Etiket arşivi: Muzaffer Tekin

ERGENEKON: Emperyalist bir proje…

ERGENEKON: Emperyalist bir proje…

ALEV COŞKUN
Cumhuriyet
, 23.12.18

Ergenekon’un bize öğrettiği en önemli ders: Ergenekon, Türkiye’nin pazarlanmasını, bölünmesini temel olarak hedef almıştır. Atatürk’ün aydınlanma devrimlerini ve çağdaşlaşmayı savunan, ulusal çıkarları korumak isteyen aydınlar yetersiz ve örgütlenmeden uzak kaldıkları zamanlarda FETÖ tipi örgütler her zaman yeniden yaşam alanı bulacaklardır.

[Haber görseli]
İ. Selçuk, T. Saylan,  K. Okkır,  Ali Tatar  M. Tekin   K. Kozinoğlu

Türkiye Cumhuriyeti’nin 95 yıllık yaşamında, dış destekli en korkunç, en tehlikeli yıkım projesi, Ergenekon adı verilen hareket ve aynı adla açılan davadır. 
Bu yazı, büyük bir emperyal proje olan Ergenekon Kumpası konusunda altı kırmızı ile çizilen cümlelerle tarihe not düşmek için kaleme alınmıştır.
On bir yıl önce, 2007 yılında başlayan Ergenekon hareketi ve davası 2018 yılının Kasım ayı sonunda tamamen çöktü. Davanın savcısı, “… toplanan kanıtlar hukuka aykırı olup bu nedenle davada Ergenekon adını taşıyan bir örgütün varlığı ispatlanamamıştır.” dedi. 
Yargıtay 16. Ceza Dairesi de bir süre önce Ergenekon için “…proje yok, toplantı yok, örgüt organları yok, bu nedenlerle örgüt yok” demişti. Ancak bu yargılara varmak için ne yazık ki zulüm ve hukuksuzluklarla dolu on yılın geçmesi gerekmiştir.

Düğmeye basılma 
Ergenekon Kumpas Projesi için düğmeye 2007 yılında basıldı. Hemen ardından TSK’nin onurlu komutanları ve aydınlar Silivri Cezaevi’ne gönderildi. Bir süre sonra, 2450 sayfalık iddianame ve 600 klasörlük dava ortaya çıktı. 
Davanın ilk aşamasında, şimdi firar etmiş olan FETÖ’nün savcı ve yargıçlarıyla siyasal iktidar kol kola birlikte hareket ediyorlardı. Davanın Savcısı Zekeriya Öz’ün emrine Başbakan tarafından zırhlı bir Mercedes araba gönderilmişti. Kuşkusuz bu hareket “ben senin arkandayım” anlamına geliyordu. (AS: Başbakan Erdoğan “Ben bu davanın savcısıyım..” demişti hatta!)

Projenin ayakları 
Ergenekon, emperyalist bir projedir. 1. ayağı Türkiye Cumhuriyeti’nin TSK ve MİT dahil stratejik kurumlarının, 2. ayağı da Cumhuriyet gazetesinin ele geçirilmesini hedefliyordu. 
Nitekim dava, değişik davaların da birbirine eklenmesi sonucu devasa bir dosyaya dönüşmüş, davaya Danıştay saldırısı ile Cumhuriyet gazetesine atılan bomba girişimleri de eklenmişti. 
Bu nedenle, dava kapsamında ilk gözaltına alınanların başında, Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk geliyordu. 
21 Mart 2008 günü sabaha karşı, İlhan Selçuk’un evi basıldı, kitapları tarumar edildi, kendisi apar topar emniyet müdürlüğüne götürüldü. Psikolojik baskı metotlarıyla üç gün süren sorgulama yapıldı. Daha sonra çıkan iddianamede İlhan Selçuk için şunlar vardı:

1. İlhan Selçuk, gündemi belirlemek amacıyla kendi gazetesinin bahçesine bomba attırmıştır.
2. Danıştay saldırısını planlamış ve Yargıç Mustafa Yücel Özbilgin’in tasarlayarak öldürülmesine teşebbüs etmiştir. 
3. İlhan Selçuk çok akıllıdır, cep telefonu kullanmamaktadır. Bu nedenle Ergenekon örgütünün başıdır. 
Bu derece deli saçması bir iddianame ile karşı karşıya idik.

İkinci Cumhuriyetçiler 
Tutuklamalar, telefon dinlemeleri, evlerin ve ofislerin basılması, talan edilmesi, her şeye el konulması, insanların yaşamlarının tersyüz edilmesi karşısında ne medyada ne de sosyal arenada sesini yükselten fazla kişi vardı. 
Bu deli saçması iddialar karşısında, “Ergenekon büyük bir hukuksuzluktur, zulüm yapılıyor, ceza Hukukunun temel kuralları çiğneniyor, yargısız infaz yapılıyor, insanlar hukuksal dayanaktan yoksun gözaltına alınıyor, zindanlara tıkılıyor” denildiğinde; 
Ünlü İkinci Cumhuriyetçiler, “yetmez ama evetçiler” olan bitene kol kanat geriyor ve hemen şu yanıtı veriyorlardı: 
“Ama bunlar darbeci… 12 Mart ve 12 Eylül’de ne haksızlıklar ne zulüm ne yargısız infazlar yapıldı” diyerek eski günlere gönderme yapıyorlardı. Böylece geçmişte olanlardan, Ergenekon’un haksızlıklarına ve hukuksuzluklarına meşruiyet çıkarıyorlardı. 
Ergenekon davası sürecinde aralarında Kuddisi Okkır, Muzaffer Tekin, Ali Tatar, Prof. Dr. Türkan Saylan, İlhan Selçuk ve Kaşif Kozinoğlu yaşamlarını yitirdi.

Sadece Türklerin işi değil 
Ergenekon’un hemen başlarında, o tarihlerde artık emekli yaşamına girmiş olan eski Başbakan ve Cumhurbaşkanı Demirel“Bu iş sadece Türklerin işi olamaz… Bu ciddi bir organizasyon işi, burada mutlaka yabancı parmağı var” dedi (Akşam, 1 Aralık 2008) 
İlhan Selçuk yazdığı yazılarda ilk önce “Ergenekon planı”, adını verdiği bu projeye yeni bir isim buldu: “Ergenekon Rejimi.” 
Bu tanımlama doğruydu, çünkü Ergenekon projesi sonunda Türkiye’de yeni bir rejimin yaratılmasını amaçlıyordu.

Basın ayağı: Zaman ve Taraf 
Ergenekon bir yandan siyasal iktidarın desteğini alırken, projenin basın destekçileri de Zaman ve Taraf gazetesiydi. Taraf gazetesinin başını çeken yazıişleri müdürü eşi CIA görevlisiydi ve bu husus herkesçe biliniyordu.
Nokta dergisinde, genel yayın yönetmeni Alper Görmüş, “Darbe Günlükleri”ni yayımlıyordu. Sabah gazetesinin Ankara temsilcisi Aslı Aydıntaşbaş, yazdığı yazıda “Ergenekon Analiz ve Yeniden Yapılandırma” belgeselinden söz ediyor ve bu belgenin zarf içinde kendisine gönderildiğini ileriye sürüyordu. 
Taraf gazetesi, sadece manşetlerde, yorumlarda değil, eylemli olarak da Ergenekon’a destek veriyordu. Gazetenin çalışanı

  • Mehmet Baransu, düzmece belgeleri bir bavulla savcıya teslim ediyordu.

Benzer bir rolü gazetenin yazarlarından Yıldıray Oğur da yerine getiriyordu. 
Yasemin Çongar, Taraf’taki 14 Ocak 2009 tarihli yazısında, Zaman gazetesinden İhsan Dağı’ya gönderme yaparak, aslında projenin içeriğini ve amaçlarını açıklıyordu. İlhan Selçuk, bir gün sonraki “Ergenekon’da ABD/ NATO Parmağı…” başlığını taşıyan yazısında, bu durumu analiz ediyordu. Sözü İlhan Selçuk’a bırakalım: 
“Çongar diyor ki: Ergenekon’un TSK içinden sökülüp atılması gerektiğine inanmış ordu mensupları var. İhsan Dağı dünkü Zaman’da ‘Rus Yanlısı Darbeye Ergenekon’ başlıklı bir makale yazdı, bazı satırları birlikte okuyalım: Amacı dışına çıkan ve ‘Rusçu’ bir kliğin kontrolüne giren Türk Gladio’su artık korunup kollanmıyor… Elli yıldır Batı güvenlik sistematiğinde bulunan bir ordunun Rusya yanlısı, NATO, ABD ve AB ile işbirliğine karşı ‘Rusçu’ bir kliniğin eline geçmesine seyirci kalınır mı?” 

Yasemin Çongar yazısını şöyle sürdürüyor: 

“Washington’da Türk ordusunun ‘gitgide Batı’dan kopan unsurlarıyla, Rusya’nın etki alanına giren, AB sürecini baltalamaya çalışan, Kıbrıs’ta çözümü engelleyen, demokratikleşmeyi içine sindiremeyen, 1920’lerin zihniyetine tutsak, (…) giderek Türkiye toplumundan da kopuk’ bir kurum olarak algılanmaya başlandığını gözledim…”

Amerikan tezgâhı 
İlhan Selçuk yazısını şöyle sürdürüyor: 
“Vaktiyle Cumhuriyet’te çalışmış olan Yasemin Çongar’ı kutlarım… Ergenekon’un Amerikan tezgâhı olduğunu ondan başka hiçbir kişi bu yetkinlikle anlatamazdı. Ama, yazıda asıl CIA kokusu bir başka yerden çıkıyor… Çongar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde iki eğilim olduğunu da Fethullahçı İhsan Dağı ile birlikte ustaca dile getiriyor… Neymiş ordudaki iki eğilim?… Ergenekoncular… Ve karşıtları…” (Cumhuriyet, 15 Ocak 2009) 
Çongar’ın bu yazısının analizinden şunlar çıkıyor: 
1. TSK içinde iki eğilim vardır, Ergenekoncular ve karşıtları 
2. Ergenekoncuların amacı, Rusçu bir kliğin denetimine giren Türk Gladio’sunu koruyup kollamaktadır. 
3. 50 yıldır Batı güvenlik sisteminde bulunan Türk ordusunun, Rusya yanlısı bir kliğin eline geçmesine seyirci kalınamaz. 
Bu analizden şu çıkıyordu, “Ergenekon davası TSK’yi Nato ekseninde korumak için yaratılmıştır.” İlhan Selçuk, başka bir yazısında “Ergenekon”u “karşıdevrim” olarak niteliyordu.

Tarihe düşülen not 
Şimdi, sözü uzatmadan kalın harflerle tarihe not düşelim: 
1. Ergenekon, başlangıç tarihi olan 2007 yılından, 15 Aralık 2015 tarihine kadar siyasal iktidardan destek almıştır. Başbakan Erdoğan, Meclis kürsüsünden bu davanın savcısı olduğunu ilan etmiştir
2. Ergenekon uluslararası bir projedir. Bu proje, binlerce km ötede planlanmış, Türkiye’de FETÖ cemaatine bağlı Emniyet mensupları, savcılar ve yargıçlar tarafından yürütülmüştür
3. Ergenekon’un temel hedefi TSK’yi ele geçirmektir. Onurlu komutanlar ve T.C.’nin 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ Silivri zindanlarına gönderilmiştir. TSK’nin Genel kurmay Başkanı terör örgütü başı olarak nitelenmiştir. TSK’nin kozmik odasına girilmiştir.
4. Ergenekon, ulusalcı komutanları ve aydınları hedef almıştı. Prof. Haberal, Prof. Alemdaroğlu, Prof. Hilmioğlu, Prof. Yurtsever, Prof. Manisalı gibi ilim adamları içeriye alınmıştı. Gazeteciler, İlhan Selçuk, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan içeriye alınmış, bu süreçte birçok kişi yaşamını yitirmiştir. 
5. Ergenekon’a basın dünyasında özel olarak kurulduğu artık bilinen Taraf gazetesi ve Zaman gazetesi en büyük desteği vermiştir
6. Ergenekon’a “yetmez ama evetçi” dönek solcular en büyük desteği vermişlerdi. Bu kişiler Ergenekon aracılığıyla, “Türkiye’nin bağırsaklarının temizlendiği”ni söyleyecek kadar akıl ve mantık sistemlerini yitirmişlerdi. Bu durum tarihsel açıdan dönek solcular için en büyük utanç kaynağı olmalıdır.
7. Ergenekon, Türk devletinin, emperyal güçler tarafından ele geçirilmesi projesidir. Özellikle TSK’nin çökertilerek, FETÖ sistemi kanalıyla tamamen CIA’nın eline geçmesinin sağlanmasını hedefleyen bir emperyal projedir. 
8. Ergenekon, Türkiye’nin parçalanmasını, bölünmesini temel olarak hedef almıştır.

Ergenekon’un bize öğrettiği en önemli derse gelince :

  • Atatürk’ün aydınlanma devrimlerini ve çağdaşlaşmayı savunan, ulusal çıkarları korumak isteyen aydınlar yetersiz ve örgütlenmeden uzak kaldıkları zamanlarda FETÖ tipi örgütler dış desteği arkalarına alarak her zaman yeniden yaşam alanı bulacaklardır.
    ====================================

    Cumhuriyet Vakfı Başkanı eski bakan, deneyimli yazar – siyasetçi – bilim insanı Sn. Dr. Alev COŞKUN‘u, tarihe not düşen bu önemli belgesel yazısı için kutluyoruz, teşekkür ediyoruz..

    Dr. Ahmet SALTIK
    24.12.2018, Ankara

MUZAFFER ASLA TESLİM OLMAZ!


MUZAFFER ASLA TESLİM OLMAZ!

Naci_Bestepe_portresi

 

Naci BEŞTEPE
E. Tümgeneral

 

 

Muzaffer TEKİN, 1972 Kara Harp Okulu mezunu piyade subayıdır.

72’lilerin gönlünde taht kurmuştur. Hepimiz O’nunla gurur duyarız.

Türk subayında aranan niteliklere fazlasıyla sahiptir. Tam bir kahramandır.

Alçakgönüllüdür.

Vatan, cumhuriyet ve görev aşığı bir Atatürk gencidir.

Beyefendi ve örnek bir eştir.

MUZAFFER’İN ZAFER’İ

1974 Kıbrıs Barış Harekatı’na gencecik bir teğmenken katılmıştır.

Savaşın yıldızlarından biridir.

Herkesin haklı takdir ve övgüsünü kazanmıştır.

Takımıyla birlikte Beşparmak Dağları üzerinde Rumlardan ele geçirdiği tepeye
O’nun adı, “ZAFER TEPE” verilmiştir.

Kurtuluş Savaşımızdaki Reşat ÇİĞİLTEPE gibi vatan toprağından şan almış,
şan vermiştir.

Üstün Cesaret ve Feragat altın madalyası ile ödüllendirilmiştir.

Bu madalya pek çok kişiye verilmiş olabilir ama, O almıştır.

Bu Muzaffer TEKİN’i Türk ulusu unutmayacaktır.

ORDU’YA SADAKAT

Muzaffer, Piyade Okulu’nda görevliyken bir nöbetinde teğmenlerin Tuzla’da çıkardığı olay nedeniyle YAŞ kararı ile yüzbaşı iken re’sen emekli edilmiştir.

Uğradığı haksızlığa karşın hiçbir dönemde, Türk ordusu ve O’nu ihraç eden komutanları hakkında tek olumsuz ifadesini duymadım.

Ordu’ya öylesine sadık bir askerdir.

Yasal mücadeleyi kazanmış, Silivri’de tutuklu iken EMEKLİ ALBAY olmuştur.

EFSANE

Danıştay cinayeti ile ERGENEKON’a bulaştırılmıştır.

Nasıl bir kumpas kurgulandığı daha olay günü Bakan M. Ali ŞAHİN’in
“çok sürprizler göreceksiniz” ve Başbakan’ın “Olayın içinde emekli bir yüzbaşı var” açıklamaları ile belli olmuştur.

Aynı E. Tuğg. Veli KÜÇÜK gibi ondan da efsane bir ERGENEKONCU yaratılmıştır.

Gizli tanıklarla, kanıtsız, vicdansız, hukuksuz.

Torba suçlamalarla.

En ağır cezayı almıştır bu kumpas davasında.

Bir gün eğilmeden, bükülmeden.

Zafer Tepe duruşunu bozmadan.

O’nu iftiralarla suçlayanlar,  yasaları değil talimatları uygulayanlar,
siz de unutulmayacaksınız.

Hukukun ve tarihin kara sayfalarında kalarak.

HİPOKRAT UTANIYOR

Muzaffer 15 Haziran 2007’den beri Silivri’de tutuklu.

Ağustos 2013’ten beri sağlık sorunu yaşıyor.

Beş aydır gitmediği hastane kalmadı.

22 kez değişik yerlerinden (mide, bağırsak, gırtlak…) parça alındı.

“Benim annem pankreas kanseri idi, oraya bakın.” demesine karşın, oradan alınmadı.

“Bir şeyin yok” diyerek cezaevine geri gönderildi.

Geçen hafta ağrıları şiddetlenince Bakırköy Devlet Hastanesi’ne sevk edildi.

Pankreas kanseri teşhisi kondu. Dördüncü evre.

Ne yapılır bu durumda?

Derhal yatırılarak tedavi edilir değil mi?

Hastane baştabibi beyimiz “Mahkum koğuşum yok, yatıramam. Ya kaçarsa!” diyerek hastaneye kabul etmedi.

16 Şubat’ta, Başbakan’ın binlerce metrekarelik yeni bölüm açılışı yaptığı hastaneye.

“Ameliyat için çağırırız. Prosedür böyle” dedi.

Oysa refakatteki jandarma “Ben güvenliği sağlarım” diyor. Sorumluluğu alıyor.

Baştabibe bu durumda ne yemek düşer?

Bu hastaya standart prosedür uygulanabilir mi?

Adam evine gitmiyor ki? Kim bakacak?

Baştabip Doç.Dr. Gökhan Tolga ADAŞ; adından, mesleğinden, doçentliğinden, insanlığından utan!

Hipokrat senden utanıyor.

Tıp tarihinde kara leke olarak yerini aldın, unutulmayacaksın.

MUZAFFER

Herkes Gö.T. ADAŞ değil ya.

Cerrahpaşa Tıp’ın Cerrahi ABD Bşk. hastanın durumunu öğrenir öğrenmez sahiplendi ve tedavi koşullarını yarattı.

İnsanoğlu.

O da unutulmaz.

Aydınlık’ın başlığı da;

“TESLİM OLMA KOMUTAN.”

72’li MUZAFFER asla teslim olmaz.

Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu Sehven (!) Cinayete Kurban Olmak Üzere..

,
Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu karaciğer kanseri ile mücadele ediyor!

Şubat 2009’da cezaevine girdikten sonra Hilmioğlu’nun hastalığı cezaevi şartlarında kontrol altına alınamadı ve hızla ilerledi. Ergenekon davalarında sehven (!) yapılan hataları biliyoruz. Ancak Fatih Hilmioğlu’nun kanser hastası olduğu halde
hala hapiste tutuluyor olması sehven (!) cinayete teşebbüstür.

Ben, sehven (!) cinayete kurban gitmiş bir başka Ergenekon sanığı Kuddusi Okkır’dan bahsetmek istiyorum. Okkır için iş işten geçmiş diyebilirsiniz, ancak Okkır’ın başına gelenlerden alınacak ders Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun hayatını kurtarabilir.

Kuddusi Okkır Ergenekon davasının tutuklu sanıklarındandı. Tutuklandığında sağlığı yerindeydi ancak tutuklandıktan kısa bir süre sonra kansere yakalandı. Gönderildiği hastanede kendisine tam teşekküllü bir hastanede tedavi görmesi gerektiğine dair epikriz raporu verildi. Eşi Sabriye Okkır’ın ve avukatlarının tahliyesi için savcılara, mahkemeye, Cumhurbaşkanı’na yaptığı başvurular sonuçsuz kaldı.

YANIMA ÖLÜYÜ VERDİLER

Kuddusi Okkır hapishanede kendine bakamaz hale gelmişti. Hapishane müdürü onu, Kuddusi Okkır’a bakmaya gönüllü olan Erol Ölmez adında genç bir Ergenekon sanığının koğuşuna verdi. Bu sanık bir süre Kuvayi Milliye Derneği Başkanlığını yürütmüş olan Emekli Albay Fikri Karadağ ile aynı koğuşta kalıyordu. Kendisi de
Kuvayi Milliye Derneği üyesi olan Erol Ölmez, Kuddusi Okkır’ın başına gelenleri duruşmada şöyle anlattı.

“…Kuddusi Okkır’ı yanımıza verdiler, ama ölüyü verdiler yanımıza, canlı bir şey vermediler. Okkır saçı sakalı birbirine karışmış, kirli ve çok hasta haldeydi.
Savcılara defalarca Okkır’ın durumunu anlattım, ‘ bu adamı artık tahliye edin’ dedim.

…Okkır’ın durumuna üzülüyordum, bunun üzerine Savcı Zekeriya Öz‘e sürekli mektup yazmaya başladım. Öz’le görüşebilmek için mektubumda, ‘Çok önemli şeyler anlatacağım. Ek ifade vermek istiyorum’ ifadesini kullandım.

…Zekeriya Öz’ün yanına götürüldüm. Öz’e, Kuddusi Okkır için geldiğimi söyledim
ama Öz beni ciddiye almadı. Bana,
Muzaffer Tekin ve arkadaşlarının neler yaptığını, neler konuştuklarını sordu. ‘Bilmek isteyebileceğim bir şeyler var mı?’ dedi.

‘Bilmek istediğiniz ne olabilir?’ dedim.

‘Ben seni araştırdım, orada burada kalıyormuşsun, mağdurmuşsun. Sende pek bir şey yok. Sen bana yardımcı olursan bir şeyler gelişebilir bugün burada’ dedi.
Ben o anda anladım, bir şeyler var savcıda.

Avukatım o sırada telefonuyla oynuyordu. Bir mesaj geldi. ‘Misafirim gelmiş aşağıya’ dedi, çıktı. Savcı, jandarmaya da, ‘Siz biraz dışarıda bekler misiniz?’ dedi.
Onlar çıkınca, ‘Erol’um’ dedi. O ara çekmecesini açıp evraklar çıkardı.
Alpaslan Aslan‘ı tanıyor musun?’ dedi. Tanımadığımı söyledim.

‘Tanımıyorsun biliyorum, tanıyacaksın’ dedi. ‘Ben şimdi senden bir şeyler isteyeceğim. Sen benim söylediklerimi kendi el yazınla yazacaksın, ek ifade gibi vereceksin.
Sen daha cezaevine varmadan ben seni tahliye ettireceğim.
Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Oktay Yıldırım‘la birlikte olduğunu anlatacaksın. Ben seni tanık korumaya alacağım’ dedi.

Tanık korumanın ne olduğunu sordum. ‘Sen gizli tanık olacaksın’ dedi.

  • Ben tanımadığım insanlar hakkında iftira atacağım… 

Erol Ölmez, kimsesiz diye gariban diye parası, pulu yok diye onursuz bir adam mı?”

Erol Ölmez’in anlattıklarını Fikri Karadağ da doğruladı.
Kuddusi Okkır’ın altını temizlemek zorunda bile kalmışlardı.

ÜSKÜL HAK İHLALİ YOK DEDİ

Sonunda Kuddusi Okkır tahliye edildi ama iş işten geçmişti. Tahliyeden beş gün sonra Kuddusi Okkır Trakya Üniversitesi Hastanesi’nde öldü. Doktorlar sadece uyuşturucuyla ağrılarını azaltabilmişlerdi.

O dönemin Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Üskül, Kuddusi Okkır’ın ölümü ile ilgili olarak, Adalet Bakanlığı’ndan gelen dosyaları incelediğini ve olayda
bir insan hakları ihlali görmediğini söylemiş.

Toplumun vicdanına soruyorum, Kuddusi Okkır öldü mü?
Yoksa bir cinayete kurban mı gitti?  

Kuddusi Okkır için artık çok geç ama Fatih Hilmioğlu’nu kurtarabiliriz.
Eğer
Hilmioğlu Silivri’de ölürse onun sehven (!) cinayete kurban gitmesinden davanın savcıları, yargıçları ile birlikte, ölümcül hastalığı olan tutukluları tahliye etme yetkisi olan Cumhurbaşkanı Gül de sorumlu olacaktır.

A.  Metin Akpınar
Odatv.com,
2.1.13

==================================

Dostlar,

Bu sitede daha önce de yazdık dostumuz, kardeşimiz, meslektaşımız
Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun durumunu / dramını..

Bir kez daha yazalım ilgili yasa maddesini :

Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih
5275 sayılı CMK (Ceza Muhakemeleri Kanunu) md. 16/2’de,
sanığın hastalığı nedeniyle uygulanacak süreç şöyledir:

  • “… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile
  • hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa, cezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”

Madde 16/3, “Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam donanımlı hastanelerin
sağlık kurullarınca düzenlenip Adli Tıp Kurumu’nca onaylanan rapor üzerine
infazın yapıldığı yerin cumhuriyet başsavcılığınca verilir.”

İlgili mahkemeyi, savcılığı, Adalet Bakanlığını ve de özellikle
Cumhurbaşkanlığı makamını iş işten geçmeden İVEDİLİKLE GÖREVE çağırıyoruz..

Cumurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’e çağrımızdır :
Lütfen Fatih Hilmioğlu olayına acilen el koyunuz..

TTB’yi de bu konudaki girişimlerini artırmaya davet ediyoruz..

Fatih Hilmioğlu 17 Nisan 2009’da tutuklanmıştı. 3,5 ay sonra 4 yıl dolacak:
4 yıldır karar ortada yok… Peki kanıtlar toplanmadı mı ki serbest bırakarak yargılanmıyor? Yeter kanıt yoksa neden 4 yıldrı turuklu? Ağır hastalığına
ve bu durumunun kurul raporlarıyla belgelenmesine karşın??
Fatih hoca bu durumuyla yurtdışına mı kaçacak? Yasak koyarsınız..
Gözetim önlemleri alırsınız..
Bu davranış nasıl, neyle adlandırılabilir??

Sevgi ve saygı ile.
3.1.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net