Etiket arşivi: İmmanuel Kant

Eğitimin hedefi ne olmalı? 

PROF. DR. ULAŞ KAPLAN
LESLEY ÜNİVERSİTESİ

24 Eylül 2022, Cumhuriyet

 

Düşüncesi özgür, vicdanı özgür nesiller (kuşaklar) yetiştirmekten giderek uzaklaşan Türk eğitimi Cumhuriyetin 100. yılına doğru dönüm noktasındadır. Emperyalizm güdümlü dinciliğin hipnozu altındaki kitlelerin, yavaşça kaynayan sudaki kurbağa misali (örneği), tehlikenin farkında olmaları beklenemezdi.

Sonuç olarak eksik yetişen nesiller (kuşaklar) çağın gerisinde kalarak heba olmaktadır. İnsan kaynağının bu talanı ülkenin gönencini ve egemenliğini tehlikeye atan bir ulusal güvenlik riskidir. Karşı çıkmak yetmez; yeni bir vizyon gerekir.

Eğitimin hedefi ne olmalıdır?

Üç ayrı yaklaşım vardır:

Romantik yaklaşımda doğuştan gelen olumlu niteliklere serbestlik tanınır. İnsan müdahaleden uzak kalmalıdır ki iyi hissetsin ve içindeki cevher ortaya çıksın. Gölge etme başka ihsan istemez!

Kültürel aktarım yaklaşımı topluma uyumlu “piyasa insanı” yetiştirmeye odaklanır. İnsan aklı, malzemeyi alacak boş kaptır; çocuk makinedir. Romantik yaklaşımda ise çocuk üzerine titreyeceğiniz bitkidir, çiçektir.

Gelişimsel yaklaşıma göre çocuk sanatçıdır, filozoftur, bilim insanıdır, emekçidir. Bilimsel veriler ve felsefi idealler doğrultusunda bireylerin mümkün (olanaklı) olan en üst gelişim düzeylerine erişmesi hedeflenir. Atatürk’ün davetiyle (çağrısıyla) 1924’te Türkiye’ye gelen John Dewey’nin gelişimci felsefesinde eğitim hayat (yaşam) becerileriyle, üretimle, yörenin ve toplumun kalkınmasıyla bütünleşmiştir ki Köy Enstitüleri bu anlayışı yansıtır.

İÇSEL YETERLİK

Gelişimsel yaklaşımda ruhsal sağlamlığın artması amaçlanırken, gelişim bireyin iç dünyasındaki yeterlik temelinde tanımlanır. Ebeveynin (anababanın) ve eğitimcinin etkin rolü, gerekli yetkinlik ve becerileri geliştirebilmesi için çocuğa uygun olanakları, zorlu fırsatları ve desteği hazırlayıp sunmaktır. Bu vizyonla uyumlu olarak Çiğdem Kağıtçıbaşı iki gelişimsel sentez önermişti:

(a) özerkliğin ve bağlılığın sentezi olan özerk-bağlı benlik,
(b) sosyal zekâ ile bilişsel gelişimin sentezi olan sosyal-bilişsel yetkinlik.

Okul öncesinden başlayarak her aşamada eğitim sistemi bu iki sentezin (bireşimin) gelişimine göre yeniden yapılandırılmalıdır.

GÖREV BİLİNCİ

Gelişimci yaklaşımın esin kaynaklarından Immanuel Kant’a göre “Saf görev fikri” ve “göreve saygı” güdüsü “insan kalbi üzerinde diğer tüm teşviklerden daha güçlü bir etkiye sahiptir”. Görev bilinciyle yaşayan kişi için yaşam görevlerini yerine getirmek başlı başına anlam ve huzur kaynağıdır. Günlük yaşantıdaki irili ufaklı görevlerin yanı sıra, yaşam boyu her gelişim dönemine özgü görevler vardır.

Görev hissi ansızın doğup, bireyi kendi çıkarları pahasına eyleme yöneltebilir. Bu hissin kalıcı bilince dönüşmesi ise bir süreçtir. Görevi benimsediği ölçüde insan, etkinliği görev olduğu için yerine getirir, ödül ya da cezaya bağımlı kalmadan… Görev odaklı bu içsel güdülenme işin kalitesine (niteliğine) yansımakla kalmaz, bireyin esenliği ve yaratıcılığı üzerinde belirleyicidir.

  • Ailede, okulda ve çalışma hayatında (yaşamında) eğitimin öncelikli hedeflerinden biri,
    görev bilincinin gelişimi olmalıdır.

Bunun için gerekli destek ortamının nitelikleri Kağıtçıbaşı’nın iki sentezinde bulunabilir.

KURBAN OLAYIM SANA… 

KURBAN OLAYIM SANA… 

Dr. Alper Akçam, 21 Ağustos 2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

İslam dünyası Kurban bayramını kutluyor… Öncelikle tüm halkımızın bayramını kutlayalım… Bayramlar halkın gülme, eğlenme, kucaklaşma, barışma, kaynaşma, yasaklara karşı çıkma ve kimi asık yüzlü kurallardan kurtulma günüdür.
İlk çağlardan bu yana, özellikle de hayvan ehlileştirilmesinin ekonomide ve geçimde esas olduğu Orta Barbarlık döneminden sonra, kurban, çok tanrılı dinlerde, animist dinlerde (canlıcılık) de, tanrılara sunulan bir can ile kendini bağışlatma arzusunu ilke edinir.
İslam’daki kurban geleneği de, İslam’ın çok öncesine, İbrahim peygambere kadar dayanır.
Kurban Bayramı denince, yalnız tarihi olarak değil, güncel olarak da çok anlamlı görüntüler çıkıyor ortaya…
İlk görüntülerden birisi, bayram öncesi piyasada derin dondurucu kalmamış olmasıdır! Demek ki, halkımız, bu dinsel ritüeli bir tür ekonomik olanağa da dönüştürmekte, bir taşla iki kuş birden vurmaktadır. Hem kurbanını kesmiş olmakla kendince sevabını kazanmakta, hem de uzun süre yiyebileceği bir et stoku yapmış olmaktadır.
Bu arada ABD’nin NED’iyle (National Endowment for Democracy) dirsek temasında oldukları kuşkusuzca ortada olan, adı STK (sivil toplum kuruluşu) olmakla birlikte din ve merhamet duygusu üzerinden faaliyetlerini sürdüren, Deniz Feneri gibi bazılarının sicilinde usulsüzlük ve yolsuzluktan Avrupa ülkelerinde alınmış mahkumiyetler bulunan, 12 Eylül 1980 sonrasında hızlanmış Şarkiyatçı Emperyalist politikalarla gökten zembille iner gibi inip birden çok büyük parasal ve siyasal güçlere ulaşmış, şu anda da bir kısmı Milli Eğitim Bakanlığı ile “değerler eğitimi” adı altında genç kuşaklara Sünni İslam üzerine eğitim protokolü yapmış bulunan, arada bir basında adları taciz ve benzeri sansasyonel haberlerle geçen vakıf ve dernekler kurban derisi gelirleriyle önemli bir kan kazanmaktadır.
2013 yılında yapılan bir düzenleme ile kurban derisi toplama yetkisi Türk Hava Kurumu’ndan alındı; zaten deri toplamada ve şehirleri çevreleyen semtlerde örgütlenmede epeyce mahir olan bu kurum ve kuruluşlarla cemaat ve tarikatların da önü epeyce açılmış oldu.
Bugün elde kesin veriler bulunmuyor olmakla birlikte, kurban derisi yoluyla yüz milyonları bulan bir para bu tür vakıf ve derneklerin kasalarına girmektedir (Suriyeli sığınmacılar için harcandığı söylenen 30 Milyar doların üstündeki paranın üç milyar dolara yakını da bu vakıf ve derneklere gitmişti)…
Bu gerçekler ışığında, İslam’daki kaynağı paylaşma, et bulmakta zorlanan yoksulların karnını doyurma gibi insanı değerler de içeren kurban geleneğinin, aynı zamanda emperyalist çıkarlar için İslam dünyasının kendini kurban etmesi ve bir ucu silahlı teröre dayanan iç çatışmalara sürüklenmesini de birlikte getirdiği anlaşılıyor.
Şehirleri süsleyen büyük reklam panolarına, üst geçitlere, köprülere asılmış koca duyurulara baktığımızda, kurban geleneğinin arkasındaki bu gerçeği açıkça görebilmekteyiz.
2 Temmuz 1798 günü Mısır’ı işgal için İskenderiye’ye çıkmış Napolyon’un söylediği “nous sommes les vrais Musulmans” (biz gerçek Müslümanlarız) sözünden ve kendinden sonra gelecek vekili Kleber’e verdiği öğütten sonra İslam dünyasının günlük dili bile Batı’dan kurgulanır gibi oldu… “Napolyon vekili Kleber’e kendisi ayrıldıktan sonra Mısır’ı Şarkiyatçılar ile kendi yanlarına çekebildikleri Mısırlı dini liderler aracılığıyla yönetme talimatı verdi; başka bir siyaset fazla pahalıya patlar, akılsızlık olurdu.” (Edward Said, Şarkiyatçılık, s 92)
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da Fransız ve İngilizlerin gücü azaldı. Onların yerini ABD emperyalizmi aldı. Petrol ve doğal gaz kaynakları üzerinden Suudi ortakları ve Arap şeyhleri aracılığıyla vurgun vuran ABD emperyalizmi, İsrail’i de kullanarak bölgeyi kan gölüne de çevirdi. Napolyon’u hiç aratmayacak ince oyunlar döktürdü.
Kandil kutlamalarından Cuma kutlamalarına, kutlu doğum haftalarına, pıtrak gibi doğup büyüyen dini cemaat, tarikat, dernek ve vakıflara kadar bu alandaki gelişmenin en büyük mimarlarından biri de halen ABD’de yaşayan FETÖ terör örgütünün onlarca yıl devlet desteğiyle yürüttüğü çalışmalar olmuştur… Bu süreçte inanç ve geleneklerin birleştirici, kaynaştırıcı öğelerinin üzeri silinip kadın geri plana atıldı, ayrıştırıcı, ötekileştirici bir düşünce egemen kılındı; günler bile işaret olsun diye birbirinden ayrıldı…
Biz bu rengarenk görüntü ve çelişkili kültürel ortam içinde Anadolu analarının sevgisini ifade eden “Kurban olayım sana,” deyişini hiç unutamayız; bu deyiş, sevdikleri için canını vermeye hazır bir analık duygusunun dile gelişidir.

Selam olsun emperyalizmin bin türlü dolapla soyup soğana çevirdiği, şehirlerini betona boğduğu, derelerini tutuklayıp yayla ve ormanlarını talan ettiği, insanlarını birbirinden kopardığı, üreticinin anasını ağlatan bezirgânların saltanat sürdüğü güzel Anadolu’nun ateş bekçisi analarına.

Şimdi biz taşıyacağız o ateşi; bayramların bütün hiyerarşilere karşı çıkan, zengin fakir, yaşlı genç, kadın erkek bütün farklılık ve karşıtlıklarını bir araya getirip harman eden insancıl ve isyancı geleneğine biz sahip çıkacağız.

Yolumuz iyiliğin, güzelliğin, doğruluğun, kardeşliğin, birliğin yolu olsun; halkımızın Kurban Bayramı kutlu olsun…
===================================
Dostlar,

Bir ”Kurban bayramı” daha geride kaldı..

Her yer kan – revan..
Kimi insanlarımız Afrika’nın ilkel kabilelerinden farksız..

Çok acı verici, utandırıcı, bizleri çağdaş dünyaya rezil eden görüntüler..
Hele derin dondurucu satışlarının tepe yapması, tam bir ahlaksal sefillik.
4 milyon dolayında hayvan birkaç günde boğazlandı. Muazzam bir çevresel yük. Üstelik ağır ekonomik bunalım içinde bir ülkede ve epey bir canlı hayvan dışalımıyla..

Hafta başında bu kez bir başka saçmalık başlayacak :

  • ‘Geçmiş bayramınız mübarek olsun…”

    Neresinden tutacağız ? Kurban bayramı zaten ”mübarek” sayılmaktadır her nasılsa. Şimdi ”mübarek olması” dilenecektir bir kez daha ve üstelik geriye dönük olarak!

    Bu toplum neden böylesine sersem sepelek duruma sürüklenmiştir ?
    Aklını kullanmayı unutmuştur, aklını kullanması kitlelere unutturulmuştur ve bu feci duruma ikincil, acınası durumlar yaşamaktadır.. Hem de kanıksamış olarak!

    İmmanuel Kant, mezarında ters dönebilir Türkiye’de olup bitenden haber alsa.

    …..
    Bir de KANYOLLARIMIZ var…ilk 8 günde 125 insanımızı yitirdik trafik cinayetlerinde.. 700’e yaklaşan yaralı var. 25.8.19 akşamı 17:00’ye dek bu rakamlar vardı elde. Sanırız şimdilerde de yüzbinlece insan dönüş yollarında ve 27.8.18 sabahına dek neredeyse 30 saati bulan çok riskli bir zaman dilimi daha var..

    Önceki yılların sayısal verilerine göre günlük ortalama 15 ölüm yaşanıyor.. 9. gün sonunda 135 ölüm ne acıdır ki aşılabilir..

    Yurttaşlar bir de adına ”karayolları” denen gerçekte ”KANYOLLARI”nde kurban olmaktalar.. Tren ve deniz yolu toplu taşımacılığı tu kaka ilan edilip herkese otomobil furyası ürünü olarak..

    ….
    Değerli meslektaşımız Dr. Alper AKÇAM‘ın yazısı bize geç ulaştı..
    Ne diyelim, ‘‘geçmiş bayramınız mübarek olsun’‘ !!??

    İronisi ve acı şakası bir yana, toplumun bir an önce akla – bilime dayalı – sorgulayan – karma – uygulamalı – laik – çağcıl – kamusal bir eğitim dizgesine (sistemine) kavuşturulması gerek yeniden.. hem de hızla ve kararlılıkla..

  • ”Sürü toplum” ile T.C.’nin 21. yy’da ”beka’sı’ hayaldir!

Sevgi ve saygı ile. 26 Ağustos 2018, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

CIA gölgesinde Türk İslamcılar

CIA gölgesinde Türk İslamcılar

Soner YALÇIN
SÖZCÜ, 26 Mayıs 2017

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazını altındadır..)

Yazıyorlar: “Erdoğan ‘yeni yol haritası’ çizecek!”
Yok liberallerle barışacakmış, yok ana hedefi ekonomi olacakmış, falan filan. Ana meseleyi görmüyorlar: Bitti!
Ilımlı İslam” dönemi dünyada sona erdi. Sadece Türkiye’de uzatmaları oynuyor!
1100 odalı Saray’ın ekonomi danışmanı, Hayek’in/neoliberalizmin öldüğünü yazıyor!
Neoliberalizm zaten ölüm döşeğindeydi. 1980’lerde Reagan, Thatcher, Özal gibi sağcılar sayesinde “sezaryan doğumu” gerçekleşti; 1990’larda Clinton, Blair, Schröder,
Papandreu, Zapatero gibi solcular tarafından büyütüldü. Kendini buradan kurtaramayan Alman Yeşiller gibi hareketler eriyip gitmek üzere. Bugün dünyada, küresel hegemonyaya karşı çıkan “ulusalcılık” yükselişte. Bakınız…
İnsanoğlu tarihinde “Kondratyev Dalgalar” var: Devrimler Çağı (1789-1817),
Sermaye Çağı (1848-1893) gibi… Siyasi-iktisadi sistemler doğuyor, gelişiyor, durağanlaşıyor ve ölüyor. Her dalga 50-55 yıl sürüyor.
Her dalgada sermaye-emek ilişkisi gibi toplumsal ilişkiler de yenileniyor.
Görüyorsunuz… Politik çizgileri farklı görünse de, Trump’un kazanması, Le Pen’in yükselişi, Çipras’ın iktidar olması aynı sonuca varıyor; neoliberalizm ölüyor!
Küresel-liberalizm, gelişmiş Batı ülkelerinde “payanda” olarak nasıl sol-liberallerden yararlandı ise; Türkiye, Mısır, Tunus, Fas vs. ülkelerde “Ilımlı İslam”ı kullandı.
Bu dönem kapanıyor. Dünya beşinci Kondratyev dalganın doğum sancılarını yaşıyor. Bu dalganın “yıldızı” ulusalcılık olacaktır. Atatürk‘ün tekrar bu derece toplumsal kabul görmesi bunun göstergesidir. Atatürk’e karşı çıkarak kimse iktidar olamaz artık…

BUZDAĞI

“Ilımlı İslam” nereden nasıl geldi bu topraklara? Gazeteci Serdar Akinan‘ın yeni kitabı çıktı:

  • “Buzdağı: Nazilerden FETÖ’ye Siyasal İslamcıların Tarihi”Kitabın adı konusunda tartıştık; “CIA Gölgesine Türk İslamcılar” olmasından yanaydım! Serdar Akinan kitabında;
  • Hitler ile birlikte hareket eden kimi İslamcıların, savaş sonrasında CIA ile kurdukları ilişkiden yola çıkarak “derin konuyu” günümüze kadar getiriyor.
    Bu ittifakı; kişiler, örgütler, partiler bağlamında irdelerken, CIA’nın İslam’ı Vehhabilik üzerinden nasıl dönüştürdüğünü anlatıyor. Bu inşa sürecinde Vehhabiliğin “entelektüel Selefilik”e nasıl evrildiğini yazıyor. Tüm bunların Türkiye’ye yansımasını çarpıcı örnekler üzerinden veriyor:
    Müslüman Kardeşler’in kurucu isimlerinden Seyyid Kutub’un cihat çağrısı yapan kitaplarının, 1960’lı yıllarda MİT tarafından Türkçeye tercüme ettirildiği gibi pek bilinmedik olayların perde arkasını anlatıyor…
    “Seyyid Kutub’un örneğin ‘İslam’da Sosyal Adalet’i kim çeviriyor? Yaşar Tunagür.
    Yaşar Tunagür kimin hocası? Fethullah Gülen
    Suudi Rabıta, CIA, FETÖ, TSK, MİT sarmalında ‘tohum’ nasıl bir iklimlendirmeyle sulandı ve gübrelendi:
  • Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagür, Mehmet Şevket Eygi ve Salih Özcan, Mekke’de Rabıta’nın genel kurul toplantısına katıldılar…Salih Özcan da en az Yaşar Tunagür kadar önemli isim; Suudilerin ilk ve en önemli Türkiye bağlantısıdır…” Serdar Akinan girift ilişkileri gözler önüne seriyor.
    15 Temmuz’daki FETÖ darbesini ancak bu bilgiler ışığında değerlendirebilirsiniz.
    “Ilımlı İslam” temsilcisi “iki kafayı” kimler, neden tokuşturdu?
    Bu tartışmalar henüz yapılmıyor…

EFSANE YIKILDI

1980’ler başı… Üniversite öğrenciyim. Cumhuriyet gazetesi okuruyum.
Beğendiğim yazıları kesip dosya yapıyorum. Ali Sirmen hapse atılınca gazetedeki köşesini “Samim Lütfü” diye yazmaya başladı. Kızdım, “adam cezaevine düşmüş hemen köşesini kapmış” diye! Sonra öğrendim; Ali Sirmen hapiste yazdığı makaleleri gizlice gazeteye gönderiyor, “Samim Lütfü” imzasıyla yayınlatıyordu.
Ali Sirmen… Türk basının medarı iftarı…
Gazeteci Ümit Aslanbay, Ali Sirmen ile yaptığı kitap söyleşisi çıkardı: “Bir Eski Cumhuriyet İçin.” Hemen okudum. Doğan Avcıoğlu, Kemal Tahir, Aziz Nesin, İlhan Selçuk, Mahmut Dikerdem, Cemal Madanoğlu, Oktay Akbal, Uğur Mumcu gibi yitirdiğimiz büyük adamların tarihi rollerine yine gıpta ettim.
Ümit Aslanbay bu değerli kitabı ortaya çıkardığı için teşekkürü hak ediyor.
Öğrendiklerim oldu: İran komünist partisi TUDEH’in Humeyni’ye destek vermesi
Ali Sirmen ile Mahmut Dikerdem’i cezaevinde karşı karşıya getirmişti!
Ali Sirmen, özellikle AKP gibi yapıların dört elle sarıldığı elli yıllık bir “siyasal düşüncenin” bitişi üzerinde nedense kısa durmuştu. Şu… 1960’larda İdris Küçükömer “Düzenin Yabancılaşması” kitabında, cemaatlerin- tarikatların sivil toplum kuruluşu gibi demokrasinin kökleşmesinde faydalı rol oynayacağını; ve bunun Kemalist darbeler dönemini bitireceğini iddia etti! “Türkiye’de ilericiler aslında gerici, gericiler aslında ilerici” diyordu! Seçmen üzerinden Türkiye’yi analiz eden bu düşünce yıllarca tartışıldı…
Ancak bu tez, 15 Temmuz FETÖ darbesiyle yıkıldı; Cemaat “sivilleşmesinin” ne olduğu görüldü! En büyük şaşkınlığı da Küçükömer gibi düşünüp, Avcıoğlu, Selçuk, Mumcu gibi ilericilere saldırıda bulunan sol-liberaller yaşadı. Kimileri ise, hâlâ cezaevinde bedel ödüyor… Ne yani şimdi -Küçükömer’in deyişiyle “ilerici”- AKP mi demokrasiyi güçlendirdi? Yaşadığımız pratik Doğan Avcıoğlu’nu haklı çıkardı.
Küçükömer ve düşüncesinin yansıması “Ilımlı İslam” yolun sonuna geldi.
=========================
Dostlar,

ODATV kurucusu ve yazarı yetenekli araştırmacı – gazeteci Soner Yalçın’ın
bu irdelemesi önemlidir. Üzerinde durulmalı ve tartışılmalıdır. Üstelik bir gazete makalesi sınırları içinde sıkışılarak yazılmıştır. Yüz yüze söyleşide derinleşecektir.
Soner Yalçın ölçüsünde kutlamayı hak eden yazar da Serdar Akinan’dır. Birkaç yıl öncesinde TV’lerde “kan uykusu” programları yapan, ancak sistemin dışladığı izlenmesi gereken bir yazardır. Değerli Akinan’ın “Buzdağı: Nazilerden FETÖ’ye Siyasal İslamcıların Tarihi” adlı değerli araştırmasını hemen okuyacağız..

Biz de yıllardır bu sitede yazdık ve 1996’larda başladığımız sayısı 1500’ü bulan yurt içi – dışı AYDINLANMA KONFERANSLARIMIZDA dile getirdik.. Batı güdümlü Seyyid Kutub projesini ve İSLAMIN SİYASALLAŞTIRILMASINI – TÜRBANIN SİMGE OLARAK KULLANILMASINA KARAR VERİLMESİNİ anlattık, yazdık (okumak için tıklayınız) :

  • MÜSLÜMAN KARDEŞLER, ARAP BAHARI, İSLAMDA REFORM ve TÜRKİYE.. /
    The Muslim Brothers, Arab Spring, Revival and Reform in Islam and Turkey..

    FLASH TV, Günün Getirdikleri (Nazmi Baran), 07.05.09..
    FLASH TV, Ankara Günlüğü (Ferhan Şayliman), 18.06.06 (aklımızda, arşivimizde kalanlar)

    konuyu yine gündeme taşıdığımız programlar idi.. Ancak AKP kadroları, “tarihsel perde tam kapanmadan”, “türbanı” son bir kez olabildiğince kullanmayı denemek istediler. Atlantik ötesinin Yeşil Kuşak (The Green Line) doktrini eskimekteydi ama akarken kovayı doldurdu AKP’liler.. Başlıca bu sayede Türkiye’nin 15 yılını heba ettiler. Gerçi film sona eriyor ancak kabul etmek gerekir ki; Türkiye’ye sosyal, politik, ekonomik… maliyeti son derece yüksektir.

    Makyavelist mantıkla bakıldıkta siyasette araç olarak kullanılmayacak “olgu” yok gibidir. Ancak sanırız ve korkarız ki; bu sayısız araç içinde “din ve dince kutsal sayılan nesneler – inançlar” en tehlikelisi olmalı.. Çok etkili – işe yarar bulunmaları nedeniyle henüz seküler devlet düzeni – laik toplumsal yaşama geçemeyen topluluklarda vahşet düzeyinde kullanıldı, kullanılmakta. Ne acı ki, Türkiye de bu bağlamda laboratuvar ülke – halklardan biri yapıldı. Emperyalist ağababalar, iktidar hırsıyla gözünü boyadıkları siyasal islamcı gözü kararmış
    işbirlikçileri bulmakta – yetiştirmekte ve de tepe tepe kullanmakta çok zorlanmadılar.

    Bu bataklık artık kurumak üzere.. İdeolojik yedeği gecikmeden hazır.. Post-modernite!
    Milyarlarca dünyalının aklı – beyni bu kez, “moderniteyi aşma” (!?) saçmalıklarıyla yönlendirilecek, yönlendirilmekte! Borçlan ve tüket! Gerisini boşver….

    İnsanoğlu, kendi aliyle – kararıyla için düştüğü AKLINI KULLAN(A)MAMA batağından çıkana dek.. İmmanuel Kant ömrünü bu uğraşla tüketti.. İnsanoğluna AKLINI KULLAN – AKLINI KULLAN… (Sapere aude, sapere aude!) diye çığlık çığlığa uyarılarda bulundu (bkz. 1784 mektubu) .. İnsanlık ne yazık ki görüp yaşayarak – somut deneyleyerek öğreniyor; öngörü yeteneği hala özlenen düzeyde değil.. Elbette ülkemiz ve Türk ulusu da bu genelleme dışında değil..

  • Kitlelere AYDIN SORUMLULUĞU ile KARANLIĞIN İÇİNDE BİR SİS ÇANI GİBİ / SADE, METİN VE VAKUR sabahlara dek çalarak kadim Melih Cevdet Anday‘a galat ile “sis çanı” olmaya:
  • Ya da hiçbir şey yapamıyorsan kollarını açıp korkuluk olarak.. Rifat Ilgaz’a galat ile
    aydın sorumluluğuna devam..

Hangi karanlık sonsuz ki doğada ve tarihte?? Yarasalara bile!

Sevgi ve saygı ile. 28 Mayıs 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Kıyamet Günü Anayasası?!

Dostlar,

Sayın Hayrullah Mahmud Özgür, bu gün (1.2.13) kapsamlı bir ileti yolladı.

Demokrasi, güçler ayrılığı, siyasal erdem, anayasanın işlevi
temalarına odaklanan, tarihsel göndermelerle çok öğretici bir derleme..

Dolu dolu 11 sayfa.. Bu nedenle pdf olarak size sunmak istiyoruz.

Thomas Hobbes‘dan başlayarak John Locke, Monteskiyö, Jean Jacques Rousseau, İmmanuel Kant‘a dek vurgularla..

ABD iç savaşı ve ABD anayasası, George Washington, Thomas Jefferson,
köleliğin kaldırılması..

Biz çok yararlandık.

Okumak ve arşivlemek için aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklamalısınız.

Kiyamet_Gunu_Anayasasi_1.2.13

Sevgi ve saygı ile.
1.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net