Kategori arşivi: Hekim Saltık

Dr. Nevzat Eren 16. Ulusal Halk Sağlığı Sempozyumu gerçekleşti: Sistem Sorunu Olarak Aşı

Dr. Nevzat Eren 16. Ulusal Halk Sağlığı Sempozyumu gerçekleşti: Sistem Sorunu Olarak Aşı

(AS: Bizim kapsamlı irdelememiz yazının altındadır..)
16’ıncısı düzenlenen Dr. Nevzat Eren Ulusal Halk Sağlığı Sempozyumu, “Bir Sistem Sorunu Olarak Aşı” başlığıyla Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde gerçekleşti.

25 Mart 2017, http://haber.sol.org.tr/toplum/dr-nevzat-eren-ulusal-halk-sagligi-sempozyumu-gerceklesti-bir-sistem-sorunu-olarak-asi-190401
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Halk Sağlığı Kolu ve Ankara Tabip Odası (ATO) tarafından 16’ıncısı düzenlenen Dr. Nevzat Eren Ulusal Halk Sağlığı Sempozyumu,
“Bir Sistem Sorunu Olarak Aşı” başlığıyla Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde gerçekleşti.

Prof. Dr. Nevzat Eren’in eşi Gönül Hatay Eren ve Prof. Dr. Necati Dedeoğlu tarafından yapılan iki açılış konuşması ile başlayan sempozyum (AS: Kurultay), sağlık emekçileri ve öğrencileri tarafından izlendi. İlk oturum ATO Genel Sekreteri Dr. Mine Önal’ın başkanlığında yapıldı.

Prof. Korkut BORATAV: SAĞLIK SORUNU SİSTEM SORUNUDUR

“Türkiye’nin 24 Ocak 1980 Sonrası ve Öncesi İktisadi Yapısının Karşılaştırılması” başlıklı bir konuşma yapan Korkut Boratav, sağlık sorunlarının bir sistem sorunu olarak ele alınması gerektiğinin altını çizerek sözlerine başladı. Sağlıkta neoliberal dönem öncesi ve sonrası olarak bir ayrımın yapılması gerektiğini belirten Boratav, daha önce elde edilen kazanımların çok büyük mücadelelere ve dünyanın yüzünün sola dönük olmasına bağlı olduğunu vurguladı.
12 Eylül darbesinin Türkiye’nin sola yönelmesinin önüne kalıcı bir engel olarak çıkarıldığını
ve bu tablonun sağlık sorunlarından bağımsız olmadığının altını çizerek sözlerini tamamladı.

Daha sonra Prof. Dr. Feride Aksu Tanık, “Türkiye’de Aşı Üretiminin Kısa Tarihçesi ve Aşı Üretiminin Dinamikleri” başlıklı bir konuşma yaptı. Konuşmasında aşının gelişim öyküsü ile Türkiye’nin siyasal ve iktisadi ortamı arasında bağ kuran Tanık, aşıların git gide uluslararası tekellerin ve onların yerli işbirlikçilerinin insafına terk edildiğini ve sağlığın piyasalaştığı dönemlerde aşının büyük bir pazar haline gelmeye başladığını belirtti.

KÜBA’NIN BAŞARISI

İkinci oturum Prof. Dr. Erhan Nalçacı’nın başkanlığında gerçekleşti. “Küba’da Toplumsal Yapı ve Sağlık” konulu bir konuşma yapan Doç. Dr. İlker Belek, sosyalist devrimlerin kamulaştırma, eğitim ve sağlık atılımları ile yaşama geçtiğini ve Küba’nın bugünkü başarılarının bu atılımlara bağlı olduğunu belirtti. 1976 Anayasası ile sağlık hizmetinin Küba’da eşit ve parasız bir şekilde sunulmasının devlet güvencesi altına alındığını söyleyen Belek, Küba’nın kendi gelir diliminde ya da kendisiyle aynı coğrafyadaki ülkeler arasında 1. olduğunu ve bunun ağır ABD ablukasına karşın yaşama geçen çok büyük bir başarı olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı.

Ardından Dr. Akif Akalın “Küba’da Aşı Üretiminin Tarihçesi” başlıklı bir konuşma yaptı. Konuşmasında, devrim öncesi dönem ile devrim sonrası dönemi karşılaştıran Akalın, Küba’da devrimden sonra kurulan pek çok kurumun ve bilimsel merkezin biyoteknoloji üretimi konusunda çok aşama kaydettiğini vurguladı. Bunların yanında Küba’da toplumun sağlık hizmetlerine katılımının çok önemsendiği ve Küba’nın bugün bütün zorluklara ve ablukaya karşın 68 ülkeye 50 biyoteknoloji ürünü ihraç ettiği belirtildi. Akalın, Küba’nın sağlık alanındaki başarılarının Fidel Castro’dan ayrı düşünülemeyeceğini söyleyerek sözlerini tamamladı.

YOKSULLAR AŞISIZ KALABİLİYOR

Üçüncü oturum Prof. Dr. Levent Akın başkanlığında yapıldı. Aşı konusunda Türkiye’deki yasal düzenlemeler, aşının izlediği yollar ve sorumlu yetkili kurullar hakkında genel bilgiler içeren bir konuşma yapan Akın, ardından sözü “Aile Hekimliğinde Güncel Aşılama Verileri Gerçeği Ne Kadar Yansıtıyor?” başlıklı sunumu için Dr. Mehtap Türkay’a bıraktı. Türkay, Türkiye’de aşılamanın tarihçesinden söz ederek başladı ve Sağlık Bakanlığı verilerine göre  aşılama oranlarında Türkiye’nin pek çok gelişmiş ülke ile aynı düzeyde olduğunu vurguladı. Ancak bu verilerin, doğru aşılama yöntemlerinin uygulanmaması nedeniyle aslında bilimsel açıdan doğru olmadığı belirtilirken, pek çok yoksulun hiç aşılanmayabildiği vurgulandı. “Sağlıkta Dönüşüm” projesi ve performans sistemi nedeniyle aşılanmayan çocukların da aşılanmış gibi gösterilebildiğini belirten Türkay, bunun yanında pek çok çocuğun da kayıtsız olduğu için aşılanamadığını söyledi.

AŞIYI KABUL ETMEMEK, ÖZGÜRLÜK OLABİLİR Mİ?

Ardından Dr. Olgu Nur Dereci ve Emine Topçu tarafından “Aşıyı Kabul Etmeme Özgürlüğü Kabul Edilebilir mi?” başlıklı bir konuşma yapıldı. Emine Topçu, aşı reddinin bir sistem sorunu olduğunu vurgulayarak sözlerine başladı ve bu konuda ortaya atılan pek çok hurafenin tabloyu daha da kötüleştirdiğini vurguladı. Aşının otizme yol açtığı iddiasını taşıyan ve daha sonra yalan olduğu ortaya çıkan bir makale ile aşı reddinin gündeme geldiğini ve tüm dünyada yayıldığını belirten Topçu, dinci gericiliğin burada çok önemli bir rol oynadığını belirtti.
Aşı redinin  bireysel özgürlükler alanında görülemeyeceğinin vurgulandığı konuşma, Dr. Olgu Nur Dereci tarafından yapılan ve sağlık çalışanlarının konumunu anlatan bir sunum ile sürdü. Anayasa Mahkemesi’nin aşıya zorlamanın hak ihlali olduğu kararının vb. uygulamaların hekim/hasta karşıtlığını körüklemeye ve toplumun çıkarlarının birey çıkarlarının karşısında olduğu inanışını yaygınlaştırmaya yaradığının altını çizen Dereci’nin ardından yeniden sözü alan Topçu, aşı reddinin bu düzen içinde kaçınılmaz bir sonuç olduğunu belirtti ve aşının bir meta olmaktan çıktığı, sağlığın piyasa olmadığı yeni bir düzen kurulması gerektiğini söyleyerek sözlerini sonlandırdı.
=============================
Dostlar,

Halk Sağlığı bilimleri emekçisi” merhum ağabeyimiz – hocamız – mücadele önderimiz,
dava arkadaşımız Prof. Dr. Nevzat Eren’in sevgin (aziz) anısına 16. sı düzenlenen bu önemli bilimsel toplantıyı web sitemizden duyurmuştuk..
(http://ahmetsaltik.net/2017/03/22/dr-nevzat-eren-ulusal-halk-sagligi-sempozyumu-16-25-mart-2017/)
Kurultayı sabahtan akşama dikkatle izledik, çok yararlandık. Biz de 2 kez söz alarak katkı sunduk. Özelikle, bizim de mezunu olduğumuz Mülkiye’nin (Ankara Üniv. Siyasal Bilgiler Fak.) duayen iktisat hocası Prof. Korkut Boratav’ın 24 Ocak 1980 öncesi ve sonrası Türkiye’nin iktisadi yönlendirilmesini karşılaştırması, Kurultaya gerçek bir zemin ve çerçeve sağladı. Boratav hoca, kedisinin de 12 Eylül 1980 darbesiyle üniversiteden atıldığını, 5 yıl kadar sonra haklarını alabildiğini, şimdiki tablonun daha ağır ve açıkça hukuk dışı olduğunu belirtti. Hukuk savaşımının gecikmeli de olsa başarılacağını vurguladı. Türkiye’de Cumhuriyetçi blokun gerici – dinci bloktan daha güçlü olduğunu, önemli olanın Cumhuriyetçilerin örgütlü birlikteliği olduğunun altını çizdi. 16 Nisan halkoylaması dayatmasının da böylelikle savuşturulabileceğini özellikle belirtti. Arada, kendisiyle iki Mülkiyeli olarak ayrıca sohbet etme olanağı bulduk.

Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasanın  13. ve 17. maddeyi gerekçe göstererek zorla aşı yapılamayacağına 148. maddeye göre yapılan 2 bireysel başvuru nedeniyle hükmetmesinin üzerinden 2 yıla yaklaşan zaman geçmesine karşın Sağlık Bakanlığının neden Yüksek Mahkemenin gerekçesi doğrultusunda tek maddelik bir yasal ekleme yapmamasının kabul edilemeyeceğini biz vurguladık. Kararın hukuka uygun olmadığını, halk / kamu sağlığı açısından ciddi sakıncalar doğurabileceğini, dar normatif – pozitivist bakışın hatalı sonucu olduğunu gerekçeleriyle açıkladık. Örn. Anayasa md. 56 ve 90 açıkça gözardı edilmişti..

  • Sağlık Bakanlığını hızla 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Yasasına bir madde ekleyerek,
    yasal norm yokluğuna dayalı” Anayasa Mahkemesi kararının gereğini yerine getirmeye çağırdık, çağırıyoruz. Tersine davranışın kabul edilemeyeceğini ve gecikmenin gerekçesini anlayamadığımızı, bu yönetim – siyaset etiği sorunun – ciddi kusurunun kabul edilemeyeceğini, ağır kamusal sorumluluk, salgınlar ve ölümler doğurabileceğini… ısrarla vurguladık, bir kez daha vurguluyoruz!

Sorunu daha önce de işlemiştik :
http://ahmetsaltik.net/2016/10/30/ttb-zorunlu-asi-sorunu-yeniden/

Ayrıca bu bağlamda hazırladığımız kapsamlı bir dosyayı da paylaşalım (24 sayfa, 598 KB) :
Anayasa_Mahkemesi_ASI_karari_irdelemesi_AHMET_SALTIK

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı, AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Dr. Nevzat EREN Ulusal Halk Sağlığı Sempozyumu-16; 25 Mart 2017

Prof. Dr. Nevzat EREN

Ulusal Halk Sağlığı Sempozyumu-16; 25 Mart 2017

Sevgi ve saygı ile. 22 Mart 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Prof.Dr. Rasim Adasal’ı Anma Toplantısı

Prof. Dr. Rasim Adasal
Anma Toplantısı

Dostlar,

Prof. Adasal Ankara Tıp’ın ve Türkiye’nin efsane psikiyatri hocalarındandır. Ankara Tıp’ta Psikiyatri Kliniğinin kurucusu olup, 1982’de aramuzdan ayrılmıştı. Prof. Adasal, Tıbbiyeye ek olarak Psikoloji eğitimi de almıştır. ‘‘Modern Normal ve Anormal Psikoloji”, adlı yapıtı klasiklerdendir ve bizin tıp öğrenciliğimizde – asistanlığımızda elimizden düşmezdi.

O’nu anmak çok öğretici ve vefa dolu bir davranış olacak..

24 Mart 2017 Cuma, saat 13:30 – 17:00
Ankara Üniv. Tıp Fak. Cebeci Hast. 50. Yıl Anfisi

Sevgi ve saygı ile. 22 Mart 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

19. Halk Sağlığı Kongresi’nden “Barışa Köprü”

19. Halk Sağlığı Kongresi’nden
“Barışa Köprü”

19. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi’nde, barış içinde yaşamanın sağlığın olmazsa olmaz koşulu olduğu vurgulandı. Halk sağlığı emekçilerinin ve geliştirilecek sağlık politikalarının barışın sağlanması ve sürdürülmesi çabalarıyla nasıl daha etkin olabilecekleri tartışıldı.
“Halk Sağlığı, Barışa Köprü” temasıyla düzenlenen 19. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi Antalya’da devam ediyor. 15-19 Mart tarihleri arasında düzenlenen kongrenin açılış konuşmasını yapan, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Türkan Günay, dernek olarak 1988 yılından bu yana düzenlenmekte oldukları kongrenin bu seneki temasını içinde bulunduğumuz coğrafyada etkili olan savaş, çatışmalar ve göçün
yol açtığı sağlık sorunları
nı gözeterek belirlediklerini ve bunu yaparken Dünya Sağlık Örgütü’nün 1998 yılında kullanmaya başladığı “Halk sağlığı barışa köprü” sloganından esinlendiklerini belirtti.

Savaş ve çatışmalar

Birbirine sıkı sıkıya bağlı olan yaşam hakkı ile sağlık hakkının korunmasının, Halk Sağlığı Uzmanlarının öncelikli konusu olduğunu belirten Günay’a göre; “Savaş ve çatışmalar ekonomik ve sosyal açıdan yıkıma ve insanların yaşam alanlarında tahribata yol açarak, beslenme, barınma, eğitim, güvenlik, sağlıklı bir çevrede yaşama gibi sağlığın sosyal belirleyicilerini son derece olumsuz olarak etkiliyor. Bu arada uluslararası hukuk ve etik kurallarına aykırı bir biçimde sağlık hizmetleri de hedef alınabiliyor, dolayısıyla sağlık hizmetlerine erişim aksayarak, olanaksız hale gelebiliyor.”

“Savaş gerçeği ve barış”

19 Mart 2017 pazar günü  sona erecek olan kongrenin 1. gününde “savaş gerçeği ve barış”,  siyasi ve ekonomik boyutları, öznel ve toplumsal temelleri ve halk sağlığının barışa nasıl köprü olabileceği temaları çerçevesinde tartışıldı. Savaş dönemlerinde yaşanan insan hakları ihlalleri ve etik sorunlar, barışın inşasında epidemiyoloji konularında sunuşlar gerçekleştirildi.

Savaş ve çatışmaların önlenmesini, barışın korunması ve yeniden oluşturulmasını halk sağlığı uzmanlarının ilgi alanında gören yaklaşım çerçevesinde  kongrede, savaş ve çatışmanın yol açtığı beden ve ruh sağlığı sorunlarının yanı sıra, Suriyeli göçmenlerin sağlık hizmetlerine erişimi ve sağlık sorunları, savaşın yarattığı ekolojik sorunlar, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet, akran zorbalığı, iş kazaları ve işçi sağlığı, cinsel istismar, kadına yönelik şiddet karşısında acil servis çalışanlarının tutumları, kadın araştırma görevlilerinin maruz kaldıkları ayrımcılıklar gibi disiplinlerarası araştırma konusu çok sayıda bildiri sunuldu.

Barış gazeteciliği

Savaşın etkilerini değerlendirirken kullanılacak yöntemsel yaklaşımlar ve raporlar, halk sağlığı eğitiminde savaş ve barış gibi konularda atölye çalışmaları gerçekleştirildi. Ayrıca, üretim ilişkileri ve emek süreci açısından savaşın rolü ve etkilerinin yanı sıra, savaşın önlenmesi ve barışın sürdürülebilmesi açısından önemli olan barış gazeteciliği konularında iki konferansa da evsahipliği yaptı.

Ortak vurgu

Gerçekleştirilen sunumların ve tartışmaların birleştiği nokta, sağlığa hastalıkların olmadığı bir durum olarak değil; fiziksel, psikolojik sağlığın sürdürülebilmesi için gerekli çevre, beslenme ve barınma koşulları içinde, adil bir ücret karşılığı çalışma koşularının sağlandığı dinamik bir süreç olarak yaklaşılmasıydı.

Bu çerçevede de, barış içinde yaşamanın sağlığın olmazsa olmaz bir koşulu olduğu vurgulandı. Halk sağlığı emekçilerinin ve geliştirilecek sağlık politikalarının barışın sağlanması ve sürdürülmesi yönündeki çabalarıyla nasıl daha etkin olabilecekleri tartışıldı.

Günün programı

Kongre, 19 Mart 2017 pazar günü, savaşın başlıca risk altındaki grupları oluşturan kadınlar ve çocuklar, engelliler, savaşın ruh sağlığı üzerindeki etkileri konularındaki sunuşlarla devam edecek.

Nükleer Savaşın Önlenmesi için Uluslararası Hekimler (IPPNW) Almanya temsilcisi, Angelika Clausen tarafından gerçekleştirilecek, “Sağlık aracılığıyla barış: Barışa hekimlerin katkısı” başlıklı konuşması ile de sona erecek. (SA/YY)

Kongrenin programına buradan ulaşablirsiniz.
=============================================
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Halk Sağlığı Uzmanları Derneği 19. Ulusal Halk Sağlığı Kongresini tamamlandı. Yukarıda, BIANET’te yer verilen bir özeti paylaştık..

Derneğimizin web sitesi olan www.hasuder.org adresinden daha çok bilgi sağlanabilir.

Sevgi ve saygı ile. 20 Mart 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı – AÜTF Halk Sağlığı AbD
Halk Sağlığı Uzmanları – HASUDER Üyesi, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Stockholm’de kızamık salgını

Stockholm’de kızamık salgını…
Sağlık kuruluşları alarma geçti

Stockholm’de son günlerde baş gösteren kızamık salgını sağlık kuruluşlarını alarma geçirdi.

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Halk Sağlığı Merkezi salgının göçmenlerin yoğunlukta yaşadığı Järva semtinde başladığını, yayılmasından endişe ettiklerini açıkladı. Yapılan açıklamaya göre şu ana dek 3 yetişkin ve 7 çocukta kızamık hastalığı tespit edildi.
Kızamık salgınının yaygınlaşmasının özellikle Somalili aileler arasında kızamık aşısının otizme neden olduğu söylentisinin etkili olduğunu düşündüklerini belirten Halk Sağlığı Uzmanları, ailelere çocuklarına derhal aşı yaptırma çağrısında bulundular.

Halk Sağlığı Merkezi normal hedeflerinin nüfusun %95’ini kızamık hastalığına karşı aşılamak olduğunu belirtmelerine karşın, ailelerin aşıdan kaçınmaları nedeniyle bu oranın Järva semtinde %70’te kaldığını açıkladı. Merkez yetkilileri bölgedeki göçmen dernekleri ile birlikte Somali dilinde hazırlanan görsel ve yazılı bilgilendirme kampanyasını yaygınlaştırmak için yoğun bir çalışma yürütüyor. (Cumhuriyet, 18.3.17)
==================================
Dostlar,

Umarız Türkiye için bu olay ders olur.
Stockholm, 9 milyon nüfuslu bir ülkenin (İsveç) başkentidir ve bu kentte yaşayan göçmenlerin sayısı herhalde Türkiye’de yaşan 3 milyonu aşkın Suriyeliden çok değildir! Bu göçmenlerin 2011 ilkbaharından bu yana Türkiye’de yüz bini aşkın çocukları olmuştur ve bu çocuklar 0-6 yaş diliminde olup Kızamık bakımından da tehlike altındadırlar.
Yine biliyoruz ki, İsveç’in yerleşik göçmenlerinin yaşam ve hijyen koşulları bizdekilerden iyidir. Yine de Kızamık salgını çıkmıştır Stockholm gettolarındaki Müslüman Sudanlıların çocuklarında! Üstelik kayıtlara göre %70 aşılama oranı söz konusudur.
Bir olumsuz söylem, “otizm riski” çok az eğitimli insanların kafasını bulandırmıştır.
Bu çok küçük riske karşın, şimdi kızamık ölümleri ve çok ağır komplikasyonu olan
SSPE hastalığı ile yüzyüzedirler..
Türkiye’de 2 aile çocuklarına aşı yaptırmak istememiş ve konu Anayasa Mahkemesine dek gitmişti. AYM ise anababaların itirazını yerinde görerek, zorla aşı yaptırılamayacağını, zorlamanın hak ihlali olacağına karar vermişti. AYM’nin gerekçesi Anayasanın 13. maddesi bağlamında zorunlu aşı için (Çiçek dışında) YASAL düzenleme bulunmayışı idi. Sağlık Bakanlığı ise neredeyse 2 yıldır bir yasal düzenleme yaparak çocukluk çağı aşılarını zorunlu duruma getirmedi..
Ülkemiz için büyük bir risktir bu durum. Salgın çıkmaması için risk altındaki kitlenin %85’inin biyolojik olarak aşı ile bağışık (dirençli) kılınması gerekmektedir. Kağıt üstündeki kayıt rakamlarının bir değeri yoktur. Aslolan Gerçek Biyolojik Bağışıklıktır (Real Biological Immunisation). Bu değerin %85’i aşması gerekir ki, bulaşıcı hastalık sınırlı kalarak
salgın yapamasın.. Gerçek Biyolojik Bağışıklık için gerekli aşağıdaki 5 koşulun her birinin
ayrı ayrı %95 düzeyinde yerine getirildiğini –iyimser bir senaryo olarak– varsayarsak;
şaşırtıcı biçimde, Gerçek Biyolojik Bağışıklık düzeyinin çarpıcı derecede aşağılara düştüğünü görebiliriz..

1. Aşının kuramsal bağışık yanıt oluşturma gücü (potensi)
2. Aşılanan risk altındaki duyarlı kesim oranı
3. Aşılananların bağışık yanıt verme gücü (beslenme vb.)
4. Aşının fabrikadan kişiye yapılana dek soğuk zincir koşulları
5. Aşının uygulama hataları (doz, emilim, polio aşısı sonrası tükürme/emzirme vb.)

Gerçek Biyolojik Bağışıklık =  .95 x .95 x .95 x .95 x .95 = %77,4!

Görüldüğü gibi, 5 koşuldan her birinde %5’lik “küçük” bir firenin bile birleşik (kümülatif) etkisinin hızla büyüdüğü ve Gerçek Biyolojik Bağışıklık düzeyinin %77’lere düştüğü izlenmektedir. Bu değer, salgın eşiği olan %85‘in altındadır, açıkçası salgın riski varlığı anlamına gelmektedir.
Ülkemizde TNSA 2013 verileri ile 0-6 çocuklarımızın %9,5’inde ağır – süregen beslenme yetersizliği (bodurluk!) vardır. Aşı reddi ve yukarıda listelenen öbür etmenler de dikkate alındığında, Türkiye için, aşıyla korunulabilir bulaşıcı hastalıklar açısından hatırı sayılır bir
bulaşıcı hastalıklar salgını riski söz konusudur.
Halen Sağlık Bakanlığı aşı programında 13 aşı söz konusudur.

İvedi çağrımızdır                    :

  • Sağlık Bakanlığı derhal tek maddelik bir yasal düzenleme ya da tercihan 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Yasasında bir değişiklik ya da madde eklemesi biçiminde yasal düzenleme önerisini Bakanlar Kurulu eliyle TBMM’ye sunmalıdır..
  • 2 yıla varan bir gecikme söz konusudur ve aşı dışında kimi zorunlu koruyucu sağlık hizmetlerinin de reddi biçiminde bilim dışı – kabul edilemez başkaca “genişleyen red” davranışlarının belirmesi sakıncası vardır..
  • Hemen, daha çok gecikmeden.. Bedeli ağırdır ve bu yüzden bulaşıcı hastalık salgınları çıkması, masum bebek ve çocuklarımızın ölümüdür..
  • Sorumlusu doğrudan AKP iktidarı ve Profesör çocuk hekimi Sağlık Bakanı olacaktır.

Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 18 Mart 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ANKARA TABİP ODASI 14 Mart Haftası Etkinlikleri : 9-25 Mart 2017

ANKARA TABİP ODASI 14 Mart Haftası Etkinlikleri :
9-25 Mart 2017

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası’nın geleneksel 14 Mart Tıp Haftası kapsamındaki varsıl etkinlik posteri yukarıda.. Şölen gibi…
Katılınması, desteklenmesi, paylaşılması ve de toplumumuza yararlı olması,
değer katması dileğiyle paylaşıyoruz..

Ankara Tabip Odası başkanı sevgili dostumuz Prof. Dr. Vedat Bulut öncülüğünde
emek veren – vereceklere içtenlikle teşekkür ederiz..

Sevgi ve saygı ile.
09 Mart 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Tabip Odası Üyesi. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Ankara Tabip Odası : “Asbest Kanıtlandı; Yetkilileri Göreve Davet Ediyoruz!”


“Asbest Kanıtlandı, Yetkilileri Göreve Davet Ediyoruz!”

Ankara Tabip Odası : 
“Asbest Kanıtlandı; Yetkilileri Göreve Davet Ediyoruz!”

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

Ankara Tabip Odası, Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, Meclis’te 8 Mart 2017 günü asbestli Havagazı Fabrikası’nın yıkımına ve asbest ölçüm raporlarına ilişkin basın toplantısı düzenledi. Havagazı Fabrikası’nda MTA’dan gelen raporla asbestin varlığının kanıtlandığını belirten meslek odaları yöneticileri ve CHP Mv. Murat Emir yetkilileri göreve davet etti. Basın toplantısına Ankara Tabip Odası yönetimi adına Başkan
Dr. Vedat Bulut ve Mimarlar Odası Ankara Şubesi adına da Namık Kemal Kaya katıldı.

Bölgede Asbestsiz Alan Yok

Halk sağlığı ve işçi sağlığının tehlikeye atıldığına dikkat çeken Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Vedat Bulut “Yıkımın ilk çalışmaları sırasında iş ve  işçi güvenliği açısından işçiler için gerekli önlemler alınmamış, iş sağlığı ve güvenliği yönetmeliğine uyulmamıştır. Bizlerin uyarılarından sonra birtakım tedbirler alındı” dedi. İşçiler için bir arındırma kabini olmadığını dile getiren Dr. Bulut sigara içen işçilerin 50-90 kat daha olumsuz etkilendiğini belirtti. Çevre sakinlerinin sağlığı için asbestli yıkım yapılırken bölgenin karantinaya alınması gerektiğini kaydeden Dr. Bulut “Asbestli atıkların yok edilmesiyle ilgili danışmanlık ve denetim hizmetlerini yürüten kamu kuruluşu TÜBİTAK MAM Endüstriyel Hizmetler Biriminden yararlanabilirler. Bu şekilde de toplum sağlığını tehdit etmeden söküm yapmak mümkün. Gerekli tedbirler alınmazsa rüzgar çıktığında ve hafriyat devam ettiğinde tehlike olacaktır.” dedi.

“MTA raporlarında da Asbest tespit edildi”

Mimarlar Odası Ankara Şube Sekreteri Namık Kemal Kaya yaşanan süreci şöyle özetleyerek

“ATO ile sürece tanıklık ettik ve yıkım sürecine dair fotoğrafları çektik. Herhangi bir önlem alınmadığını gördük” diye konuştu. 27 Şubat’ta yıkım devam ederken yabancı bir firmaya analiz yaptırdıklarını belirten Kaya “Analizlerde fabrika çevresinde en tehlikeli asbest türü amfibol belirlendi. Bu sonuçla mahkeme başvurduk ve yürütmeyi durdurma kararı aldık.
27 Şubat’ta aldığımız yedek örnekleri bir gün sonra Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü’ne de gönderdik. Sonucu 7 Mart’ta çıktı. Ne yazık ki MTA raporlarında da asbest tespit edildi. Büyükşehir Belediye başkanı yürütmeyi durdurma kararını aldığımız tarihten sonra ve yıkımı durdurduktan sonra 3 Mart tarihinde MTA’ya katı numuneler göndermiştir, bu katı numuneleri nereden almıştır, bunları açıklasın. Konunun takipçisiyiz. Sonuçları ve yürütmeyi durdurma kararını aldıktan sonra kendisi ve ilgili kurulları hukuka taşıdık. Hukuksal süreç sürüyor.” dedi. 

Ankara’da çevre felaketi yaşanıyor

CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, Ankara’da 10 gündür bir çevre felaketi yaşandığını vurgulayarak, sözlerine şöyle devam etti:

“Ankara Büyükşehir Belediyesi bu olay başlamadan binanın asbestli olduğunu biliyor ve o işi ona göre ihale etmiş durumdadır. Belediyenin asbest sökümüne ilişkin herhangi bir tedbir almadan binayı izole etmeden yıkım yaptığını gördük. İşçilerin maskesi yoktu, karantina önlemi alınmamıştı. Belediye Başkanı ‘Asbestli alana girmedik. Asbest boruların içinde binaların sökümünü yapıyoruz’ dedi. Asbest, boruların ve kazanların dışında olur, tuğlaların içinde olur. Çünkü buralarda izolasyona ihtiyaç vardır. 80 yıllık bir bina olduğu için borular, kazan dairesi her yer asbest ile doludur. Bu borular bütün binayı çevrelemektedir. Asbestli binaya balyozu vurduğunuz anda asbesti dışarı atmış olursunuz. Baskılarımız, meslek odalarının duyarlılığı ve medya desteği sonucu Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, binanın asbestli olduğunu kabul ederek, yıkımdan 7 gün sonra izole etme yoluna gitti.”

Yetkilileri sorumlu olmaya davet eden Emir, “Bakanlıkların bu işe el koyması lazım.
Gökçek konuyu siyasallaştırarak sıyrılmaya çalışıyor. Gökçek’in bu işi yapamadığı anlaşılıyor. Anneler çocuğum niye asbest soluyor diye soruyor.
Yetkilileri sorumluluk alamaya, Gökçek’i de istifaya davet ediyorum.” dedi.
****
MTA Raporu da Asbesti Doğruladı

Ankara Tabip Odası ve Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’nün asbestle ilgili raporunu açıkladı. 350 ton asbestli malzeme olan Havagazı Fabrikası’nın hiçbir önlem alınmadan 25 Şubat’ta yıkılması sonrasında yüzey ölçümleri yaptırarak asbesti tespit ettiren ve konuyu yargıya taşıyan Ankara Tabip Odası ve Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin çapraz sorgu için numuneleri gönderdikleri Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’nün raporu da açıklandı; rapor, asbestin varlığını ve çevreye yayıldığını kanıtladı. Rapora dair ilk bilgi Hacettepe Üniversitesi ve Türk Toraks Derneği’nin 7 Mart Salı günü düzenlediği ‘Kentsel Dönüşüm ve Asbest Tehlikesi’ başlıklı panelde açıklandı.

Ankara Tabip Odası ve Mimarlar Odası Ankara Şubesi panelde MTA raporunun da Havagazı Fabrikası çevresinde asbestin varlığını ve çevreye yayıldığını tespit ettiğini bildirdi. Asbestli yıkım yapılmadığına dair ifadelerin doğru olmadığını iki raporla bilimsel olarak kanıtlanmış olduğunu vurgulayan meslek odaları, MTA raporunun, uzman değerlendirmeleriyle ayrıntılı
olarak kamuoyuna açıklanacağını ve mahkemeye de sunulacağını kaydetti. (AS: sunuldu..)
===================================
Dostlar,

Bu konuda birkaç yazıya web sitemizde yer verdik ve uzmanlık alanımızla doğrudan ilgisi nedeniyle yorum, öneri ve katkılarımızı da yazdık..
İdare (Ankara Büyükşehir Belediyesi) kurumsal olarak, Başkan İ. Melih Gökçek ise kişisel olarak ağır hizmet kusuru işlemişlerdir. Hatta Ceza Yasası kapsamında suçtur eylemleri.
Savcılığın harekete geçme görevi vardır.

Bir de merakımız var : Böylesi ağır bir hatayı AKP’li olmayan bir belediye yapsaydı, üzerine hışımla giderek en ağır yaptırım olarak görevden alıp “kayyım atama” kaç saat sürerdir??

Boşuna mı söyleyip yazıyoruz yıllardır :

  • AKP sağlığa zararlıdır!

    Yazıklar olsun.. İyi ki Ankara Tabip Odası, Mimarlar Odası, Çevre Mühendisleri Odası,
    sınırlı da olsa basın… ve yargı hala ayakta ülkemizde..
    TEK ADAM REJİMİ olsaydı ne olurdu acaba??

16 Nisan 2017 günü “HAYIR” oyu vermek kaçınılmaz bir insanlık görevi olmuştur!

Sevgi ve saygı ile. 14 Mart 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

 

ŞEHİR HASTANELERİ SEMPOZYUMU

ŞEHİR HASTANELERİ SEMPOZYUMU

ŞEHİR HASTANELERİ SEMPOZYUMU

Bilkent ve Etlik Şehir Hastaneleri Vesilesiyle, 11 Mart 2017 – Ankara

TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve Ankara Tabip Odası,13 Ocak 2016’da “Mimarlar ve Doktorlar Entegre Sağlık Kampüslerini Masaya Yatırıyorlar-
Sağlıkta Dönüşüm / Entegre Sağlık Kampüsleri Tartışmaları
 -1”
başlığında bir araya gelerek şehir hastaneleri hakkında bilgi paylaşmışlardı.
Toplantıda kamu özel ortaklığıyla yapılacak bu hastanelerin kente, sağlığa, halka,
sağlık emekçilerine ve ülke ekonomisine etkilerini değerlendirmişlerdi.

Sağlıkta dönüşümün, hukukla, iktisatla, finansmanla, kentle, yaşamla, sağlık çalışanlarına ve sağlık hizmeti alacaklara etkilerini bütünlüklü olarak ele almak gerektiği açık. Bilgi alışverişi ve tartışmaya devam etme kararı verildi. Ankara’da yapılacak ve “dünyanın
en büyük sağlık tesisleri” olacağı söylenen Etlik ve Bilkent şehir hastaneleri üzerinden
ülke ölçeğine bakmanın konuyu anlamayı kolaylaştıracağı düşünüldü.

Hastanelere kilit, yollarımıza kilit, şehrimize kilit

Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin yaptığı incelemeye göre ruhsat sorunu olduğu, kaçak inşaat olabileceği değerlendirilen Bilkent Şehir Hastanesi 1 milyon metrekare alanda giderek yükseliyor, büyüyor. Mega projeler, kimilerine göre kalkınmanın ifadesi. Ama bütüncül planlama ilklerinden yoksun, kent hayatını al üst edecek ve kentsel ulaşımı tıkayacak bir mekansallığın karşılığı olarak ortada duruyor. Şehir hastanelerine ulaşılacak yol yok.Böylesine büyük metrekareleri kaldıracak alt yapı yok. Şehir hastaneleri, kentimizi kilitlemeye, yollarımızı işgal etmeye, ormanlarımızı yok etmeye aday mekanlar olarak şehirlerimizi hapishaneye, sağlığımızı bozmaya aday. Etlik Şehir Hastanesi de yine 1 milyon metrekare alan büyüklüğüne sahip, yine binlerce odalı…Ama oraya da gidecek yol, oluşacak yükü alacak kapasite yok.

Hasta garantili hastane!

Kentin üzerine gelen bu plansız yük işin bir yanı. Şehir hastaneleri, var olanları yutan bir canavar aslında. Etlik ve Bilkent açılınca, Ankara kent merkezindeki Cumhuriyetin tarihsel ve planlı döneminin izlerini taşıyan bir çoğu tescilli kültür varlığı olan 13 erişimi kolay devlet hastanesi kapatılacak. Sağlık Bakanlığı, şehir hastaneleri için şirketlere yüzde 70 doluluk oranı garantisi verdi. Hastalıkları önlemek değil Sağlık Bakanlığı’nın işi, hasta vaat ediyor artık şirketlere.

Maliyeti Ticari Sır!

Kalkınma Bakanlığı, Dünyada ve Türkiye’de Kamu-Özel İşbirliği Uygulamalarına İlişkin Gelişmeler başlıklı Ocak 2016 tarihli raporunda, ilk defa şehir hastanelerinin maliyeti resmi olarak açıkladı. Tabii bir de kamu özel ortaklığının imtiyaz/özelleştirme uygulaması olduğunu Kalkınma Bakanlığı da itiraf etti bu raporda. O tarihe kadar maliyete dair sorularımız “ticari sır” denilerek yanıtsız bırakıldı. Sağlık Bakanlığı’nın açıklamaktan imtina ettiği rakamlar bu rapor ile gün ışığına çıktı. Gerçi bugün hala bakanlıkların açıkladıkları rakamlar birbirini tutmuyor.

Özelleştirme 40 yıla yaklaşan “savaşında” sağlığın, kentlerin, hastaların,
sağlık çalışanlarının ve kenti paylaşan herkesin atardamarına dişini dayadı.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi ve Ankara Tabip Odası dünden başlayarak bugüne, bugünden başlayarak yarına bakmak için sorular sormaya ve yanıtları birlikte bulmaya davet ediyor.

Şehir Hastanelerinin bir bütün olarak masaya yatırılacağı Sempozyum’da;

  • Bir hastanenin adı “şehir hastanesi” olunca ne değişir? 
  • Bir hastane kamu özel ortaklığıyla yapılırsa aslında ne olur?
  • Bir hastane hem sağlığa, hem kente, hem çevreye hem hastalara hem sağlık çalışanlarına hem Hazine’ye hem bütçeye zararlı olabilir mi?
  • Bir hastane yaptırabilmek için gelecek üç kuşak borçlandırılabilir mi?
  • Bir hastane yaptırmak için sırf şirketler istiyor diye defalarca kanun değiştirilir mi?
  • Arazisi devletten, kirası çalışanların hakkı olan döner sermayeden, kur farkı garantili, aldığı kredisi Hazine garantili, tüm hizmetlerin de şirketten satın alındığı, devletin kiracı şirketin mülk sahibi olduğu, şirketlere otoyollar gibi doluluk garantisi verilen hastane yaptırılabilir mi?

Yukarıda sayılanlar sadece örnekler… Evet, tüm bunlar ve çok daha fazlası
“şehir hastaneleri” diye diye geliyor… Devlet sağlığa yatırım yapmıyor!
Devlet, sağlığı özelleştirip şirketlerin hayal bile edemeyeceği olanaklar sunuyor!
Bunların hiçbiri haber olmuyor, konuşulmuyor. Peki, bu işin aslı esası ne?
Şehir hastanelerinin gerçeği ne?
Gerçekleri konuşmak için mimarlar, doktorlar, hukukçular, iktisatçılar ve bu konuda sözü olanlar bir araya geliyor. Şehir efsanelerine karşı gerçekler ortaya çıkıyor.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi              Ankara Tabip Odası
===========================================
Dostlar,

11 Mart 2017 günü 10:00 – 19:00 saatleri arasında gün boyu bu kurultayda idik.
Sitemiz okurları anımsayacaklar, bu sitede 10’a yakın yazı yayımlandı “şehir hastaneleri” hakkında. Örn. bir yazımız aşağıdaki erişke (link) ile çağrılabilir :

  • ŞEHİR HASTANELERİ BİR SOYGUN – TALANDIR..

    Biz de oturumlar boyunca 3 kez söz alarak kapsamlı katkılar verdik.
    Tüm etkinlik kamera kaydına alındı. Yakında kitaplaştırılacağını umuyoruz.
    Metin elimize geçtiğinde, bu sitede sizlerin bilgisine (pdf olarak) sunacağız.
    ****
    Vatan Partisi’nin 10. Genel Kurultayı

    Bu dizeleri yazarken bir yandan da TV’de Vatan Partisi’nin 10. Genel Kurultayını izlemeye çalışıyoruz. Her şeyden önce tam bir sanat şöleni izliyoruz. Sahne performansı, dekor, kostümler, arka fonlar, ışıklandırma, koreografi, effekt müzik, seslendirme ve sözler (içerik), verilen iletiler son derece başarılı, coşku verici, sürükleyici, güç verici ve düşündürücü.. Bu boyutuyla yapımcı ve sergileyici sanatçıları içtenlikle kutlarız. Elbette Kurultaya böylesi bir yaratıcı boyut katan
    Vatan Partisi yöneticilerini de..
    Arena salonunu dolduran, yurdun her yerinden özveri ile koşan 10 bini aşkın yurtseveri de.. Biz profesyonel sorumluluğumuz ağır basınca Şehir Hastaneleri Kurultayına katıldık. Önceki yıl aynı salonda yapılan Vatan Partisi kongresinde bulunmuştuk. Anadolu Otelinde sürecek olan Kurultaya içtenlikle başarı diliyoruz. Genel Başkan Sayın Dr. Doğu Perinçek önderliğinde Vatan Partisi’nin ülkemizi – halkımızı bütünleştirici sorumlu ve ağırbaşlı politikalarını saygı ile selamlıyoruz.

*****
46 Yıl Sonra Gene 12 Mart..

Tarih 12 Mart 2017… 46 yıl önce 12 Mart 1971‘de Hacettepe Tıp Fakültesi 1. sınıf öğrencisi idik. Ülkede askeri darbe yapılmış, tüm yurtta sıkıyönetim ilan edilmişti..
9,5 yıl sonra 1 kez daha, 12 Eylül 1980’de yine askeri darbe yapılmış ve tüm ülkede gene sıkıyönetim ilan edilmişti..
Aradakileri geçersek… 15 Temmuz 2016’da bir “tuhaf” darbe girişimi (!?) ve
20 Temmuz 2016’dan bu yana neredeyse 8 aydır Türkiye OHAL rejimi altında
AKP iktidarınca inletiliyor
..
Ve akıl dışı biçimde, adına “anayasa değişikliği halkoylaması” (!?) denerek
zihni tuzaklanmak istenen Türk Ulusu, en az 100 yıl geriye savrularak,
büyük ATATÜRK sayesinde kan ve canla kazandığı egemenliğini Beştepe sarayına devretmesi isteniyor.. Bir karabasan (kâbus) gibi.. “Hayır” dır inşallah..

Sevgi ve saygı ile. 12 Mart 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

İnsanca Çalışmak İnsanca Yaşamak İstiyoruz!

İnsanca Çalışmak İnsanca Yaşamak İstiyoruz!

(http://www.guvenlicalisma.org/index.phpoption=com_content&view=article&id=397&Itemid=214, 05.03.201705.03.2017)

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır…)

Her yıl binlerce emekçi çalışma ortamından ya da çalışma koşullarından kaynaklanan nedenlerle hastalanıyor, sakat (AS: engelli) kalıyor ya da yaşamını yitiriyor. Emekçilerin yaşamını ve sağlığını kaybetmesine yol açan bu olaylar söz konusu “iş kazası” olduğunda bazen, “meslek hastalığı” olduğunda ise neredeyse hiçbir zaman resmi kayıtlara geçiril(e)miyor. Geçirilebilen
iş kazalarının takibi sürecinde de çoğunlukla, nedenler ve sorumlular gizlenmeye çalışılıyor. Emekçinin yaşamını karartan bu olayların “kaza” olarak nitelendirilebilmesi için öngörülemez / önlenemez olması gerekiyor. Oysa madenlerde, tersanelerde, inşaatlarda, atölyelerde, ofislerde, sınıflarda gerçekleşen tüm olaylar önceden öngörülebiliyor ve engellenme olanağı bulunuyor.

Çalışma ortamında emekçilerin ölümünün, sakat (AS: engelli) kalmasının, psikolojik ve fizyolojik sağlıklarını kaybetmelerinin gerçek nedeni, emeği sadece sermayeye artı değer elde etme aracı olarak gören, emekçiyi bütünsel bir insan olarak kabul etmeyen kapitalist üretim sistemidir. Kapitalizmde sermayeler arası rekabetin yoğunlaştığı süreçlerde maliyetleri düşürme yarışına giren işverenler, sosyal bir muhalefetle karşılaşmadıkları zaman emekçinin yaşamı pahasına işçi sağlığını ve iş güvenliği sağlayacak en basit düzenlemelerden dahi kaçınmaktadır. Çoğu sanayi, üretim malzemelerinin ve tekniklerinin toplum üzerindeki zararlarını tam olarak tespit etmeden, emekçileri ve halkı bu malzeme ve tekniklerin denendiği bir kobay olarak kullanabilmektedirler. Devlet de bu süreçte sermayenin çıkarları doğrultusunda belirlenen piyasa koşullarını gerekçe göstererek, emekçiler için yaşamsal öneme sahip olan denetleme görevlerini ihmal ettiği gibi, kamuya ait işyerlerinde de işçi sağlığı ve iş güvenliği kuralları
sık sık ihlal etmektedir. Ayrıca bu durumun çevre ve halk sağlığına da olumsuz etkileri her geçen gün artmaktadır. İktidarın, ancak bütünsel bir insan anlayışıyla sarılabilecek sağlık ve can kayıpları konusunda, toplumsal muhalefet tarafından çalışanların perspektifinden muhalif bilgi, örgütlenme ve eylemlerle sürekli baskı altında tutulması, işte bu yüzden kelimenin tam anlamıyla ‘hayati’ bir önem kazanmaktadır.  

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi olarak bizler her geçen gün daha da artan işçi ölümlerini “kaza” ya da “hastalık” olarak değil olası kasıtla işlenmiş “cinayet”ler olarak değerlendiriyoruz. Bu cinayetlerin kapitalist üretim sistemi devam ettiği sürece sermayenin insafa, devletin göreve çağrılmasıyla son bulmayacağının bilinciyle; biz üretim sürecinin farklı kademelerinde duran emekçilerin örgütlenmesi ve örgütlü bir mücadele içinde yaşamlarına sahip çıkması gerektiğini düşünüyoruz. Bu düşünceyle Meclisimiz, “insanca çalışma ve insanca yaşama” amacıyla başta hayatlarını kaybeden ailelerinin oluşturduğu ağlar, yaralanan işçiler, işçi ve kamu emekçi sendikaları, meslek örgütleri olmak üzere; emekten yana tüm kesimlerle birlikte mücadeleyi hedeflemektedir.
Bu çerçevede, Meclis’in ana ve düzenli faaliyet alanları şunlardır:

a) Yerel, bölgesel ve saha kaza haberlerinin ve İSİG bilgilerinin merkezileştirilmesi ve kamusallaştırılmasını amaçlayan, çalışmalar arasındaki koordinasyonu (AS: eşgüdümünü) sağlayan, işçi sağlığı ve iş güvenliği bilgilerini görünür hale getiren bir kütüphane işlevi de gören, her gün düzenli olarak güncellenen www.yanginkulesi.org     www.guvenlicalisma.org

adlı web sitesini hazırlamak. İnternet sitesini her gün güncellemek ve Pazartesi günleri mail yoluyla yaymak. Paralel olarak sosyal medyada https://www.facebook.com/guvenli.calisma ve http://twitter.com/guvenlicalisma ve açılabilecek diğer resmi adresleri her gün ya da hafta içinde birkaç kere düzenleyerek duyurmak.

b) İş cinayetlerinin yoğun olması muhtemel bölgelere / havzalara / sektörlere dikkat çekecek bir bilgi ağını kuran, bileşenlerinin özgün görüşlerini yansıtan “Yangın Kulesi” adıyla aylık periyotlar halinde hazırlanan elektronik bülteni her ayın 15’ini takip eden ilk Salı günü çıkarmak. 

c) Her ayın en geç ilk beş günü içinde bir ay evveline dair dijital, görsel, yazılı basından ve emek-meslek örgütlerinden edindiğimiz bilgileri sistematize ettiğimiz, çözüm önerileri önerdiğimiz ve bir sektöre özel olarak değindiğimiz
“İş Cinayetleri / Kazaları Raporu”nu, alanda ya da yazılı olarak, basın ve kamuoyu ile paylaşmak.

d) Her ay, İİSİG Meclisi’nin çalışmalarına katılan / katılmak isteyen herkese açık e-posta listesi olan isigmeclisi2011@googlegroups.com ’dan en geç bir hafta öncesinde duyurulan, herkese açık, aylık, gündemli, eşit katılım ve herkese söz hakkı ilkesine dayanan, moderatörlü bir meclis toplantısı düzenlemek. İlkesel olarak toplantıları her ayın ilk Pazar günü yapmak. Alanın, alandaki öznelerin, sorunların ve dinamiklerin nabzını bu geniş meclis toplantıları vesilesiyle tutmak. Bu meclis toplantısının tutanakları, toplantıda alınan kararları da içerecek şekilde, en geç bir hafta içinde e-posta grubuna yollanır. 

e) İş cinayetlerinin meydana geldiği işyerlerine, fabrikalara, organize sanayi bölgelerine gidip gözlemlerde bulunmak, araştırmalar yapmak ve olayla ilgili rapor hazırlamak.

f) İşçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesini güçlendirmek ve görünür kılmak için panel, sempozyum, çalıştay, kongre gibi organizasyonlar düzenlemek.

g) İşkolları, havzalar veya bölgesel düzeyde işçi aileleri, sendika, meslek odası, akademisyen ve katılmak isteyen meclis üyelerinden oluşan çalışma gruplarını oluşturmak ve alanın ihtiyaçlarının giderilmesine katkıda bulunmak.

h) İş cinayetlerinde “canı yanan” işçi ailelerinin mücadelelerine destek vermek, koordinasyonlarının sağlanmasına katkıda bulunmak ve faaliyetimizin önemli bir parçası olarak kavramak.

Meclisimiz, ilke olarak cinsiyet, etnisite, ırk, inanç benzer temelli ve cinsel tercihler nedeniyle doğan ayrımcılığa ve nefret söylemlerine karşı taviz vermez, her yaşam sahasında emekçilerin perspektifinden yana tutum alır. Her türlü siyasi, iktisadi ve kültürel iktidar ve çıkar odaklarından bağımsız bir işçi sağlığı ve güvenliği politikasının oluşturulmasını hedefler.
===============================
Dostlar,

Yukarıda amaç, hedef ve ilkelerini sunduğumuz İŞÇİ SAĞLIĞI İŞ GÜVENLİĞİ MECLİSİ çalışmalarını izlemek ve destek vermek çok yerinde olur..
Meclis, ‘‘İş Cinayetleri Almanağı’ 2016” yı yayımladı..

İş Cinayetleri Almanağı 2016 ile ilgili görsel sonucu

Salt Ocak 2017 içinde 161 emekçi, insan olmanın en erdemli eylemlerinden biri olana ”üretirken” aramızdan kopartıldı..
Oysa çok net bir bilimsel gerçek ki; meslek hastalıkları %100, iş kazaları en az %98 önlenebilir sorunlar.. Üstelik gerekli iş sağlığı ve güvenliği (İSG) önlemelerini almanın bedeli üretim maliyetinde en çok %5 artış getiriyor.
Türkiye dahil pek çok ülkede vergi yasaları bu giderlerin işverenlerce vergiden (matrahından) düşülmesini de olanaklı kılıyor. Fakat işverenler ulusal ve uluslararası rekabeti gerekçe göstererek bu mevzuat olanağını kullanmıyor ve emekçiler utanç verici bir vahşi kapitalist vergiyi = KAN VE CAN VERGİSİNİ sermayeye ödemeye zorunlu bırakılıyor. Bu durum kabul edilemez ve sürdürülemez!

AKP’nin iktidar olduğun Kasım 2002’den bu yana 14+ yılda 18 bini aşan emekçimiz iş cinayetlerinde kurban verildi yerel ve küresel sermayenin tunç yasası olan EN ÇOK (Maksimu) kâr uğruna..
21. yy’ın şafağında artık 500 yıllık kapitalizmin, 200 yılı geride bırakan emperyalizmin MAKSİMUM KÂR ilkelliğini ve dayatmasını terk ederek MAKUL KÂR evresine geçmesi zorunlu..

Sevgi ve saygı ile. 05 Mart 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

* ” ? 6

ATO ve Mimarlar Odası’nın Başvurusuyla “Asbestli Binanın Yıkımı Durduruldu”

Ankara Tabip Odası Logo

ATO ve Mimarlar Odası’nın Başvurusuyla “Asbestli Binanın Yıkımı Durduruldu”

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Ankara Tabip Odası ve Mimarlar Odası Ankara Şubesi, asbestli Havagazı Fabrikasının acilen karantinaya alınması ve yıkımın durdurulması için yürütmeyi durdurma istemiyle 1 Mart Çarşamba günü Ankara İdare Mahkemesi’ne başvurdu.

Ankara’daki Havagazı Fabrikası alanında yaptırılan asbest yüzey ölçümlerine ilişkin rapor, ilgili görseller ve haberler de mahkemeye sunuldu.

Mahkeme önünde yapılan basın açıklamasına, Ankara Tabip Odası Başkanı Prof. Vedat Bulut, CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, Ankara Tabip Odası Genel Sekreteri Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Mine Önal, TTB İşçi Sağlığı Kol Başkanı Dr. Sedat Abbasoğlu Mimarlar Odası, Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, Şube Sekreteri Namık Kemal Kaya ve Ankara Şubesi Üyesi Adnan Zeytinci katıldı.

ATO ve Mimarlar Odası'nın Başvurusuyla

Öğleden sonra davanın açıldığı Ankara 7. İdare Mahkemesi’nden
sevindirici haber geldi. Yıkım işleminin yürütmesi ivedilikle durduruldu.
===========================

Dostlar,

Çok sevindirici bir haber.. Her 2 meslek Odasını gönülden kutluyoruz.
Bilindiği gibi Ankara Havagazı Fabrikası, Başkentte doğalgaz kullanımına geçildikten sonra kullanım dışı kalmıştı. Kentin merkezinde bir konumda (Maltepe’de) ciddi bir görsel kirlilik oluşturmaktaydı. Ayrıca işgal ettiği alan da atıl kalıyordu. Bu yapının sökülerek kaldırılması yerinde bir girişim sayılabilir.
Ancak, yüksek fırınında kok kömürü yakılması nedeniyle, ısı yitimini en aza indirmek ve enerji verimliliğini artırmak için, yalıtım katmanı olarak asbest plaklar kullanılmıştır. Asbest ısıya karşı sağır (inert) bir kimyasal maddedir ve yanma / tutuşma sıcaklığı çok yüksektir. Bu amaçla otomobil balatalarından itfaiyeci giysilerine, gemi makine dairesine dek… yaygın bir kullanım alanı bulmuştur. Başta mezotelioma denilen akciğer zarı (plevra) kanseri olmak üzere pek çok sağlık sakıncası nedeniyle AB tarafından 2005’te kullanımı yasaklanmıştır. Türkiye, Aliağa limanında hurda gemileri parçalama işini ne yazık ki üstlenmiştir. Asbest liflerinin solunması ile sigara içimi birlikte ise akciğer kanseri riski 25 kat büyümektedir.
Bu eski ve metruk (terk edilmiş) binanın özel bilimsel önlemler alınarak yıkımı zorunludur. Aksi takdirde, başta yıkımda görev alan işçiler ve bina yakınındakiler olmak üzere ciddi sağlık riski altına girecektir. Ayrıca asbest lifleri havaya karışarak rüzgarlarla tüm Ankara’ya hatta daha uzaklara taşınabilecek, milyonlarca insan için sağlık sakıncası yaratabilecektir.
Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’in aldırdığı önlemler yeterli değildir; dolayısıyla doğacak sağlık riski çok ciddi, üstelik dönüşümsüzdür ve ürkütücü bir
halk sağlığı sorunu doğurabilecektir. Ankara 7. İdare Mahkemesi’nin “yürütmeyi durdurma kararı” oldukça önemlidir. Sayın yargıçlara teşekkür borçluyuz Ankara halkının sağlığına sahip çıktıkları ve hukukun üstünlüğünü sergiledikleri için. Bilindiği gibi 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun (İYUK) 27. maddesinin 2. fıkrasın şöyledir :

  • (Değişik: 2/7/2012 – 6352/57 md.)  Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda, davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler. Uygulanmakla etkisi tükenecek olan
    idari işlemlerin yürütülmesi, savunma alındıktan sonra yeniden karar verilmek üzere, idarenin savunması alınmaksızın da durdurulabilir….”

Somut olayda, İYUK madde 27 metninde yer verilen 3 gerekçe de geçerlidir.
Ankara Belediyesi elbette mahkeme kararına hemen uyacak ve yıkımı durduracaktır. Ardından meslek odalarının ve üniversitelerin (başta Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dallarının) kurul olarak üreteceği ilke ve kurallara tam bağlılıkla, ulusal ve uluslararası mevzuata uygun olarak bu yıkımı yapmalıdır. Türkiye, Anayasa md. 2 uyarınca bir hukuk devletidir. Başta Anayasanın sağlıkla ilgili 56. maddesi olmak üzere ulusal ve uluslararası andlaşma -sözleşmelere saygılı davranmak zorunludur.
Basın da sorunu kamuoyuna duyurmalı, yetkin uzmanlara yer vermelidir.
Kamuoyu bilimsel olarak bilgilendirilmeli ve sorunun çözümünde katılımcı olmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 02 Mart 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com