Etiket arşivi: 1974 Kıbrıs Barış Harekatı

Bağımlı ekonomiden bağımsız siyaset çıkar mı?

Bağımlı ekonomiden bağımsız siyaset çıkar mı?

Barış Doster

Türkiye üretmiyor. Sanayisi eridi. Tarım ve hayvancılık ülkesi olan Türkiye, mercimek, fasulye, et, saman ithal ediyor. Çarşı-pazardaki ürünlerin büyük bölümü dışarıdan geliyor.

Hayat pahalılığı yurttaşın belini büküyor.
İşsizlik dayanılmaz boyutlarda.

  • Büyüdüğü dönemlerde bile istihdam yaratamayan; üretime değil tüketime, ihracata değil ithalata dayanan model iflas etti.
  • Sanayileşme hamlesini, planlı ekonomiyi, bütüncül kalkınmayı unutmanın bedeli ağır oldu.

Seçim dönemlerinde, iç siyasete yönelik, “Eyy Almanya”“Eyy Hollanda” diye başlayan tümceler kurulsa da, bu ülkeler önemli dış ticaret ortaklarımız, ülkemize en çok yatırım yapan ülkeler arasındalar.
Sorunumuzun dönemsel değil yapısal olduğunu kavramak için, tarihe uzanalım. İkinci Dünya Savaşı sonrasına, Soğuk Savaş’ın başladığı döneme bakalım. ABD’nin Türkiye’ye, Marshall Yardımı kapsamında süttozu, krem peynir yolladığı yıllar…
O malların ambalajlarının görüntüleri hafızalardadır: Tokalaşan iki el. Üstünde ABD bayrağındaki yıldızlar, altında ABD bayrağındaki şeritler. ABD yardım yaparken bir de şart koşmuştur: 

  • “Sanayileşmekten vazgeç, demiryollarına yatırım yapma.”

Yardım yaparken, neyi, nasıl, ne kadar üreteceğimizi de dayatmıştır. Tahribatı ağırdır. Misal; ulusal savunma sanayisi konusunda aklımız başımıza, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle konan ambargo sonrasında gelmiştir.
ABD – Türkiye arasındaki bu ilişki biçimi, ülkemizin tam bağımsızlık, ulusal egemenlik, onurlu dış politika, güçlü ekonomi konusundaki kıskançlığını, kısacası Atatürkçü geleneğini de zayıflatmıştır. Seçkin aydınımız Niyazi Berkes’in şu saptaması önemlidir: 

“Batı’da Atatürk dönemini Batıcılık düşmanlığı sayarlar. Onlara göre, Batıcılık sevgisini başlatan Adnan Menderes’tir”.

Ülkeler ve sınıflar arası eşitsizlik

Diplomaside baskı çok boyutludur; siyasi, hukuki, askeri, iktisadidir. İç siyasette de ekonomik baskı, yalnızca yoksulluk, eşitsizlik, sömürü doğurmaz. Zorbalık da doğurur.

  • Kapitalizm, ülke içindeki sınıfsal eşitsizliği de, ülkeler arası eşitsizliği de derinleştirir.

Sınıf” kavramının, sınıfsal mücadelenin, yurttaş kimliğinin, toplumsal bilincin yerine etnik, dinsel, mezhepsel, cinsel duyarlılıkları koyar. Kimlik siyasetini öne çıkarır. Kapitalist düzenin, liberal düşüncenin, kâğıt üstünde önerdikleriyle, özgürlük vaadiyle, hukuk önünde eşitlik söylemiyle, gerçek yaşamda yaşananlar örtüşmez.

  • Ekonomik eşitsizlik, siyasal ve toplumsal eşitsizliği besler.

İç siyasette bunlar yaşanırken, dış siyasette de benzer uygulamalar öne çıkar. Pazar ve hammadde için, ülkeler birbirine kırdırtılır, işgal edilir. Gelişmiş, merkez, kapitalist, emperyalist ülkelerin silah sanayisi, siyaset, bürokrasi ve bilim dünyasıyla birlikte çalışır.

  • Azgelişmiş ülkeler de gerek duyduklarından değil, haraç vermek zorunda olduklarından, gelişmiş ülkelerin silah şirketlerinin en önemli müşterileri olurlar.

Yurttaşları açlığın, yoksulluğun, eğitimsizliğin girdabında kıvranan Ortadoğu ülkeleri bunun somut örneğidir.

Kıssadan Hisse: Kapitalizmde kâr, şirketin kasasına girer. Zarar emekçilere, yoksullara yüklenir. Dış politikada da bu kural geçerlidir.

27 Mayıs üzerine Hüseyin Avni Güler ile bir Söyleşi


27 Mayıs üzerine Hüseyin Avni Güler ile bir Söyleşi *

portresi

 

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

 

*****

Sayın Hüseyin Avni Güler, kendinizi  kısaca tanıtır mısınız?

portresi, ölümü 1.5.13

Güler     : 1925 yılında Elbistan’da doğdum. İlk ve orta tahsilimi Elbistan’da yaptım. 1942 yılında Askeri Liseye (Kuleli)  girdim. 1948’de Kara Harp okulundan havacı subay olarak mezun oldum. 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında, Kurmay Albay olarak emekli oldum. 1958’de Yüzbaşı iken 27 Mayıs örgütüne girdim. İhtilalden sonra Cemal Gürsel’in imzası ile kıtama döndüm.
Emekli olduktan sonra 1983’te Halkçı Parti kurucuları arasındayım. Bu partiden Millet Vekili oldum. Milletvekilliğim 4 yıl sonunda bitti. 1990’da 27 Mayıs Milli Devrim Derneği Genel Başkanlığına seçildim. Ve o zamandan beri aralıksız 21 yıl Genel Başkanlık yaptım; büyük özverilerle  2011 yılına dek bu Derneğin adını yaşatmaya çabaladım…

1989’da kurulan ADD’nin de 50 kişilik kurucu üyeleri arasındayım.

ADD kurulmadan önce yeni bir siyasal parti kur(ul)ması için Prof. Muammer Aksoy’a baskı yapılıyordu. Muammer Aksoy bu önerileri kabul etmedi ve Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurulmasına karar verdik. ADD’nin maddi ve manevi güçlü olması için
büyük çaba harcadık. 

27 Mayıs hareketi  sizce bir ihtilal, bir halk ayaklanması mı, bir darbe darbe mi nedir? 27 Mayıs’ı nasıl tanımlamalıyız? Öbür askeri müdahalelerden
farkı nedir?

Güler     :
27 Mayıs bir devrimdir. Getirdiği Anayasa bunun kanıtıdır. Amaç Atatürkçülüğü yeniden gündeme getirmek, Devlet düzeninde Atatürkçülüğü yerleştirmekti.
Yarım kalmış Kemalist devrimin devamıdır, diyebiliriz. 

27 Mayıs Tüm Halk kesimleri tarafından kısa sürede benimsendi mi?

Güler     :
Evet, Halkın çok büyük bir kesimi coşku ile karşıladı. Sıkıyönetime karşın halk sevgisini göstermek için sokaklara döküldü. Nedeni, 27 Mayısı Millet sahiplenmişti;
yani millet ve asker işbirliğiyle gerçekleştirilmişti. 

Bugünkü genç kuşakların 27 Mayıs konusunda mutlaka bilmeleri gereken önemli noktalar nelerdir? Halkın bilmesi gereken en önemli husus nedir?

Güler     :
27 Mayıs’tan sonra Dünya İhtilaller tarihini inceledim. Tüm ihtilaller diktatörlük getirmiş, Yalnızca 27 Mayıs özgürlük getirdi. 27 Mayıs özgürlükçü ve demokratikti.
“27 Mayıs neler getirdi?” derseniz, 

Evet, öyle demiş olalım..

Güler     :
Cumhuriyet tarihinin en adil seçimleri 27 Mayıs Devrimi‘nin getirdiği seçim yasaları ile gerçekleşti. O zamanlar yaklaşık 40 bin oyla 1 milletvekili seçiliyordu. Artık oylar havuzda toplandığı için milli irade kaybı olmuyordu.. Milli bakiye sistemi..
Baraj yoktu. Bağımsız adaylar bile seçilebiliyordu.

  • 1961 Anayasası dünya anayasa tarihinde abidedir. 

Bazıları 27 mayıs için “ihtilal” diyor. Devrimi ihtilalden nasıl ayırt ederiz?

Güler     :
Batı dillerinde “Devrim” ve “İhtilal” aynı sözcükle ifade edilir (Revolution). Bizde ayrılır ve bu anlam içeriği bakımından gerçekçi ve son derece akılcıdır. İhtilal, büyük halk kitleleri ayaklanmasıdır. Devrim ise ihtilalle yıkılan eski düzenin yerine yeni ve ilerici  yapılanmadır.

  • Mustafa Kemal Paşa, hem Anadolu İhtilali‘nin ve hem de ardından Türk Devrimi‘nin önderiydi.. 

Şöyle desek uygun mu ?
İhtilalleri aç mideler yapar, Devrimleri ise aydın kafalar  gerçekleştirir ?

Güler     :
Doğrudur.

İsmet Paşa ve CHP 27 Mayıs’ı nasıl yorumladı?

Güler     :
İsmet Paşa bizimle konuştuğunda “İhtilal ile gelip, seçimle giden ilk darbeci sizsiniz.” Demişti.. 27 Mayıs’tan sonraki süreçte 27 Mayıs kazanımları (belki de Yassıada Mahkemelerinin toplumda yarattığı mağduriyet psikolojisi nedeniyle)  etkisi kısa sürede sönükleşmeye başladı. oysa Dünyanın en ilerici, özgürlükçü ve halkçı Anayasasıydı halkoyuna sunulan; ancak ne yazık ki, yalnızca %60’la kabul gördü…

Yani Karşı devrimciler erkenden faaliyete başladılar.
Burada nasıl bir yanlışlık yapıldı?

Güler     :
Mahkeme idam kararı aldı. Bu kararı onamak Milli Birlik Komitesi‘ne verildi.
Oysa Kurucu Meclise verilseydi bu idamlar gerçekleşmeyecek ve Devrim
yara almayacaktı. Halkın yoğun sempatisi devam edecekti. Süleyman Demirel bile
27 Mayısla ilgili görüşlerini nasıl belirtirken şöyle diyordu:

“27 Mayıs büyük bir olaydır. Güç ellerinde iken Meclis açılmıştır. Bu unutulmaz, dünyada bir örneği yoktur. Biz, o İhtilal sürecinde ve ihtilalin arzusu ile kurulduk.
En azından bu nedenle o İhtilale karşı olamayız. Maziye bakamayız, bakarsak
halk bizi tasfiye eder. Biz bugünkü Anayasa sayesinde varız. Ona karşı da olamayız. Bu sözlerimi şerh ettiğimi hiç görmeyeceksiniz. 27 Mayıs’a karşı değiliz, gerici değiliz ve olmayacağız. Eğer AP böyle yaparsa ben şahsen onların içinde ve başında olmayacağım.”

27 Mayıs somut olarak hangi önemli kurumların oluşumunu sağladı?

Güler     :
En başta

  • Anayasa (Grev hakkı, sosyal, sağlık sigorta sistemi), sonra
  • Anayasa Mahkemesi
  • Cumhuriyet Senatosu
  • Milli Güvenlik Kurulu
  • Yüksek Hakimler Kurulu
  • Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)
  • Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT)
  • Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK)
  • Türkiye Atom Enerjisi Kurumu
  • İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi
  • Milli Prodüktivite Merkezi (MPM).. ve şimdi adını unuttuğum başka kurumlar hepsi 27 Mayıs devriminin eserleridir.

27 Mayıs’tan sonra 1963’te yasa önerisi veren,
27 Mayıs’ın bayram olmasını öneren kimlerdi?

Güler     :
O zamanki Koalisyonda yer alan tüm milletvekillerinin imzası ile 27 Mayıs Anayasa ve Özgürlük Bayramı olarak kabul edildi.

27 Mayıs’ı gençlere nasıl anlatalım?

Güler     :
Bu Devrimin amacı Ülkedeki kötü gidişi durdurarak demokratik -özgürlükçü bir düzen kurmaktı. İnsan hak ve özgürlüklerini, Ulusal dayanışmayı, sosyal adaleti, bireyin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi hedeflemişti. Türk Ulusu’nun birliğini,
ülke bütünlüğünü ve cumhuriyeti korumakla görevli olan Türk Silâhlı Kuvvetleri,
«kardeş kavgasına son vermek» söylemiyle 27 Mayıs 1960 günü,
meşruluğunu yitirmiş bir yönetime kansız bir hareketle, el koydu.
Bu şekilde anlatmalıyız…

27 Mayıs Devrimi’nin siyasal sonuçları da oldu kuşkusuz..
Örneğin “27 Mayıs Harekatı olmasaydı, CHP iktidara gelecekti;
dolayısıyla 27 Mayıs’ın en büyük zararı CHP’ye olmuştur..” deniyor..
Sizce bu sav doğru mu?

Güler     :
Bu sav bence haksız, çünkü seçim olmayacaktı ki CHP kazansın, iktidara gelsin… Menderes “CHP kapatılmalıdır” diyordu. CHP’nin seçime girmesine bile olanak olmayacaktı.

27 Mayıs’la birlikte büyük bir özgürlük ortamı oluştu. Bu arada sol fikirler de önemli ölçüde gelişti ve geniş yelpazeli gençlik hareketleri başladı.
Acaba bu yeni Anayasa Türkiye de çatışmalı sağ ve sol ayrımına,
Ülkeyi bölücü fikirlerin de gelişmesine de mı olanak mı verdi? Ne dersiniz?

Güler     :
Asla bu şekilde yorumlayamayız ! Yeni Anayasanın getirdiği özgürlükler fikir özgürlüğüdür.. Ülkenin yıkımına, parçalanmasına giden eylemlere özgürlük olarak algılanamaz. İstanbul Üniversitesi’nden Ord. Prof. Sıddık Sami Onar, Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Prof. Hüseyin Naili Kubalı, Prof. Ragıp Sarıca, Prof. Naci Şensoy, Prof. Tarık Zafer Tunaya, Prof. İsmet Giritli..  Ankara Üniversitesi’nden de Prof. İlhan Arsel, Prof. Bahri Savcı ve Prof. Muammer Aksoy Anayasa hazırlık komisyonunda idiler. Bu komisyon, hazırladığı “Ön Tasarı”yı 18 Ekim 1960’ta
Milli Birlik Komitesi Başkanlığına sundu.

Türkiye Cumhuriyeti, emperyalizme direnerek, savaşarak kurulmuştu ve tutsaklık altındaki milletlere bir örnekti. Bu nedenle Batı kapitalizminin çıkarlarına ters düşen ilerici bir toplum düzenine geçişi sağlayacak 1961 Anayasası’nın en kısa zamanda
işlev dışı yapılması gerekiyordu. Bu nedenle emperyalizmin ajanları, tetikçileri tarafından iç karışıklıklar başlatıldı, sağ-sol çatışmaları harekete geçirildi.
Sonrasını zaten biliyorsunuz. 

Sayın Güler, lütfedip zaman ayırdınız; bizleri aydınlatan bu değerli söyleşiniz için teşekkür ediyoruz.

_____________

*) ADD Genel Merkezinde yapılan bu söyleşide, ADD Bilim Kurulu Başkanı
Prof. Dr. D. Ali Ercan’ın sorularını Emekli  Hv.Kur.Kd. Alb. Hüseyin Avni Güler yanıtladı.

*****************************

Sn. Ercan’a bu değerli söyleşi için teşekkür ediyoruz..

ADD kurucularından ve 27 Mayıs Devrim Hareketi’nin etkin subaylarından Sn. Hüseyin Avni Güler’e de hem teşekkür ediyor hem de rahmet diliyoruz..

Sevgi ve saygıyla
27.5.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

MUZAFFER ASLA TESLİM OLMAZ!


MUZAFFER ASLA TESLİM OLMAZ!

Naci_Bestepe_portresi

 

Naci BEŞTEPE
E. Tümgeneral

 

 

Muzaffer TEKİN, 1972 Kara Harp Okulu mezunu piyade subayıdır.

72’lilerin gönlünde taht kurmuştur. Hepimiz O’nunla gurur duyarız.

Türk subayında aranan niteliklere fazlasıyla sahiptir. Tam bir kahramandır.

Alçakgönüllüdür.

Vatan, cumhuriyet ve görev aşığı bir Atatürk gencidir.

Beyefendi ve örnek bir eştir.

MUZAFFER’İN ZAFER’İ

1974 Kıbrıs Barış Harekatı’na gencecik bir teğmenken katılmıştır.

Savaşın yıldızlarından biridir.

Herkesin haklı takdir ve övgüsünü kazanmıştır.

Takımıyla birlikte Beşparmak Dağları üzerinde Rumlardan ele geçirdiği tepeye
O’nun adı, “ZAFER TEPE” verilmiştir.

Kurtuluş Savaşımızdaki Reşat ÇİĞİLTEPE gibi vatan toprağından şan almış,
şan vermiştir.

Üstün Cesaret ve Feragat altın madalyası ile ödüllendirilmiştir.

Bu madalya pek çok kişiye verilmiş olabilir ama, O almıştır.

Bu Muzaffer TEKİN’i Türk ulusu unutmayacaktır.

ORDU’YA SADAKAT

Muzaffer, Piyade Okulu’nda görevliyken bir nöbetinde teğmenlerin Tuzla’da çıkardığı olay nedeniyle YAŞ kararı ile yüzbaşı iken re’sen emekli edilmiştir.

Uğradığı haksızlığa karşın hiçbir dönemde, Türk ordusu ve O’nu ihraç eden komutanları hakkında tek olumsuz ifadesini duymadım.

Ordu’ya öylesine sadık bir askerdir.

Yasal mücadeleyi kazanmış, Silivri’de tutuklu iken EMEKLİ ALBAY olmuştur.

EFSANE

Danıştay cinayeti ile ERGENEKON’a bulaştırılmıştır.

Nasıl bir kumpas kurgulandığı daha olay günü Bakan M. Ali ŞAHİN’in
“çok sürprizler göreceksiniz” ve Başbakan’ın “Olayın içinde emekli bir yüzbaşı var” açıklamaları ile belli olmuştur.

Aynı E. Tuğg. Veli KÜÇÜK gibi ondan da efsane bir ERGENEKONCU yaratılmıştır.

Gizli tanıklarla, kanıtsız, vicdansız, hukuksuz.

Torba suçlamalarla.

En ağır cezayı almıştır bu kumpas davasında.

Bir gün eğilmeden, bükülmeden.

Zafer Tepe duruşunu bozmadan.

O’nu iftiralarla suçlayanlar,  yasaları değil talimatları uygulayanlar,
siz de unutulmayacaksınız.

Hukukun ve tarihin kara sayfalarında kalarak.

HİPOKRAT UTANIYOR

Muzaffer 15 Haziran 2007’den beri Silivri’de tutuklu.

Ağustos 2013’ten beri sağlık sorunu yaşıyor.

Beş aydır gitmediği hastane kalmadı.

22 kez değişik yerlerinden (mide, bağırsak, gırtlak…) parça alındı.

“Benim annem pankreas kanseri idi, oraya bakın.” demesine karşın, oradan alınmadı.

“Bir şeyin yok” diyerek cezaevine geri gönderildi.

Geçen hafta ağrıları şiddetlenince Bakırköy Devlet Hastanesi’ne sevk edildi.

Pankreas kanseri teşhisi kondu. Dördüncü evre.

Ne yapılır bu durumda?

Derhal yatırılarak tedavi edilir değil mi?

Hastane baştabibi beyimiz “Mahkum koğuşum yok, yatıramam. Ya kaçarsa!” diyerek hastaneye kabul etmedi.

16 Şubat’ta, Başbakan’ın binlerce metrekarelik yeni bölüm açılışı yaptığı hastaneye.

“Ameliyat için çağırırız. Prosedür böyle” dedi.

Oysa refakatteki jandarma “Ben güvenliği sağlarım” diyor. Sorumluluğu alıyor.

Baştabibe bu durumda ne yemek düşer?

Bu hastaya standart prosedür uygulanabilir mi?

Adam evine gitmiyor ki? Kim bakacak?

Baştabip Doç.Dr. Gökhan Tolga ADAŞ; adından, mesleğinden, doçentliğinden, insanlığından utan!

Hipokrat senden utanıyor.

Tıp tarihinde kara leke olarak yerini aldın, unutulmayacaksın.

MUZAFFER

Herkes Gö.T. ADAŞ değil ya.

Cerrahpaşa Tıp’ın Cerrahi ABD Bşk. hastanın durumunu öğrenir öğrenmez sahiplendi ve tedavi koşullarını yarattı.

İnsanoğlu.

O da unutulmaz.

Aydınlık’ın başlığı da;

“TESLİM OLMA KOMUTAN.”

72’li MUZAFFER asla teslim olmaz.

E. Amiral TÜRKER ERTÜRK : 11 EYLÜL VE 15 NİSAN

E. Amiral Türker Ertürk

portresi_gulumseyen

11 Eylül ve 15 NİSAN

Bu hafta başında (15 Nisan 2013) Şam’dan 8900 km, Tahran’dan ise 9600 km uzakta bulunan ABD’nin Boston kentinde meydana gelen bir terör saldırısının haberi ile irkildik. Her yıl geleneksel olarak düzenlenen Boston Maratonu’nda bitiş çizgisi yakınında 12 saniye ara ile iki patlama olur 3 kişi yaşamını yitirir, 183 kişi ise 17’sinin durumu ağır olmak üzere yaralanır.

FBI (Federal Soruşturma Bürosu) patlayan bombalardan bir tanesinin içinde patlayıcılarla birlikte çiviler ve bilyeler olan düdüklü tencere olduğunu, öbürünün ise yine patlayıcının metal bir konteynıra konduğunu bunun parça etkisi ile daha çok sayıda insanı öldürmek için yapıldığını belirtmiş. Ne denli hunharca değil mi?
Öncelikle belirtmeliyiz ki; nedeni ne olursa olsun, hangi gerekçeye dayanırsa dayansın ve nereden gelirse gelsin terör insanlık suçudur mutlaka lanetlenmelidir.

Günümüzde gittikçe artan ve yaygınlaşan terörü engelleyebilmenin veya kabul edilebilir bir eşiğin altına çekilebilmenin yolu tüm dünyada teröre karşı ortak bir bakış açısı ile mümkün olabilir. “Benim teröristim kötü seninki iyi yaklaşımı ile terör sorunu
asla çözülemez ve her yerde masum insanlar yaşamlarını yitirmeye devam ederler.

Ne yazık ki, bugün başta emperyalist ülkeler olmak üzere terörizm, amaçlara ve siyasal hedeflere ulaşmak için bir silah olarak çok yaygın şekilde kullanılmaktadır. Biz bu gerçeği ülke olarak uzun yıllar yaşadığımız deneyimlerin ışığı altında çok iyi biliyoruz.

ASALA ve PKK

Sözde Ermeni soykırımı yalanı üzerine inşa edilen, 1973’te görünürde bireysel olarak başlayan, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında 1975’te sistemli ve örgütlü olarak azan ASALA terörünü yaşadık. 1984’te bu terörün ansızın biterek nasıl biçim değiştirdiğini ve terör bölümünün selefi konumundaki PKK’ya nasıl devredildiğini ve
her ikisinin de arkasında emperyalizmin ağababalarının olduğunu yaşayarak ve amacın Türkiye’ye yönelik emperyalist hedefler olduğunu gördük. Veya bazılarımız gördü!

Yine yaşayarak kazandığımız deneyimler bize gösterdi ki,

  • PKK’nın arkasında ABD vardır!

“Müttefikimiz” ülkemizde can alan ve bizi ekonomik yitiğe uğratan PKK terör örgütüne

– lojistik destek,
– Kuzey Irak’ta güvenlikli bölge sağlamış ve
– terörle mücadelede zaman zaman elimizi kolumuzu bağlamıştır.

Ona karşın tam terörü bitirdiğimiz sırada işbirlikçisi vasıtası ile açılımlar başlatarak tekrar azmasını sağlamış ama bunları yaparken gözümüzü boyamak için
PKK’yı terör örgütleri listesine almayı da ihmal etmemiştir.

El Kaide de ABD’nin terör örgütleri listesindedir ama bu husus onun Libya’da Kaddafi’yi devirmek için kullanmasını ve halen Suriye’de Beşar’a karşı müttefik olmasını engellememiştir.

11 Eylül’den (2001) başlayarak Başkan Bush tarafından yapılan açıklamayla birlikte ABD tüm yer kürede teröre karşı bir savaş başlatmıştır. O günden bugüne neredeyse hiç kural tanımadan ve uluslararası hukuku hiçe sayarak dünyanın her yerine müdahale etmektedir. Halbuki terör bir düşman değil, her potansiyel düşmanın kullanabileceği bir silahtır. Silaha karşı savaş olmaz. Topa, tüfeğe ve tanka karşı savaş olamayacağı gibi.

  • ABD Soğuk Savaş sonrasında oluşan tek kutuplu dünya düzenini ve küresel liderliğini sonsuza dek sürdürmek, tüm enerji ve ham madde kaynaklarını üretiminden pazarlara ulaşana dek denetlemek, hegemonyaya ve Amerikan Barışı’na (Pax Americana) direnenleri ezmek istemektedir. Fakat ABD’nin bunları açıkça söylemesi olanaklı değildir. ABD bu ideallerini terörizme, kitle imha silahlarının yayılmasına karşı tüm dünyada sürdürdüğü savaş, demokrasi ve
    insan hakları bahaneleri ile örtmektedir.

Dünyada hiçbir şey size sunulduğu ve medyada size algılatılmaya çalışıldığı gibi değildir. Arkasındaki gerçekler çok olası olarak tam tersidir. Bir düşünün, 11 Eylül olmasaydı ABD bu denli kolay dünyanın her deliğine girebilir, müdahale edebilir ve yerleşebilir miydi?

Maduro ve Putin

İran, Suriye, Kuzey Kore ve Venezüella gibi ülkelerin yaşadıkları zorluklar hegemonyaya direndikleri için başlarına gelmektedir. Venezüella Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından şiddet olayları başladı ve şu ana dek 7 kişi yaşamını yitirdi. Seçimleri kazanan Nicolas Maduro, ABD Büyükelçisi’ni sürdürülen şiddet olaylarını finanse ettiği yolunda suçluyor. ABD’ye karşı aynı tip suçlama Rusya başkanlık seçimlerinden sonra Putin tarafından da yapılmıştı. Çünkü Putin’in kazanmasından sonra da Rusya karıştırılmak istenmişti.

  • ABD’nin ekonomisi devamlı açık vermekte ve aşırı borçlu durumdadır.

Savunma da dahil olmak üzere küresel liderliğini sürdürebilmek için yaptığı harcamalar görünmeyen kalemlerle birlikte neredeyse 1 trilyon doları bulmaktadır. Kimi tasarruf önlemleri uygulanmakla birlikte, bu rakamları hala bütçeye koyabilmek için tehdidi somutlaştırmak ve terörü kendi kamuoyuna göstermek zorundadır.

Hiç kuşkunuz olmasın; Boston bombalı saldırısı Suriye ve İran’a fatura edilecektir.

Saldırıdan sonra alelacele açıklama yapılmadı ki, daha sonra varılacak sonucun
ciddi bir araştırma sonunda yapıldığını göstermek için.

11 Eylül saldırısı ABD’nin Afganistan’a, Irak’a müdahalesinin, Ortadoğu’ya kalıcı olarak yerleşmesinin daha da önemlisi kural tanımaz bir biçimde dünyanın her köşesine istediği gibi terörü gerekçe ederek saldırabilmesinin önünü açtı.

15 Nisan (2013) ise o denli büyük çapta olmasa da, mini bir 11 Eylül olarak Birleşmiş Milletleri hiçe sayarak Suriye ve İran’a müdahaleye dek gidecek bir gelişmenin
önünü açmak için yapılmıştır.

Bu müdahaleler için sabırsızlanan ve ABD’nin elini çabuklaştırmasını isteyen İsrail de taşeronlar aracılığı bu saldırının arkasında olabilir! Bu tür soruşturmalarda tetiği çekenin değil çektirenin bulunması ve cinayetin sonuçları bakımından kimin yararına olduğunu bulmak esastır.

Saygılar sunarım. 19.4.13