Etiket arşivi: RIFAT OKÇABOL

Bakana yakışıyor mu?

‘Eğitim bakanının, başta öğrenciler olmak üzere tüm toplumun sağlıklı bilgiler edinebilmesi için, gerçekleri saptıracak söylem ve eylemlerden kaçınması gerekiyor.’

İktidar kaynaklı gerçek dışı söylemler son yıllarda giderek artıyor. AKP grubu başkanvekilinin Türkçe ve alfabe konusunda söyledikleri canlılığını sürdürürken, siyasetçilerin gerçeklerle bağdaşmayan açıklamaları/ söylemleri devam ediyor. Keyfi olarak İstanbul Sözleşmesi’nden çıkınca kadına karşı olumsuz davranışlar artmışsa da, içişleri bakanı çıkıyor “Kadın cinayetleri azaldı” diyebiliyor! Ulaşım araçlarında, parklarda giysileri nedeniyle kadınlara saldıranlar artıyor. Kayyım rektöre karşı çıkanlar, laik düzeni ve LGBT haklarını savunanlar yaka-paça tutuklanıp yargılanıyor. “Kadın erkek eşitliği tamamen yalan. Namazını kıldırt hanımına, başını örttür. Sokaklar kasap dükkânı gibi. Et görmekten içimiz dışımıza çıkıyor” diyen imamın sözleri ise yargıya göre  “düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı için” suç oluşturmuyor! Adalet bakanı ise “Hiç kimse ‘Birinin eteğine, içkisine karıştılar’ diyemez” diyebiliyor! Gençlik ve Spor bakanı da, “21 sene önce, … Tesis yoktu, imkan yoktu, sporcu yetiştirecek antrenör bulunmuyordu. Bırakın sahaları, kortları, pistleri, salonları, statları pek çok vilayetimizde bir futbol topu dahi çok değerliydi” diyor!

Gerçek dışı söylemlerin etkisi, söyleyenin bulunduğu makama göre farklı oluyor. Leblebi çekirdek gibi gerçek dışı söylemlere alışılsa da, örneğin benzer bir söylemin bir bakandan gelmesi çok daha şaşırtıcı ve tuhaf oluyor; hele bu bakan profesör unvanını taşıyorsa! Hele hele bu tür söylemde bulunan kişi, ‘milli’ sıfatını taşıyan eğitim bakanı ise!  

Eğitim bakan da, kendini tutamayıp “eğitimde ‘tüm antidemokratik uygulamaların son 20 yıl içinde ortadan kaldırıldığını’” söylüyor! Bu bakana “20 yıldır nerelerdeydin?” diye sormak gerekiyor. Bu bakanın Kasım 2010’da Bülent Ecevit Üniversitesi rektörlüğüne getirildikten sonra AKP ile içli dışlı olduğu, 2017’de ÖSYM başkanlığına, Temmuz 2018’de milli eğitim bakan yardımcılığına ve 6 Ağustos 2021’de de eğitim bakanlığına getirildiği akla gelince, bu sorunun anlamı kalmıyor.

Bakanın açıklamasından 20 yıl içinde ortadan kalkan antidemokratik uygulamaların, türban kullanımının serbest bırakılmasıyla, yükseköğretime geçişte bir süre uygulanmış olan ek katsayı uygulamasının sonlandırılmasıyla ve imam hatip ortaokullarının açılmasıyla ilişkili olduğu görülüyor.

Bakanın açıklamasına göre, inancı gereği türban kullanmak isteyene bu hakkın verilmiş olması demokratik bir uygulama oluyor. Bu açıklamadan bakanın, inancı gereği dört kadınla evlenmek/ kızına bir birim ve oğluna iki birim miras bırakmak/ 15 yaşında bir kızla evlenmek/ köle-cariye almak/ burka giymek/ … istenmesini de demokratik bulduğu anlamı çıkıyor. İlk fırsatta bu konularda da demokratikleşme olup olmayacağı şu aşamada bilinmiyor. Şimdilik AKP’nin anayasa değişikliği kapsamında, inancı gereği burka kullanmak isteyene bu hakkın verilmeyeceği biliniyor. İnanca dayalı isteklerin demokratikliği konusunda kafalar karışık olduğundan, AKP yukarıda değinilen konularda bir açılım getirecek olsa, ana muhalefetten de destek alacağı sanılıyor.

Bakan, katsayı uygulaması konusunda da, “öğrenciler meslek liselerinden uzaklaştırıldı” diyerek, gerçek durumu 180 derece çarpıtmış oluyor. Çünkü 1999 yılı öncesinde üniversiteye giriş sınavlarında, meslek yüksekokulları ile ilahiyat fakültelerini kazananların önemli bir bölümünü, sınavlarda çok daha başarılı olan genel lise mezunları oluşturuyordu. Katsayı uygulamasıyla, daha çok meslek lisesi mezunlarının meslek yüksekokullarını ve imam hatip lisesi mezunlarının da ilahiyat fakültelerini kazanması sağlanmıştı. Katsayı uygulamasıyla pek çok meslek lisesi mezunu eğitim fakültelerinin bilgisayar ve okulöncesi gibi bölümlerinde okuma olanağı bulmuştu.

Eğitim bakanının, imam hatip ortaokullarının açılmasını demokratikleşme olarak sunması da gerçeklerle bağdaşmıyor. Çünkü dünyanın hiçbir gelişmiş demokratik ülkesinde, din adamı yetiştiren ortaokul bulunmuyor. AKP’nin ilk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dediği gibi laik devletlerin inançlar karşısında yansız olması gerekiyor.

Çocukların küçücük yaşta dini öğretime gönderilmesinin çocuk haklarına
karşı olduğu gibi, çocuğun olası gelişimini kısıtladığı da biliniyor.

Herhangi bir inancın topluma dayatılmaması ve her inanç sahibine karşı eşit davranılması gerekiyor. Bu nedenle yerel mahkemelerle

  • AİHM, din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) dersi zorunlu olamaz diyor.

Yine de eğitim bakanı, çocukların ‘imam hatip’ hayranı olmadığı halde aile zoruyla imam hatip ortaokullarına gitmesini demokratikleşme olarak sunabiliyor.

Eğitim bakanı, dini konuların öğrenilmesi olayını da çarpıtıyor. Dinini öğrenmenin ancak imam hatibe gitmekle mümkün olacağını düşünüyor. İmam hatipte okumamış olanların dinlerini bilmediklerini sanıyor. İnsanların büyük çoğunluğunun, yüzlerce yıldır olduğu gibi bugün de dinlerini aile içinde ve günlük yaşamlarında öğrendiklerini yadsıyor.

AKP’nin eğitim uygulamalarında şu gerçekler göze çarpıyor:

  • Zorunlu eğitim denen dönemde öğrenciler, dini, mesleki ya da genel eğitim görmek; devlet, tarikat eğitimi ya da laik eğitim veren özel okullarda okumak durumunda kalıp farklı düzeylerde gelişim gösteriyor. Zorunlu eğitim içine alınan açıköğretimde de, öğrencilere, bile bile diğer okul öğrencilerine göre sınırlı düzeyde eğitim veriliyor.

  • Küçük yaşta çocukların türbana sokulmasıyla, kuran kursuna, hafızlık kursuna ya da tarikat okullarına/yurtlarına gönderilmesiyle gelecek yaşamları sınırlandırılıyor.

  • Bakanlık hiçbir çağdaş kurumla işbirliği yapmazken, (Danıştay karşı çıktığı halde)
    din toplumu yaratma hedefi olan gerici kuruluşlarla işbirliği yapıyor.

  • Anadili Osmanlıca olan bir Allah’ın kulu olmasa da, Osmanlıca seçmeli ders yapılıyor. 

  • 2017 müfredatı ile öğrencilerin gerçekleri öğrenmesi kısıtlanıyor.
    Öğrencilerin bağımsızlık ve laik Cumhuriyet anlayışını benimsemeleri yerine
    Osmanlı ve padişah hayranı olmalarına çalışılıyor.

  • Bakanlığa bağlı kurumlarda, sık sık Cumhuriyet karşıtı, laiklik karşıtı söylem ve eylemler oluyor. Bu tür eylemlerde bulunanlar cezalandırılacaklarına terfi ettiriliyor.

  • Bakanlığın kendisi, ‘nitelikli lise’ ayrımı yapıyor.

  • Liseye geçiş sisteminde (LGS), DKAB ve yabancı dilden soru sorularak, dinini yeterince bilmeyenlerle devletin niteliksiz dediği okullarda yabancı dil öğrenemeyenlerin eğitim hakkı engelleniyor.

  • Öğrenciler, LGS uygulaması ile istemeye istemeye, imam hatiplere,
    açık liseye ya da özel okula gitmek zorunda bırakılıyor.   

  • Yoksul ve dar gelirlilerin okuduğu okullarda veliden katkı payı, boya parası, cam parası, … isteyen bakanlık, ailesinin gelir düzeyi yeterli olduğu için özel okula gidebilen öğrenciye
    para desteği yapıyor.

  • Demokratik haklarını kullanıp bir şeyler isteyen öğrenciler, AKP’nin yaptıklarına karşı çıkıyorsa, cop, gaz ve plastik mermi yiyor, yaka-paça gözaltına alınıyor; yargılanıyor, tutuklanıyor ve gelecekleri karartılıyor. Tutuklanan öğrencilerin sayısı bile bilinmiyor.

  • Binlerce askeri lise öğrencisi, sırf emirlere uydukları için tutuklanmış bulunuyor ve pek çoğunun tutukluluğu 6 yıldır devam ediyor.

  • On binlerce öğretmen ‘Fetöcü’ damgasıyla, yargılanmadan meslekten atılmış bulunuyor ve çoğu görevine dönmeyi bekliyor.

  • Binlerce akademisyen ‘Fetöcü’ damgasıyla ve de yüzlerce akademisyen de ‘Barış Bildirisi’ni imzaladıkları için yargılanmadan meslekten çıkarılıyor. Anayasa Mahkemesi,
    Barış Bildirisini imzalamanın suç olmadığına karar verdiği halde
    ,
    imzacı akademisyenlerin görevlerine dönmesine izin verilmiyor.

  • Öğretmenleri sınıflandıracak ‘Öğretmenlik Meslek Kanunu’, öğretmen örgütlerinin tepkilerine aldırmadan çıkarılıyor.  Öğretmen örgütlerinin tepkileri devam ederken ve öğretmenler itilip kakılırken, bakanlık duymazdan ve görmezden geliyor.

  • Öğrenciler zorla ya da “teknoloji etkinliğine gidiyoruz” denilerek AKP’nin etkinliğine götürülüyor.

Bakan, bazılarında, öğretmenlik meslek kanunu gibi, kendisinin de sorumlu olduğu bu uygulamaları bile bile “eğitimde ‘tüm antidemokratik uygulamaların son 20 yıl içinde ortadan kaldırıldığını’” söyleyebiliyor!

Gerçekleri saptırmak yerine tüm bakanların ve özellikle de eğitim bakanının, başta öğrenciler olmak üzere tüm toplumun sağlıklı bilgiler edinebilmesi için, gerçekleri saptıracak söylem ve eylemlerden kaçınması gerekiyor.

Yasaklar ne saklıyor?

07.05.2021
https://haber.sol.org.tr/yazar/yasaklar-ne-sakliyor-31680

İktidar, topluma ‘istediğim her konuda yasak getiririm’ mesajını veriyor.

En güncel ve en ilginç yasaktan söz etmeye kalksak, hangisinin birinciliği alacağını belirlemek kolay olmuyor. Yasakların önem ve güncelliği konusunda bir haksızlık yapmamak için-yasakların “bana haksızlık yapıldı” dememesi (!) için- belki de en iyisi yasaklara alfabetik sırayla başlamak gerekiyor. Bu durumda son günlerin yasakları şöyle sıralanabiliyor:

  • Düşünce açıklama yasağı,
  • görüntü ve ses kaydı yasağı,
  • lebalep haber yasağı,
  • sokağa çıkma yasağı,
  • sultan türbelerinde eller arkada dolaşma yasağı.

“Cumhurbaşkanı isterse Montrö’yü iptal edebilir” ve “İstenirse hilafet ilan edilebilir” gibi anayasal düzenle bağdaşmayan söylemler rahatlıkla söylenirken, İstanbul kanalı ve Montrö anlaşması konusundaki düşüncelerini açıklayan emekli amirallerin başına gelenler, iktidarın hoşuna gitmeyen düşünceleri açıklamanın yasak olduğunu gösteriyor.

Bilindiği gibi, polisin yasa dışı olaylarda suçluyu bulmak için başvurduğu kaynakların başında ses ve görüntü kayıtları geliyor. Bu gerçekler ışığında emniyet genel müdürlüğünün / içişleri bakanlığının, kitlesel-demokratik olaylar sırasında ses ve görüntü kaydı alınmasını yasaklaması, polisin demokratik eylemler sırasındaki tutumunun –gerçeklerin– ortaya çıkmasının istenmediğini gösteriyor. Bu yasak polisin, bundan sonra muhaliflerin yapacakları demokratik gösterilere alışılmışın ötesinde saldıracağı anlamına geliyor.

Yazılı ve görsel basının temel işlevinin, toplumu ülkede ve dünyada olup bitenler hakkında bilgilendirmek olduğu biliniyor. Bu arada olup biten gerçekleri toplumdan saklayan ve de hatta iktidar lehine yalan yanlış haber yapan yazılı ve görsel basına da, yandaş basın deniyor. Türkiye bir demokratik sosyal hukuk devleti olduğundan (!) yazılı ve görsel basının %90’dan fazlasını yandaş basın oluşturuyor. Yine demokratiklik ve hukuksallık gereği Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), yandaş kanallara hiç dokunmazken, habire muhalif televizyonlara ceza yağdırıyor. RTÜK de, yasaklama konusunda ben de varım diyor: Pandemi nedeniyle yasak olduğu halde iktidarın katıldığı lebalep cenaze namazları, lebalep AKP kongreleri ve lebalep patates dağıtma gibi lebalep insan görüntülerine yasak getiriyor. RTÜK bu yasakla, açıkça “Toplum gerçekleri öğrenmesin” ve “Gerçekler iktidarın aleyhine olur”  demiş oluyor.

Bilindiği gibi pandemi tehlikesi karşısında yandaş olmayan sağlıkçılar, aylardır 1-2 hafta sokağı çıkma yasağı getirilmesini öneriyor. Sonunda iktidar 30 Nisan 17 Mayıs tarihleri arasında kısmi sokağa çıkma yasağı getiriyor. Ancak bu yasak ve bu yasakla ilgili olarak getirilen ek yasaklar, yasaklar tarihinin en ilginçlerinden biri oluyor. Bu kısmi yasak, nasıl oluyorsa 16 milyon kadar emekçiye çalışma yasağı getirmiyor. Yasak süresinde çalışacak emekçiler, lebalep otobüslerde burun buruna yolculuk yapmaya, işyerlerinde de lebalep çalışıp yemek yemeye devam ediyor.  Emekçiler bu koşullarda çalıştırılırken, deniz kenarında ya da parkta mesafeli oturmak bile yasaklanıyor. Bu yasaklarda turistler denize girebilirken, turiste hizmet veren emekçinin denize girmesi yasaklanıyor. Bu arada simit satarak, çöp toplayarak, günlük çay-kahve satışıyla geçimini sağlayanlara yasak getirilirken, emekçinin sırtından zengin olan fabrikatöre yasak getirilmiyor. Bu yasak süresinde, sıradan bir aile, her gün resmi rakamlara göre 300’den fazla ailenin yaşadığı gibi bir pandemi kaybı yaşasa, cenazesini üç-beş kişiyle kaldırabilecekken, böyle bir üzücü olay yandaşın başına gelirse, lebalep cenaze kaldırma mümkün olabiliyor.

Kısmi kapanma yasağıyla birlikte bir başka trajikomik bir durum yaratılıp alkollü içki yasağı getiriliyor. Bu yasak, iktidarın pandemiden kurtulmaya değil de, kendi piyasacı ve gerici emellerini gerçekleştirmeye öncelik verdiğini gösteriyor. İçki yasağı sonrasında artan tepkiler üzerine, bu yasağı meşrulaştırmak için, komik ötesi bir durum yaratılıp marketlere ampul, kalem, kağıt, pil,… satışı yasağı da getiriliyor!

İktidar, topluma ‘istediğim her konuda yasak getiririm’ mesajını veriyor.

Çok geçmeden bu mesajının ne denli geçerli olduğunu gösterip bir sultanın türbesi civarında elleri arkasında dolaştığı için İBB başkanı hakkında soruşturma açarak, sultan türbelerinde eller arkada dolaşma yasağı üretmeye çalışıyor.

Bu tür yasaklar, iktidarın, ‘buluttan nem kapma’ durumunda olduğunu, her konuyu yasak kapsamına alabileceğini gösteriyor.

Bu yasaklar, önümüzdeki günlerde akla gelmeyen nice nice yeni yasakların gündeme geleceğini gösteriyor.

Yasakların çokluğu ve hukuksuzluğu, yasaklamaların “saldım çayıra mevla kayıra” şekline dönüştüğünü, ülkede başta hukuk olmak üzere, devlet kavramının da devlet düzeninin de kalmadığını gösteriyor.

Bu yasaklar, ayrıca iktidarın neden sultanlara ve de özellikle II. Abdülhamit’e hayranlık duyduğunu da açıklamış oluyor.