonomik yaşamdaki rolünü enaza indiren bir anlayışla tabii ki mümkün olamazdı. Dolayısıyla Devletçiliğin içeriğinde de demokrasi prensibini görüyoruz.

Demokrasi-Laiklik: Laiklik olmadan demokrasi olamaz.

Laik düzenlerde, yönetenler yönetme yetkilerini Tanrı’dan ya da dinden değil,
halktan alırlar. Dolayısıyla egemenliğin halkta bulunmadığı düzenlerde demokrasiden söz etmek mümkün değildir. Laiklik, demokrasi içinde devlet tarafından korunacak bir düzen biçimidir. Bu nedenle demokrasinin nimetlerinden yararlanarak demokrasiyi ortadan kaldırma özgürlüğü, dolayısıyla demokrasi içinde
laik düzeni yok etme özgürlüğü olamaz.

Demokrasi-Devrimcilik: Atatürk Devrimi’nin temel hedefi çağdaşlaşmadır;
ancak devrim gerçekleşirken bir aydın kadronun toplumu ilerleme ve yenileşme yolunda aydınlatması zorunludur. Ne var ki, kendilerini II. Cumhuriyetçiler olarak adlandıran çevreler, devrimlerin bir avuç sivil-asker bürokrat tarafından hazırlandığını, yukarıdan aşağıya bir hareket olarak halka zorla kabul ettirildiğini ve bu nedenle halk tarafından benimsenmediğini iddia ederek Atatürk’ün kurduğu devlet modelini eleştirmekte ve Atatürk’ün Cumhuriyeti yerine II. Cumhuriyet’i gündeme getirmektedirler. Her halde
bu iddialarda bulunanlar, Atatürk’ün tüm devrimlerini gerçekleştirirken yaptığı yurt içi gezileriyle, halka hitaben konuşmalarıyla kamuoyunu hazırlamaya ve ulusunun
ayağına giderek ona devrimlerin gerekliliğini anlatmaya çalıştığını unutuyorlar.

  • Atatürk: devrimlerini gerçekleştirirken halkı ikna yöntemini kullanmıştı.
Halkın bunları benimsemesinde ise, Türk ulusunun Atatürk’e olan sevgi ve güveni
büyük rol oynamıştır. Öbür yandan Atatürk’ü diktatörlükle suçlayan çevreler herhalde
şu gerçeği de görmezden geliyorlar:
Atatürk nasıl bir diktatördür ki, tüm devrimlerini gerçekleştirirken TBMM’nin onayını almıştır, başka bir anlatımla Atatürk döneminde devlet ve toplum yaşamındaki
köklü değişiklikler yasalarla sağlanmıştır.

Sonuç olarak, Atatürk devrimlerinin halka zorla kabul ettirilmiş olduğu iddiaları
eğer doğru olsaydı, devrim karşıtlarının tüm yıkıcı çabalarına karşın Atatürk devrimleri bugün hâlâ dimdik ayakta duramazdı.

Bunun da ötesinde;
  • Atatürk devrimlerini sürekli kılan ilkelerinin akla ve bilime dayalı oluşudur.