Kategori arşivi: SİZİN İÇİN SEÇTİKLERİMİZ

Bizim yazdıklarımız, oluşturduklarımız dışında değişik kaynaklardan alarak paylaşılmasını uygun bulduğumuz dosyaları içermektedir.

Şimdi Sen Ordu’dan Darbe Dilen Erdoğan !

Dostlar,

Florida Türk Gazetesi yazarlarından Sn. Zahide Uçar’ın 11.9.12’de e-ileti ile ulaşan son derece çarpıcı makalesini paylaşalım :

Okumanızı şiddetle salık veriyoruz.

Şimdi Sen Ordu’dan Darbe Dilen Erdoğan!

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 14.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
============================================================

Zahide Uçar, Florida Türk Gazetesi

Zahide Uçar
Şimdi Ordu’dan Darbe Dilen Erdoğan

http://www.floridaturkgazetesi.com

Suriye Ambalajı Yırtıldı, İçinden Türkiye Çıktı

Acımız büyük. Afyon’da askeri kışlada bulunan mühimmat deposunda meydana gelen patlamada 25 asker şehit oldu. 25 eve ateş düştü. Öncelikle ailesine ve yüreği yanan gerçek vatandaşlarımıza başsağlığı diliyorum.

Patlayan bombalar, C4’ler BOP’nin Ortadoğu’da açtığı savaşın sonuçlarıdır.

Türkiye’yi cephe ülke haline getiren siyaset, ABD ve İsrail çıkarlarına hizmet ederken, Ortadoğu ülkeleri ile beraber Türkiye’nin de kan gölüne dönmesine sebep oldu. Bu durumdan kurtulacak ne akılları, ne birikimleri, ne de bir projeleri var.
Aslında niyetleri de yok diyeceğim de; kendi paçalarını kurtarmak adına bir şeyler yapmak isteyebilirler.

Ülkenin aklı başında kurumlarını bertaraf edince, akil adam olarak da kala kala
Sezen Aksu gibilere kaldılar.
Olmayan fikirlerinden olmayan çözümler üretirken, fona da Aksu’nun; “ah seni yerler” şarkısını koyarsanız çok anlamlı olur(!)..

Şahin avcılar için yırtıcı gözde bir kuştur. Yavru iken alınır, eğitilir. Kuş avlamakta avcı olarak kullanılır. Kuşları, küçük hayvanları avlayıp sahibine getiren şahin,
aslında kendisi sahibinin elinde tutsaktır.

Erdoğan hükümeti avcı kuş görevini yürütürken, içi doldurulup av salonlarında teşhir edilen avcı kuşların durumuna geleceğini hesaplayamadı. Hırs ve nefretleri onları işte
bu bataklığın içine çekti. Suriye’yi avlayıp sahibimize götürelim telaşına düştüler.
Oysa asıl av durumuna düşen Türkiye idi. Beytüşşebap, Şemdinli, Antep ve şimdi Afyon bu durumu açıkça gösteriyor. Tabii görmek isteyen GÖZ varsa(!) ABD ve İsrail’in asıl hedefi Türkiye’dir. O nedenle örtülü operasyonlar yapıldı. Özel Mahkemeler ve basın ayağı olan özel basın, özel aydınlar ile milli güçlerin sindirilmesi planlandı. Silivri, balyoz gibi davalar bu nedenle kuruldu. İlaç sanayi küresel çetelerin eline geçti. Pasif savaştan açık savaşa geçildiğinde elimizde serumun bile olmadığını tıp otoriteleri öylüyor.

Yugoslavya’da aynı süreç yaşandı.

Ülke borç batağına düştü. Sıcak paraya esir edildi.

Şu an Araplardan(Suriye’ye avcı kuş olarak girmemiz için) gelen para dışında sıcak para girişi yok.

Hayvancılık ve tarım bitti.

Başkalarına bereketsiz diye bağıran Erdoğan; Anadolu’nun bereketli topraklarını ekilemez, otlaklarını otlanamaz hale getirdi.Daha 7-8 yıl önce Çankırı’da ekilen buğdayın samanı tarlada kalıp yakılırken, şimdi saman bile yok. Yani sandıklara, kilerlere, tarlalara fareler dadandı.

Bunun anlamı; örtülü savaştan açık savaşa geçildiğinde açız demektir.

Özal’dan başlayarak günümüze kadar, insanların kara gün için sakladığı yastık altları türlü dalavere ile boşaltıldı. Oysa bu birikimler zor günlerde bir mermi, bir silah kadar, bir tas çorba kadar hayati önem taşıyordu.

Eşi, çocuğu ve ana-babasının aç olduğunu bilen askerin savaş direnci kırılır.

Arınç’a yapılmayacak suikastın tezgahı ile ordunun kalbine girildi. Savaş taktikleri öğrenildi. Anadolu’da askerin güvendiği siviller fişlendi. Yani, sıcak bir savaş anında ilk yok edilecek milli güçlerin listesi alındı.

Avcı kuş ayaklarından bağlı bir durumda Suriye’ye doğru kanat çırparken, ajan kuşlar ülkemin en derin yerlerinde patlamalar yapıyor. Sınırların namusu kalmadı. Açık kapılar ülkeyi dingonun ahırına çevirdi.Suriye aslında bir tuzaktı. Suriye üzerinden Türkiye’ye girildi. Bu sözümü de unutmayın. Hırsları ve kinine esir olan Erdoğan, arka penceresi
CIA olan bazı danışmanları tarafından yönlendirilirken, o muhteşem zenginliğinin bedelini bu ülkeye ödetiyordu. İktidarı hep sürecek sandı. Harç bitti, inşaat durdu. Kılıçdaroğlu’na tarikatında öğretilen bir öğreti ile yüklendi: “Bir yere yar olacaksın.” Sana tarikatında; “Obama’ya, Yahudi kuruluşlarına, İsrail’e yar ol” mu dediler?

Erdoğan batağa saplandı.
Türkiye yavaş yavaş yok ediliyor.

Siyasiler ne zaman batağa saplansa, Ordu çekici güç olarak gelirdi. Çekici gücün adı darbedir. Siyaseti bataktan kurtarır, belli süre yasak koyar, sonra da “mağdurlar kisvesi ile affedilerek” serbest piyasaya sürülürdü. (1960 Devrimi farklı tabii…)
Erdoğan 10 yıldır olmayan darbeler ile yatıp, yapılmayan darbelerin mağduriyetini siyasete tahvil etti. Şimdi sıkıştığı bataklıkta “bir darbeye ihtiyaç duyacak kadar çaresiz” duruma düşmesi gerçek bir ironidir. Sanal ekonominin kucağında patlaması korkusunu yaşarken, ülke kan gölüne döndü. Televizyonlardan masallar anlatan Erdoğan, evlatlarını kaybedenler için “cadıya” döndü.

Üzerinden akan kan görünmesin diye de PKK ile kucaklaşan BDP üzerinden aklanmaya çalışıyor. Oysa Erdoğan 10 yıldır BOP eş başkanlığını BDP sayesinde sürdürüyordu.
Yapmak istediklerini BDP söylüyor, halk alıştırılıyordu. Yani BDP AKP’nin mayın eşeği rolünü yerine getiriyordu. Milletin dokunulmazları BDP tarafından patlatılıyor,
AKP sessizce seyrederek halka; “Kızacak bir durum yok, önemli değil.” mesajı veriyordu.
BDP’lilerin PKK ile kucaklaşması nedeni ile sırtına kan bulaştı ise (sanki kan denizinden çıkmışlar da, yeni bulaşmış gibi);

Barzani ile yaptığınız sıra gecesi sizi kan gölünde yüzdürüyor.

Mehmetçiklerin kanı sizin hırs, kin ve nefretiniz yüzünden akıyor.

Gemicikleriniz, gizli kasalarınız, mücevher dükkanlarınız kan içinde yüzüyor.

O zenginliğin bedelini bu millet kanları ile de ödüyor.

Kaldı ki iktidar olan BDP değil, AKP’dir. AKP ve stratejik ortağı BDP
Küresel efendilerinin avcı kuşları…

Ayaklarında küresel efendilerinin tasması, ancak efendilerinin izni kadar kanat çırpan zavallı esirler.

Türk Ordusu’nun vesayetinden şikayet ederken, CIA’nın pençesinde eğitilip, Obama vesayeti (sopası) altında Pentagon’un avcı kuşu olmak…

Afyon’daki patlama bize gösterdi ki, asıl savaş, asıl operasyon Türk Devletinedir.
Türkiye savaşın tam göbeğindedir.

Evlatlarımız yalnızca PKK tarafından değil, ülkemiz üzerinde çıkarları kesişen 7 düvel tarafından şehit ediliyor.

7 düvelin ajanları ülkemizde operasyon yapıyor.

Ülke sanki ajan cenneti(!).. Tehlikesizce görev yapılan bir ülke, yolgeçen hanı.

Ve Erdoğan Ordu’dan darbe dilenecek haldedir.

Ordu darbe yapsaydı, en fazla siyasi yasak gelirdi. AKP ekonomiyi iyi yönetti olurken, Ordu mahvetti denir, Recebim kahraman bile olurdu. Siyasiler gemiyi karaya oturtur,
Ordu yardıma koşardı.

Ordunun ayakları kırıldı.

Siyaset karaya oturdu.

Şimdi sen Ordu’dan darbe dilen Erdoğan.

Bu kan gölünde, şehitlerimizin kanında boğulacaksınız.

Çünkü bu gidişle size asıl darbeyi halk yapacak.

Kaddafi nasıl linç edilirmiş göreceksiniz.

Şehitlerimizin ve birçok masum Müslüman’ın ahı yerde mi kalacak sanıyorsunuz?

Şimdi Özelleştirdiğin Ordu’dan Darbe dilen Erdoğan…

Yoksa sana darbeyi bu halk yapacak.

Sakın durmadan (NON STOP) okyanus aşan uçaklarına güvenme.

Ey Türk Milleti;

ABD adıyla savaşan Küresel şirketler Suriye yanıltması yaratarak aslında Türkiye’ye karşı savaşıyor.

Kör müsün ?

Kelepçenin hesabını soruverin bi zahmet beyler..

Kelepçenin hesabını soruverin bi zahmet beyler..

Tıp Kurumu Genel Sekreteri
Uz. Dr. Ali Rıza ÜÇER

İlhan Selçuk’tan sonraki Cumhuriyet temsilcilerine:
beyler, hanımlar,
arşivlere gidin,
ulusal bayramlarda, Çankaya Belediye Başkanı
Prof. Dr. Muzaffer Eryılmaz’ın yazılarına bakın,
ikinci sayfanızda..

Susmayın, susmayın,
sonra Cumhuriyet mitinglerine bakın,
Tandoğan’a, Çağlayan’a, Gündoğdu’ya..

Uğur Mumcu,
arşivler konuşuyor diyordu hatırlıyor musunuz?

heeey!,
hatırlıyor musunuz?

Muzaffer Eryılmaz, binlerce Cumhuriyet gazetesi alıp dağıtıyordu başkentte beyler, hatırlıyor musunuz?

Bir zahmet Uğur Mumcu’nun ağabeyi Ceyhan Mumcu’ya sorun beyler..

Susmayın,susmayın ne olur…

Zira susarsanız, sıradanız beyler…

Kelepçenin hesabını soruverin bi zahmet beyler..

Dr. Ali Rıza Üçer
13.9.12, Ankara

Kılıçdaroğlu: Afyon patlaması %99,5 sabotaj!

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Afyonkarahisar’da 25 askerin şehit olduğu patlamada sabotaj var” iddiasının arkasında durdu. (AA, 9,9,12)

Yüzde 99 demiyorum, yüzde 99,5

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında, Afyonkarahisar’daki patlamanın ardından olayın kaza olduğu yönünde açıklamalar yapıldığını söyledi. Bir süre sonra Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun da bir açıklama yaptığını dile getiren Kılıçdaroğlu, şöyle konuştu:

“Sanki Türkiye’nin Orman Su İşleri Bakanı değil de Pakistan’ın Çevre Orman Bakanı’ymış gibi. ‘Pakistan’da, Hindistan’da bunlar olabilir, sizin ülkenizde de olabilir’ gibi. Bu kadar ciddiyetsiz, bu kadar sorumsuz bir Hükümet olabilir mi? Sonra ne oldu? O da kaza olduğunu söyledi. ‘Herhalde bir el bombası düşmüştür ve patlama olmuştur’ dedi. Vali açıklama yaptı, Bakan açıklama yaptı, Belediye Başkanı açıklama yaptı, hepsi olayın kaza olduğunu söylediler. Başbakan bir şey söyledi mi? Hayır. Çünkü onun da kafasında bunun kaza olarak topluma enjekte edilmesi vardı. Sonra ne oldu? Sayın Genelkurmay Başkanı gitti, gazeteciler ısrarla sordu, ‘Her şey ortada’ dedi. Her şey ortadaysa 9 Eylül’de Sayın Başbakan’a bir soru sordum, ‘Her şey ortada ise bu ülkenin insanları doğru bilgi edinmek istiyorlar, niçin açıklamıyorsunuz, hangi gerekçeyle açıklama yapmıyorsunuz, bunları yapın.’ Açıklama yapıldı mı? Hayır yapılmadı.”

Açıklamalar üzerine medyanın yayınlarına uzmanları çıkardığını belirten Kılıçdaroğlu, çıkan tüm uzmanların bunun kazadan çok bir sabotaj olabileceğini ifade ettiklerini söyledi. Bir tek aksi görüşte olan uzman çıkmadığını savunan Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti:

“Ne oldu, sayın Başbakan çıktı, ‘Siz ocağına ihanet ediyorsunuz, sabotaj demekle’ diye çok ağır bir dille suçladı. Kaza diyene bir şey demiyor, sabotaj var diyene büyük bir haksızlıkla yüklendi. Vali kimin emrinde Hükümet’in. Belediye başkanı, o da kaza diyor, Veysel Eroğlu zaten hükümetin bir parçası. Onlar toplumu bir kaza varmış, kaza olmuş gibi algılamak ve beslemek istiyorlar. ‘Ne olacak canım, kaza oldu, takdiri ilahi’ Ne oldu 25 şehit verdik, bu 25 şehidimizin hesabını kim verecek.
Kimse vermedi.”

Hükümetin söylediğine güvenmediklerini ifade eden Kılıçdaroğlu,

Hükümet yalan üreten bir hükümettir, doğruları kendi halkından saklayan bir hükümettir, yalan üzerine ülkeyi neredeyse savaş noktasına getiren bir hükümettir.” değerlendirmesinde bulundu.

Suriye’de bir Türk uçağının düştüğünü anımsatan Kılıçdaroğlu, Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriye’de uçağının düştüğünü Suriye açıklama yaptıktan sonra öğrendiğini savundu. 2 pilotun şehit olduğunu hatırlatan Kılıçdaroğlu, düşen uçakla ilgili bugüne kadar kamuoyuna doyurucu bir açıklama yapılmadığını ileri sürdü.

Uludere’de 34 kişinin yaşamını yitirdiği olayla ilgili ilk bilgilerin de yabancı haber ajanslarından alındığını iddia eden Kılıçdaroğlu,

“Türkiye’de kimse konuşmadı. Böyle bir hükümete dünyada rastladınız mı?
Afrayla tafrayla gezmesini bilirler, halkın algısını değiştirmesini bilirler,
halkın önüne çıkıp demokrasilerde olması gereken hesap vermesini bilmezler.” dedi.

‘Yalandan iktidar olunmaz, iktidar güç işidir’

Kendilerinin hesap sormak istediğini ancak suçlu pozisyonuna düşürülmeye çalışıldıklarını savunan Kılıçdaroğlu, şunları kaydetti:

“Senin demokrasi algın, kültürün yetersizse bunun kabahati ne zamandan beri muhalefet partisinde oluyor? O kadar ki, Uludere olayında ısrarla ‘istihbaratı kimden aldın?‘ diye sorduk. Bugüne kadar Hükümet’in bir açıklaması oldu mu? Hayır. Biz yüklendikten sonra bir bakanları çıktı açıklama yaptı. ‘Öldürülenler teröristtir’ diye. Sayın İdris Naim Şahin, bizim şu sorumuz da yanıtsız kaldı :

‘Siz AKP Hükümeti olarak mademki bunlara terörist dediniz, neden Parlamentodan özel bir yasa çıkarıp bunların ailelerine aylık bağladınız?’ Ne zamandan beri Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, terörist ailelere aylık bağlamaya başladı? Bunun da hesabı yeteri kadar sorulmadı, bunun da hesabını soracağız. Halkımın düşünmesini istiyorum, şapkasını önüne koyup düşünmesini istiyorum. Yalandan iktidar olunmaz, iktidar güç işidir. İktidar yönetme işidir. Sorunları önceden görüp önlem alma işidir iktidar.”

Kendisinin anamuhalefet partisi lideri olduğunu vurgulayan Kılıçdaroğlu,

“Bana her yerden bilgi gelir. Bırakın bilgi gelmeyi en yetkili insanları ararım ve konuşurum ‘nedir bu olay’ diye. Nasıl medyaya çıkan uzmanlar ‘Bu bir sabotajdır’ diye söyledilerse ağırlıklı olarak, bana da bilgi veren tüm uzmanlar ağırlıklı olarak

‘Bu bir sabotajdır’ dediler.

El bombası yere düşecekmiş de patlayacakmış cephanelik… Askerlik yapan herkes
bunu bilir, milleti kandırmasınlar. O açıdan söylüyorum.

Bana gelen bilgiler olayın sabotaj olduğu yönündedir, ağırlıklı olarak.
Hatta birisi aynen şunu söyledi; ‘%99 bile demiyorum, %99.5 dedi. (Cumhuriyet portalı, 11 Eylül 2012)

25 yalan

Rıza Zelyut

25 yalan

25 canımız daha gitti.

Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar; demişler ya…
Analar ağlar ağlar, kahrolur; siyasetçiler nutuk atar.

‘Her türlü soruşturma yapılacak!’ denilir. ‘Hesabı sorulacak!’ diye yalan söylenir.
Ama ölenler ölür; çünkü onlar sıradan insanların çocuklarıdır.
Kalan sağlar; bizimdir; çünkü kalanlar da zengin takımının çocuklarıdır.
Tabii ki kalanlar; özel tarlalarda özel gübrelerle yetiştirilen natürel ürünler olduklarından onları korumak gerekiyor.
Damızlık olarak da bunları kullanmak isteyebilirler ileride.
Hitler’in Almanya’da yetiştirmek istediği ‘Ari ırk’ gibi bizde de zengin çocuklarının damızlık olarak kullanıldığı bir özel ırk yetiştirmek düşünülebilir.

Kim mi düşünür?

Siyasetçi olarak seçeceğimiz postmodern Hitlerler…
Bunun için özel çiftlikler kurulabilir.
Karpuz yetiştirir gibi orada üstün insanlar yetiştirilir.
Dinine bağlı, yöneticisine bağlı, Amerika’ya bağlı…

Diğerleri mi?
Bir kısmı ‘Sen Kürtsün; senin Kürt sorunun var!!’ denilerek kışkırtılır.
Bir bölümü de bunların üstüne salınır. ‘Öldürün birbirinizi!’ denilir.

SÖKÜN RÜTBELERİNİ

Afyon’da cephanelik havaya uçuyor. Orada bulunan bakan çıkıp hemen fetvayı veriyor:

-Tümüyle kaza!

Bakan yalnızca bakıyor.
‘Ne söylemeliyim ki, bundan hükümet zarar görmesin!’ derdinde.
Oraya birisinin el bombası atmadığını nereden biliyorsun Veysel Bey?

-Efendim bu bombalar 1935’ten kalma. Metal yorgunu…

Kıvırdıkça kıvırıyorlar…

Eğer böyle bir feci olay Amerikan ordusunda olsa idi…
Şu an ABD Genelkurmay Başkanı çoktaaan istifa etmişti…

Biliyorum ki, bizim Genelkurmay Başkanı Necdet Özel istifayı aklına bile getirmez.
Başbakan Erdoğan da kendi paşasının istifasına izin vermez.
Nasıl olsa Türkiye’de böyle faciaların hesabını iktidardan soracak bilinçli bir halk yoktur.

Millet; birtakım adamların hatalarından doğan ölümleri de ‘Kaza’ der;
‘Kader’ der sindirir.

Ama bu ‘kaza ve kader’in neden hep sıradan insanların çocuklarını vurduğunu;
niçin seçkinlerin çocuklarına bu ‘kaza ve kader’in dokunmadığını düşünmez.

Çünkü 1300 senedir, din adamı görüntülü mollalar, Müslümanları böyle kandırmışlardır:

‘Kaza ve kader Allah’tandır!’

Siyasetçilerin pisliğini temizlemek için…

Madende patlama olur onlarca insan can verir. Tedbiri ihmal eden zihniyet; ‘Kaderlerinde bu varmış!’ diyerek ölümü kutsar.

Yok canım! Sen aptallık yap; cephaneliğini koruma; patlat;
sonra da ‘Bu Allah’ın takdiridir!’ diyerek suçu Allah’a yık.

Bu ülkeyi yönetenler; işletmelerin başında bulunanlar;
cephanelikleri koruyanlar suçlu değildir da Allah suçludur.

Ama yeter. Hiç değilse bu cephanelikte görevli subayların rütbeleri sökülmelidir.

ERGENEKONCULAR OLMASIN

Eğer iktidarın PKK ile görüştüğü 2010’larda böyle bir patlama olsa idi;
yandaş başın başlığı çoktaaan atmıştı:

‘Ergenekon cephaneliğe sızdı!’

Hemen orada görevli subay ile Ergenekoncu ilan edilen askerler arasında bağlantı kurulur; İnternet’e de bir ses kaydı konulurdu:

‘Halkı hükümetin aleyhine harekete geçirmek gerekiyor. Bunun için büyük bir patlama yapmak lazım. Cephaneliklerden birisi patlatılırsa bu hükümet devrilir.
Böylece Ergenekon soruşturması da durdurulur.’

Ve ertesi gün yandaş medyada yeni başlıklar atılırdı:

‘Ergenekon’un hain planı 25 askerimizin hayatına mal oldu.’ (!)

‘Cephanelik Ergenekoncuları kurtarmak için patlatılmış.’ (!)

İşin içine CHP de sokulurdu ki, filmin öyküsü iyice heyecanlandırılsın.

Afyon’da Kurtuluş Savaşı’nın yapıldığı yerde kanı eski şehitlerimizin kanına karışan yeni şehitlerimiz!

Hakkınızı helal edin bizlere. Çünkü layık olamıyoruz sizlere…

Kürt Sorununu Çözmek…

Dr. Alev COŞKUN
Eski Turizm Bakanı

Kürt Sorununu Çözmek…
(Cumhuriyet 05.09.2012)

AKP dış politikası, öyle bir izlenim veriyor ki Türkiye Cumhuriyeti, Tahran, Irak merkezi hükümeti ve Şam ekseninin karşısında “stratejik bir tehdit” ekseni oluşturan bir konuma düştü. PKK’nin bu durumlardan yararlanmasına vesile oldu, örgütte yeni bir hareketlenme başladı.

Adına “Kürt”, “terör” ya da “Güneydoğu” sorunu deyiniz, Türkiye’nin uzun yıllardır süren bir sorunu var. PKK ile Türkiye Cumhuriyeti’nin sivil, asker tüm unsurları arasında 1984 yılında başlayan çatışma sürüyor ve 28 yılını doldurdu. Bu çatışma ya da “alçak yoğunluklu stratejik savaş” kimi zaman çok alt düzeylere indi, kimi evrelerde ise üst düzeylere tırmandı.

Örneğin 1999 yılında, Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi sonunda, PKK tek yanlı ateşkes dönemine girdi ve terör olayları hemen hemen yok olma noktasına geldi.Özellikle 2003’te ABD’nin Irak’a askeri güçle girmesinden sonra, PKK terörü yeniden yükselişe geçti. Kuzey Irak’ta kendisine dost bir bölge ve güç yaratmak isteyen ABD’nin uyguladığı politikalar sonunda PKK’nin Kuzey Irak’taki varlığı korumaya alındı. PKK, 1999’da ara vermek zorunda kaldığışiddet eylemlerine 2004’te yeniden başladı.

O günden bugüne kadar geçen 8 yıllık sürede, AKP iktidarının aldığı çelişkili kararlar, PKK için yeni zeminler yarattı, yeni fırsatların doğmasına vesile oldu. Malatya-Kürecik üssünün kurulması İran’ı tedirgin ederken, Suriye’ye karşı uygulanan politikalar Güneydoğu sınırlarımızda yepyeni kargaşaların zeminini yaratırken, PKK için yepyeni fırsatların da doğmasına neden oldu. Son 6 aydır, Suriye’deki karmaşa ve Ankara’daki siyasal iktidarın özellikle “Müslüman Kardeşler’le dayanışma” izlenimi veren Suriye politikaları PKK’de yeni bir hareketlenmeye neden oldu.

Davutoğlu liderliğindeki AKP dış politikası, öyle bir izlenim verdi ki Türkiye Cumhuriyeti, Tahran, Irak merkezi hükümeti ve Şam ekseninin karşısında“stratejik bir tehdit” ekseni oluşturan bir konuma düştü. PKK’nin bu durumlardan yararlanmasına vesile oldu, PKK’de yeni bir hareketlenme başladı.

PKK’nin 23 Temmuz’da Şemdinli’ye saldırması, orada mevzi tutmaya bir özerk alan yaratmaya çalışması, iki gün önce Beytülşebap kaykamamlığını ele geçirmek isteyişi, bölgede süreklilik kazanan bir savaş ortamı yaratıyor.

Sonuçta AKP hükümetince uygulanan politikalar PKK’ye büyük fırsatlar sunmaya başladı. Türkiye doğuda İran’a, güneyde merkezi Bağdat hükümetine ve Suriye’de Şam yönetimine karşı izlenen politikalar üzerinde yürürken, onların da kendilerini korumak için ellerindeki hazır güç PKK’yi kullanmalarının, dış politik koşulların doğasına aykırı gelmediğinin bilinmesi gerekir.

Şemdinli’den sonra Foça’da, daha sonra da Gaziantep’te ve Beytülşebap’ta “icra edilen” operasyonlar tesadüfi değildir. Sivil ölümlere de neden olan bu saldırıları bir taşeronluk olgusu içinde ve bu geniş tablo çerçevesinde değerlendirmek gerekir.

Sorunun çözümü

30 yıldır süren PKK terörü konusunda herkes bir çözüm önerisinde bulunuyor. Kimisi “âkil adamlar” diyor, kimisi “Meclis toplansın” diyor, Batı dünyası da “bir çözüm üzerinde uzlaşın” diyor.

Kimisi, üniter yapı korunsun, ama Kürt sorunu çerçevesinde özgürlükler genişlesin diyor. Oysa PKK ve Kürt sorununun TBMM’deki temsilcisi niteliğindeki BDP, Güneydoğu’da 8-10 ilin kendilerine verilmesini istiyorlar ve bunu artık açık bir söylemle ortaya getiriyorlar.

Özerk bir bölge, bağımsız bir meclis kurmayı ve bu bölgede tüm doğal kaynakların yönetiminin kendilerine devredilmesini istiyorlar. Bunun anlamı, Türkiye parçalanmalı, işte o zaman PKK ortadan kalkar diyorlar.
Türkiye’den koparılmak istenen bu bölgenin doğal kaynaklarına bakmak gerekir. Geçenlerde, Hakkâri ilinde önemli oranda petrol kaynakları bulunduğunu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız açıkladı.

Ancak hemen ardından, bu önemli kaynakların PKK yüzünden işletilemediğini ve değerlendirilemediğini belirtti. Enerji Bakanı’nın bu açıklamasına hemen kızıp, sert yanıtlar vermemeliyiz. “Nasıl olurmuş, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içindeki bir bölgede T.C. nasıl sondaj yapamıyor, nasıl o kaynakları işletemiyor?” diyerek celallenmemeliyiz.

Doğal kaynaklar ve sorular

Tersine bunun nedenleri üzerinde durmalıyız. Şimdi aşağıdaki sorular önemlidir ve bizi ciddi bir analize götürür.

• Kuzey Irak özerk bölgesi neden kuruldu?
• Kuzey Irak özerk bölgesindeki doğal kaynakların denetiminde merkezi Irak hükümeti neden etkin olamıyor?
• Kuzey Irak bölgesinden çıkan petrolün Bağdat merkezi yönetiminin etkisi dışında Türkiye üzerinden dışa açılmasının nedenleri nelerdir?

Hemen ardından da şu soruyu sormalıyız:

• Türkiye’nin sahip olduğu doğal kaynakların yoğun olduğu Güneydoğu coğrafyasında her gün çoğalan terör olaylarının bu doğal kaynaklarla bağlantısı var mıdır?
Bu bağlamda, özellikle bu coğrafyanın TC Merkez Hükümeti yerine uluslararası büyük finans merkezlerinin denetimine girmesi yönünde Kuzey Irak’taki Kandil’in rolü var mıdır?

Yukarıda belirtilen bu bağlantıların terör olaylarındaki etkisi nedir?
Tüm bu sorular, gerçekçi olarak yanıtlanır ve analiz edilirse, “Kürt sorunu” ya da “Güneydoğu sorunu”nun çözümünde TC, PKK, BDP’nin dışında uluslararası aktörlerin etkileri kabul edilecektir.

Bu sorunun (Kandil, PKK, Kuzey Irak gibi) temelinde, Batılı devletlerin PKK’ye ve kadrolarına silah, lojistik ve siyasal destek sağlayan politikaları gözden uzak tutulamaz.

30 yıldır çözülemeyen PKK ve terör tablosuna, şimdi bu önemli doğal kaynakların denetimi yanında, doğudaki İran’ın ve güneydeki Suriye’nin milli çıkarları da girmiş bulunuyor.

Türkiye daha çetin günlere doğru gitmektedir. Her kesimin Türkiye’nin ulusal çıkarlarına sahip çıkması ve duyarlı olması gerektiği çok kritik bir dönemden geçiyoruz.

AKP’NİN DE, PKK’NIN DA SİYASETİNİ AYAĞA KALKMAMAK ÜZERE TARİHTEN SİLECEĞİZ

Erdal Sarızeybek

BU AKP’NİN DE, BU PKK’NIN DA SİYASETİNİ
BİR DAHA AYAĞA KALKMAMAK ÜZERE TARİHTEN SİLECEĞİZ.

Değneksiz köy sandılar Anadolu’yu; birer birer evlatlarımızı vuruyorlar, gidenimiz bir daha dönmüyor.

Anadolu’yu sahipsiz sandı bu alçaklar; köy basıyorlar, ilçe basıyorlar, karakola saldırıyorlar,
bomba atıyorlar, mayın döşüyorlar, yolgeçen hanı sandı bu hainler, kirletiyorlar bu kutsal toprakları.

Unuttular, Anadolu’nun Anası’nı unuttular, öfkesini unuttular, sandılar bu ANA uykuda, sandılar vazgeçer evladından ve toprağından, yok öyle bir şey; eller yürekte, eller duada, yüzleri hınç bürümüş, bir adım ileri atmaya bakar bu iş, bir adım atıp ayağa kalkmaya bakar bu iş, ayağa kalkıp siyasetini de, örgütünü de
elinin tersiyle itmeye bakar bu iş.

Anadolu’ya çıkacağız, Anadolu Anası’nın elini öpmeye gideceğiz ve bize hainlik edenleri anlatacağız huzurda. Anamız’ın hayır duasını alacağız ve adım adım yola koyulacağız Anadolu’da. Gün bugündür, bu AKP’nin de, PKK’nın da siyasetini devirip geçeceğiz, öyle ki bir daha ayağa kalkamayacaklar, Anadolu’ya göz koymaya bir daha
cüret edemeyecekler.

GÜN BUGÜNSE EĞER BİZİMLE BİRLİKTE GELİN!
BİR ŞEY YAPMALI DİYORSANIZ EĞER BİZİ DESTEKLEYİN!

Halk desteği olmadan bir şey olmaz, Anadolu’nun Anası destek vermeden bu ülkede yaprak bile kıpırdamaz! O halde ilk yapmamız gereken Anadolu’da halkımızın huzuruna çıkmak, siyaset yapmadan vatanımızı ve çocuklarımızı bekleyen tehlikeleri ona anlatmak, kurtuluş için yardım ve destek istemek! Mustafa Kemal kurtuluş savaşında ne yaptı; analarımızın elini öpüp bir çift çorap, bir çift çarık, bir çift çamaşır istemedi mi askerlerimiz için!

Anadolu’ya çıkacağız; Canik, Ilgaz, Köroğlu Dağları’na gideceğiz, durmayacağız Torosları aşıp Erciyes’e, Karacadağ’a çıkacağız, onları da aşıp Munzur, Palandöken’e, Cudi, İkiyaka, Leylek, Balkayalar, Erek, Tendürek ve Ağrı’ya çıkıp Anadolu’yu selamlayacağız ve oradan Yunt Dağları’na, Murat, Yıldız, Emir, Aydın, Kaz, Menteşe’ye, Türkmen Dağları’na gideceğiz. Halkımıza gideceğiz halkımıza, köyde kentte, dağda yolda, halkımıza gideceğiz, tehlikeleri anlatacağız, kuruluş için yardım ve destek isteyeceğiz.

Bu ülkede halkımızın destek vermediği bir iş olmaz, bir siyaset yapılmaz, bir yola çıkılmaz, vatan tehlikedeyse eğer buna halkımız karar vermeli, kurtuluş için bir adım ileri atılacaksa eğer buna da halkımız karar vermeli! İnanınız tehlikeyi bir görsün halkımız, öyle feverana gerek yok, o ne yapacağını bilir ve desteği ile hem vatanımızı ve hem de çocuklarımızı kurtarır, bundan emin olunuz!

Diyorlar ki, “efendim, makarna alıyor, satıyor” bu doğru değil. Diyorlar ki “efendim, bir kilo bulgur, bir sana yağ, bir pirinç işi bitiriyor” doğru değil, bunlar doğru değil!’ Halkımız vatanını satmaz ve çocuğunu ateşe atmaz, yeter ki tehlikeyi görsün ve anlasın! Bakın bakalım bir etrafınıza kim gitmiş de halkımıza tehlikeyi anlatmış; kim gitmiş Şemdinli’ye, Kiraz’a, Saray’a, Çemişkezek’e, kim gitmiş Kofçaz’a, Yayladağı’na, kim gitmiş Gökçeada ve Aralık’a, Bayburt’a, Derecik’e kim gitmiş, gidip de halka tehlikeyi anlatmış, destek istemiş ve de yalnız kalmış! Türk tarihi böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir, Türk tarihinde tehlikeyi gören halkımızın bu uğurda yola çıkanları tek başına bıraktığı görülmemiştir!

GÜN BUGÜNSE EĞER BİZİMLE BİRLİKTE GELİN!
BİR ŞEY YAPMALI DİYORSANIZ EĞER BİZİ DESTEKLEYİN!

Ne yapmalı diyorsanız eğer yolumuz açıktır:

En yakın sivil ya da siyasi teşkilatlara gidiniz; siyasi partiler, dernekler, vakıflar, ocaklar, barolar, odalar, borsalar, aklınıza ne gelirse, halkımıza ulaşacak, onları davet edecek ve bu amaçla uygun bir salon ya da yer bulacak teşkilatlara gidiniz.

Ben Erdal Sarızeybek, her an, her zaman Anadolu’nun her köşesine, Trakya, Avrupa ve dünyadaki tüm kardeşlerimizin yanına gitmeye hazırım. İnandığınız, halkımızı etnik ve dinsel temelde ayrıştırmayacak aksine birleştireceğine inandığınız, halkımızı siyasi çekişmelere düşürmeyecek ama bizi ve çocuklarımızı bekleyen tehlikeleri açık açık anlatacağınıza inandığınız kişileri “konferans, panel, miting, gösteri”
gibi demokratik zeminde kullanabileceğimiz ne haklarımız varsa, kullanınız ve davet ediniz.

BİZİ HALKIMIZLA BULUŞTURUNUZ!

Bir talebimiz yok, sadece bizi halkımızla, sizlerle buluşturunuz, bırakınız bir de biz anlatalım, halkımıza, size açık açık ülkemizde neler oluyor, böyle giderse neler olacak, bir de biz anlatalım.

Ekranların karartıldığı ve gerçeklerin söylenmediği Türkiye ortamında böylesi bir etkinlik bizi halkımıza ulaştıracak ve gerçeği doğrudan ona anlatmamızı sağlayacaktır. Eşinizi, çoluk ve çocuğunuzu alın, annenizi, babanızı, ninenizi, dedenizi alın, komşularınızı, bakkalı, apartman görevlinizi alın ve gelin, inanın başaracağız ve hala tehlikeyi görememiş insanlarımıza ulaşacağız. En büyük gücümüz siz halkımızdır!

Bu ortamda başvurmamız gereken en kesin ve güvenilir yol budur; doğrudan size, halkımıza gitmektir, zaten fakiriz, masrafı yok bu işin, parası yok, sadece yürek isteyen bir iş ki o yürek zaten hepimizde var, en güçlüsü ve sağlamıyla var. O halde yüreğimizle yola çıkalım, başaracağız!

Diyeceğim o ki; bu AKP siyasetini de, bu PKK siyasetini de bir daha ayağa kalkmamak üzere tarihten sileceğiz.

Diyeceğim o ki; içine düşürüldüğümüz tehlikelerden el birliği ile, birbirimizden destek alarak kurtulacağız
ve çocuklarımıza huzurlu ve güvenli bir ülke bırakacağız.

Diyeceğim ve Allah’tan dileğim o ki; bize şehitlerimizin emaneti olan bu kutsal topraklarımızı ve çocuklarımızı bekleyen tehlikeleri birlikte yok edelim, sonra huzur içinde vadesi geldiğinde son nefesimizi verelim, yeter ki onlar güvende olsun, başka bir dileğimiz yoktur!

Bir şey yapmalı diyorsanız eğer, şimdi yapınız, iş işten geçmeden, bu ağır sorumluluğun bedelini çocuklarımız ödemek zorunda kalmadan şimdi yapınız ve bizi sizle, halkımızla buluşturunuz, gün işte bugündür!

Vatanı sevmek kolay değil, fedakârlık ister!

Erdal Sarızeybek
8.9.12

İSTANBUL BAROSU: SUSMAYACAĞIZ, BOYUN EĞMEYECEĞİZ, BİAT ETMEYECEĞİZ!

Dostlar,

İstanbul Barosu’na gönülden desteğimizi açıklıyoruz.
Değerli Başkanı Sn. Doç. Dr. Ümit Kocasakal’ın kişiliğinde Yönetim Kurulu’na teşekkür ediyoruz.
Yurtsever ve onurlu duruşlarını atkdir ve alkışla karşılıyoruz..
Evet, ozan Adnan Binyazar’ın dizesiyle;

“Tarihin en son yerinde, son sözü hep direnenler söyler”.

Açıklamaya tümüyle katılıyor;
ülke yöneticilerini geldiğimiz kritik aşamada bir vicdan muhasebesi yapmaya çağırıyoruz.

Geç kalmadan..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 7.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

İSTANBUL BAROSU’ndan :

YENİ ADLİ YILDA DA SUSMAYACAĞIZ, BOYUN EĞMEYECEĞİZ, BİAT ETMEYECEĞİZ !

Bugün, bir adli yıl daha başlıyor!

Ne yazık ki, bu adli yıla;

· yargının tümüyle siyasal iktidarın denetimine girdiği,
dahası güç ve iktidar mücadelelerinin arenası durumuna getirildiği,
· hiçbir yurttaşın hukuk güvenliğinin kalmadığı,
· güvence olması gereken yargının hak ve özgürlükler için en büyük tehdit
ve tehlike haline geldiği,
· hukukun en temel ilkelerinin sistematik olarak çiğnendiği,
· “özel” yargı ve yargılamalarla hukuk birliğinin yok edildiği,
· adil yargılanma hakkının ortadan kaldırıldığı,

bir ortamda girmekteyiz.

Bu koşullar altında adli yılın, “adil” bir yıl olmayacağı, olamayacağı açıktır. Kuşatılmış olan yargının, “tutsak” edilmesinden sonra sıranın barolara, avukatlara geldiği anlaşılmaktadır. Avukat ve barolar “hiçleştirilmek” istenmekte,
savunmasız, avukatsız bir yargı düşlenmektedir.

Bu hukuksuzluklarda katkısı olanlar ya da boyun eğenler tarihin yargısından, vicdanlarından ve aynalardan kaçamayacaklardır.

Elbette biz avukatların pek çok mesleksel sorunu bulunmaktadır.
Bu sorunların çözümü konusundaki girişimlerimiz ve kararlılığımız artarak sürdürülecektir. Ancak hiçbir mesleksel sorunumuz meslek onurumuzdan, hukuk devleti
ve hukukun üstünlüğü amacımız ve mücadelemizden daha önemli ve öncelikli değildir.

Bilinmelidir ki biz avukatlar; boyun eğmeyen, biat etmeyen bir tarihsel mirası genlerimizde taşımaktayız. Bizlerin hiç “efendileri” olmadı ve olmayacaktır.

İstanbul Barosu olarak, bugüne dek olduğu gibi, bundan böyle de her koşul altında
meslek onurumuzu, yurttaşlarımızın hak ve hukukunu korumayı, hukuksuzlukları izlemeyi, hukuk devleti ve demokrasi mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz.
Bu uğurda her türlü bedeli ödemeye hazırız.

Aynı biçimde Cumhuriyetin kuruluş felsefesi ve değerlerini, Atatürk ilke ve devrimlerini, vatanın bölünmezliğini, tekil (üniter) devleti koruma ve kollama bizim için bir
namus ve vatan borcudur. Bu borcu da ödemeye devam edeceğiz.

Hukuksuzluklara karşı susmayacağız, boyun eğmeyeceğiz, biat etmeyeceğiz.

“Tarihin en son yerinde, son sözü hep direnenler söyler”.

Henüz son sözümüzü söylemedik !…

Yurttaşlarımıza saygı ile duyurulur.

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI
6 Eylül 2012

ABD ile ilişkilerimiz..

Dostlar,

İzmir’den Canerhan Tipi dostumuz,

“SON ÇALIŞMAM AMERİKA” diye çok değerli bir belgesel ppsx dosyası yolladı..

“CIA başkanı çuvalcı general Petraus’un ikide bir Ankara’ya damladığı şu günlerde
ben de Amerika ile ilişkilerimizi bir gözden geçireyim dedim…

“Amerika” adlı powerpoint çalışmamı ve de Youtube üzerindeki video linkini takdim ediyorum ekte…

Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete…

Esenlik dileklerimle…” demekte..

Sayın Canerhan Tipi’ye nitelikli emeği ve paylaşımı için teşekkür borçluyuz..

İzlenmesi çok yararlı olacak bir görsel..

Lütfen tıklar mısınız ??

Amerika

veya

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 7.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Ali Serdar Bolat’ın derlemesi : Terör Örgütü ile ne konuşacaksınız??

Dostlar,

Ali Serdar Bolat’ın derlemesi : Terör Örgütü ile ne konuşacaksınız??

Paylaşmak istedim hiç dokunmadan..

Bolat’ın kendine özgü bir yazım biçemi (üslubu) var.

Koyu, altı çizili, farklı renklerde..

Hiç ellemek istemedim.

Bu yüzden de pdf olarak sunuyorum.

Önemlidir, okunmalıdır..

Doğu Perinçek ve Onur Öymen’in son derece yerinde irdelemelerini ve sorularını içeriyor..

Kısa bir bölüm :

– Amerika’dan izin almaya gerek duymadan Kuzey Irak’taki Kandil merkezli kampları
yok etmek,
– Güneydoğu’da sıkıyönetim – OHAL ilanı,
– İran-Irak-Suriye yönetimleri ile de işbirliği yaparak Barzani bölgesine
sıkı bir ambargo uygulamak suretiyle Barzani’yi “Bağımsız Kürdistan” kurma
hayalinden vaz geçirmek.

İşte reçete bu.

Ama bunun için de, ülkenin başında, Amerika’nın Büyük Kürdistan kurma planına bağlı bir hükümet değil,
ülkenin bütünlüğünü sağlama hedefine bağlı bir hükümet, yani milli bir hükümet olması gerekir.
Bu milli hükümet, Amerika’nın, Avrupa Birliği’nin, Sosyalist Enternasyonal’in, Barzani’nin feryatlarına
kulaklarını tıkayarak bu önlemleri hayata geçirecektir.

Lütfen tıklar mısınız??

Ali_Serdar_Bolat_derleme_5Eylül2012

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 6.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Bizden olanlar…

Prof. Dr. SELÇUK EREZ
www.selcukerez.com

Bizden olanlar…

Eskiden de söylerdi:

– En üst belirleyici İslamın ilkeleridir. Her şey ona göre belirlenir.

– Referansım İslamdır!

Geçenlerde de söyledi:

– Arakan Bölgesi’nde yaşanan insanlık dramına sessiz kalamayız.

Müslümanların katledilmesine, tehcirine uluslararası toplum seyirci kalmamalı!
Referansımız belli bir inanç sistemi olarak tanımlanınca, kimin yardımına koşacağımız, kimlerin felaketine “geçmiş olsun!” demekle yetineceğimiz de belirlenmiş olur; böylece, sadece sınırların ötesinde değil, yurtiçinde de kimin bizden olduğu, kimin de olmadığı da saptanmış olur.

Bizden olmayanı kim, nasıl tanımlar? Bizden olmayanı aslında biz tanımlarız, kendimizi tarif ederek tanımlarız:

“Gülliver’in Seyahatleri” romanında Liliputlular, katı yumurtaların, kalın uçlarından kırılması gerektiğini savunurlar. Böylece, bunun tersini, yani yumurtaların, sivri uçlarından kırılması gerektiğini savunan “Blefuscu”lar, hemen “öteki” oluverirler.
İnsan gruplarını kim, neden birbirlerinden ayırmak, uzaklaştırmak ister?

İnsanlar değil, onları bir arada, güdümlerinde tutmak isteyen güçlüler,
cemaatlerini yitirmemek, ardından gidenlere fire verdirmemek için yapar bunu.
İktidarda olan, kendisini tanımladığında, bize, “Bana bak, işte böyle olmalı” mesajını her gün, felakete uğrayanlara yardım ederken, üniversitelere cami yapılmasını önerirken, yılbaşı kutlamalarına karşı olduğunu açıklarken vb.
değişik şekillerde tekrar ettiğinde; halkın önemli bir bölümünün kendi ülkelerinde yabancılaşmasına, ötekileşmesine yol açar!

Ortaçağda ve öncesinde belki yararlı olan bu ayrışım, bugün ne sağlar?

Zarar verir.

Bu, çağımızda iyice kavranmış, yönetenlerin laik davranmaları, topluma durmadan
“ben böyleyim, böyle olunmalı!” mesajı verilmemesi, farklı olanın öteye itilmemesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

“Hem laik, hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın, ya laik. İkisi bir arada olunca ters mıknatıslanma yapar. Mümkün değil, ikisi bir arada olamaz.”
diyen bunu pek anlamış sayılmaz.

Bu şekilde konuşuldukça, kendini böyle tanımlamayı sürdürdükçe,
“Ben yalnızca bana oy verenleri değil hepsini temsil ediyorum.” sözleri lafta kalır.
Şu farklı gruba, değişik inanç sahiplerine davulla, zurnayla açılımlar düzenlemek de gösteriden öteye geçmez, yurttaşlarının önemli bir bölümünü giderek yabancılaştırmış olursun.

Bu demokrasi ile bağdaşmaz, bugün tarifine uymayanların, yarın böyle tariflerin
ne kadar yanlış olduğunu anlayacakların senden uzaklaşmalarına yol açar.

Bu da aslında memleket için pek fena olmaz! l

(Cumhuriyet PAZAR Dergi 02.09.2012)