Etiket arşivi: Çağatay Güler

Çocuklara yönelik reklamlar

Prof. Dr. Çağatay GÜLER MD, PhD
Halk Sağlığı ve Çevre Sağlığı Uzm.

14 Eylül 2023, Cumhuriyet
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Reklamlar çok önemli sosyal çevre müdahalelerinden biridir. Etik kurallar ve ilkelere uygun yapılmadığında yönlendirme ve koşullandırmaya yönelik sorumsuz, saygısız ve zararlı bir kitlesel yanıltma, yıkıcı bir sosyal çevre saldırısına dönüşürler. Gelişmiş bir ülkede çocukların yılda kırk binden çok reklam izlediği belirtilmektedir. Yapılan araştırmalar çocukların ders bilgilerinden çok ticari reklamları anımsadığını göstermektedir. Sekiz yaşın altındaki çocuklarda eleştirel düşünme gelişmediği için daha büyük oranda etkilenirler.

Reklamlarla ilgili ilkelerin başında dürüstlük ve doğruluk gelir. Çocukları ürünün özellikleri, yararları ya da kısıtlılıkları konusunda yanıltmamalı, iletilenler gerçeğe uygun olmalıdır. Öne sürdüğü savı destekleyen bilimsel kanıtlar olmalıdır. Reklam için ödeme yapanlar ya da destekleyenler gizlenmemelidir.

Reklamlar, hedef kitlenin yaşına ve gelişim düzeyine uygun olmalıdır. Küçük çocuklar karmaşık kavramları anlamakta güçlük çekebilmesinden, yararlanmaya yönelik saptırmalardan kaçınılmalıdır. Olumsuz davranış ve tutumlar özendirilmemeli; saygı, nezaket ve duygudaşlık gibi olumlu değerlerin geliştirilmesini desteklemelidir. Cinsiyet, ırk ya da kültürle ilgili basmakalıp yargılardan kaçınmalı; gerçek dünyayı yansıtan çok çeşitli karakterleri ve senaryoları dile getirmelidir.

AYIRT EDİCİ İÇERİK

Reklamlar, öğrenmeyi ve ilerlemeyi geliştirecek bilim, doğa vb. eğitici öğelerle birlikte verilebilmektedir. Çocukları sürekli reklam bombardımanına tutmaktan kaçınılmalı, sunulan eğitim konuları, konu bütünlüğü bozulacak biçimde reklamlarla bölünmemelidir. Çocuklar bir reklam izlediklerini tam olarak anlayabilmeli, öbür içeriklerden kolayca ayırt edebilmelidir.

Reklamlar, bir ürünün hem olumlu hem de olumsuz yönlerini sunmalıdır. Çocuklar hiçbir ürünün kusursuz olmadığını ve kısıtlılıklarının ya da çekincelerinin olabileceğini anlamalıdır.

PSİKOLOJİK YÖNLENDİRMELER

Reklamlar çocukların zekâsına ve özerkliğine saygı göstermelidir. Çocuğun bilinçli kararlar verme yeteneğini zayıflatmamalı ya da onları gerçekten gereksinimleri olmayan bir şeyi istemeye yönlendirmemelidir.

Reklamlar, ana-baba katılımını ve denetimini baltalamamalıdır. Çocukların satın alma kararlarını ana-babalarına danışmadan vermelerini öneren mesajlar genellikle etik dışı kabul edilir. Verilen mesajlarla (iletilerle) yaratılabilen yoksunluk ve tatminsizlik (doyumsuzluk) duygusu çocukların kim olduklarından çok neye sahip olduklarına odaklanmasına neden olabilmektedir.

Reklamcılar hedefindekilerin duygu, düşünce ve davranışlarını kendi çıkarına uygun biçimde yönetip yönlendirmeye kalkmamalıdır. Bu amaçla çocukların bilişsel yeteneklerindeki sınırlılıkları kullanmamalı ya da onları bu ürünleri satın almaya özendirmek için psikolojik yönlendirmeye başvurmamalıdır. İçerik anlaşılır olmalı; korku, suçluluk ve akran baskısı yaratmamalıdır.

VERİ KORUMASI

Reklamcı ve reklam-verenlerin temel etik kurallara bağlı kalmaları, yalnızca sorumlu reklamcılığı sağlamakla kalmaz; aynı zamanda tüketicilerde güven oluşturmaya yardımcı olur. Ana-babaların açık izni olmadan çocuklardan kişisel bilgi toplamak etik dışıdır. Çocuklara yönelik araştırmalarda çocukların gizliliğine saygı gösterilmeli, veri koruma düzenlemelerine sıkı biçimde uyulmalıdır.

Çocuklara yönelik reklamlarla ilgili yasa ve düzenlemeler ülkeden ülkeye önemli ölçüde değişir.

Çocuklara yönelik reklamlarla ilgili düzenlemeler
– çocukları birilerinin çıkarına koşullandıran ya da yanıltan
– hatta aldatan reklamları önlemeyi,
– istendik mesajlar (iletiler) iletmeyi ve
sağlıklarını koruma

amaçlamalıdır.
=====================================
Dostlar,

1978-1981 yıllarında Hacettepe Tıp Fakültesi’nde birlikte “Toplum Hekimliği / Halk Sağlığı” uzmanlık eğitimi aldığımız eskil (kadim) dostumuz Dr. Çağatay Güler’in yetkin / nitelikli bir yazısını – uyarısını web sitemizde paylaşmaktan mutluyuz.
Kendisi bizi bilgilendirmeden, gece yarısı ilerleyen saatlerde Cumhuriyet gazetemizin web sitesinde yazıyı görmüş ve sitemize aktarmıştık..

Kısa eklemeler yapmak istiyoruz bu makaleye :
***
Felsefenin günlük yaşamımızı anlamlandırmada en önemli katkısı, kanımızca;

  • Günlük yaşamda eylemlere ve olup-bitenlere ekinsel (kültürel) değer yargılarımızla değil,
    o olgulara ilişkin, edinmek gereken “değer bilgisiyle” bakabilme becerisi kazandırmasıdır.

Kanımızca; günümüzde sosyal medyada, TV’lerde reklam bombalarını anlamlandırmada çok gerekli bir donanım, çağrışım temelli düşünmeyi (association based thinking) aşmak ve olgular arası bağlantıları görebilmek.

Bağlantısız, “neden-sonuç ilişkisini sorgulamadan” çağrışımlı düşünme, tipik olarak reklamlarda. Beyin yıkayıcı reklamlar kurgulanırken, az eğitimli insanları, özellikle çocukları bu tür yanlışlarla kurban seçmemek gerek. Reklam/reklamcı etiğinin başat kurallarından biri bu olmalı bize göre.

Reklamlarla ezberletilenler, tüketim kalıpları koşullandırma çabaları, en azından içerik olarak, ilgili ürünler hakkında bilimsel açıdan “doğru” olmalı mutlaka..

Sevgi ve saygı ile. 16 Eylül 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Su gereksinimi!

Çağatay GÜLER – 5. Uluslararası ve 23. Ulusal Halk Sağlığı KongresiÇağatay Güler
Prof Dr., Fizyoloji, Halk Sağlığı ve Çevre Sağlığı Uzmanı

12 Nisan 2023, Cumhuriyet

 

Son zamanlarda çoğu belediye yetkilisinin en çok öğrenmek istedikleri şey kentte yaşayan kişi başına günlük su gereksinimi. Yerleşim yeri büyüklüğüne göre kaba birtakım değerler verilse de, geçerli kesin bir değer vermek çok zordur. Yalnızca, bir insanın fizyolojik içme suyu gereksinimini verebiliriz. Yetişkin bir kişi için günlük 2.5 litre içme suyu gerekir. Bunun 0.5 litreden çoğu katı yiyeceklerle alınır. Ancak ek olarak yemek pişirme, çamaşır ve bulaşık yıkama, yıkanma ve temizlik için gereken suyu da hesaba katmalıyız. Kişinin sosyo-ekonomik ve eğitim düzeyine göre su gereksinimi değişir. Kişi başına su tüketimini ya da evlerdeki musluk sayısını toplumun sosyo-ekonomik ve sağlık düzeyi ölçütleri arasında sayanlar bile vardır. Kentlerde kişi başına gereken su miktarını hesaplarken o bölgede sanayi kuruluşlarının varlığı, sayısı ve niteliği, tarımsal amaçla kullanılan su miktarı da göz önüne alınmalıdır.

  • Sağlıklı ve temiz su, hastalık yapan minicanlılar ve zehirli kimyasalları içermeyen
    ve gerekli mineralleri de dengeli biçimde bulunduran sudur.

Toplumda içme ve kullanma sularının birbirinden farklı olabileceği biçiminde bir kanı vardır. Birçok nedenle içme ve kullanma suyu nitelik olarak birbirinin aynı olmak zorundadır. Temizlikte, bulaşıkta, çamaşırda kullanılan su da sağlığı tehlikeye düşürmeyecek özellikte olmalıdır.

Su kaynakları planlanırken “ortalama günlük isteme” göre değil “en yüksek su kullanım gününe” göre planlanmalıdır. Bu, genellikle yaz aylarında saptanan bir değerdir. Bu değer günlük istemin %150’sidir. Ayrıca her şebeke, günün “tepe (pik) istemini” karşılayabilecek kapasitede olmalıdır. Bu değer de en yüksek günlük istemin % 150-300’üdür. Aynı yangın söndürme suyu şebekeden karşılanacağı için, az nüfuslu yerleşim yerlerinde bu değer daha yüksektir.

Güvenli su sunumu” ise sistem tasarımlanırken belirlenen sürenin sonunda, ulaşılacak nüfusun gereksinimini sağlayacak su miktarıdır; bu süre genellikle 10-50 yıldır. Güvenli su sunumu, yılların %95’i ya da 20 yıllık sürenin 19 yılı için yeterli miktardır. Endüstriyel bölgeler gibi güvenilirliğin çok önemli olduğu bölgelerde yılların %99’unda istemi karşılayabilecek su miktarıdır (düzeyidir).

Geçiştirilemez

Sürekli nüfus yoğunluğu değiştirilen, katsayısı olabildiğine artırılan, öbür bölgelerdeki yoksunlukların büyük kentleri çekim merkezi durumuna getirdiği çarpık kentleşme sürecinde söz konusu değerleri sağlamanın olanaksızlığı kolayca görülebilecektir.

Günümüzde küresel ısınma ve yol açtığı iklim değişikliğinin su kaynakları üzerindeki etkisi de hesaba katıldığında, ne denli büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuz açıkça görülüyor.

Bu nedenle, kimse su sorununu ve bağlantılı halk sağlığı sorunlarını iklim değişikliği bahanesine (gerekçesine) sığınarak geçiştirmeye kalkmamalıdır.

Çocuk işçiliği sorunu

Cagatay_Guler_portresi
PROF. DR. ÇAĞATAY GÜLER
HALK SAĞLIĞI UZMANI
11 Ocak 2023, Cumhuriyet 

  • Enflasyonla katmerlenen çocuk işçiliği, çocukların kalıtımsal olarak sahip olduğu büyüme ve gelişme potansiyeline ulaşmasını engelleyen bir “kavrulma” süreci. Bu koşullarda çocuklar yaşının gerektirdiği büyüme ve gelişmeyi gösteremez.

Geri kalmış ülkelerin en önemli ekonomik ve sosyal gerçeklerinden biri çocuk işçiliğidir. Geri kalmış ülkelerde pandemi nedeniyle okulların kapatılması, işsizlik ve öbür ekonomik baskılar çocuk işçiliğini artırdı. Sorunların kamuoyundan gizlenmesine yönelik yaklaşımlar ve bilimsel araştırmalara bir tür dolaylı kısıtlama getirilmesi çocuk işçiliğini toplumun geleceğine yönelik bir “yeraltı etkinliği” durumuna getirdi. Enflasyonla katmerlenen bu süreç çocukların kalıtımsal olarak sahip olduğu büyüme ve gelişme potansiyeline ulaşmasını engelleyen bir “kavrulma” sürecidir. Bu koşullarda çocuklar yaşının gerektirdiği büyüme ve gelişmeyi gösteremezler. Temel besin ve tıbbi bakım gereksinimlerinin de giderilememesi onları ishal, kansızlık ve beslenme yetersizliği sorunlarına yatkın duruma getirir.

‘EN KOLAY SÖMÜRÜLENLER’

Çocuklar kimyasallar ve her türlü kirletici etkilenimine daha açık ve daha duyarlıdır. Çocuklarda eldiven ve çorap bölgelerinde çözücü emilimi yüksektir. Oysa örselenmeye, yaralanmaya yol açabilecek, süreğen etki yapabilecek uçardamla, uçartoz, duman; üretimde kullanılan çözücü, böcekkıran (pestisit), ağır metal ve yakıcı kimyasallarla etkilenim ve zehirlenmelerin söz konusu olabileceği birçok işte çalıştırılabilmektedirler. Burada tehlikeli bir açmaz söz konusudur: Büyüklerin koruyucu donanım olmadan çalışamayacağı kimi işlerde çocuklar koruyucu donanım olmadan çalışmaktadır. Çocuklara uyacak koruyucu donanım yoktur. Zaten olmamalıdır. Bu işlerde çocuğa yönelik donanım üretmek, çocuk emekçiliğini tescil eden (onaylayan) cinai (ölümcül) bir davranış olacaktır!

Temel bir uluslararası “İş ve Çevre Hekimliği” kitabının editörü olan LaDou (2021)

  • “Bütün işçiler arasında en kolay sömürülenler çocuklardır.”

der ve “çocukların, kimi Asya ülkelerinde işgücünün %11’ini, Afrika’da %17’sini ve Latin Amerika’da %25’ini oluşturduğunu” belirtir.

Uluslararası verilere göre dünyada en az 250 milyon çocuk çalıştırılmaktadır

Bu 5-17 yaş arası her altı kişiden birine karşılık gelir. Bunların %70’i tarım sektöründedir.

Yaklaşık 180 milyon çocuk bedensel, zihinsel ya da ruhsal iyiliklerini tehlikeye atacak,
uluslararası anlaşmalarla “yasaklanmış”, çok kötü işlere “koşuluyor”;
en çaresiz ve en yoksul olanlar en kötüsüne olacak biçimde…

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) “emek” ve “çalışma” kavramlarından yola çıkarak bu kötü çalışma biçimlerine “çocuk işgücü, çocuk emekçiliği (child labor)” öbürlerine “çocuk işi (child work)” diyerek birinciyi yasaklar, biz her iki terimi de “çocuk işçiliği” diye çevirip işe iyi tarafından bakarız!

KÖLELİK

ILO 1992’de Uluslararası Çocuk İşçiliğinin Ortadan Kaldırılması Programı’nı (IPEC) başlatmıştır. Ancak ortadan kaldırmaya yönelik uygulamaların karşısına yoksulluk ve gelenekler dikilmektedir. Sözgelimi çocuğun statü kazanmasının, basit bir ifadeyle “adamdan sayılmasının” birincil koşulu durumuna getirilmektedir. Kimi kez “yaşamı öğrenmeleri”, “olgunlaşmaları”, “paranın değerini bilmeleri” vb. gerekçelerle vicdanlar susturulur. Kimi hükümetler çocuk işçiliğini rekabetçi özelliğin sürdürülebilmesinde temel zorunluk sayabilmektedir.

  • Çocukların “köleliğe yakın” koşullara mahkûm olduğu, cinsel ve fiziksel sömürüye uğrayabildiği durumlar söz konusu olabilmektedir.

İşe, çocuklara “yurt” ve “eğitim” yardımı savındaki “hayır sahiplerinin”, “çocuk işçiliği” açısından denetlenmesini sağlayacak mevzuat düzenlemeleriyle başlanmalıdır!

Sansürün satır araları 

Cagatay_Guler_portresi

PROF. DR. ÇAĞATAY GÜLER
HALK SAĞLIĞI UZMANI

24 Ekim 2022, Cumhuriyet

Özgür toplumlarda herkesin görüş ve fikirlerini iletme, her türlü bilgiyi paylaşma hakkı vardır. Buna ifade özgürlüğü denir. İnsanların birbirini anlaması bu yolla sağlanır. Siyasi muhalefet, kültürel etkileşim, toplumun bilgilenmesi, yaratıcılık, ilerleme, karşılıklı görüş alışverişi ve bireylerin kişiliğinin gelişimi için temeldir. Hoşa giden, zararsız kabul edilenlerin yanı sıra başkalarını kızdırabilecek, rahatsız edebilecek görüşler ve ifadeler de buna dahildir.

İfade özgürlüğünü ortadan kaldırmak isteyenler bunu güç kullanarak ve yasadışı kılarak yapmaya çalışırlar. Toplantılar, mitingler ve gösteriler için getirilen izin isteme kuralı bile istismar edilerek salt engelleme amacıyla kullanılır. Oysa A. Camus’ye göre “Özgürlük daha iyi olabilme fırsatından başka bir şey değildir.

YOZ SAPTIRMALAR

Yargıç William Orville Douglas,

  • İfade özgürlüğünün en önemli yanı öğrenme özgürlüğüdür.
  • Eğitim bütünüyle sürekli bir diyalogdan, ufuktaki her problemi izleyen sorular ve yanıtlardan ibarettir.” demektedir.

Bu soru ve yanıtlar kimilerince söylenmesi, işitilmesi ve duyulması istenmeyen, sıkıntı verici ve aykırı sayılabilir. 17 Şubat 1600 tarihinde Engizisyon (mahkemesi!) kararıyla Roma’da yakılarak öldürülen İtalyan filozof, rahip ve gökbilimci

  • Giordano Bruno şöyle diyordu:
  • Ne gördüğüm gerçeği gizlemekten hoşlanırım ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesine hedef olarak yaşadım.”

Sansür” özgürce konuşma ve ifade etme yani iletişim hakkını ortadan kaldırmayı amaçlar. Başta yazılı sonra görsel basını, zamanla tüm boyutlarıyla sosyal medyayı hedef almıştır. Yasalardaki belirsiz ifadelerle karar, “mahkûm etmeye azmettirilmişlerin” “mantığına” bırakılmıştır. Böylelerinin mantığının “Kör bir adamın, sağır bir adama, saçlarına yapıştığı kel bir adamın peşinden koşan belden aşağısı felçli birini gördüğünü söyleyen bir dilsiz” olduğu söylenir. Mahkûm edilmesi emredilen, uslamlama (muhakeme) yerine yoz saptırmalarla mahkûm edilecektir.

YILDIRMA SÜRECİ

Güncel sansür düzenlemelerinin satır aralarında McCarthy’ci eylemlere altyapı oluşturulmaktadır. Joseph McCarthy 1950’li yıllarda kamuya mal olmuş, ünlü birçok kişiyi değişik mantık saptırmalarıyla “komünistlikle” suçlayarak çok büyük bir korku dalgası yarattı. Onlara “Bizim varsaydığımız ama var olmayanın, olmadığını kanıtla bakalım” deniyordu. Herhangi bir kanıt olmadığı halde suçlanan bu kişilerin, olmadıklarını kanıtlayamamaları “suç delili” sayıldı. Bu durum, dayanaksız suçlamaların “güçlü birer kanıt” gibi algılanmasına yol açarak birçok masum insanın hayatını ve itibarını (yaşamını ve saygınlığını) mahvetti. İhanetler, iftiralar, “İsim ver kurtul” işkencelerinin yarattığı paniklemeler, yalancı tanıklıkların yarattığı burgaç neredeyse bütün insani ilişkileri darmadağın etti.

Güç sahipleri öfkeli bir yıldırma süreci başlatırken, işlerine gelmeyen “tezlerin” bilimsel “karşıtezlerini” bile baskıladıklarının farkına varmazlar. “Düşüncenin katma değeri” sayılan “diyalektik süreci” öldürürler. Böylece düşünsel ve bilimsel gelişmeyi, nitelik artışını engelleyen kötü bir yozlaşmayı tetiklerler.

  • Eleştirel düşünce suç olur.
  • Yerleşecek linç kültürü ülkeleri hapishaneye çevirir.

Çevrede Kavram Kargaşası ve Politikacı

Dostlar,

Prof. Dr. Çağatay Güler, çok yakın dostumuz ve uzmanlık arkadaşımızıdır.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı (o zamanlar Toplum Hekimliği) Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimini birlikte yapmıştık (1978-81). Çok yönlü kişiliği, insan duyarlığı, şair kimliği, esprileri ile ilgi odağı idi. İlerleyen yıllarda Çevre Sağlığı konularında yoğunlaştı. Bu gün Cumhuriyet gazetesinin 2. sayfasında makalesini görünce sevindik ve derin birikimini sizlerle paylaşmak istedik.

Yarın, 23 Kasım 2012 sabahı, biz de Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Dönem 2 öğrencilerimize “Çevre ve İnsan Sağlığı” başlıklı dersimizi sunacağız. Yansılar web sitemizde epeydir yayımda..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 22.11.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================== 

Çevrede Kavram Kargaşası ve Politikacı

  • Son zamanlarda insan topluluklarının çevresel etkileri üstel olarak artmıştır. Bunun yerel, bölgesel etkileri giderek küresel baskıya yol açar duruma gelmiştir. Giderek sosyoekonomik durumun; konut kalitesi ve madde özellikleri gibi hastalık örüntülerinde belirleyici olan çevresel rollerine daha büyük oranda ağırlık verilmeye başlanmıştır.

Prof. Dr. Çağatay Güler
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi 
Halk Sağlığı AbD Öğretim Üyesi

Gelişmekte olan ülkelerde çevre tartışmalarının en önemli sorunu, soyut düşünme yetersizliğinin yarattığı kavram kargaşasıdır. Sözlük tanımıyla nesnenin ya da düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı olan “kavram” yetersizliği, yabancı dilden alınan birçok teknik terime yanlış anlamlar yüklenmesine yol açar. Üstelik bu anlamlar yere, kişiye, zamana göre önemli değişiklikler gösterdiğinden, insanlar aynı sözcük
ya da terimleri kullanmaları nedeniyle ortak bir sonuca vardıklarını düşünürler.
Varılan ortak nokta, kısa sürede birbiriyle çatışan hatta birbirini ilkelerden sapmakla suçlayan bir kargaşa nedeni durumuna gelir.

‘Ekoloji’ terimi

Sözgelimi “risk” terimine dilimizde “tehlike” anlamı yüklenmiştir.
Oysa “risk” tehlikenin gerçekleşme olasılığıdır.

Kimi çok önemli terimlerin başına gelen daha da kötüdür. “Ekoloji” terimi buna iyi bir örnek oluşturur. Ekoloji ve çevre kavramlarıyla ilgili yetersizlik ekoloji karşılığı olarak Çevrebilim karşılığının kullanılmaya başlanmasına yol açmıştır. Oysa İngilizcede bir de “environmental science” terimi vardır ve bu terimin kavramsal karşılığı çevrebilimdir. Ekoloji, çevrebilimden çok farklı bir kavramdır.

Terimlerin başına gelen en kötü şeylerden biri de popülerleşmedir. Bu her dil ve kültürde görülen bir sorundur. Robert Leo Smith, ekoloji ile ilgili olarak şunları söyler:

“Çevresel ilişkilerle ilgili olması nedeniyle ekoloji popüler olmuştur. Terim her yerde, gazetelerde, magazin ve kitaplarda görülmektedir. Ekoloji aşırı basitleştirilmiş, yanlış kullanılan, kötüye kullanılan günlük bir sözcük haline gelmiştir.” Bu nedenlerle çevre kavramlarının yerine oturtulması, terimlerin açık bir biçimde tanımlanması gerekir.

Bugün yüz yaşına yaklaşmış olan John M. Last, çevreyi “dışımızdaki her şey” olarak tanımlar. Bu tanım, insan sağlığının, çevre ile genetik örüntüsü arasındaki etkileşimin bir ürünü olduğu temeline dayanmaktadır.

Kişinin genetik yapısı, onun çevresel etmenlerden nasıl etkileneceğini belirleyen
en önemli etmenlerdendir.

  • Çevre terimi dışımızdaki her şeyi;
    sosyal, fiziko-jeo-kimyasal ve biyolojik çevreyi kapsar.

Çevrenin bu bileşenleri birbiriyle etkileşim halindedir.

  • İnsanla etkileşim olasılığı olan tüm çevresel etmenler,
    insan ve toplum sağlığı üzerinde etkilidir.

Kimi çevresel tehlikeli etkenlerle ancak yüksek dozlarda etkilenim olduğunda bazı sorunlar ortaya çıkarken, bazı kişiler çok daha düşük dozlarda da etkilenebilir.
Bunun nedeni, daha önceden ya da eşzamanlı olarak öbür etmen ya da etkilenimlerin de bulunuşu olabildiği gibi, kalıtımsal duyarlılık farklılıkları da olabilir.
Bu durumda çevre işlevsel olarak, çevre-kişi üzerindeki dış etkilerin bütünüdür.

Çevre terimi yıllar yılı çok esnek bir kavram olarak ele alınmıştır.
Grupların, toplulukların üyeleri ve toplumun tümünün ortak etkilenimine yol açan,
tipik olarak bireyin denetimi altında olmayan değişik dışsal etmenler için kullanılagelmiştir.

  • Çevresel etkilenim” yakın çevrede bizi etkileyen fiziko-jeo-kimyasal
    ve biyolojik etkenler olarak düşünülebilir.

Bütün bu tanımlar, kavramlar tam yerine oturmadığında çevrenin “dışımızdaki” olarak algılanmasına yol açar. Yani “biz” değildir. Sadece bizi çevrelemekte ve etkilemektedir. Sorun, kendimizi ondan korumaktan ibaret görülür. Onu koruma yükümlülüğü düşünülmez bile. Bu dışlama 17. yüzyılın felsefe geleneğinden doğmuştur.
Modern Batı biliminin kurucuları olarak Bacon, Dekart, Newton ve çağdaşlarının oluşturduğu bir yaklaşımdır. Bu görüş yüzyıllarca, endüstrileşen ve modernleşen
Batı dünyasının maddesel gereksinimlerinin karşılanabilmesi için doğal dünyayı yönetme, tüketme ve yeniden biçimlendirmemize yardımcı olmuştur. Dünyadaki
her şeyin insanın yararına sunulduğu görüşü de bunu desteklemiştir. İnsanlar yıllar yılı doğayı dizginlemekten, doğaya hâkim olmaktan, doğayı fethetmekten söz etmiştir. Last’ın çevre tanımı yaparken insan çevre arasındaki karşılıklı etkileşimle bağlantı kurması, bu hatalı yaklaşımı ortadan kaldırmaya yöneliktir.

Çevresel etkiler

Son zamanlarda insan topluluklarının çevresel etkileri üstel olarak artmıştır.
Bunun yerel, bölgesel etkileri giderek küresel baskıya yol açar duruma gelmiştir. Giderek sosyoekonomik durumun; konut kalitesi ve madde özellikleri gibi hastalık örüntülerinde belirleyici olan çevresel rollerine daha büyük oranda ağırlık verilmeye başlanmıştır. Bu nedenle “çevre” teriminin daha kapsamlı biçimde tanımlanması gerekmiştir. Yapılacak tanım sosyal ve ekonomik ilişkileri, yapılı çevreyi ve ilişkili yaşama örüntülerini de kapsamalıdır. Tanım yalnızca ben’i ya da biz’i değil, tüm canlıları kapsamalıdır.

  • Çevre canlıların genetik örüntüsü dışındaki her şeydir.
  • Bu canlıların dünyada var oluşu her birinin var oluşu koşuluna bağlıdır.”

Bu kavram oturmayacak olursa, politikacı çevre konusunda çok eski dönem yaklaşımlarına sarılacaktır. Meraların, ormanların, su kütlelerinin, canlıların
“insanın” ekonomik çıkarlarına kurban edilişi bir hak gibi sunulacaktır.
Bir zamanlar “iklim değişikliğini” yadsıyan politikacıların, günümüzde bu duruma
bir tür kaçınılmaz yazgı anlamı yükleyerek sorumsuzluklarını gizleyen bir özür gibi kullanmalarının nedeni de budur.