Etiket arşivi: “Borç alan emir alır”

Yunanistan’ın borç bunalımı ve Türkiye Dersleri…

Yunanistan’ın borç bunalımı ve
Türkiye Dersleri…

Yunanistan’dan “borç” açıklaması

Yunanistan Maliye Bakanı Yanis Varoufakis,
Yunanistan’ın 1,6 milyar avroluk IMF borcunu bu gün ödemeyeceğini açıkladı!

http://www.aydinlikgazete.com/dunya/yunanistan-dan-borc-aciklamasi-h73033.html, 29.6.2015

Yunanistan Maliye Bakanı Yanis Varufakis, Yunanistan’ın Uluslararası Para Fonu’na (IMF) olan ve süresi bu gün sona eren 1,6 milyar Avroluk borcunu ödemeyeceğini bildirdi.

Varufakis, Maliye Bakanlığı’na gelişinde, gazetecilerin, Yunanistan’ın IMF’ye borcunu
ödeyip ödemeyeceğine ilişkin sorularına “Hayır” yantı verdi.

Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras da, Yunan devlet televizyonu ERT’ye yaptığı açıklamada, kreditörlerle anlaşma sağlanmazsa IMF’ye ödeme yapılmayacağını belirterek,

Bize akşama dek bir anlaşma versinler, ödeyelim..” dedi.

Yunanistan’ın bu gün akşama dek IMF’ye 1,6 milyar avro ödemesi gerekiyor.
Aksi taktirde Yunanistan’ın Avro Bölgesi’nden çıkma olasılığı var.

=========================================

Yunanistan’ın borç bunalımı ve Türkiye Dersleri…

Dostlar,

Batı uygarlığının şımarık çocuğu kapı komşumuz Helen’ler ciddi zorda…

2. büyük paylaşım savaşında da ağır gıda kıtlığına düşmüşler ve sınırlı ekmeğimizi
gemilerle Ege’nin karşı kıyılarına yollayarak paylaşmıştık Dumlupınar gemisiyle..

Ancak, deyimi yerinde ise kuyruğu da dik tutuyor Yunanlar.
Sosyalist genç başbakan Çipras, halk desteğiyle olabildiğince dik duruyor.
Soygunu önceki iktidarlar Yunan hazinesini boşaltarak ülkeyi borca batırdılar.

Ağır ödeme güçlüğüne düşen Yunanistan değil de bir başka “çevre ülkesi” olsaydı,
sanırız çoktan “infaz edilmişti” bile..

Geçtiğimiz yıllarda Rusya ve Arjantin de böylesine sıkış(tırıl)mış ve uluslararası tefeci
finans-kapitalin 3.-5. dereceden aleti – maşası IMF’ye, uluslarının onurunu korumak adına diklenmişlerdi. Arjantin,

“Yıllarca tefeci faiziyle borç verdiniz.. haram sermayenize kazanabileceğiniz en yüksek oranlı rantı sağladınız.. artık ödeyemiyorum.. Borç anaparasının şu kadarını siliyorum.. Kalanını da taksitliyorum.. hadi gidin..” diyerek IMF prenslerini masadan kovmuştu.

Bu prenslerden Davidson Budho, uluslararası ajanslara da geçerek Başkan R. Reagan’a yolladığı açık istifa mektubunda şunlar diyecekti :

– “Alçakça, ekonomik bir tımarhane yarattık..”

“Beş yıl önce Başkan Ronald Reagan bize, üçüncü dünyayı kapitalizm çarkının serbestçe döneceği yeni bir alan yapma konusunda sıkı bir talimat vermişti.
Biz o zaman ne büyük bir sevinçle, ne büyük bir görev duygusuyla işe atılmıştık.
1983 yılından sonra yaptığımız her şey; ya güney küreyi özelleştireceğiz ya da öleceğiz!” kararlılığına dayanıyordu. Bu amaca ulaşmak için, 1983-1988 arasında Latin Amerika ve Afrika’da alçakça, ekonomik bir tımarhane yarattık.”
{Davidson L Budhoo, Open Letter of Resignation from the staff of the IMF}

 Bu tavır, uluslararası finansman – maliye kulvarında örneği görülmemiş bir kendine özgü
(sui generis) moratoryum ya da konsolidasyon idi.

Ahlaksız küresel koalisyon beklenmeyen ve sert bir darbe almıştı.

Çok zora düşen / düşürülen Rusya’nın imdadına petrol gelirleri yetişmiş,
Putin, 10 milyar dolara varan IMF alacaklarını tek kalemde ödeyerek,
bir daha ülkelerine ayak basmamaları bağlamında IMF’yi kovmuştu.

****

Yunanistan için Alman Şansölye Bayan Merkel, “Kullanmadıkları 160 dolayında adaları var.. satsınlar..” diyerek, tarihsel bağlamda şımarıkları da olsa, Greklere bile dişlerini göstermeden edememişti.

Bir kez daha görüyoruz ki; borç alan emir alır, alacaklılar (kreditörler)
adama ülkesinin vatan topraklarını bile sattırırlar!..

Yunanistan AB parasal istemine bağlı olduğundan (ECB – European Central Bank) kendiliğinden ve de karşılıksız olarak para da basamamaktadır. Ulusal para Drahmi dolaşımda olsaydı, bir miktar karşılıksız emisyon ile € borçlanır, “bir oranda” enflasyon ile dış borçların maliyetini halkına yansıtarak ve zamana yayarak borç yönetimini sürdürebilir, moda deyimle borçlarını çevirebilirdi.. Ancak bu olanaktan yoksundur
ve böylesi bir uluslararası finansman manevrası olanağı olduğu için AB parasal sisteminden çıkması gündeme taşınmaktadır.

1944’te Dünya Bankası (DB) ile birlikte kurulan ve 2. Büyük Paylaşım Savaşı sonrası dünyasının moneter (parasal) kurgulanmasını üstlenecek olan “İkiz Kızkardeşler” den (The Tween Sisters) IMF de hem sistem (küresel finans – kapital : gerçek üretim yapmadan paradan para kazanmaya çabalayan kumarhane kapitalizmi) çökmesin – ciddi yara almasın diye çabalarken, hem de görüntüyü kurtarmaya bakıyor ki,
bundan sonrası için kötü örnek olmasın..

Cebirsel toplamı kaçınılmaz olarak “sıfır” olan küresel borsalar,
gerçekten zor zamanlardalar.

*****

1854’te Galata’daki varlıklarını İngilizlerden öğrendiği (!) Yahudi bankerlerden İngiltere aracılığı ile ilk borcu alan ve tıpkı eroin bağımlısı gibi “hızla Borçkolikleşen” Osmanlılar,
borç para il Kırım seferi düzenleyerek en büyük toprak yitiğine uğramıştı.
Sonrasında Dolmabahçe sarayı da böylesine borçla yapılmış ve çok değil 24 yıl sonra uluslararası iflas (Moratoryum) masasına oturtulmuştu. Bu arada Fransa Limni adasını – limanını kuşatıp bombalayarak Osmanlıdan alacaklarını tahsile çabalamıştı. 1881 ise Osmanlı maliyesine İngiltere – Fransa ve İtalya’nın “Düyun-u Umumiye” adıyla
el koydukları tarihtir. Padişah hazretleri Kızıl Sultan 2. Abdülhamit,
Muharrem Kararnamesi‘ne kuzu kuzu imza koymuştu.

Artık Osmanlı Bütçesi bu 3 ülkenin Komiserlerince önceden vize edilerek yürürlük alıyordu ve tüm gelirler yabancılarca toplanıyor, önce alacaklıların payı ödeniyor,
kalanla da Osmanlı, paylaşım planları netleşene dek bitkisel mali yaşamda tutuluyordu.
Sykes – Picot Andlaşmaları Çarlık Rusyasının da katılımı ile gizlice bağıtlanmıştı..

Öte yandan koyu 2. Abdülhamit istibdatı sürdürülüyor, Meşrutiyet askıda tutuluyor ve Osmanlı Meclis-i Mebusanı toplantıya çağrılmıyordu.. Taa ki İttihat ve Terakki
1876-1908 arasında 32 yıl süren bu karanlık zorba dönemi Hürriyet’i ilan ederek
kapatana dek.. Kızıl Sultan’a övgü dizenlerin bilgisine bu bilgileri sunmak isteriz.

Örn. tütün tekeli Fransız Reji idaresine imtiyaz olarak bırakılmıştı. Tüm tütün piyasası
bu tekele bırakılmış idi. Osmanlı topraklarında, evinin arka bahçesinde salt kendi gereksinimi için, 2 karış yere bile Reji’nin izni olmadan tütün ekme olanağı yoktu! Kaynaklar, bu vb. nedenlerle Reji idaresinin 20 bin dolayında Osmanlı tebaasını öldürdüğünü kayıtlamış durumda..

10 Ağustos 1920’de Sevres Andlaşması ile, Çarlığı deviren SSCB’nin gizli Sykes – Picot paylaşım planlarından dünyaya açıklama yaparak çekilmesiyle, son kalan anayurt Anadolu da işgal ediliyordu. Sevres Andlaşması’nın 230 ve 231. maddeleri
Düyun-u Umumiye’yi sürdürmekteydi. Osmanlı bütçe tasarısı 3 komiserden geçerek Meclis-i Mebusan’a gidecek, ordan vize aldıktan sonra da uygulama yine 3 komiserin vizesi ile yürütülecekti…

Artık Osmanlı İmparatorluğu parçalanmış, kalan ana yurt da tam sömürge kılınmıştı.

İngilizler Musul – Kerkük petrollerine hemen el koyarken, Fransızlar Antep – Maraş’tan başlayarak taaa Divriği’ne dek, neredeyse Karadeniz’e ulaşacak bir yüksek üçgende
bu bölgenin demir madenlerine el koymakta idi…

Borç alan emir alır..

Şaşmaz kural ya da Tunç yasa budur.
Lozan’da bu borçlar boynumuza bindirilmiş, taa 1954’e dek ödettirilmiştir.
Yine Lozan’da 1930’lara genç Türkiye’nin dek gümrük rejimi dondurulmuş,
Merkez Bankası kurmasına izin verilmemiştir.

O nedenle 1923 – 38 arasında dışarından 1 kuruş borç alınmadan denk bütçe için çırpınmıştır Mustafa Kemal Paşa ve Başbakan İsmet Paşa.. Lord Courson’un
Lozan’da’ki tehditleri İsmet Paşa’nın kulaklarından silinmemiştir. Bu dönemde yaşanan tam bir ekonomik tansıktır (mucizedir).. Ortalama %6,6 büyüme sağlanmış,
ülke ekonomisi 15 yılda 2’ye katlanmıştır. Arada bir de 1929 büyük dünya bunalımı varken..

*****

Günümüzde, 500 yıllık kapitalizm artık emperyal aşamadadır ve finans – kapital boyutundadır. 500 yıllık acımasız, vahşi  ve kanlı sermaye birikimi ile oluşturulan
sermaye dağları, IMF – DB ve Dünya Ticaret Örgütü ile ABD Hazinesi üzerinden (Mahşerin 4 atlısı!) pazarlanarak tam anlamıyla siyasallaştırılmıştır.
Bu sefil sermaye gücüyle küresel bir hegemonya kurulmak istenmektedir.
Finans kapital tümden politikleşerek stratejik bir sömürge aracı olmuştur.

*****

Türkiye, 1947’leri ve DP – Menderes 1958 moratoryumunu da katarsak,
özellikle 24 Ocak 1980 kararları ile Mustafa Yıldırım’ın ünlü kitabının adıyla
“Sivil Örümceğin Ağları”na takılmıştır.

Güncel verilerle 600 milyar Doları aşan toplam borç, ulusal gelirin %75’ine erişmiştir.
Dış ticaret açığı 100 milyar dolarlarda, cari açık 55 milyar dolar ve bütçeden faize ödenen para 2015 rakamlarıyla 50 milyar TL’yi aşarak bütçenin %10’larını geçmektedir.
Toplam ulusal gelir bakımından dev 80 milyon nüfusuyla ancak 18. sıraya tırmanabilen ülkemiz, kişi başına gelire bakınca 60. sıralara savrulmaktadır. Gelir dağılımı bakımından da dünyanın en adaletsiz ülkeleri içindedir. 23,5 milyar dolara erişen IMF borçlarını
konjonktürel nedenlerle tasfiye etmek durumunda kalan AKP iktidarı, bu “minik” operasyonunu oya dönüştürmek istemektedir. Oysa 2002 sonunda 221 milyar $ olarak aldığı toplam ulusal borç 600 milyar doları aşmıştır. Bir anlamda, ulusal gelirde gerçekleşen 600 milyar dolara yaklaşan artış, muazzam dış borç birikimi ile sağlanabilmiştir.

ÇARE… ÜRETİM EKONOMİSİDİR…

Türkiye üretmek ve yüksek katma değerli ürünlerini uluslararası piyasalara
satmak zorundadır.

Biriken ve çevrilmesi olanaksızlaşan, gelişmeyi – kalkınmayı engelleyen bu çok ağır
borç stoku ve vade yapısı sürdürülebilir değildir. SGK açıkları, büyüyen işsizlik ve
hızla artan nüfus, bütçe açıkları.. tam bir mali boğuntu iklimi yaratmaktadır.

Türkiye de dış borçlarında Yunanistan’a benzer bir konsolidasyon programı önermeli,  borçların en az yarısı konsolide edilmeli (dondurulmalı), kalan yarısı uzun erimli ve imal edilebilecek bir faizle taksitlendirilmelidir. Başka türlü
ülke ekonomisini ayağa kaldırma olanağı yoktur. Yarı – tam sömürge çizgisinde
bir Türkiye kabul edilemez! Küresel sistem Türkiye’yi yitirmeyi de göze alamaz, iflasını ve ağır zincirleme bedellerini de..

Yeni hükümet kurulma aşamasında bu hazin gerçekleri – tarihsel bilgiyi paylaşalım istedik.

Tarih aptallar için yinelemedir, ders çıkaranlarsa tarihi kendileri yaparlar..

Türkiye hangisini seçecek?
Büyük Atatürk 2. yolu seçerek Sevr’i yırtmış,

“Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.” buyurmuştu.

Sevr’in 95 inci, Lozan’ın ise 92. yılında (24 Temmuz 1923) yeni Türkiye’nin
genç evlatları, Cumhuriyet’i emanet alan kuşaklar olarak ne düşünürler acaba??

Yazının pdf biçimi : Yunanistan’in_borc_bunalimi_ve_Turkiye_Dersleri

Sevgi ve saygı ile.
30 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.co

LOZAN DELİNMEYE DEVAM EDİYOR !!!

Kimden: Mehmet Ali KÖRPINAR <korpinar@istanbul.edu.tr>
Tarih: 23 Temmuz 2013 10:44

LOZAN DELİNMEYE DEVAM EDİYOR !!!  

Değerli arkadaşlar,
Geçen yıl sizlere sunduğum yazımı izninizle, bu yıl da yayınlamak istiyorum.
Çünkü
AB-D emperyalizmi tarafından güzel ülkemize karşı sürdürülen bölücü politika aynen devam ediyor.
Sevgi ve saygılarımla.
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
portresi
 
LOZAN DELİNMEYE DEVAM EDİYOR !!! 
“Bu antlaşma, Türk ulusuna karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış, büyük bir yok etme eyleminin yıkılışını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasal utku yapıtıdır!” Mustafa Kemal ATATÜRK  
Değerli Arkadaşlar,
Lozan’da karşı tarafın pek çok önerisinin, İsmet İnönü tarafından kabul edilmemesi İngiliz Lord Curzon‘u rahatsız etmiş ve ‘Paşa paşa ne önersek ret ediyorsunuz. Neyinize güveniyorsunuz acaba? Ret ettiğiniz önerileri cebimize koyuyoruz.
Bizden yardım istemeye geldiğinizde cebimizden çıkarıp teker teker önünüze koyacağız..’
 demesi üzerine İsmet İnönü, ‘Şimdi istediklerimiz aynen kabul edilsin, yardım istemeye geldiğimizde önerilerinizi değerlendiririz’ yanıtı, bağımsızlığımıza nasıl sahip çıktığımızın çok anlamlı bir kanıtı olarak tarihe altın harflerle geçmiştir. 
Güzel ülkemizin kuruluş belgesi olan LOZAN Antlaşması‘nın 89. yıl dönümünü yaşıyoruz. Ancak AB-D emperyalizmi hala bu antlaşmayı delmek ve yok etmek için çeşitli yöntemler kullanmaktadır. Örneğin;
·         ABD denetiminde kurulan GÜNEY KÜRDİSTAN DEVLETİ’nin tek resmi dilinin KÜRTÇE olduğunu belirleyen anayasasında, bağımsız bir KÜRDİSTAN kurulmasını öngören SEVR ANTLAŞMASI gündeme getirilerek, Kürtlere self-determinasyon hakkını 62, 63 ve 64. maddeleriyle veren 1920 SEVR ANTLAŞMASI, 1923 LOZAN ANTLAŞMASI ile iptal edilmiştir denilmektedir (6 Ekim 2006, Cumhuriyet, Bahadır Selim Dilek).
·         Roma’daki NATO kolejinde ABD’li bir Albayın BÖLÜNMÜŞ TÜRKİYE HARİTASI ile brifing vermesine gösterilen tepkiler yüzünden ABD Genelkurmay Başkanı Peter Race, Türk Genelkurmayından özür dilemiştir (30.09.2006 Milliyet). Yani ülkemizin bölünmesini ve SEVR’i yeniden uygulamak isteyenler, çizdikleri haritaları masa üzerine koymaya başladılar.  
·         AB üyeliği vaadi ile 1995’te Gümrük Birliği anlaşmasını yaptık (zararımız 200 milyar $), 21.06.2001’de Uluslararası Tahkim Yasası‘nı çıkardık. AB müzakere koşulları ile ülkemizde 13.06.2007’de İkiz Yasaları ve 27.02.2008’de Vakıflar Yasasının çıkarttırdılar. Çünkü AB’nin Türkiye Temsilciliği Siyasi İşler Müsteşarı
Martin DAWSON, Vakıflarla ilgili yasa neden çıkmadı diye Anayasa Kom Bşk. Sn. Köksal TOPTANI sigaya çekiyordu (06.07.2006, Cumhuriyet).  
·         ULUSAL ONUR VE SAYGINLIĞIMIZIN korunması için yasalaşan TCK
301. maddede
 yapılan değişiklikle Türklüğe hakareti serbest bıraktık.
Şimdi de
KKTC’nin yok sayılmasını ve Ruhban okulunun açılmasını istiyorlar.  
·         AB, yine öne sürdüğü yeni koşullar ile yalnızca Musevi, Rum ve Ermenilerin
azınlık olarak kabul edildiği Lozan Antlaşması’na aykırı olarak
yeni azınlıklar
tarif etmeye çalışmaktadır. 
Kürt kökenli vatandaşlarımızı da azınlık olarak bize
kabul ettirmek amacındalar. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanımızın İtalya seyahatinde de söylediği gibi Kürt kökenli vatandaşlarımız bu ülkenin azınlığı değildir. 
·         AB çatısı altında 5. kez KÜRT SORUNU için toplantı yapıldı. Bu toplantıya katılanlar 6. toplantının TBMM çatısı altında yapılmasını önerdiler. Toplantı sonunda da LOZAN Antlaşması’nın yeniden yorumlanmasını istediler. Yani 45 yıldır üye olmayı düşlediğimiz ancak daha kendi anayasası olmayan emperyalist AB, ülkemizin kuruluş belgesi sayılan LOZAN Antlaşması’nı gündeme getirmek istiyor!!!
·         Yine Banu Avar’ın 15.01.2007 günü TRT-1 de sunduğu SINIRLARIN ÖTESİNDE programında, İngiltere’deki siyasilerin ve medya yöneticilerinin ülkemiz hakkındaki emperyalist görüşlerini dile getirdi. Onlar da ülkemizde bir Kürt azınlığı olduğunu öne sürmektedirler. Osmanlıyı bitirmek için imzalatılan SEVR Antlaşması’nın koşullarını, hala devam ettirmek çabası içinde olduklarını görmek bizler için çok önemli uyarıdır. Bu uyarıları içimizdeki AB uşağı olan ve KAREN FOG’un çocukları diye anılan hainlerin de duymasını dilerim. 
·         Lozan Antlaşması’nın delinmesine bir başka örnek: 
Yedikule Surp Pirgiç Ermeni Hastanesi Vakfı’nın Türkiye aleyhine yaptığı başvuruyu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önceki gün kabul edilebilir bularak,
esastan inceleme sürecini başlattı. 1832’de kurulan vakıf, mahkemeye yaptığı başvuruda Türkiye’de Müslüman olmayan dinsel azınlıklara ait vakıfların
mülk edinmeleriyle ilgili mevcut yasal düzenlemelerin Lozan Antlaşması’yla kısıtlandığını belirtti ve bu durumun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne
aykırı olduğunu savundu. AİHM, azınlık vakıflarının mülk düzenlemelerini Lozan’ın kısıtladığını öne süren Ermeni vakfının şikâyetini incelemeye aldı. AİHM, geçen yıl da aynı gerekçelerle Türkiye hakkında şikâyette bulunan Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı’nın başvurusunu kabul edilebilir ilan etmişti. 
(22.07.2005, Milliyet, Güven Özalp, Brüksel). 
Günümüzde ise gerek Lozan Antlaşması’nı imzalayanlar ve gerekse de imzalamayanlar ortak bir amaç için fırsat kollamaktadırlar. O da Lozan Antlaşması’nı delmek ve böylece ülkemizin bölünmez bütünlüğüne son vermektir. Örneğin 20 Ekim 1921’de Fransa ile imzalanan Ankara Antlaşması ile Güney sınırımız belirlenmiştir. Lozan Antlaşması ile de Güney sınırlarımız teyit edilmiştir. Ancak söz konusu iki antlaşmayı da imzalayan Fransa’nın okullarında okutulan coğrafya derslerinde kullandıkları haritalarda Güneydoğu Anadolu Kuzey Kürdistan ve Doğu Anadolu da Ermenistan olarak saptanmış durumdadır. 
Sayın Başbakanımızın AB için, “Bizi bölmek istiyorlar” saptaması, 16 Aralık 2004 tarihli Ek Protokolde bulunan 23. madde ile açıkça dile getirilmektedir. 
  • Türkiye 1959 ve 1960 Zürih ve Londra Anlaşmalarına göre Kıbrıs için garantör devlettir. 
Bu antlaşmalara göre Türkiye’nin üye olmadığı hiçbir kurum ve kuruluşa üye olamayacak diye anılan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, AB’ye üye yapılmıştır!  
Ülkemizin garantör hakları ile 1974 Cenevre Antlaşması’na göre Kıbrıs’ta 2 eşit otonom yönetim bulunduğu, taraflarca kabul edilmiştir. Şimdi ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, yeni dönem AB başkanı olarak ülkemizin geleceğine ipotek koyma isteğini
açıkça belirtmekte ve
Kıbrıs’taki askerimizi işgalci olarak tanımlamaktadır.  
Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve birçok ülkeye örnek olan yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ilke ve devrimleri, AB tarafından en büyük engel olarak görülmektedir. Hollandalı 30 yıllık politikacı, Hıristiyan Demokrat parlamenter
  • Oostlander tarafından Mart 2003’te hazırlanan ön raporda, KEMALİZM ilkeleri, AB’ye üye olmamız için en büyük engel olarak tanımlanmıştır. 
Yine Avrupa Parlamentosu’nun bir İngiliz milletvekili Andrew Duff da basın toplantısı düzenlemiş ve şöyle demişti:
  • Devlet dairelerinden Atatürk’ün resimlerinin kaldırılması zamanı geldi. Türkiye bunu yapmalıdır.’ 
Neden ondan bu kadar korkuyorlar, neden O’nun ilke ve devrimlerinden bu denli çekiniyorlar? Lütfen düşünün ve gereken yorumu yapın. 
Değerli arkadaşlar,
2013 yılı, dünyanın ekonomik açıdan çok zor bir dönemi olacak. Gerek AB ve gerekse de ABD için ekonomik yorumlar iç açıcı değil. Umarım güzel ülkemizde ekonomik önlemleri gereğince alır ve namert’e muhtaç olmayız. Çünkü 90 yıl önce Lord Curzonun, LOZAN görüşmeleri sırasında dile getirdiği dilekleri,
“Borç alan emir alır” özdeyişi ile çok güzel açıklanmaktadır.  
Lozan antlaşmasının güzel ülkemizin geleceği için önem ve değerini anlamak için öncelikle SEVR Antlaşması’nı iyi algılamak ve yorumlamak gerekir. Bu konuda
Sayın
Hasan Pulur’un 23.08.2003 tarihli BİR SEVR HİKAYESİ başlıklı yazısını aşağıda bilgilerinize sunmak istedim.  
Sevgi ve saygılarımla (23.07.2012). 
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
===========================================
Bir Sevr hikâyesi 
Hasan Pulur
EVET, biz “Sevr Antlaşması’nı buruşturup tarihin çöplüğüne attığımızı” sanırken, “onlar” bu Antlaşmayı derin dondurucuda bekletip her fırsatta önümüze çıkarmaya çalışmışlardır. Erhan Bener “Bürokratlar“ın üçüncü cildinde anlatır… 
Yıl, 1966, Erhan Bener, OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü)
Türkiye temsilciliğinde görevlidir, Baştemsilci Cahit Kayra’dır.
 
Türkiye’nin bu örgütle ilişkisi nedir? Her zamanki gibi: Para! Türkiye, borç, kredi, kısacası para aramaktadır. 
Baştemsilci Cahit Kayra, cumartesi günleri temsilcilikte çeşitli konuların tartışıldığı toplantılar düzenler, dünya sorunları, sanat ve kültür olayları gibi… 
OECD Yardım Konsorsiyomu’nun, Türkiye’ye yapılacak yardım için, ileri sürdüğü koşulları adeta Osmanlı devletine kabul ettirilen Duyun – u Umumiye koşullarına benzeten Cahit Kayra, Fransız Devlet Yayınları Kurulu’ndan bir Sevr Antlaşması aldırır, okuyunca o kadar ilginç bulur ki, ilk cumartesi toplantısını buna ayırır. 
ERHAN Bener anlatır, antlaşma incelendikçe görülür ki, Sevr’in ekonomik ve mali hükümleriyle, OECD konsorsiyomunun şartları arasında tıpatıp uyum vardır: 

“Konsorsiyomun hazırladığı metinlerdeki birçok tümcenin, Sevr Antlaşması’nın metninde hemen hemen aynen yer aldığını gördük.”
 
CAHİT Kayra da şöyle der: “Bizim okullarda Sevr Antlaşması’nı yalnızca imparatorluğun coğrafya bakımından parçalanmasını sağlayan bir Antlaşma diye okuturlar.
Oysa içindeki ekonomik, mali hükümler bu parçalanmadan çok daha önemlidir.
Daha sonra, Lozan Antlaşması sırasında, toprak parçalanmasına önem vermeyen sömürgeci devletler, Sevr’in ekonomik ve mali hükümlerini uygulamakta çok direnmişlerdi. Bana kalsa, okullarımızda, Lozan’dan çok, Sevr Anlaşması’nı okutmak gerekir. O zaman gençlerimiz bugünü daha iyi anlayabilirler.”
 
Toplantıya katılanlar, başta Erhan Bener, Paris’teki Devlet Yayınevine giderek
“Sevr Antlaşması”ndan birer tane isterler. Maalesef yoktur, çünkü Fransız Dışişleri Bakanlığı satışı durdurmuştur! 
Ama Cahit Kayra’nın elindekini de alacak değillerdir ya! Bu nüsha 1997 yılında Cahit Kayra’nın yorumuyla Türkiye’de yayımlanır. (Boyut Kitapları) Meraklısı gider alır, okur. 
Demek ki, isteyen Sevr’i unutsun, isteyen unutturmaya çalışsın, “onlar” derin dondurucu da “Sevr”i saklamaktadırlar. 
Son örnek… Amerika ne diyor?  “Irak’a asker gönderirsen, krediyi alırsın!” diyor.