Etiket arşivi: sokağa çıkma yasağı

Yasaklar ne saklıyor?

07.05.2021
https://haber.sol.org.tr/yazar/yasaklar-ne-sakliyor-31680

İktidar, topluma ‘istediğim her konuda yasak getiririm’ mesajını veriyor.

En güncel ve en ilginç yasaktan söz etmeye kalksak, hangisinin birinciliği alacağını belirlemek kolay olmuyor. Yasakların önem ve güncelliği konusunda bir haksızlık yapmamak için-yasakların “bana haksızlık yapıldı” dememesi (!) için- belki de en iyisi yasaklara alfabetik sırayla başlamak gerekiyor. Bu durumda son günlerin yasakları şöyle sıralanabiliyor:

  • Düşünce açıklama yasağı,
  • görüntü ve ses kaydı yasağı,
  • lebalep haber yasağı,
  • sokağa çıkma yasağı,
  • sultan türbelerinde eller arkada dolaşma yasağı.

“Cumhurbaşkanı isterse Montrö’yü iptal edebilir” ve “İstenirse hilafet ilan edilebilir” gibi anayasal düzenle bağdaşmayan söylemler rahatlıkla söylenirken, İstanbul kanalı ve Montrö anlaşması konusundaki düşüncelerini açıklayan emekli amirallerin başına gelenler, iktidarın hoşuna gitmeyen düşünceleri açıklamanın yasak olduğunu gösteriyor.

Bilindiği gibi, polisin yasa dışı olaylarda suçluyu bulmak için başvurduğu kaynakların başında ses ve görüntü kayıtları geliyor. Bu gerçekler ışığında emniyet genel müdürlüğünün / içişleri bakanlığının, kitlesel-demokratik olaylar sırasında ses ve görüntü kaydı alınmasını yasaklaması, polisin demokratik eylemler sırasındaki tutumunun –gerçeklerin– ortaya çıkmasının istenmediğini gösteriyor. Bu yasak polisin, bundan sonra muhaliflerin yapacakları demokratik gösterilere alışılmışın ötesinde saldıracağı anlamına geliyor.

Yazılı ve görsel basının temel işlevinin, toplumu ülkede ve dünyada olup bitenler hakkında bilgilendirmek olduğu biliniyor. Bu arada olup biten gerçekleri toplumdan saklayan ve de hatta iktidar lehine yalan yanlış haber yapan yazılı ve görsel basına da, yandaş basın deniyor. Türkiye bir demokratik sosyal hukuk devleti olduğundan (!) yazılı ve görsel basının %90’dan fazlasını yandaş basın oluşturuyor. Yine demokratiklik ve hukuksallık gereği Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), yandaş kanallara hiç dokunmazken, habire muhalif televizyonlara ceza yağdırıyor. RTÜK de, yasaklama konusunda ben de varım diyor: Pandemi nedeniyle yasak olduğu halde iktidarın katıldığı lebalep cenaze namazları, lebalep AKP kongreleri ve lebalep patates dağıtma gibi lebalep insan görüntülerine yasak getiriyor. RTÜK bu yasakla, açıkça “Toplum gerçekleri öğrenmesin” ve “Gerçekler iktidarın aleyhine olur”  demiş oluyor.

Bilindiği gibi pandemi tehlikesi karşısında yandaş olmayan sağlıkçılar, aylardır 1-2 hafta sokağı çıkma yasağı getirilmesini öneriyor. Sonunda iktidar 30 Nisan 17 Mayıs tarihleri arasında kısmi sokağa çıkma yasağı getiriyor. Ancak bu yasak ve bu yasakla ilgili olarak getirilen ek yasaklar, yasaklar tarihinin en ilginçlerinden biri oluyor. Bu kısmi yasak, nasıl oluyorsa 16 milyon kadar emekçiye çalışma yasağı getirmiyor. Yasak süresinde çalışacak emekçiler, lebalep otobüslerde burun buruna yolculuk yapmaya, işyerlerinde de lebalep çalışıp yemek yemeye devam ediyor.  Emekçiler bu koşullarda çalıştırılırken, deniz kenarında ya da parkta mesafeli oturmak bile yasaklanıyor. Bu yasaklarda turistler denize girebilirken, turiste hizmet veren emekçinin denize girmesi yasaklanıyor. Bu arada simit satarak, çöp toplayarak, günlük çay-kahve satışıyla geçimini sağlayanlara yasak getirilirken, emekçinin sırtından zengin olan fabrikatöre yasak getirilmiyor. Bu yasak süresinde, sıradan bir aile, her gün resmi rakamlara göre 300’den fazla ailenin yaşadığı gibi bir pandemi kaybı yaşasa, cenazesini üç-beş kişiyle kaldırabilecekken, böyle bir üzücü olay yandaşın başına gelirse, lebalep cenaze kaldırma mümkün olabiliyor.

Kısmi kapanma yasağıyla birlikte bir başka trajikomik bir durum yaratılıp alkollü içki yasağı getiriliyor. Bu yasak, iktidarın pandemiden kurtulmaya değil de, kendi piyasacı ve gerici emellerini gerçekleştirmeye öncelik verdiğini gösteriyor. İçki yasağı sonrasında artan tepkiler üzerine, bu yasağı meşrulaştırmak için, komik ötesi bir durum yaratılıp marketlere ampul, kalem, kağıt, pil,… satışı yasağı da getiriliyor!

İktidar, topluma ‘istediğim her konuda yasak getiririm’ mesajını veriyor.

Çok geçmeden bu mesajının ne denli geçerli olduğunu gösterip bir sultanın türbesi civarında elleri arkasında dolaştığı için İBB başkanı hakkında soruşturma açarak, sultan türbelerinde eller arkada dolaşma yasağı üretmeye çalışıyor.

Bu tür yasaklar, iktidarın, ‘buluttan nem kapma’ durumunda olduğunu, her konuyu yasak kapsamına alabileceğini gösteriyor.

Bu yasaklar, önümüzdeki günlerde akla gelmeyen nice nice yeni yasakların gündeme geleceğini gösteriyor.

Yasakların çokluğu ve hukuksuzluğu, yasaklamaların “saldım çayıra mevla kayıra” şekline dönüştüğünü, ülkede başta hukuk olmak üzere, devlet kavramının da devlet düzeninin de kalmadığını gösteriyor.

Bu yasaklar, ayrıca iktidarın neden sultanlara ve de özellikle II. Abdülhamit’e hayranlık duyduğunu da açıklamış oluyor.

SALGINLA SAVAŞA BEKLENMEYEN DARBE!..

SALGINLA SAVAŞA BEKLENMEYEN DARBE!..

Ertan URUNGA
Emekli Yargıç Alb.
e.urunga@yahoo.com.tr 

12.04.2020 tarihinde bu sitede yayımlanan “Toplumsal Dayanışma ve Ötesi başlıklı yazımıza son verirken; Ankara ve İstanbul B.Ş. Belediyelerince başlatılan Bağış Kampanyalarının, İçişleri Bakanlığı tarafından yasaklanarak banka hesaplarının bloke edildiği (geçici olarak elkonduğu) haberleri üzerine, bu karara ilişkin eleştirilerimizi başka bir yazıya bıraktığımız için, bu yazımızı kaldığımız yerden sürdürmek istiyoruz.

O gün de sıcağı sıcağına belirtiğimiz gibi Belediyelerin bağış kampanyalarının ‘izin alınmadığı’ gerekçesiyle yasaklanmasının, bilinen yasal kurallara ve yerleşik uygulamalara aykırı düştüğünü görünce “Bakanlığın akıllara ziyan bu kararı, salgınla savaşta ortaya çıkan toplumsal dayanışmaya vurulan bir darbe olmuştur aslında” diye yazmıştık!                  

Nitekim devlet örgütlenmesi/teşkilatı içinde; Anayasal bir kurum (AY m.127) olarak Mahalli İdareler (yerel yönetimler) arasında sayılan ve özel yasası da bulunan Belediyelerin, yerinden yönetim ilkesine göre kuruldukları il ve ilçelerde toplumsal yaşamın her alanındaki kamusal görev ve sorumlulukları geniş biçimde sayıldıktan sonra, bağış toplamalarına ilişkin yetki ve imtiyazları (ayrıcalıkları) da ilgili yasalarda, aşağıda belirtildiği şekilde düzenlenmiştir.

Yasal Düzenlemeler
Yürürlükte bulunan yasalarda, Belediyelerin bağış toplama yetkisine ilişkin kurallar arasında; 03.07.2005 tarih ve 5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun ‘Belediyenin Yetki ve İmtiyazları’ başlığını taşıyan 15/1-i maddesinde, “Borç almak, bağışları kabul etmek” yetkisinin, ‘Meclisin Görev ve Yetkileri’ başlığını taşıyan 18/1-g maddesinde “Şartlı bağışları kabul etmek” yetkisinin, ‘Belediye Başkanının Yetkisi’ başlığını taşıyan 38/1-l maddesinde “..şartsız bağışların kabul edilmesi” yetkisinin mevcut bulunduğuna yer verilmiş; ‘Belediyenin Gelirleri’ başlığını taşıyan  59/1-g maddesinde ise “Bağışlar” ın gelirler, 60/1-i maddesinde “Şartlı bağışlarla ilgili harcamalar” da giderler içinde sayılmıştır.
Ayrıca 10.07.2004 tarih ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun ‘Büyükşehir Belediye Başkanının Görev ve Yetkileri’ başlığını taşıyan 18/1-g maddesinde “Yetkili organların (Belediye Meclisi) kararını almak şartıyla, karşılıksız bağışları kabul etmek ve gerekli tasarruflarda bulunmak” görev ve yetkisinin bulunduğu vurgulanmış, ‘Büyükşehir Belediyesinin Gelirleri” başlığını taşıyan 23/1-n maddesinde “Şartlı ve şartsız bağışlar” ın Belediyelerin denetime açık gelirleri arasında sayıldığı, diğer konuların da Belediye Kanunu’na koşut (paralel) olarak düzenlendiği anlaşılmıştır.
Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu yasal düzenlemeler karşısında; doğal ve geleneksel olarak seçildiği yerin Şehremini (güvenilir adamı) kabul edilen Belediye Başkanlarının; bugün olduğu gibi olağanüstü dönemlerde sıkıntıya düşen işsiz, dar gelirli ve yoksul yurttaşların zorunlu gereksinimlerini karşılamak için sosyal hizmet ve yardımda bulunmak; bu amaçla bağış kabul etmek, kampanyalar düzenlemek görev ve yetkisinin bulunduğu gibi bunları kullanmak için başkaca bir orunun (makamın) izin ve onayı da aranmadığından, öteden beri kullanageldikleri herkesçe bilinen bir gerçekliktir.
Bu somut gerçeklere karşın, yurttaşların sağlıklı bir çevrede güven ve erinç içinde yaşamasını sağlamakla birincil derecede görevli ve sorumlu olan İçişleri Bakanlığının, belediyelerce başlatılan bağış kampanyalarını desteklemesi beklenirken, tutarsız kimi gerekçelerle gönüllü Bağış kampanyalarını hakkaniyete aykırı şekilde  yasaklamasının; Toplumsal Birlik ve Dayanışmaya olduğu kadar, halen büyük kayıplar verilerek yürütülmekte olan salgınla savaşa vurulan ağır ve haksız bir darbe olduğunu da söyleyebiliriz elbet.
Bakanlığın Gafleti mi?
İçişleri Bakanlığının 30.03.2020 tarih ve 6051 sayılı genelgesinde, Ankara ve İstanbul Belediyelerinin Bağış kampanyalarını yasaklama gerekçesini, 23.06.1983 tarih ve 2860 Sayılı Yardım Toplama Kanunu’nun 6. maddesindeki “Kişi ve kuruluşlar, yetkili makamdan izin almadan yardım toplayamazlar.” hükmüne dayandırmıştır.
Oysa bu yasa, genel gerekçesi ve 1’nci maddesinde belirtilen amacından da açıkça anlaşılacağı üzere sadece gerçek kişiler ile dernekler, vakıflar, sendikalar gibi tüzel kişi ve kuruluşların yardım toplamasına ilişkin olup, kamu kurumu niteliğinde ve kendine özgü yasası olan Belediyeler hakkında uygulanması olasılığının bulunmadığı bilindiği halde, Bakanlıkça uygulamada gaflete (!) düştüğünden de asla söz edilemez elbet.
Kurumlara Tanınan Ayrıcalıklar  
Kaldı ki yasakoyucu, değişik anlam ve uygulamaların önüne geçmek için kimi kurum ve kuruluşların kapsam dışında bırakıldığını vurgulamak amacıyla, yasanın 31’ncimaddesinde “Mevzuat hükümlerine göre bazı derneklere, vakıflara, meslek kuruluşlarına ve kamu kuruluşlarına tanınmış hak ve ayrıcalıklar saklıdır.” hükmüne yer vermiştir.
Yasanın bu buyruğu ile özel yasalarında Bağış toplama ‘yetki ve imtiyazı’ tanınmış olan Belediyeler gibi kamu kurumu niteliğinde olan kuruluşlar için Yardım Toplama Kanunu’nun uygulanmayacağı anlatılmak istemiş ama, bu emredici kural bile Bakanlığın anlamasına yetmemiş olacak ki, böylesine ucube bir genelgeyi hiç yüksünmeden topluma dayatabilmiştir.
Günümüzün çağdaş demokratik devletlerinde artık rastlanmayan, ‘hükümet tasarrufu’ (yönetimin, yasal dayanağını bulamadığı konularda inisiyatif kullanması) niteliğinde bulunan bu keyfi işlemin; hukuka ve yerleşik uygulamalara mutlak aykırı ve yok hükmünde bulunması karşısında, geleceğe yönelik olarak Kaldırılması ya da Geri Alınması yoluyla hukuksal varlığına derhal son verilmesi, hukuka bağlılığına inanmak istediğimiz bir yönetimden beklenirken; tam tersine yapılan yeni bir işlemle anılan Belediye Başkanları hakkında idari ve cezai soruşturma açıldığı kaygı ve esefle görülmüştür. Şaka gibi ama, ürkütücü bir gerçek!..
Sokağa Çıkma Yasağı
Ne var ki İçişleri Bakanlığının akıl almaz işlemleri bunlarla sınırlı kalmayıp, 10.04.2020’de Korona salgını kapsamında, iki gün süre ile sokağa çıkılmasını “CB’nın direktifleri üzerine” yasaklarken; uygulamanın başlamasından iki saat önce durumu öğrenen halkın sokaklara dökülmesi sonucu, salgına karşı alınan önlemlerin çökmesine neden olan 09.04.2020 tarih ve 153 sayılı Genelgesi de akıl ve hukuk dışı uygulamaların tipik bir örneği olarak, Adalet tarihinin kara sayfalarında yerini alıp belleklerden hiç silinmeyeceğini şimdiden söyleyebiliriz.
Çünkü sari (bulaşıcı) hastalıkların neden olduğu salgınlarla ilgili olarak sağlık kurullarınca gerekli görülen tüm önlemlerin alınması ve bunların denetlenmesi görevinin, Anayasanın 56. ve 1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun hükümleri gereğince doğrudan Sağlık Bakanlığına; yürütme yetkisinin de Cumhurbaşkanına (AY m.104) ait olduğu bilinirken; sanki  ülkede başka bir hukuk düzeni varmış gibi yetkisi bulunmayan İçişleri Bakanlığınca yürürlüğe konan bu Genelgenin de “yetkisizlik” nedeniyle hukuka aykırı düştüğü anlaşılmaktadır.                                                                                                                                                  
Sonuç                               
İşte, birlik ve dayanışmaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız olan şu Koronalı günlerde, ‘hal-i pür melalimiz’ ne yazık ki böyle, sevgili okurlar! Bu durum karşısında, yarın ne olacağını bilemediğimiz için burada şunu da belirtmek isteriz ki; öteden beri ülkemizi saran ve devletin tepelerine kadar sinsi bir virüs gibi yayılan başına buyruk bağnaz zihniyetin; her gün kanayan yüreğimizin acısıyla kıyasıya savaştığımız küresel salgından daha büyük bir tehlike olduğunu ve önü alın(a)mazsa giderek artacağını da asla unutmadan evde kalın, sağlıcakla kalın!

KRİZ YÖNETMEK

KRİZ YÖNETMEK

Suay Karaman 

Koronavirüs ile mücadeleyi iyi yönetemeyen, gerekli önlemleri zamanında alamayan siyasi iktidar, 31 kentte hafta sonu 48 saat sokağa çıkma yasağı getirdi. İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü 89780865-153 sayılı, 09.04.2020 tarihli ve İçişleri Bakanı imzasıyla ‘Çok Acele’ olarak sokağa çıkma yasağı konusunda bir genelge yayınladır.

Genelgeye göre 10.04.2020 tarihi saat 24.00’den, 12.04.2020 tarihi saat 24.00 arasında anakent statüsündeki 30 ilimiz ile Zonguldak il sınırları içinde bulunan tüm vatandaşların sokağa çıkmaları yasaklanmıştır. Bu, koronavirüsün yayılmasını engellemek için alınan gerekli bir önlemdir.

Ancak 9 Nisan 2020 tarihli bu genelgeyi, 10 Nisan günü saat 22.00’da yani sokağa çıkma yasağına yaklaşık iki saat kala açıklamak, büyük plansızlıktır, iş bilmemektir. Ekmek, su gibi önemli gereksinimlerin sağlanabileceği önceden duyurulmayınca, sokağa çıkma yasağını duyan halk marketlere akın etti. Bunun sonucunda fiziksel uzaklık kalmadı, marketlerde uzun kuyruklar oluştu. Krizi yönetemeyen siyasi iktidar, toplum sağlığını tümüyle tehlikeye sokarak, salgının büyük bir hızla yayılmasına neden olacaktır. Salgını önlemek için alınan ve iki saat kala açıklanan bu önlem, salgın patlamasına neden olacaktır. Plansız sokağa çıkma yasağı ilan ederek salgını büyüten başka bir yönetim var mıdır? Bu plansızlığın ilk kurbanı, İçişleri Bakanı’nın istifası olmuştur ancak kabul edilmemiştir.

Bu arada yalnızca iki gün sokağa çıkma yasağı olmasına karşın, fiziksel uzaklığı önemsemeden halk olarak birbirimize düşecek şekilde marketlerin önüne yığılmak konusunu da iyi irdelemek gerekir. Büyük çoğunluğun evinde en az iki gün yetecek yiyecek vardır ama bu toplumsal açgözlülüğün ve tüketim çılgınlığının geldiği nokta da düşünülmelidir.

Aslında 31 kentte iki gün sokağa çıkma yasağı gerçekçi bir önlem değildir. Tüm ülkede ve en az 15 gün sokağa çıkma yasağı uygulanması gerekir. Tabii bunun planlaması ve uygulaması bilimsel olarak yapılmalıdır.

Bilimsellikten söz açılınca, oluşturulan Tıp Bilim Kurulu için de birkaç söz etmek gerekir. Bilim Kurulu’nun verdiği bilimsel kararlar gerçekten uygulanıyor mu?

  • Bilim Kurulu’nun kararlarında son söz AKP Genel Başkanı’nda mıdır?

Bilim Kurulu’nun aldığı kararlar neden saydam olarak açıklanmıyor? Bilim Kurulu’nun üyelerinden farklı söylemler çıkmaktadır, hangilerine güvenmek gerekir? Hekim ve meslek örgütlerinin dışlandığı Bilim Kurulu’nda, Diyanet İşleri Başkanlığı da yer almak istiyormuş.

  • Diyanet bu sorunu bilim yerine dua ile mi çözeceğine inanıyor?

Siyasi iktidara bağlı bir kurula Bilim Kurulu denebilir mi? Bu durumda Bilim Kurulu’nda istifa eden çıkacak mıdır, yoksa tüm üyeler gidişten memnun mudur?

Krizi iyi yönetemeyenlerin her yaptıkları yanlıştır: Bu kriz ortamında ikinci kez İngiltere’ye maske, tulum, eldiven, gözlük gibi tıbbi malzemeleri bağışlamak nedendir? Aynı şekilde Sırbistan, Bosna Hersek, Karadağ, Kuzey Makedonya ve Kosova’ya maske, tulum ve tanı kitleri bağışlandı. Üç İsrail uçağının İncirlik Üssü’ne gelerek maske, steril eldiven ve koruyucu kıyafetler içeren tıbbi malzemeleri alıp, geri dönmesi nasıl açıklanabilir? Kendi vatandaşına vereceği maske bile yokken, sağlık çalışanları görev yaptıkları hastanelerde maske ve koruyucu giysi bulamazken, bunları başka ülkelere bağış yapmak ya da satmak bu süreci iyi yönetmek midir?

Krizin iyi yönetilemediği bellidir 

Bu siyasi iktidar 18 yıldır ülke için hangi olumlu girişimde bulundu? Ülkemizde demokrasi, hukuk, sanayi, tarım, hayvancılık, ekonomi, eğitim, bilim, sanat ve daha aklınıza ne gelirse her şey daha kötü olmadı mı, daha geriye gitmedi mi? Koronavirüs olgusu henüz ülkemizde resmi olarak görülmemişken kimi ‘aydın insan taklitleri’; “hükümet süreci çok iyi yönetiyor, Sağlık Bakanı çok başarılı” diyorlardı. Acaba yaşanan süreçten sonra bu konuda fikirleri değişti mi?

Sayılarla oynayacaksınız, insanları kandırdığınızı sanacaksınız..

Akıl olmadıktan sonra, bilim ne yapsın? Haftalardır emek veren sağlık çalışanlarının ve bilim insanlarının emeği, hükümetin öngörüsüzlüğü yüzünden yalnızca iki saat içinde harcandı, çok yazık oldu. Her şey (AS: -önemli ölçüde-) yeniden başlayacak…

 

 

 

KARANTİNA

KARANTİNA

Dr. Ceyhun BALCI

Dünya 3 aydır COVİD-19 salgınıyla baş etmeye çalışıyor. Çin’deki salgın başladığı yerde denetim altına alınsa da; batıya taşınan virüs hem Avrupa’da hem de ABD’de çok daha ağır ve ölümcül sonuçlara yol açarak yayılmayı sürdürüyor.

Çin’de patlak veren salgının ilk günlerinde “buraya gelecek değil ya” diyenler kısa sürede yanılgıya düştüklerini anlamakla kalmadılar. Salgının korku ve ürküsünü enselerinde duyumsamaya başladılar.

Özellikle İtalya’nın durumu ders alınası!

Ocak sonunda Venedik’te Çinli gezginlere yönelen aşağılayıcı davranışlar henüz unutulmamışken; şimdilerde günde 500-600 kişiyi yitiren İtalya’nın yardımına ilk koşan da Küba’yla birlikte Çin oldu.

Çin salgınla savaşıma çok sıkı toplumsal yalıtım önlemleriyle başladı. Sokağa çıkma yasağına eşlik eden sert yolculuk sınırlamaları kendilerini tehlikeden uzak gören Batılılarca insan hakları sorunu olarak bile nitelendi. Gelinen noktada Çin yönteminin salgınla başetmedeki başarısı küresel ölçekte saygı görmenin yanı sıra hayranlık uyandırıyor.

Çin’de ve onu izleyerek dünyanın pek çok yerinde uygulanan sokağa çıkma yasağı özünde bir karantina uygulamasıydı. Tarihte yolculara yapılan bu uygulama günümüzde kitleselleşmiş oldu.

Birinci Dünya Savaşı sonunda küresel çapta 50 milyon can alan İspanyol Gribi (günümüzde sıkça yaşanan ve pek çoğumuzun geçirdiği gribal enfeksiyon) o günün ulaşım koşullarında bile dünyanın dört bir yanına taşınabilmişti.

Günümüz ulaşım ve erişim olanakları küresel dünyada COVID-19’un yayılımını daha da kolaylaştırırken, salgının dünyada sıçramadığı ülke neredeyse kalmamış durumda.

Salgının yaşandığı ülkede uygulanan sıkı toplumsal yalıtım önlemleri hiç kuşkusuz çok önemli.

İnsan hareketinin günümüzde vardığı boyut, geçmişte kaldığı sanılan bir yöntemin yeniden uygulanmasını kaçınılmaz kıldı.

Karantina!

İtalyanca kökenli karantina sözcüğü, 40’tan köken alan anlamı gereğince bir zaman aralığını tanımlıyor. Günümüz salgınında İtalya’nın bir kez daha acıklı bir şekilde öne çıkmasını ilginç bir rastlantı saymakla yetinelim. Kırk gün süreyle yalıtım anlamına gelen karantina uygulaması tarihte ilk kez bugünkü Venedik’te 600 yıl kadar önce insanlığın dağarcığına eklenmiş. Kara Ölüm olarak da bilinen vebanın ticaret gemileri aracılığıyla uzak doğudan Karadeniz yoluyla dönemin önde gelen ticaret ülkesi Venedik’e taşınması karantina kavramının doğmasına yol açmış. Karantina süresinin 40 gün olmasıyla ilgili pek çok olasılık getirilmiş akla. Özellikle kutsal kitaplarda sıkça kendisine yer bulan 40 sayısının bu süreye esin kaynağı olması güçlü olasılıktır.

Her ne kadar sağlıkla ve hastalıklarla ilgili sayısız gelişme olsa da, karantina uygulaması süresi dışında değişmeden gelmiş günümüze.

Bizim kuşağımızın neredeyse adını işitmediği ya da bir semt, mekân ya da tarihsel uygulama olarak bildiği karantina XXI. yüzyılda bir kez daha yaşamımızda yer buldu. Günümüz karantinasının tarihsel olanından farkı daha önce de vurgulandığı gibi, yalnızca uzaktan gelen yolculara değil, bir ülkenin bütününe uygulanacak denli geniş kapsamlı olması gereği.

İzmir’de geçmişte karantina işlevi görmüş aynı adlı bir semtte yaşıyorum. Karantina adı bugün de yaşıyor bu semtin adında. XIX. Yüzyıl ortalarında kente denizyoluyla gelenler burada karantinaya alınmış. Yüzyılların birikimiyle oluşan deneyim son derece önemli bir koruyucu sağlık uygulaması olarak kullanılmış. İlerleyen yıllar bu gereksinimi artırınca günümüzde de varlığını sürdüren Urla Karantina Tahaffuzhanesi yapılmış. Bir ada üzerine konuşlu bu yapı amacına çok daha uygun olan bu yerde uzun yıllar hizmet vermiş.

Tarihte kaldığını sandığımız karantina bir kez daha yaşamımıza girdi. Üstelik bu kez böyle bir önleme ve yönteme çok da hazırlıklı olmadığımız anlaşılıyor; yurtlarından apar topar uzaklaştırılan öğrenci manzaralarından anlaşıldığınca.

Bir şekilde tanışmamızın kaçınılmaz olduğu COVID-19 hastalığıyla başa çıkabilmek ve sağlık sitemini çöküntüsüz sürdürebilmek bakımından da dört elle sarılmamız gereken karantinaya hoş geldin deme zorunluluğu ilginç bir deneyim olarak tarihe geçmiş oluyor.