Etiket arşivi: İspanyol Gribi

“Hadi canım sen de!”

“Hadi canım sen de!”

Gülsün BİLGEHAN
İNÖNÜ VAKFI BAŞKAN YARDIMCISI
22-24-25-26. DÖNEM ANKARA MİLLETVEKİLİ
AVRUPA KONSEYİ PARLAMENTER MECLİSİ ONUR ÜYESİ
Cumhuriyet, 25 Aralık 2020

Atatürk’ün en yakın silah ve dava arkadaşı,
Kurtuluş Savaşının Batı Cephesi Komutanı,
Lozan Barış Antlaşmasının usta diplomatı,
Cumhuriyetimizin kurucularından,
İkinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’yü,
ülkemizi ve dünyayı sarsan COVID-19 nedeniyle bu yıl farklı anacağız.

SALGINDA İNÖNÜ’YÜ ANMAK

Anıtkabir’deki devlet töreni, sosyal mesafe kuralları gereği kısıtlı katılımla yapılacak.
Biz, yüzyılımızın en korkunç salgınını yaşarken, Miralay İsmet Bey bu tehlike ile Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminde, mütareke sonrası işgal altındaki İstanbul’da karşılaşmıştı. Avrupa’da, “İspanyol Nezlesi” (AS: İspanyol Gribi) denilen bir hastalık yayılmış, her geçtiği yerde kurbanlar alarak ilerliyordu.

Çok geçmeden Osmanlı başkentinde de görülmeye başlandı. Bir akşam, Harbiye Nezaretindeki görevinden Süleymaniye semtindeki evine dönen İsmet Bey, genç eşi Mevhibe Hanım’ı hasta görünce deliye döndü. Bütün gece başında bekleyip, sabah erkenden çıkıp, yanında kumral, ince yapılı bir askeri doktorla geri geldi. Miralay, hastanın yattığı pirinç karyolaya yaklaştı:

“Hanımcığım, arkadaşım Doktor Refik Bey geldi, sana bakacak” dedi.

Genç doktor hastayı dikkatle inceledi ve teşhisini koydu.

“Şiddetli bir grip geçiriyor. Vereceğim tedavi ile kısa sürede iyileşir.”

Bu genç doktor, Refik Saydam, kısa bir süre sonra yeni kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’ nin ilk Sağlık Bakanı olacak ve ülkede mucizeler yaratarak bütün bir ulusun hastalarını iyileştirecekti.

Daha Kurtuluş Savaşı sırasında kurulan Sağlık Bakanlığı, cephedeki askerlere kolera aşısı yapmaya başlamış, Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra kurulan Hıfzısıhha Enstitüsü yerli aşı üretimine geçmiş, Salgın Hastalıklar Daire Başkanlıkları ülkeden tifüs, kolera, çiçek, verem, trahoma gibi hastalıkları silebilmişti.

  • Hıfzıssıhha Enstitüsü 2011 yılında kapatıldı.

MÜZİKLE ANMAK

İsmet İnönü’nün ölüm yıldönümlerinde CSO ve diğer Senfoni Orkestraları tarafından yurtiçinde gerçekleştirilen “İnönü Konserleri” de bu yıl pandemi nedeniyle yapılamayacak. Ünlü devlet sanatçımız Gülsün Onay, müzik hayranı ve koruyucusu İkinci Cumhurbaşkanımızı anma görevini çevrimiçi üstlendi ve 25 Aralık akşamı anlamlı bir piyano resitali sunacak.

1916 yılında evlenen Miralay İsmet Bey’le Mevhibe Hanım’ın birliktelikleri 21 gün sürmüştü. Diyarbakır Cephesi’ne tayin edilen İsmet Bey giderken genç eşine alışılmadık bir hediye almıştı, 30 altına bir piyano! Savaş günlerinde hasret, Mevhibe Hanım’ın piyano günleri ile hafifleyecek, yeni evliler müzik sevgisini birlikte keşfedeceklerdi. İsmet Bey, iyi çalamayacağından endişe eden eşini mektuplarında teselli ediyordu:

“Piyano dersleri alaturka ve alafranga diye üzülüp duruyorsun. Nasıl kolayına gelirse öyle öğren! Fakat sık değiştirme ki vakit beyhude geçmesin. Ben alafranga öğrenesin fikrindeyim. Ama nasıl devam ediyorsa öyle kalsın. İnşallah hepsini öğrenirsin!”

İsmet Paşa çoksesli Batı müziğine bir Osmanlı subayı olarak görev aldığı Yemen çöllerinde alışmıştı. Demiryolu yapmak için orada bulunan Fransız şirketinde çalışanların ayrılırken bıraktığı taş plakları dinleye dinleye sevmişti:

“Yemen’de müzik ihtiyacına karşı derin bir hasret içindeydik. Gramofon bize bulunmaz bir nimet gibi geldi. Akşam üzeri karargâhtan yattığımız eve geldiğimiz vakit hep beraber gramofon başına koşardık. Plakları tecrübe ederdik. Senfoni, arkasından opera parçası, serenat… Yavaş yavaş alışkanlık hasıl oldu.”

İnönü, Atatürk’ün önderliğinde yeni bir devlet kurma çabaları içinde Batı müziğinin yaygınlaşması, öğrenilip sevilmesi, Türkiye’ye nitelikli, ünlü solist ve orkestraların, şeflerin gelmesi için elinden geleni yaptı. Yeni kurulan Konservatuvarın, Devlet Opera ve Balesi’nin konser ve temsillerini kaçırmadan izledi. Kendisi de viyolonsel dersleri aldı.

Üstün yetenekli çocukların yurtdışında eğitim görmesini sağlayan Harika Çocuklar Yasasını çıkardı. Hayatının sonuna kadar Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın konserlerini izledi. İsmet Paşa ile Mevhibe Hanım hem Beethoven hem de Münir Nurettin Selçuk hayranı oldular.

Geçenlerde 24 yıldır yapımı süren yeni CSO Salonu açıldı.

6660 Sayılı yasa yürürlükte olmasına rağmen, son 18 yılda hiçbir harika çocuk destek görmedi.

DUALARLA ANMAK

İsmet İnönü geleneksel olarak her ölüm yıldönümünde, evinde okutulan dua ve düzenlenen Mevlid-i- Şerif’le anılırdı. 25 Aralık günü, Anıtkabir’deki resmi törenden sonra İsmet Paşa’yı sevenler, aile dostları, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni temsilen Kuvvet Komutanları eşleri Pembe Köşk’te bir araya gelirdi. Koronavirüs nedeniyle yapılamayacak bu toplantı yerine bu yıl, İnönü’nün başbakanlığı sırasında eşi Mevhibe İnönü’nün katkıları ile yapılan Çankaya Merkez Camii’nde Yasin-i Şerif okutulacak.

DEĞİŞMEYENLER

Değişmeyen alışkanlıklara gelince… İnönü’nün “bu bir yenilgi değil, benim en büyük zaferimdir” dediği 1950 seçimlerinden sonra başlayan ve her birine hayattayken cevap verdiği saldırılar, asılsız iddialar, tarih saptırmaları, vicdansız iftiralar devam ediyor. Hayatının son dönemlerinde, yine karşı karşıya kaldığı bu tip sataşmalardan birine, dayanamamış, Hadi canım sen de! demişti.

Ölümünün 47. yılında, eskisi kadar yenilemez İsmet İnönü’yü en iyi yine bir sağlık emekçisi, halen bu zor pandemi koşullarında aktif çalışan çocuk doktoru Burhan Topal anlatmış:

“Aramızdan ayrılışının yıldönümünde nasıl anlatılabilir? Hangi birini anlatabilirsin, anlatabiliriz?

Muharebe meydanlarını, yazdığı defterlerini, çektiği acı ve ıstırapları, isyan edenlere isyanlarını; entrikacılara karşı savaşlarını; demokratik rejim diye tükettiği ömrünü, kendi arkadaşları tarafından yaralandığını; ayağa kalkıp tekrar savaşa devam ettiğini; bindiği atları, yaptığı çivilemeleri, kurtardığı Topkapı hazinesini, takip ettiği klasik müzik konserlerini, savaşta teslim aldığı düşman kumandanlarını; barışta tuş ettiği İngiliz, Amerikan ve Rus devlet başkanlarını, Türkiye’ye çarpmak üzere olan Almanya’nın yönünü değiştirebilmesini… Daha neler neler.

Işıklar içinde yatsın. Seni anlayan, anlayabilenlere selam olsun.”
====================


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KARANTİNA

KARANTİNA

Dr. Ceyhun BALCI

Dünya 3 aydır COVİD-19 salgınıyla baş etmeye çalışıyor. Çin’deki salgın başladığı yerde denetim altına alınsa da; batıya taşınan virüs hem Avrupa’da hem de ABD’de çok daha ağır ve ölümcül sonuçlara yol açarak yayılmayı sürdürüyor.

Çin’de patlak veren salgının ilk günlerinde “buraya gelecek değil ya” diyenler kısa sürede yanılgıya düştüklerini anlamakla kalmadılar. Salgının korku ve ürküsünü enselerinde duyumsamaya başladılar.

Özellikle İtalya’nın durumu ders alınası!

Ocak sonunda Venedik’te Çinli gezginlere yönelen aşağılayıcı davranışlar henüz unutulmamışken; şimdilerde günde 500-600 kişiyi yitiren İtalya’nın yardımına ilk koşan da Küba’yla birlikte Çin oldu.

Çin salgınla savaşıma çok sıkı toplumsal yalıtım önlemleriyle başladı. Sokağa çıkma yasağına eşlik eden sert yolculuk sınırlamaları kendilerini tehlikeden uzak gören Batılılarca insan hakları sorunu olarak bile nitelendi. Gelinen noktada Çin yönteminin salgınla başetmedeki başarısı küresel ölçekte saygı görmenin yanı sıra hayranlık uyandırıyor.

Çin’de ve onu izleyerek dünyanın pek çok yerinde uygulanan sokağa çıkma yasağı özünde bir karantina uygulamasıydı. Tarihte yolculara yapılan bu uygulama günümüzde kitleselleşmiş oldu.

Birinci Dünya Savaşı sonunda küresel çapta 50 milyon can alan İspanyol Gribi (günümüzde sıkça yaşanan ve pek çoğumuzun geçirdiği gribal enfeksiyon) o günün ulaşım koşullarında bile dünyanın dört bir yanına taşınabilmişti.

Günümüz ulaşım ve erişim olanakları küresel dünyada COVID-19’un yayılımını daha da kolaylaştırırken, salgının dünyada sıçramadığı ülke neredeyse kalmamış durumda.

Salgının yaşandığı ülkede uygulanan sıkı toplumsal yalıtım önlemleri hiç kuşkusuz çok önemli.

İnsan hareketinin günümüzde vardığı boyut, geçmişte kaldığı sanılan bir yöntemin yeniden uygulanmasını kaçınılmaz kıldı.

Karantina!

İtalyanca kökenli karantina sözcüğü, 40’tan köken alan anlamı gereğince bir zaman aralığını tanımlıyor. Günümüz salgınında İtalya’nın bir kez daha acıklı bir şekilde öne çıkmasını ilginç bir rastlantı saymakla yetinelim. Kırk gün süreyle yalıtım anlamına gelen karantina uygulaması tarihte ilk kez bugünkü Venedik’te 600 yıl kadar önce insanlığın dağarcığına eklenmiş. Kara Ölüm olarak da bilinen vebanın ticaret gemileri aracılığıyla uzak doğudan Karadeniz yoluyla dönemin önde gelen ticaret ülkesi Venedik’e taşınması karantina kavramının doğmasına yol açmış. Karantina süresinin 40 gün olmasıyla ilgili pek çok olasılık getirilmiş akla. Özellikle kutsal kitaplarda sıkça kendisine yer bulan 40 sayısının bu süreye esin kaynağı olması güçlü olasılıktır.

Her ne kadar sağlıkla ve hastalıklarla ilgili sayısız gelişme olsa da, karantina uygulaması süresi dışında değişmeden gelmiş günümüze.

Bizim kuşağımızın neredeyse adını işitmediği ya da bir semt, mekân ya da tarihsel uygulama olarak bildiği karantina XXI. yüzyılda bir kez daha yaşamımızda yer buldu. Günümüz karantinasının tarihsel olanından farkı daha önce de vurgulandığı gibi, yalnızca uzaktan gelen yolculara değil, bir ülkenin bütününe uygulanacak denli geniş kapsamlı olması gereği.

İzmir’de geçmişte karantina işlevi görmüş aynı adlı bir semtte yaşıyorum. Karantina adı bugün de yaşıyor bu semtin adında. XIX. Yüzyıl ortalarında kente denizyoluyla gelenler burada karantinaya alınmış. Yüzyılların birikimiyle oluşan deneyim son derece önemli bir koruyucu sağlık uygulaması olarak kullanılmış. İlerleyen yıllar bu gereksinimi artırınca günümüzde de varlığını sürdüren Urla Karantina Tahaffuzhanesi yapılmış. Bir ada üzerine konuşlu bu yapı amacına çok daha uygun olan bu yerde uzun yıllar hizmet vermiş.

Tarihte kaldığını sandığımız karantina bir kez daha yaşamımıza girdi. Üstelik bu kez böyle bir önleme ve yönteme çok da hazırlıklı olmadığımız anlaşılıyor; yurtlarından apar topar uzaklaştırılan öğrenci manzaralarından anlaşıldığınca.

Bir şekilde tanışmamızın kaçınılmaz olduğu COVID-19 hastalığıyla başa çıkabilmek ve sağlık sitemini çöküntüsüz sürdürebilmek bakımından da dört elle sarılmamız gereken karantinaya hoş geldin deme zorunluluğu ilginç bir deneyim olarak tarihe geçmiş oluyor.