Etiket arşivi: Terörle Mücadele Kanunu

Dr. Faruk Alpkaya : Türkiye’yi çok zor 2 yıl bekliyor

Dr. Faruk Alpkaya:
Türkiye’yi çok zor 2 yıl bekliyor

(Dr. A. Saltık : Uzun ama tarihsel değeri olan önemli söyleşinin bütünüyle okunmasında büyük yarar görüyoruz.. 17.01.2017)
KHK ile Ankara Üniversitesi’nden atılan Dr. Faruk Alpkaya, ekonomide, dış ve iç politikada 2017 ve 2018’in çok sert, çatışmalı ve acılı geçeceğini söyleyerek
– “Türkiye’de şu anda başka bir şey yapılıyor. Bunu 150 yıllık modernleşme hareketinin topyekûn imhası olarak değerlendiriyorum” dedi.

Türkiye, son bir yıldır Barış İçin Akademisyenler grubunun “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildirisine imza atan akademisyenlere yaşatılan türlü işkenceleri seyrediyor. Açılan idari ve adli soruşturmalar, gözaltılar, tutuklamalar, keyfi iş akdi fesihleri derken son olarak KHK ile Ankara Üniversitesi’nden atılan imzacı akademisyenleri okuduk. KHK ile ihraç edilenler arasında yer alan Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Dr. Faruk Alpkaya ile Ankara Üniversitesi’nin imzacı akademisyenlere yönelik özel tutumunu, AKP’nin tek adam yönetimini getirecek olan Anayasa değişikliğini Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına atıf yaparak savunmasını ve Türkiye’yi önümüzdeki dönemde bekleyen tehlikeleri konuştuk.

– Barış için Akademisyenler grubundaydınız ve meşhur barış bildirisine imza atmıştınız tam bir yıl önce. Bu süreç çeşitli merhalelerden geçti. Hakkınızda adli soruşturma açıldı ve KHK’yle ihraç edildiniz. Bu ihracınız dikkat çekici, çünkü birçok büyük üniversitede imzacı akademisyenler hakkında bir işlem yapılmadı ama Ankara Üniversitesi’nde çok sayıda akademisyen atıldı. Özel bir durum mu var sizin üniversitenizde?

Doğru bir tespit yaptınız. Kimi köklü üniversitelerde, idari veya adli soruşturma yönünde hiçbir girişimde bulunulmazken Ankara Üniversitesi’nin özel bir çabası var. Atılan akademisyen ve Eğitim Sen üyeleri sayısında ilk sırada Ankara Üniversitesi yer alıyor. Rektör Erkan İbiş’in Siyasal Bilgiler Fakültesine, İletişim Fakültesine ve Cebeci Kampüsü’ne yönelik özel bir memnuniyetsizliği var. Bu memnuniyetsizlik aslında Gezi döneminin biraz öncesinde başlıyor. İlk rektör seçildiğinde yoğun protestolarla karşılaşmıştı. Daha sonra bir daha hiç gelmedi fakülteye. Mülkiye’nin kuruluş yıldönümlerine de gelmedi, yerine yardımcılarını gönderdi.

– Nedir bu özel husumetin nedeni?

Bu özel husumetin nedeni, sanırım kendi alışık olduğu yönetim tarzına uygun bulmaması. Çünkü bizim kampüste genel olarak yanlış bulduğunu eleştirme, yöneticinin her söylediğini doğru bulmama gibi bir gelenek vardır. Bu gelenek onu çok rahatsız etti. Kendi kültürü gereği, hem siyasi kültürü hem de muhtemelen mesleki kültürü gereği hep baş eğmeye hep itaat etmeye alışmış olsa gerek ki, aynı itaati Rektör olduktan sonra çevresinden de görmek istedi. Ama bunu göremeyince özel olarak uğraşmaya başladı. Uğraşmaya da bundan 2 yıl önce Dekan Yalçın Karatepe’ye soruşturma açarak başladı. Bu ondan sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi ve nispeten iletişim Fakültesi öğretim üyelerine yönelik sistematik bir mobbinge dönüştü. Son tespitte, öğretim üyelerine açılan soruşturma sayısı 60’ı geçmişti bizim fakültede. Hatta bazı arkadaşlarımıza 5, 6, 7 soruşturma açıldı. İtiraz dilekçesine bile soruşturma açma biçiminde tepki gösterdi. Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Dr. Cenk Yiğiter’i mesela ısrarla soruşturmada savunma yapması için Kalecik ilçesine gönderiyordu. Bu özel bir husumet olduğunun göstergesi. Bu husumet söylediğim gibi kendi kültüründen kaynaklanıyor olabilir. Ama bir yandan da kendi kimi hatalarını ya da kusurlarını örtbas etmeye yönelik bir çabadan da kaynaklanıyor olabilir. Şunu demek istiyorum: Nedense Ankara Üniversitesi’nde sistematik bir Fetullahçı temizliği yapılmadı. Tam aksine mesela Hakkari Üniversitesi’nin Fetullahçı olduğu gerekçesiyle gözaltına alınan ve adli kontrol şartıyla serbest bırakılan eski rektörü, Veteriner Fakültesi’nde rektör Erkan İbiş’in isteğiyle görevlendirilmiş durumda. Gene kimi dekan vekilleri hakkında Fetullahçı olduğu gerekçesiyle suç duyuruları olduğu söyleniyor. Bunlara hiçbir şey yapılmazken, ‘ben bir şey yapıyorum’ diyebilmek için asıl olarak solcu, demokrat olan ve ağırlıklı olarak da hemen hemen hepsi Barış için Akademisyenler’in 11 Ocak’ta (2016) yayınladıkları bildiriye imza atmış kişileri tasfiye ediyor. Ama bunu yaparken bile özel bir uygulama yapıyor. Mesela İletişim Fakültesi’nden Doç. Gülseren Adaklı arkadaşımız ilk 1 Eylül KHK’si ile atılmıştı. Gülseren Adaklı,  sendika listesinde Rektör Erkan İbiş’in usulsüzlük ya da yolsuzluk yaptığına dair bir adli soruşturma yürütüldüğüne ilişkin bir haber paylaşmıştı ve bundan dolayı önce soruşturma açıldı, ceza verildi ve sonra ilk KHK’ye konulup atıldı. Gene İletişim Fakültesi’nden Doç. Sevilay Çelenk, bir yıldır beklemekte olan profesörlük tezinin daha fazla bekletilmesinin görevi kötüye kullanmak olduğunu belirttiği için KHK’ye konularak atıldı.  Kendinin konumunu rahatsız eden ya da kendinin otoritesini sarsmaya yönelik şeylere karşı özel bir uğraşma durumu da var. Tabii bunlar genellikle Barış için Akademisyenler imzacıları ile çakışıyor. Çünkü haksızlık ve adaletsizliğe karşı çıkmak ister Cizre’de olsun, ister Ankara Üniversitesi’nde olsun, ister dünyanın herhangi bir köşesinde olsun, ahlaklı ve vicdanlı insanların ortak özelliğidir.

– Ankara Üniversitesi’nde böyle bir uygulama var ama bir de KHK gerçeği var. Türkiye çapında çok sayıda akademisyen ihraç edildi. Bu durum kamuoyuna şöyle bir algıyla sunuluyor. FETÖ’cüler ve terörle iltisaklı olanlar atılıyor. Bu bahane edilerek birçok görüşten insan atıldı. FETÖ’cü olmayan solcu, demokrat akademisyenlerin tasfiyesi ile
ne amaçlanıyor?

Şimdi orada terör örgütüyle iltisaklı olanlar dediniz ama KHK’de daha esnek ve daha vahim bir ifade var. ‘Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan’lar deniyor.

– Yani bir kişinin kamu görevinden KHK ile atılması için terör örgütüne iltisaklı olması gerekmiyor mu?

Terör örgütü olması gerekmiyor. MGK’nin bir şekilde bir listeye aldığı yapı, oluşum ve gruplardan söz ediliyor. Bunların hiçbirinin hukuksal karşılığı yok. Yapı ne demek, oluşum,
grup ne demek? Bunlarla da iltisakı, irtibatı olanlar atılır diye ayrıca bir düzenleme var. Şimdi ben kendi yakın çevremdeki insanları tanıyorum. Onlar hakkında, benim tanıdıklarım içinde herhangi bir terör örgütü ile iltisak ve irtibat ya da tehlikeli olabilecek yapı, grup ve oluşumlarla ilişkisi olan kimse yok.

– Zaten Türkiye terör suçlarına karşı en sert uygulamalara ve hukuksal düzenlemelere sahip bir ülke. Diyelim ki herhangi bir terör örgütüne iltisakı olan bir öğretim üyesi olsa bile KHK’lere varana kadar çoktan işlem yapılması gerekmez miydi?

Barış için Akademisyenler imzacılarından ilk 4 arkadaşımız İstanbul’da gözaltına alındıklarında, yargılanma Terörle Mücadele Kanunu üzerinden başlatılmıştı. Sonra yargılamayı mahkeme durdurdu, burada sadece ‘devlete hakaret’ olabilir dedi. Onun için de Ceza Kanunu’nun 301. maddesi gereği Adalet Bakanlığı’ndan izin alınması gerektiği için Adalet Bakanlığı’na izin yazısı yazdı. Yani yargı organları da herhangi bir terör işi olmadığını aslında tescil etmiş oldu. Adalet Bakanlığı uzun bir süredir gerçi yanıt yazmadı. ‘İzin vermiyorum’ da demedi, işi sürüncemede bırakmaya devam ediyor. Zaten kötü olan bakın şu:

  • KHK’yle 100 bine yaklaştı atılan kamu görevlisi sayısı!

Akademisyen sayısı 5 -6 bin civarında. Bunların kimin ne olduğunu, aslında herkes yakın çevresinden biliyor. Ben gerçekten bunlar ne kadarı Fethullahçı, ne kadarı şucu, ne kadarı bucu hiçbir bilgim yok. Büyük çoğunluğunun ismi cismi belli değil. Bilinen, tanınan insanlar için kamuoyu ilgisi yoğunlaşıyor ama bilmediğimiz büyük bir kitleyle karşı karşıyayız. 100 bin kişi. Şaka değil yani bu. Bunlar ne zaman ve nasıl devlete alındılar, bunca yıldır ne yapıyorlardı, niye sessiz kalındı, şimdi niye atılıyorlar? Bütün bunlar büyük bir belirsizlik işareti. Bunun yanı sıra doğrudan aslında Fethullahçılarla ilişkisi olan kişilerin bir kısmına da hiçbir şekilde dokunulmuyor.

– Bu çok garip değil mi?

Dolayısıyla bunu buradan izah etmek mümkün değil. Başka bir şey yapılıyor Türkiye’de. Ben onu 150 yıllık modernleşme hareketinin topyekun imhası olarak değerlendiriyorum. Osmanlı İmparatorluğu’nda,  19. yüzyılın ortalarında kabaca Tanzimat Fermanı ile işaretleyeceğimiz bir modernleşme başladı (AS: 1839). Sadece yasal düzeyde değil, kurumlar düzeyinde de bir modernleşme… Yeni kurumlar açıldı. Harbiye yeniden kuruldu. Mülkiye kuruldu. Tıbbiye yeniden kuruldu. Giderek özel idareler, yerel yönetimler oluşmaya başladı. Anayasacılık ve giderek demokrasiye doğru bir gidişat başladı. Bu modernizm süreci de modernleşme süreci de bütün yönleriyle olumlu değildi, bunun içinde olumsuz yönler de vardı. Ama bu iktidar olumlu olan her şeyi yok etmeye yönelmiş durumda. Olumsuz yönleri de o modernizmin içinde hoşgörülebilecek olumsuzluklar olmaktan çıkartıp artık tahammül edilmez bir boyuta taşıma eğilimi içinde aynı zamanda.

– Mesela neleri yok etmek istiyor?

Bütün kurumları yok etmek istiyor. Büyük ölçüde de yok etmiş durumda. Bakın yargı… Bugün artık Türkiye’de bağımsız yargı diye bir şeyden söz etmenin mümkün olduğunu zannetmiyorum. Herhangi bir konuda hükümetin istemediği bir kararı verecek yargıcın yarın yayımlanacak olan KHK’de yer alması neredeyse kaçınılmaz gibi. Belki de Fethullahçıları atmamalarının nedeni tam da bu. Onları rehin almış durumdalar ve kullanıyorlar tetikçi olarak. Böyle de değerlendirilebilir. ‘Ben seni Fethullahçılıktan içeri atacağım, benim dediğimi yap’ da diyebilirler.

– 10 Cumhuriyet yazar ve yöneticisinin tutuklu olduğu Cumhuriyet Vakfı dosyası da müebbetle yargılanan FETÖ sanığı bir savcı tarafından soruşturuluyor.

Bu tipik bir rehin alma durumu. ‘Sen benim rehinemsin. Benim her istediğimi yapacaksın.’
Bu rehin alma durumundan çıkabileceklerini de sanmıyorum.

[Haber görseli]

– Son dönemde özellikle başkanlık tartışmaları ekseninde şöyle benzetmeler yeniden tedavüle sokuldu. Cumhuriyetin ilk yıllarında tek parti dönemindeki birtakım uygulamalar referans veriliyor. AKP’nin Cumhuriyet’in kuruluş yılları ile ilgili ikili bir söylemi var. Bu dönemi sıklıkla eleştiriyor, suçluyor. İnönü üzerinden daha çok yapıyor bunu. Atatürk’ün adını genellikle zikretmiyorlar. Fakat sıkıştıkları anda da kendi olumsuz uygulamaları için o dönemi referans gösteriyorlar.

Cumhuriyetin ilk yılları, yeni bir devletin ve bu devletin ulusunun kurulması ve yaratılması dönemiydi. Çok istisnai bir dönemdi, tarihsel açıdan. Osmanlı Devleti çok etnisiteli, çok dinli bir imparatorluk olmaktan çıkmış, dağılmış, onun içindeki bürokratik bir kesim bir bağımsız devlet kurma mücadelesine girişmiş, bu mücadelede askeri bir başarı sağladıktan sonra bunu Lozan’la siyasi olarak da dünyaya tescil ettirtmişti. O günlerde Mustafa Kemal’in izlediği çizgi,

  • ‘vatanı kurtardık, şimdi milleti kurtaracağız’ çizgisiydi.Milleti de asıl olarak hurafeden kurtaracaktı, gerilikten kurtaracaktı, taassuptan kurtaracaktı. Açık olarak böyle tarif edilmişti. Bu kurtarma operasyonu, yani tepeden aşağıya doğru modernleştirme girişimleri dünyanın her yerinde yaşanan olaylar. Ve kendine özgü koşulları vardır her yerde. Dolayısıyla ilk yılar hep tek adam, tek parti yönetimi altında geçmiştir. Hatta daha eski, Napolyon’a, Fransız Devrimi sonrasına gidersek, parti bile yok ortada. Sadece tek adam yönetimi içinde modern Fransa’yı oluşturan reformların bir kısmı gerçekleşmişti. Türkiye’de de benzer bir şey oldu. Tarihin akışı içinde kaçınılmaz bir şeydi. Ayrıca, Mustafa Kemal’in Meclis’e önerdiği ilk Anayasa teklifinde parti başkanı olan Cumhurbaşkanı ile Meclis farklı süreler için seçiliyordu. TBMM o günün koşullarında, bu konuyu görüşürken özellikle TBMM’nin ilk oluştuğu -yasama, yürütme, yargıyı bünyesinde topladığı- dönemden kalma bazı eğilimlerden vazgeçmedi ve Mustafa Kemal’in talep ettiği düzenlemenin yerine, tam bir parlamenter sistem yerine, Meclisle bağlantılı bir düzenleme yaptı. Demek istediğim,
    1924’te TBMM “Cumhurbaşkanı bana bağlı olsun” diyordu. Bugün ise tam tersi söz konusu: Cumhurbaşkanı TBMM’yi kendine bağlıyor. Sonra tabii 1930’lı yıllarda partiyle devletin birleşmesi gündeme geldi. 30’lı yılların ortası… Onu o günün koşullarında değerlendirmek gerekir. Hitler’in, Mussolini’nin, Peron’un, Stalin’in vs. olduğu bir dünya vardı. Buna rağmen yine de Meclis’i ve yasama prosedürlerini ortadan kaldırmadan, en azından kurumları biçimsel olarak koruyarak o günün dünyasına uyum gösterildi. Ayrıca, 1929 büyük bunalımı vardı. Dünya yanıp yıkılıyordu ve büyük bir savaşa gidiliyordu. Onu o koşullarda değerlendirmek gerekir. Bu konuda Erdoğan’ın başbakan iken danışmanlığını yapan, AKP Ankara milletvekili Aydın Ünal’ın Yeni Şafak gazetesinde aralık ayı sonunda yazdığı bir yazı vardı. Günümüzü 1914-1922 yılları arasındaki koşullara benzetiyor. Tayyip Erdoğan’ı da Enver Paşa’ya benzetiyor. ‘O gün Enver’den esirgenen bugün Recep Tayyip Erdoğan’dan esirgenmek isteniyor’ diyor. ‘Edirne’yi Enver alırsa Enver kahraman olur. Onun için Edirne Bulgar’da kalsın denilmiş’ diyor. O maceranın sonu Osmanlı Devleti’nin yıkılması, büyük bir soykırımın gerçekleştirilmesi ve Balkanlar’dan ve Kafkasya’dan milyonlarca Müslüman’ın Anadolu’ya sığınmak zorunda kalması ile sonuçlandı. Tarihi benzetmeleri yaparken çok dikkatli olmak gerekir.

– Erdoğan’ın ve AKP, sürekli beka sorunundan söz ediyor. 2. İstiklal Savaşı veriliyor, deniliyor. Bununla paralel olarak dış düşman söyleminin yanı sıra bir iç düşman söyleminin de olması tehlikeli değil mi?

Tipik o yazı işte. Enver Paşa Kafkas harekatını başlattığında hedefi büyük bir imparatorluk kurmaktı. Biliyorsunuz bu işi 3 paşa, Talat, Cemal ve Enver başlatmıştı. O iki ayaklı bir harekattı. Bir yandan Enver Paşa Kafkaslara gidecek ve oradan Türk coğrafyasını ele geçirecekti. Cemal Paşa da Süveyş Kanalı harekatını yapıp yeniden Kuzey Afrika’yı ele geçirecek ve Türk-İslam İmparatorluğu kurulacaktı. Bugünkü iktidarın aklında da bu var. Bir tür Türk İslam İmparatorluğu kurmaya çalışmak. Ama buna ne konjonktür müsait ne de dünyanın gidişatı müsait. Türkiye’nin gücü ve olanakları da müsait değil. Şunu demek istiyorum: Böyle bir şey yapabilmek için, önce güçlü bir iktisadi yapınızın olması gerekiyor. İktisadi güç olmak derken sanayi gücünden bahsediyorum asıl olarak. Yoksa sağa sola inşaat yapıp, musluk takmaktan, yerlere fayans döşemekten bahsetmiyorum. Bu iktisadi gücü destekleyecek bir askeri gücün olması gerekiyor. Son olarak bu iktisadi ve askeri güçle sözünü dinletebileceğin siyasi bir güç olman gerekiyor. Şimdi herhangi bir Arap ülkesine gidip biz yeniden Osmanlı İmparatorluğunu kurmaya kalkıyoruz derseniz Araplar sizi boğarlar. Çünkü Araplar, Filistinliler istisna olmak üzere, şunu düşünürler: 500 yıl boyunca siz bizim bütün zenginliklerimizi yağlamadınız ve İstanbul’a taşıdınız derler. İstanbul’daki Selatin Camilerinin arkasında Mısır’ın, Bağdat’ın, Şam’ın, Musul’un zenginliği vardır. Bunu Arap dünyasına siyasi olarak kabul ettirmek mümkün değildir.

– Başkanlık sistemine geçiş gerçekleşirse nasıl bir Türkiye bekler bizi?

Bir kere bu gerçeklese de gerçekleşmese de ben önümüzdeki iki yılın, 2017 ve 2018’in çok sert, çok çatışmalı ve çok acılı geçeceğini düşünüyorum. Geleceğe ilişkin bir şey bilmek mümkün değil elbette ama öncelikle iktisadi koşullar bir süre sonra iç piyasaya yansıyacak, çünkü şimdi daha yansımıyor. Biz sıradan insanlar olarak yükselen döviz fiyatının, ekonominin yeniden dolarize olmasının etkilerini, muhtemelen 6-7 ay sonra yaşamaya başlayacağız. Asıl etkilerinin de 2018’de çıkacağını düşünüyorum. İkincisi bu başkanlık referandumu süreci muhtemelen çok sert, çok çatışmalı geçecek. Mecliste muhalefet vekillerine tahammül edemeyen bir iktidarın, bütün protestoları yasaklayan iktidarın herhangi bir şekilde sandık başlarında özgürce oy kullanılmasına izin vereceğini beklemek bana biraz saçma görünüyor. Tabii bütün bunlar, yani bu kutuplaşmanın ve iktisadi krizin yanı sıra Türkiye’yi dış politikada büyük yalpalamalar ve büyük başarısızlıklar bekliyor. Şimdi sormak lazım, siz düne kadar ‘sıcak denize inmek isteyen Moskof’ diyordunuz. Şimdi ne oldu da Moskof’la sarmaş dolaşsınız? O Moskof’un sıcak denizlere inme hevesi, Boğazları ele geçirme hevesi bitti mi, yoksa yarın öbür gün gene kandırıldık mı diyeceksiniz? Benzer bir şekilde ABD’de de büyük bir istikrarsızlık dönemi başlayacak kanısındayım. Trump döneminin neye yol açacağı, ne gibi sonuçlar doğuracağı henüz belli değil. Bütün bu koşullarda Irak ayrı bir macera. Daha da kötüsü bölgedeki cihatçı hareketler Türkiye içinde ciddi bir örgütlenmeye sahipler, kitle tabanına sahipler ve silahlandıklarını düşünüyorum. Ayrıca AKP’nin eskiden olmayan sokak gücü dediğimiz şey, AKP-MHP kaynaşması sayesinde MHP’nin tabanı ile birlikte elde edilmiş olacak. Bu olguların hepsini birlikte değerlendirdiğimizde çok sert geçecek iki yıl bekliyorum.

  • AKP’nin herhangi bir seçimle artık iktidarı kaybetme lüksü yok. İktidarı kaybettikleri anda bunun ağır siyasi sonuçları olacak. Suçların bir şekilde hesabı sorulmaya kalkılacak yargı tarafından. Buna tahammül etmeleri mümkün değil.

– Toplumsal muhalefetin yapacağı hiç mi bir şey yok?

Var tabii, olmaz olur mu? Toplumsal olaylar ya da tarih, önceden belirlenmiş bir doğrultuda gelişen ya da kuklacılar tarafından yönetilen bir süreç değildir; tam aksine vektörel bir süreçtir. Tarihsel ve toplumsal olgular çarpışan güçlerin mücadelesi sonucunda ortaya çıkar. Bence burada eski tür muhalefet anlayışını, eski bakış açılarını terk edip gündelik hayatı sürdürebilmek için bile yaygın bir dayanışma ağı kurmamız gerekiyor. Basitçe şunu örnek vermek istiyorum: Geçen günlerde üst üste 2 haber çıktı: Birinde kedi evi kuran gençlere saldırıldı, ikincisinde kedi evi kuran bir psikolog öldürüldü. Karda kışta sokak hayvanlarını düşünmek ahlaki bir tercihtir. Vicdanı ona buyuruyor. Kimse emir vermiyor kedi evi kur diye. Bu vicdani tercihe yönelik bir hınç ve şiddet gelişiyor. Buna yönelik nefret ve hınç aslında bir yaşama yönelik bir hınç. Burada yaşamı savunabilmek için, basitçe sıradan yaşamımızı savunabilmek için bile büyük toplumsal dayanışma ağları oluşturmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu ağların da ufak ufak aslında ortaya çıktığını seziyorum, bazen görüyorum. Hiç ummadık ağlar ortaya çıkıyor. Bu toplumsal dayanışma ağları, geçmişin kitle örgütlerinden farklı yapılar. Bunların merkezi yok. Bir örgütleyicisi yok. Bunlar kendiliğinden çıkıyorlar ama bir ağ olarak dayanışıyorlar.

– Anlık bir işe yönelik olarak örgütleniyor ve ardından dağılıyorlar, değil mi?

Bir daha aynı sorun çıktığında yeniden bir araya geliyorlar. Ama bu bir insanı temas.
Bir merkezin dayatması diretmesi değil.

– O yüzden çok daha mı güçlü aslında?

Çok daha güçlü ve çok daha yok edilemez. Ve hayatı savunmak her zaman kazandıracak bir şeydir. Çünkü vicdanlı insanlar hayatı savunurlar. Bence yaşadığımız dönemin, hatta 12 Eylül’den bu yana yaşananların en büyük etkisi Türkiye’de vicdani ve ahlaki yapıları çökertmesi oldu ama bu çöken yapıların içinde bile bir kıvılcım var.

– Ama Gezi’yi yaşadık ve bugün sanki Gezi’nin toplumsal, siyasal hayata hiçbir etkisi yok gibi görünüyor.

Çok oldu.

– Niye göremiyoruz?

Gezi’nin etkisi öyle kısa vadeyle ve birkaç yılda görülecek bir etki değil. Gezi’de yeni bir toplum tahayyülü ortaya çıktı. Şiddeti reddeden, değerler üzerinden savunma yapan bir dünya tahayyülü ortaya çıktı. Bu tür vicdan temelli, ahlak temelli hareketler aslında geleceği belirleyecek olan güçlerdir. Çünkü eski dünya, bildiğimiz dünya bitti artık. Şimdi neredeyse Star Wars filmlerindeki gibi iyilerle kötüler arasında yaşanan bir savaşın içindeyiz. Ben dünyayı güzelliğin kurtaracağına inanıyorum.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/660585/Dr._Faruk_Alpkaya__Turkiye_yi_cok_zor_2_yil_bekliyor.html
16.01.2017

672-673 ve 674 Sayılı Yeni KHK’ler Ne Getiriyor?

672-673 ve 674 Sayılı Yeni KHK’ler
Ne Getiriyor?

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Olağanüstü hal kapsamında bazı tedbirlerin alınması/ bazı düzenlemelerin yapılması bağlamda Anayasanın 121 inci maddesi ile 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 4 üncü maddesine göre,  Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’nca (17.08.2016 gün ve 29804 sayılı R.G. yay. 670 ve 671 sayılı KHK’lerinde de görüşüldüğü) 15.08.2016 tarihinde kararlaştırılmış ve 01.09.2016 günlü mükerrer R.G. yay. 672, 673 ve 674 sayılı KHK’lerin arz ettiği önem/çok sayıda yasada değişiklik yapılmasını kapsaması hususu da dikkate alınarak, kamuoyunu bilgilendirme bağlamında tarafımdan hazırlanmış genişletilmiş, sistematik bir özeti aşağıya çıkarılmıştır.

Yararlı olmasını diler, saygılarımı sunarım.

Mahmut ESEN                             
Mülkiye Başmüfettişi

***** 

1-OLAĞANÜSTÜ HAL KAPSAMINDA KAMU PERSOENELİNE İLİŞKİN BAZI TEDBİRLERİN ALINMASINI DÜZENLEYEN 672 SAYILI KHK

1Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan; 

  1. a) Ekli (1) sayılı listede yer alan (42.691) kişi kamu görevinden,
  2. b) Ekli (2) sayılı listede yer alan  (11.518) kişi Emniyet Genel Müdürlüğü teşkilatından,
  3. c) Ekli (3) sayılı listede yer alan (323) kişi Jandarma Genel Komutanlığı teşkilatından,

ç) Ekli (4) sayılı listede yer alan (2) Kişi Sahil Güvenlik Komutanlığı teşkilatından,

başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır.

[Görevden çıkarma işleminde, 667 sayılı KHK/4 maddesinde öngörülmüş (özel yetkili kurulun teklifi/Bakanın onayı vb.) süreç izlenmektedir. Görevlerine son verilmiş kamu personelinin büyük bölümü (28.163)  MEB personelidir. Ancak kurumların toplam personel sayısı üzerinden yapılan hesaplamaya göre görevine son verilmiş personel sayıları: Mülki İdare Amirlerinde %14, EGM’ de % 5 oranına yükselmektedir. (Bu konuda en yüksek oranın %23 oranı ile hakim/savcılara ait olduğu bilinmektedir.)

Göreve son verme işlemlerinde daha önce KHK’lerde açıklanmış olan açığa alınmış personel listelerinin temel alındığı görülmektedir. Ancak anılan listelere de tam olarak bağlı kalınmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim 246 mülki idare amiri açığa alınmış olduğu halde 303 kişinin görevine son verilmiş, açığa alınmış bazı personelinde görevlerine son verilmemiştir.]

671 sayılı KHK düzenlemesinde olduğu gibi bu kişiler başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın görev/kurumlarından çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmayacaktır. Teşkilatlarından çıkarılan bu kişilerin, mahkûmiyet kararı aranmaksızın, rütbe/ memuriyetleri alınmakta; görev yaptıkları teşkilatta veya kamu hizmetinde bir daha istihdam edilmeleri yasaklanmaktadır.

Kamu görevinden çıkarılanların, uhdelerinde taşımış oldukları büyükelçi/ vali gibi unvanları ve yüksek mahkeme başkan/ müsteşar/hâkim/savcı/kaymakam vb. meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamayacaklardır. Bu unvan/sıfat/ meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamayacaklardır. (Md. 2)

II-OLAĞANÜSTÜ HAL KAPSAMINDA BAZI TEDBİRLERİN ALINMASINA İLİŞKİN 673 SAYILI KHK

2-22.07.2016 gün ve 667 sayılı KHK gereğince kapatılmış  (54) adet özel öğretim kurum / kuruluşları ile özel öğrenci yurtları yeniden açılmaktadır. (Md.1)

3-İstifa etmiş/emekli olmuş hakim ve savcılara mesleklerine tekrar dönüş olanağı getirilmiştir. (Md.2)

4-Ceza ve infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurulu başkan ve üyelikleri için yeniden seçim yapılacaktır.

5Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olanlardan:

-Devlet adına yurtdışına (lisans üstü) eğitime gönderilmiş  (158) kişinin öğrencilikle ilişiği kesilmiştir.

-Kaçakçılık Kanunu göre yapılması gereken ikramiye ödemelerinden bunlar yararlandırılmayacaktır.

-İş sözleşmesi feshedilmiş olan kamu iştiraklerindeki işçiler, bundan böyle kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilemeyecektir.

-İş sağlığı ve güvenliği alanında ölçüm, analiz vb. işlerin yapılması; işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlık eğitim verilmesi işlemlerine yönelik Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca verilmiş yetki belgeleri iptal edilecektir.

-OHAL ilanından önce lehlerine verilmiş olduğu anlaşılan iflasın ertelenmesi bağlamındaki tedbir kararları kaldırılacaktır.  (Md.4,5,7, 9 ve 10)

6-Görevden uzaklaştırılmış yöneticiler, yöneticilik dışında başka kadro/pozisyonlara atanmak suretiyle görevlerine iade edilebilecektir. (Md.8)

7-22.07.2016 gün ve 667 sayılı KHK bazı ek/değişiklikler yapılmıştır. (Md.10)

-Yargı mensupları ve bu meslekten sayılanlarca meslekten çıkarma kararlarına karşı
itiraz edilmesi / yeniden incelenmesi talebinde bulunulması üzerine verilen kararlar da
R.G.’de yayımlanacak ve ilgililere tebliğ edilmiş sayılmaktadır.

Pasaportları iptal edilmiş olanların eşlerinin pasaportları da (genel güvenlik açısından)
iptal edilebilecektir.
 

II-OLAĞANÜSTÜ HAL KAPSAMINDA BAZI TEDBİRLERİN ALINMASINA İLİŞKİN 674 SAYILI KHK

8- 652 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK’ye geçici bir madde eklenmiş; özel dershane/ etüd eğitim merkezlerinde altı yıl çalışmış olanlara, KPSS’ne girmeden, kalkınmada öncelikli yörelerde sözleşmeli öğretmen olarak atanabilmeleri konusu düzenlenmiştir.

9Yargı ile ilgili bazı düzenlemeler yapılmıştır. (Md.3-20)

-Bilişim ile ilgili konularda bilgi toplamak/işlemek vb. görevleri için Adli Bilişim İhtisas Dairesi Başkanlığı kurulmuştur. Son üç yıl içinde Adli Tıpta Uzmanlık Giriş Sınavında 45 ve üzeri puan alanlara yeni bir sınav hakkı getirilmektedir.

– Bölge adliye mahkemelerinde hukuki/fiili nedenlerle kendi üyeleriyle toplanamadığı hallerde Bölge Başkanınca diğer dairelerden üye görevlendirilecektir.

– 5271 sayılı CMK uyarınca taşınmazlara, hak ve alacaklara elkoyma halinde kayyım atanacağı (TMSF’nin görevlendirileceği) kuralı getirilmiştir.

-Hükümlü ve tutukluların kurum dışına çıkarılmalarında güvenlik yönünden sakınca bulunması hallerinde dışarı çıkarılmalarına kısıtlama getirilmektedir.

Ceza infaz kurumlarının yapım işleri için (meralar dahil arsa temini/imar planı/ihale vb. konularda) önemli kolaylıklar getirilmiştir.

-Terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle 5271 sayılı CMK/133 uyarınca
kayyım atanmasına karar verilmiş şirketlerde görev yapan olan kayyımların yetkileri,
hakim veya mahkeme tarafından Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmektedir.
Bundan böyle kayyımlık görevleri TMSF tarafından yapılacaktır.

– Hazine ve Vakıflara devredilenlerin dışındaki kapatılmasına karar verilmiş şirketlerin satış ve tasfiye işlemleri konusunda TMSF yetkilendirilmiştir. Maliye Bakanlığınca devredilmesi halinde, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının tasfiye işlemleri de, TMSF tarafından tasfiyesi yapılacaktır. 

10-Güvenlik ile ilgili bazı düzenlemeler yapılmıştır. (Md.21-41)

– Geçici köy korucularının görev alanları gerektiğinde (valilerin onayı ile iller arası da olacak şekilde) genişletilebilecektir. Köy korucularına silah taşına ruhsatı verilecektir. Operasyonlara katılanlara (ek olarak) 21 TL tutarında günlük ödeme yapılacaktır.

-Valilere; kamuya açık alanlarda kurulacak sistemlerin yerlerinin tespiti, kurulumu/alt yapı faaliyetleri koordine konusunda yetki verilmiştir.

İçişleri Bakanlığınca terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı tespit edilen yurtdışındaki eğitim öğretim/sağlık kurumu, vakıf/dernek/şirket yöneticilerine pasaport verilmeyecektir.

-Jandarma ve SGK teşkilat kanunlarında  (daha önce yayımlanmış KHK paralelinde)  bazı ek değişiklikler yapılmıştır. Sıkıyönetim dönemlerinde, Jandarma ve SGK personelinin de TSK emrine gireceğine ilişkin ibareler kaldırılmış, personelin mali/sosyal haklar yönünden TSK Personel Kanununa bağlı olacağı belirtilmiştir. Henüz tamamlanmamış personel alım işlemleri ve nakil/tefi (statü) işlemleri iptal edilmiştir.

-Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi mezunlarının subay/astsubay olarak atanabilmesi için yeterlik sınavında başarılı olma koşulu getirilmiştir.

-İnsansız hava araçlarını satın alanların kaydı yapılacak, bu araçlar belli alanlarda uçurulacaktır.

– (Daha önce iç güvenlik yasa tasarısı kapsamında yer alan) Büyükşehir belediyelerinin bulunduğu illerde kamu kurum ve kuruluşlarının yatırım ve hizmetlerinin etkin olarak yapılması, izlenmesi ve koordinasyonu, acil çağrı, afet ve acil yardım hizmetlerinin koordinasyonu vb. görevler için İçişleri Bakanlığının taşra teşkilatı olarak kurulan Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığına özel bütçeli bir kuruluş statü kazandırılmış; Başkanlığın yetkileri artırılmış; bu bağlamda bakanlıklar ve diğer merkezi idare kuruluşlarının illerde yapacakları her türlü yatırım işlerini Başkanlık aracılığıyla yapabileceği esası getirilmiş, kamu yatırım / hizmetlerde aksama halinde gerektiğinde hizmetin Başkanlık tarafından üstlenileceğine yönelik düzenlemeler yapılmıştır.

            – 5393 sayılı Belediye Kanununda bazı ek/değişiklikler yapılmıştır.

– Belediye başkanı / meclis üyelerinin terör veya terör örgütlerine yardım ve yataklık suçları sebebiyle görevden uzaklaştırılması / tutuklanması / kamu hizmetinden yasaklanması vb. hallerde İçişleri Bakanı / il valileri tarafından belediye başkanı veya meclis üyesi ataması yapılabilecektir.

Böylesi durumlarda belediye meclisi toplantısı yapılmayacak, meclisin görevleri belediye encümenin atanmış üyelerince yerine getirilecektir. Muhasebe işlemleri de Maliye Bakanlığı saymanlık birimlerine gördürülecektir.

-Belediye hizmetlerin aksatılmasının terör veya şiddet olaylarıyla mücadeleyi olumsuz etkilemesi hallerinde bu hizmetler il özel idaresi/Yatırım İzleme Ve Koor. Başkanlığınca yapılacak harcama tutarları da İller Bankası hisselerinden tahsil edilecektir.

11-Milli savunma ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır. (Md.42-48)

-Harita Genel Komutanlığına coğrafi veri üretilmesi görevi verilmiş, Komutanlığa bağlı
Coğrafi Veri Merkezi kurulmuştur.

Askeri sağlık kurum/kuruluşlarının Sağlık Bakanlığına devri üzerine, personelin askeri hastane yerine resmi sağlık kuruluşlarına sevklerine yönelik Askerlik Kanununda ek / değişiklikler yapılmıştır.

-MSB üst düzey yönetici kadrolarının askeri rütbe karşılıkları belirlenmiş, bu kadrolara atanan sivillerin kamu konut ve sosyal tesislerden rütbe karlığındaki subaylar gibi yararlanması kabul edilmiştir.

7-Öğretim üyesi yetiştirme programı kapsamında araştırma görevlisi kadrosuna atanmış olanlar (durumları her yıl yeniden gözden geçirilen) lisansüstü öğrenci statüsüne alınmıştır. (Md. 49)

8-Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu ilgili valilerce tespit edilenler; Terörle Mücadele Kanunu uyarınca
kamu kurum ve kuruluşlarında sınavsız istihdam hakkından yararlandırılmayacaktır. (Md. 51)

=========================================

Dostlar,

Biz de, Mülkiyeli şapkamızla, Sn. Esen’in sistematik özetlemesine eklemeler yapalım :

Mülkiye Başmüfettişi Sayın Mahmut ESEN önemli bir görev yapıyor ve Türkiye’nin
20 Temmuz 2016’da başlatılan AKP – RTE güdümünde OHAL Kararnameleri ile DNA’sına dek kökten başkalaştırılması sürecine tanıklık ediyor. 667 ile başlandı ve 674 sayılı OHAL Kararnamesi 01.09.2016 günü RG’de yayımlandı. Önceki OHAL Kararnameleri için de
Sn. Esen benzer sistematik özetleme çabası gösterdi ve paylaştı, biz de web sitemizde yer verdik.
(Örn. http://ahmetsaltik.net/2016/08/19/670-ve-671-sayili-khklerin-getirdikleri/)

Yinelenmesi gereken çok önemli ve ivedi noktalar var                 :

1. TBMM, OHAL rejimi ile ağır bir bunalımdan çıkmaya çabalayan Türkiye’de neden tatildedir? Derhal toplanması ve OHAL Kararnameleri’ni görüşmesi, asli Yasama yetkisini ve Yürütme üzerindeki yasama ile denetleme yetkisini kullanması gerekir. Milletin Meclisi karar vermelidir gerçekten olağanüstü içerikleri olan düzenleme ve değişikliklere. Ayrıca TBMM’de görüşmelerde söz konusu OHAL Kararnameleri’nin demokratik tartışma ile,
muhalefetin katkıları ile olgunlaştırılması ve olası ağır hatalardan ayıklanması olanaklıdır.

2. Türkiye resmen 28 kişilik (gerçekte salt RTE!) bir OLİGARŞİK OTORİTER – TOTALİTER yönetim altındadır hatta despotizme kaymıştır ve bu fiili durum, TBMM devre dışı bırakılarak sürdürülemez, Anayasa’nın özüne de sözüne de aykırıdır; açıkça AKP SİVİL DARBESİDİR!

Bu dayatma sürdürülür ise; Ulusun meşru direnme hakkı bile gündeme gelebilecektir.

3. OHAL Kararnameleri’nin en geç 30 gün içinde TBMM’de görüşülmesi TBMM İçtüzüğünün buyurucu kuralı (amir hükmü) gereğidir (md. 128) ancak bu kasten yaptırılmadığı için
OHAL Kararnameleri yasalaşamamakta ve Anayasa Mahkemesine de götürülememektedir. Gerçekte yasalaşmadan da anayasal yargıya taşınma olanağı hukuksal olarak vardır (bkz. http://ahmetsaltik.net/2016/08/08/ohal-kararlari-nasil-iptal-olur/) ancak anamuhalefet CHP’nin Meclis Grubu ya da herhangi 110 vekil bu yolu henüz kullanmamıştır!? Öte yandan, olası bir Anayasa Mahkemesi iptal kararının anlamı da kalmayacaktır / kalmamıştır çünkü Anayasa Mahkemesi kararları bilindiği gibi geçmişe yürütülememektedir (retrospektif etkisi yoktur).

OHAL Kararnameleri ile yürütülen pek çok işlem, “etkisi uygulanmakla tükenen idari işlem hatta eylem” niteliğindedir hukuksal olarak; dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin olası iptal kararları fiilen yararsız olacaktır. Bu durum, anayasal yargı denetimini boşluğa düşürmek anlamına gelir ki, açıkça anayasayı çiğneme (ihlal) suçu (yetki ve işlev gaspı) oluşturur.
Üstelik siyasal iktidar bu boşlukları bilerek kullanmaktadır; iyi niyet yoktur ve hukuk iyniyetsizliği korumaz.

4. Türkiye’de çok sayıda insan ayrımcılığa uğradığını, iktidarın adaletsiz işlemi sonucu
hukuksal statülerini yitirdiklerini, ağır ve giderimi olanaksız zarara uğradıklarını, can ve
mal güvenliklerinin kalmadığını, hukuk devletinin en temel özelliklerinden olan hukuksal öngörülebilirliğin yok edildiğini… düşünmektedir. Kamu görevinden çıkarılanlar yüz bine yaklaşmış hatta aşmıştır. Aile ve yakınları ile çok büyük rakamlara erişmektedir çok olumsuz etkilenen kitle.. Bu insanlar bu ülkede yaşamaktadırlar, yaşayacaklardır ve yapılanlar herhalde toplumsal barışa katkı sağlamayacaktır. Ciddi potansiyel sorunlar tohumlanmaktadır.
Ergenekon – Balyoz benzeri kumpas davalar gibi birkaç yıl içinde geri tepme (bumerang) etkisi olabilir! Ayrıca AİHM’de pek çok davaya Türkiye muhatap olacak ve yitirecektir.
Devlet, sorumlu kamu çalışanlarına Anayasa gereği (AY md. 40/3, 129/4) rücu edebilecektir!

5. Türkiye, uluslararası toplumda dışlanarak yalnızlaşmakta, AKP – RTE’nin yapageldiği hukuk   ve demokrasi – laiklik dışı dayatmalar ülkemizin saygınlığını ciddi biçimde zedelemektedir.
Bu tablo uluslararası hukuk bakımından BM eliyle ağır yaptırımlar doğurabilir. Ekonomik ve siyasal – diplomatik ambargolar gibi.. Bıçak sırtındaki Ekonominin ve turizmin çok olumsuz etkilenmesi gibi..

Sonuç olarak; bu tablodan sorumlu kadroların Türkiye’yi bu ağır ve kritik bunalımdan çıkarması düşünülemez.. Hele hele ikide bir kandırıldıklarını itiraf eden (!?) siyaset safı (!?) ……… kadrolarla..

  • RTE; AKP grubunca pasifize edilmeli, CHP ve MHP ile Ulusal Koalisyon kurulmalıdır..

Önkoşul ise 1 Ekim’i beklemeden TBMM’nin derhal toplanmasıdır.

Gangren olmuş kol – bacak kesilir, başka bir sağaltımı henüz bulunamamıştır.
Yoksa ???

Sevgi ve saygı ile.
04 Eylül 2016, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazımızın pdf biçimi : OHAL_KARARNAMELERI_ILE_FIILI_SIVIL_DARBE

ANAYASA MAHKEMESİ : 10 YILLIK TUTUKLULUK ANAYASAYA AYKIRI


Dostlar,

Anayasa Mahkemesi (AYM), “10 Yıllık tutukluluğun Anayasaya aykırılığı” na ilişkin 4 Temmuz 2013 günü oybirliği ile verdiği kararın gerekçesini açıkladı ve
bu gerekçe Resmi Gazete’de (RG) yayımlandı. Türkiye hızla 5 Ağustos gündemine kaymıştı. Bir yandan
“AYM kararı uygulansın, yurtseverler bırakılsın” istemleri yükseltilirken bir yandan da Ergenekon davasının karar duruşmasına kilitlenilmişti.

Bu yoğunluk içinde, bu önemli kararın gerekçesi yayımlandı 2.8.13 günü.
Özel Yetkili İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, tahliye istemlerini karar gerekçesi RG’de yayımlanmadığı için reddetmişti. 1 ay sonra bu koşul da yerine gelmiş oldu karar gününden 3 gün önce. Ama bu kez de yürürlük için AYM’nin TBMM’ne verdiği 1 yıllık süreyi bu Mahkeme kullanmak isteyecekti.. Öyle de oldu. AYM Başkanı Haşim Kılıç‘ın teamül dışına çıkarak sözlü açıklama ile kararlarına açıklık getirerek
durumu uygun olanların tahliye edilebileceğini açıklaması da yetmedi!

5 Ağustos 2013 günü ağır bir hukuk katliamı geçekleştirildi. 275 sanığın çoğuna son derece ağır cezalar verildi.. Müebbet, ağırlaştırılmış müebbet, 2 kez müebbet..

AYM’nin hem “10 yıl tutukluluk kabul edilemez!” kararı hem de gerekçesi oldukça önemli. Türkiye’nin pek çok bakmdan kıskaca alındığı bir çerçevede
bu önemli kararın özellikle sıkı bir gerekçesi var ve hukuk devleti adına umut verici.
AYM’ne bu karar ve çok doyurucu hukuksal gerekçesi için teşekkür etmeliyiz.
Paylaşalım ve not edelim..

Sevgi ve saygı ile.
Pertek – Tunceli, 11.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

Anayasa Mahkemesi (AYM) :

“10 yıl tutukluluk kabul edilemez!”

Anayasa Mahkemesi azami 10 yıl tutukluluk süresinin demokratik bir hukuk devletinde kabul edilemeyecek kadar uzun olduğunu belirterek

  • “Tutuklamanın adeta bir ceza olarak uygulanabilmesine
    imkan tanınarak, tutuklama tedbiriyle ulaşılmak istenen hukuki yarar ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı arasındaki makul dengenin
    kişi özgürlüğü ve güvenliği
    hakkı aleyhine bozulmasına neden olmaktadır.” dedi.

CHP, 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un bazı maddelerinin iptali ve yürütmesinin durdurulması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu.
Yüksek Mahkeme, CHP’nin açtığı davayı esastan karara bağladı.

Heyet, Kanun’un 75. maddesiyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) başlığıyla değiştirilen 10. maddesinin, “Türk Ceza Kanununun 305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332. maddeleri hariç olmak üzere, 2. kitap 4. kısmın dört, beş, altı ve yedinci bölümünde tanımlanan suçlarda, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda öngörülen tutuklama süresi iki kat olarak uygulanır” biçimindeki beşinci fıkrasının iptaline karar verdi.

İptal edilen düzenleme, TCK’daki,

“Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar”,
“Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar”,
“Milli Savunmaya Karşı Suçlar” ve
“Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” suçlarında

CMK’da öngörülen tutuklama süresinin 2 kat artırılmasını düzenliyordu.
Kararın iptal gerekçesi Resmi Gazete’nin bugünkü (2.8.13) sayısında yayımlandı.

Gerekçeli kararda, Anayasa’da kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını sınırlayan
bir tedbir olarak tutuklama kurumuna, bu kurumun uygulanma koşullarına ve nedenlerine yer verilmiş, ancak tutuklama yönünden uygulanması gereken
somut bir azami süre belirlenmediğine dikkat çekildi.

CMK’nı 102. maddesinde, azami tutuklama süreleri düzenlendiği ve yasal düzeyde bir üst sınır getirildiğinin anımsatıldığı gerekçeli kararda,

  • Tutuklamanın ancak suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişinin kaçmasının veya delilleri karartmasının önlenmesi veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer sebeplerin gerçekleşmesi hâlinde hâkim kararıyla uygulanabileceğine..

işaret etti.

ÖLÇÜLÜLÜK İLKESİNE AYKIRI OLAMAZ

Özgürlük ve güvenlik hakkının sınırlandırılabilmesi için Anayasa’da belirtilen koşulların yanı sıra temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması rejimini belirleyen Anayasa’nın 13. maddesine de uyulması gerektiğinin ifade edildiği gerekçeli kararda,

  • Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine de aykırı olamayacağı vurgulandı.

Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, belirtilen koşullara ve nedenlere uygun olarak tutuklamanın,

– adil ve etkili bir yargılamanın sağlanması amacıyla
– demokratik toplum düzeni bakımından alınması gereken zorunlu tedbirler arasında   yer aldığının kaydedildiği gerekçeli kararda,

“Nitekim tüm çağdaş demokratik devletlerin mevzuatında ve
 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) bu tedbire (tutuklamaya)

  • özgürlük ve güvenlik hakkını sınırlayan bir istisna olarak yer verilmiştir.

Ancak tutuklama tedbirinin demokratik toplumda gerekli olması yeterli olmayıp ölçülü de olması gerekir.

  • Bu çerçevede adil ve etkili bir yargılamanın sağlanması şeklindeki
    kamu yararı ile kişilerin özgürlük ve güvenlik hakkı arasında
    makul bir dengenin kurulması ve tutuklama tedbirinin kişi yönünden
    bir cezaya dönüşecek şekilde orantısız olarak uygulanmasına
    izin verilmemesi gerekir
    .”

değerlendirmesi yer aldı.

MAKUL DENGE UYARISI

Kişilerin “makul süre içinde yargılanma” ve “makul süreyi aşan sürelerle tutuklu kalmama” haklarının anayasal güvenceye bağlandığının vurgulandığı
gerekçeli kararda, tutuklama tedbirinin ölçülü olmasının Anayasa’ya göre
bir zorunluluk olduğu ifade edildi.

Ceza hukukunun, toplumun kültür ve uygarlık düzeyi, sosyal ve ekonomik yaşantısıyla ilgili bulunması nedeniyle suç ve suçlulukla mücadele amacıyla
ceza ve ceza muhakemesi alanında sistem tercihinde bulunulması,
devletin ceza siyaseti ile ilgili olduğunun kaydedildiği gerekçeli kararda,
şu ifadelere yer verildi:

“Ceza yargılamasına ilişkin kuralları ve bu kapsamda suç türlerine göre
tutukluluk sürelerini belirlemek kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında bulunmakla birlikte; gerek ulusal mevzuatta ve uygulamada gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında, ilk derece mahkemelerince sanığın suçlu bulunarak mahkûm edilmesinden sonraki sürecin tutukluluk olarak değerlendirilmediği de nazara alındığında, dava konusu kuralda düzenlenen azami tutukluluk süresinin
demokratik bir hukuk devletinde kabul edilemeyecek kadar uzun olduğu,
bu yönüyle kuralda tutuklamanın adeta bir ceza olarak uygulanabilmesine imkan tanınarak, tutuklama tedbiriyle ulaşılmak istenen hukuksal yarar ile
kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı arasındaki makul dengenin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı aleyhine bozulmasına neden olunduğu görülmektedir.
Dava konusu kural Anayasa’ya aykırıdır.” (Anka, 2.8.13)