Kategori arşivi: Hekim Saltık

TV Programlarımız : 3 Aralık 2020

Dostlar,

Bu gün, 03 Aralık 2020 Perşembe günü;

– saat 17:00’de BİZİM TV’de / OLDUK..
– saat 18:15 sonrasında TELE1’de / OLDUK
– saat 19:00’da YOL TV’de olacağız. / OLDUK..

BİZİM TV konuşmamız için tıklayınız : https://youtu.be/rf2xCau5Aak

TELE1 TV konuşmamız için tıklayınız :  https://youtu.be/C17M7Na4oxc?t=9

YOL TV konuşmamızı izlemek için tıklayınız : https://youtu.be/adr8aTYKHvs

İlgi ve bilginize sunarız. (Güncelleme : 03.12:20, 23:00)

Sevgi ve saygı ile. 03 Aralık 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Salgın Bir Çevre Sorunudur

Salgın Bir Çevre Sorunudur

Dr. Ceyhun BALCI

Küresel salgın yarattığı korku ve ürküyle insanlığın başka önemli konuları düşünmesini ve sorgulamasını da engelledi. Yarasa, yılan ve pangolin derken iş bir etnisiteden nefrete vardırıldı. Olmadık şeylerin altında nefret suçu arayanlar her nedense bu konuda sessiz kaldılar.

Salgın, yüksek ölümcüllük sergileyince doğal olarak korunma ve tedavi öne çıktı. Yanı sıra üçüncü sayfa haberi olmaya varabilecek bir dizi ilginç soru gündeme oturdu.

Kargoyla gelen paketten virüs bulaşır mı?

Ya da virüs havada asılı kalarak insandan insana geçişi başarabilir mi türünden sorular kitlelerin ilgisini daha çok çekti.

Bu süreçte üçüncü sayfa haberleri de bolca üretildi.

Komplo kuramcılarının zevkten dört köşe oldukları da göz ardı edilmemeli.

Özellikle azmanlaşarak kent ötesi oluşumlara evrilen yerleşimlerin salgının denetim altına alınmasında önde gelen engeller olduğu da çok açık şekilde ortaya çıktı. Bu denli yoğun ve iç içe yaşanan ortamlar varlığını sürdürdükçe salgınla baş etmek olanaksız olmayı sürdürecektir.

Tüm bu güncel başlıklar gerçekten önemli birincil sorunu perdeleme işlevini de başarıyla yerine getirdi. İki ardışık küresel salgının insan ömrüne sığmaması önde gelen yanılsama etkeni oldu.

İnsan eliyle yaratılan çevre değişiklikleri salgının hız kesmeksizin sürdüğü göz önüne alındığında ele alınmayı ve fark edilmeyi fazlasıyla hak ediyor.

Ormanları, otlakları ve hatta çölleri kentleştiren insanın buralarda farklı canlılarla karşılaşması kaçınılmazlaşıyor. Bu da yerleşilen yerin gerçek ev sahibi olan türle yakınlaşma anlamına geliyor. İnsanın baskın olduğu ortamlarda diğer türler sağkalım savaşı vermektedir.

Tıpkı dere yatağını insanların basması ve belirli aralıklarla sele kapılıp yaşamlarını yitirmeleri gibi insanın çevreyi hiçe sayan sorumsuz, sınır tanımaz ve kibirli tutumu küresel salgınlar aracılığıyla hak ettiği yaptırımın uygulanması sonucunu doğuruyor. Yıllardır üzerinde durulan ama bir türlü dişe dokunur karşılık alınamayan insan-çevre ilişkisini düzeltme girişimlerinin her seferinde (AS: kezinde) karşılıksız kaldığını sayısız örnekle doğrulamak olasıdır.

Salgın, çevreye ve doğaya karşı insan hoyratlığını yaptırıma uğrattı saptamasını yapmak abartı sayılmamalı.

Yapılan çalışmalar insanların dünyanın yerleşime uygun alanlarının yarısını değişikliğe uğrattığını göstermektedir. İnsanın baskın olduğu ortamlarda gergedan ve devekuşu gibi türler “yitir(il)enler” listesine eklenirken, farelerin de içinde bulunduğu kemirgenler bu ortamların “kazananları” olmaktadırlar. Bu kazanan-yitiren denklemi, kazananların insanlara hastalık taşıma potansiyeli olduğunu gösteriyor. İnsanlık tarihinde derin iz bırakan kara ölüm (veba) salgınlarından bir kemirgen olan farenin sorumlu olduğunu anımsayalım!

Son salgında kendisini gösteren bir başka yanılsama, yaban yaşamının başka türlerden insana bulaşan hastalıkların kaynağı olduğudur. Bu kesinlikle yanlış bir saptamadır. Asıl sorun ekosistemde insan eliyle gerçekleştirilen değişikliklerdir. Yaban yaşamının sürdüğü alanların tarıma açılması ve kentsel yerleşimlere dönüştürülmesi salgınlara kaynaklık eden birincil etkendir.

Bu açıdan bakıldığında, son salgında kullanılan dilin de yanlış ve yanıltıcı olduğu ortadadır. Virüsle “mücadele” ve “savaş” gibi söylemler insanın doğaya yönelik hatalarına eklenmiş dil yanlışlarıdır. Açıkça vurgulamakta yarar var; İnsan doğanın bir parçasıdır. Her ne kadar Homo sapiens’in diğer canlılarla karşılaştırıldığında üstünlükleri olduğu doğruysa da, bu üstünlüklerin hiçbiri insanı doğanın bir parçası olmaktan soyutlayamaz. Hele hele doğaya savaş açma ve doğayı kendi amaçları uğruna bozma hakkı hiç vermez.

Virüs kaynaklı küresel salgın,
insanın ekosistemde yol açtığı olumsuzlukların doğal sonucudur.

Hiç kuşkusuz her canlı gibi insanın da kendisini koruma hakkı vardır. Maske-Fiziksel mesafe-Temizlik üçlemesi korunmanın bugün için bilinen etkili üçlemesidir. Korunma olgusunu, savaş ya da mücadele gibi doğayla barışık olmayan boyutlara taşımak hata olmakla kalmaz yeni salgınlara çağrı çıkartmak anlamına da gelir.

İnsanı başka canlılar karşısında üstün kılan aklını kullanma yeteneğini hiç olmazsa bu kez kullanması dileğiyle!

Virüsün dili olsa da bunları söylese! Doğrusu virüs her şeyi anlaşılabilir şekilde anlatıyor! Ama, üstün varlık insan, anlamamak için üç maymunu oynamayı tercih ediyor.

Özetle, küresel salgın gerçekte bir çevre sorununun gündelik yaşamımıza yansımasıdır.

Tıpkı ozon tabakasının incelmesi ya da küresel ısınma gibi. Onlardan farkı, kısa zaman aralığında yaşama geçmesi ve deyim yerindeyse insanı sersemletircesine silkeleme yeteneğine sahip olmasıdır. (http://dagarcikturkiye.com/2020/12/01/salgin-bir-cevre-sorunudur/)

Kaynakça : https://www.nature.com/articles/d41586-020-02189-5

HALK TV Programımız – 30 Kasım 2020

Dostlar,

30 Kasım 2020 Pazartesi günü akşam
saat 21:00’de HALK TV’de
Sn. Şirin Payzın’ın konuğu olacağız..

AKP’nin yönetemediği ve ülkemize bedeli giderek ağırlaşan salgını konuşacağız..

Bilgi ve ilginize saygı ile sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 30 Kasım 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

ANKARA TABİP ODASI’ndan ÇAĞRI

ANKARA TABİP ODASI’ndan ÇAĞRI

Değerli Meslektaşımız,

İlk COVID-19 vakasının açıklandığı günden itibaren COVID-19 pandemisi ülkemizin öncelikli ve en önemli gündemlerinden biri haline gelmiştir. Salgını kontrol altına alabilmek ve toplumun en az etki ve en az can kaybı ile bu süreci atlatabilmesi için; hekimler ve tüm sağlık çalışanları büyük bir mücadele sergilemekte, canla başla çalışmaktadır. Sağlık çalışanları bu mücadeleyi kendi sağlıklarının ve yaşamlarının da büyük tehlike altında olduğunu bilerek gerçekleştirmektedirler.

  • Bilindiği gibi COVID-19 hastalığında mesleki maruziyet açısından sağlık çalışanları en riskli gruptur.

Toplumun diğer kesimlerine göre sağlık çalışanları pandemiden 10-14 kat daha fazla etkilenmektedir. Bu durumun bir yansıması olarak pandemi sürecinde daha da yoğun emek gerektiren sağlık hizmeti sunarken, 28 Kasım 2020 itibari ile 70’i hekim olmak üzere en az 179 sağlık çalışanı COVID-19 nedeniyle yaşamını yitirdi.

Pandemi sürecinin bütün yükünü omuzlayan sağlık çalışanları adına acil talebimizdir:

  1. Pandeminin sağlık çalışanları da dâhil toplum üzerindeki yıkıcı etkisinin azaltılması için emek-meslek örgütleri, sendikalar ve toplumun tüm kesimlerinin katılımının sağlandığı koordinasyon kurulması hayati önemdedir. Kurulan koordinasyon ile yurttaşların en temel hakları olan gıda, barınma, güvenlik, eğitim, iletişim, ısınma, temiz su gibi hakların da ücretsiz sağlandığı bütünlüklü bir koruyucu sağlık politikasının yaşama geçirilmesiyle pandemiyle baş edilebilir.
  2. Pandemi süreci şeffaf biçimde yönetilmeli; sağlık çalışanları ve kamuoyu ile hasta sayısı da dâhil olmak üzere sürecin bütünü açık bir şekilde paylaşılmalıdır.
  3. Sağlık çalışanlarının çalışma koşulları ve süreleri iyileştirilmelidir. Sağlık hizmetlerinin bir bütün olduğundan hareketle, çalışanlar arasında çalışma barışını bozmayan adaletli temel ücret ödemeleri yapılmalıdır.
  4. Başta 1. Basamak sağlık hizmetleri olmak üzere yeterli düzeyde ve nitelikte Kişisel Koruyucu Ekipman (AS: donanım) sağlanmalıdır.
    Toplum maske, temizlik malzemesi gibi ihtiyaçlardan ücretsiz faydalanabilmelidir.
  5. Sağlık çalışanlarının engellenen izin, istifa, emeklilik hakları geri verilmelidir.
  6. Yapılacak düzenlemenin geriye dönük olarak geçerli sayıldığı, COVID-19’un tüm sağlık çalışanları açısından meslek hastalığı olarak kabul edilmesini sağlayan yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
  7. Sağlık kurum ve kuruluşlarında çalışanların ve toplumun tümüne risk sıralamasına göre parasız olarak grip ve pnömokok aşıları uygulanmalıdır. Tüm aşılar koruyucu sağlık için vazgeçilmezdir, planlama ve dağıtımdaki eksiklikler hızla giderilmelidir.
  8. Sağlığa ayrılan bütçe, pandemi gerçeklerine uygun, koruyucu sağlık hizmetlerini önceleyen, hak ettiği payın verildiği şekilde yeniden düzenlenmelidir.

Pandemiye karşı ancak işbirliği ve dayanışma içinde olunarak, sağlık çalışanlarının sıraladığımız acil taleplerinin yaşama geçirilmesi ile başarı elde edilebilir.

İfade ettiğimiz taleplerimiz, aşağıda iletişim bilgileri de bulunan kurum ve kuruluşlarla da paylaşılmış olup, bir an önce yaşama geçirilmesi istenmiştir. Dilerseniz sizlerde ilgili yerlere taleplerinizi iletebilirsiniz.

Bilgilerinize sunar, mücadelemizin sürdüğünü sizlerle paylaşır, çalışmalarınızda başarılar dileriz.

Saygılarımızla, 28.11.2020 

Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu
=====================
TBMM Başkanlığı
Telefon:+90 312 420 51 51           Faks:+90 312 420 51 65

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa ŞENTOP
Telefon: +90 (312) 420 51 51          Faks: +90 (312) 420 51 46
E-Posta: mustafa.sentop@tbmm.gov.tr

T.C. Cumhurbaşkanlığı
Tel : 0 (312) 525 55 55      Faks : 0 (312) 525 58 31

T.C. Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Tel:0312 585 14 50-51-52             Faks:0312 585 15 65-66

Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Mehmet Naci BOSTANCI
mehmetnaci.bostanci@tbmm.gov.tr

Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekili
Özgür Özel  ozgur.ozel@tbmm.gov.tr  

Halkların Demokratik Partisi Grup Başkanı
Pervin Buldan   pervin.buldan@tbmm.gov.tr                                                    

İyi Parti Grup Başkan Vekili
Lütfü Türkkan    lutfuturkkan@tbmm.gov.tr

Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekili
Erkan Akçay     erkan.akcay@tbmm.gov.tr

 Parti mail adresleri  

Adalet ve Kalkınma Partisi  genelsekreterlik@akparti.org.tr

Cumhuriyet Halk Partisi  chp@chp.org.tr

Halkların Demokratik Partisi  bilgi@hdp.org.tr

İyi Parti   bilgi@iyiparti.org.tr

Milliyetçi Hareket Partisi   bilgi@mhp.org.tr

Saadet Partisi   info@saadet.org.tr

TÜRKİYE’NİN KORONA İLE SINAVI

TÜRKİYE’NİN KORONA İLE SINAVI

Prof. Dr. D. Ali ERCAN
Değerli arkadaşlar,
2020 yılı bütün Dünyada 2019 yılı Aralık sonunda ortaya çıkan Kovid-19 salgınının gölgesinde geçti…
Dünya genelinde ilk büyük dalga 17 Nisan’da tepe yaptı; günlük olgu sayısı 7 bine erişmişti. Ardından biraz düşer gibi olan salgının 2. büyük dalgası 10.Ağustos’taydı, günlük olgu sayısı 6 bin düzeyinde kaldı. En son 3. büyük dalga öbürlerinden çok daha yüksek, 10 bin hasta / gün düzeyine çıktı… ve sürüyor.. Yaklaşık 115 gün aralıklarla yinelenen bu 3 dalga arasında, farklı coğrafyalardan kaynaklanan sayısız küçük dalgalar, küresel günlük olgu / ölüm sayılarına katkıda bulundu… (bkz. aşağıdaki günlük ölüm sayıları eğrisi)
Görüntünün olası içeriği: ‎şunu diyen bir yazı '‎ם 10 DÜNYA 2020 COVID19 GÜNLÜK ÖLÜMLER TOPLAM ÖLÜM 1,43 milyon (26.11.20) 8 17.Nisan 26.Kasım asım 10.Ağustos 2 1.Subat‎'‎
Bu gün (26.11.2020) için Dünyada toplam Kovid-19 olgu sayısı, ülkelerin sağlık kurumlarının verileri doğrultusunda 61 milyonu, ölüm sayısı 1,43 milyonu aşmış durumdadır; bu gidişle 2020 sonunda toplam olgu sayısı 80 milyonu aşacak, toplam ölüm sayısı 2 milyon dolayında olacak görünüyor.
İnsanlığın yaşam biçiminin altını üstüne getiren, başta sağlık sistemleri olmak üzere ekonomik yaşamı derinden etkileyen bu virüs salgınından Türkiye de payını aldı elbette. Ancak Ülkemizde Kovid-19 olgu ve ölüm sayılarının Dünya ortalaması ile ve nüfusu benzer ülkelerle kıyaslandığında ~ %50 düşük oluşu dikkat çekiyor. Bu konuda TTB’nin ve tıp yetkelerinin (otoritelerinin) kamuoyuna yaptıkları açıklamalar da benzer yönde;
  • “Türkiye’de Kovid-19 olgu ve ölüm sayıları gerçeği yansıtmıyor”
***
Türkiye’nin birçok yönden “Dünya ortalaması bir ülke” olduğu açık bir gerçektir… Bir başka anlatım ile bu Salgınla savaşımda (mücadelede), Küresel ortalama başarının üstünde bir başarı beklenemez.
Bu açıdan bakarsak, Dünya nüfusunun % 1,15’i olan ve ayrıca nüfus yoğunluğu Dünya ortalama nüfus yoğunluğunun 2 katı olan Türkiye’de toplam olgu sayısının 0,016 x 61 = 976 bin, ölüm sayısının da 0,016 x 1,43 =23 bin dolayında olması gerekirdi.
Türkiye’yi kıyaslamak için bir başka ölçek, Türkiye ile nüfusu (84 milyon + 6 milyon göçmen) aynı olan 2 ülke, İran ve Almanya’daki olgu ve ölüm sayılarının geometrik ortalamasıdır.
Bu kıyaslamaya göre, 26.11.2020’de Türkiye’deki olgu sayısı ~938 bin, ölüm sayısı ~25 bin olması beklenirdi… Oysa, bu gün için Türkiye’deki olgu sayısı ~475 bin, ölüm sayısı ~13 bindir… Yani Türkiye’deki sayılar yarı yarıya düşüktür… Bunun tek açıklaması var:
  • “Türkiye’de Kovid-19 olgu ve ölümlerin olasılıkla yarısı (Zatürre, Kalp… vs.) başka nedenlere bağlanmıştır.”
Sonuç                         :
  • Türkiye bu salgın sürecini iyi yönetememiş, başarısız olmuş ve daha kötüsü, bilerek yanlış veriler yayınlamıştır Dünyaya…
Türkiye bu sınavda sınıfta kalmıştır; nokta!

Üzüntülerimle. æ

ÖZEL HASTANELERİN SAĞLIK HİZMETLERİNDE AKSAKLIKLAR 

ÖZEL HASTANELERİN SAĞLIK HİZMETLERİNDE AKSAKLIKLAR 

SGK tarafından sigortalılara sağlık hizmetleri sağlık kuruluşlarından hizmet satın alınması ile karşılanmaktadır. Özel sağlık kuruluşlarınca verilmekte olan acil / temel sağlık hizmetlerindeki aksaklıklar yeni koronavirüs salgını döneminde daha belirgin bir durum almıştır.

Sağlık hizmetlerindeki yaşamsal öneme sahip bu aksamalar, milletvekilleri ve yüksek yargı organları başkan ve üyeleri vb. dışındaki, genel sağlık sigortalısı (GSS) olan halkımızın tümünü doğrudan ilgilendirmektedir.

Konunun önemi dikkate alınarak; özel hastanelerde verilen sağlık hizmetlerine ilişkin mevzuat hükümleri, varolan uygulama ve alınması gereken önlemler, kamuoyunun aydınlatılmasına katkı bağlamında özlü olarak aşağıya çıkarılmıştır. 

Selam ve saygılarımla. 28 Kasım 2020

Mahmut ESEN
Mülkiye Başmüfettişi (E)

****
1-Acil hizmetlerden ücretsiz yararlanılması 24 saatle sınırlandırılmıştır.

4.02.2018 günlü R.G. de yayımlanan Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) yapılan bir değişiklik ile acil durumlar nedeniyle özel hastaneye başvurulduğunda, hastanın taburcu edilinceye dek sunulan tüm sağlık hizmetleri için hiçbir ek ücret alınmamasına yönelik düzenleme de kaldırılmıştır. Yeni düzenleme uyarınca:

Hastanın taburcu edilmesi yerine acil servislerde 24 saat içinde stabilizasyonu (dengeye /istikrara kavuşturulması) ilkesi getirilmiştir. Hastanın başvurudan başlayarak 24 saat içinde stabilize edilerek ilgili kliniğe yatışı veya başka bir hastaneye sevk edilmesiyle acil durum sona erecektir.

Acil servislerdeki acil girişimsel işlemler ile 24 saat içinde acil gözlem birimlerinde uygulanan tüm sağlık hizmetleri için ek ücret alınmayacaktır. 24 saat dolduktan sonra ek ücret alınabilecektir. Bu ücretin alınabilmesi için, acil durumun sona erdiği ve süren işlemlerin ek ücrete bağlı olduğuna ilişkin hastaya / yakınına yazılı bilgi verilmesi gerekmektedir.

09.04.2020 günlü R.G.’de yayımlanan değişiklikle pandemi olgularına yönelik tanı ve tedaviler de acil durum kapsamına alınmıştır.

2-Özel hastanelerin büyük bölümünün, SGK ile sağlık hizmeti alımı konusunda anlaşması bulunmaktadır.

5510 sayılı Yasa başta olmak üzere, Sağlık Uygulama Tebliği (SUT)  (hastane girişlerinde panolar üzerinde ilan edilmekte olan) sözleşme hükümleri uyarınca özel hastanelerce sigortalılardan % 200’ün üzerinde ek ücret alınmaması gerekmektedir.

Ancak SUT’da sağlık hizmeti sunucularına ödenecek bedellerde yıllardır kayda değer bir değişiklik yapılmamıştır. Örneğin özel hastanede kardiyoloji uzmanına muayene olan sigortalıdan %200 zamlı olarak yalnızca 68 TL ek ücret alınması gerekmektedir.

Sağlık hizmeti bedellerine zam yapılmamasının da etkisiyle özel hastanelerin, yasa hükümlerine, SUT fiyat tarifesine ve konuya ilişkin sözleşme hükümlerine uymadıkları; sigortalılardan rahatlıkla, tarife fiyatlarının 2 katından da çok ek ücret aldıkları, uygulamanın yerleşik bir durum aldığı, SUT ile sağlık hizmeti bedellerine zam yapmaktan kaçınan SGK yetkililerinin, özel hastanelerin yasaya aykırı bu tür uygulamalarını anlayışla karşıladığı (!), görmezden geldiği görülmektedir.

Bu bağlamda ayakta tedavilerde özel hastanelere ödenen ek ücretlere ilişkin olarak sigortalıya, “Hastaya Sunulmuş Olan Hizmetleri ve İlave Ücreti Gösterir Belge” yi verme zorunluğu kaldırılmıştır.

Bu yüzden SGK’nın SUT fiyat tarifesine uymayan özel hastanelere; sözleşmelerinin feshi bir yana, para cezası bile uygulaması, kanıtlaması olanağı kalmamıştır.

Günümüzde yasa hükmüne uyan özel sağlık kuruluşu kalmamıştır.

Sigortalılar bu konularda ne yazık ki yazgılarıyla, yasaya aykırı olarak düzenlenmiş yüksek bedelli faturalarla baş başa bırakılmıştır.

Belirtilen nedenlerle; özel hastanelerde acil durumlarda ek ücret alınması uygulamasından vazgeçilmesi, SUT fiyat tarifesinin güncellenmesi ve yasanın açık hükmüne karşın sigortalılardan SGK tarifesinin %200’ünün üzerinde ek ücret alınmasının önüne geçilmesi, sigortalıların mağdurluğunun hafifletilmesi gerekmektedir.

TELE1 TV Programımız – 26 Kasım 2020

Dostlar,

Bu gün, 26 Kasım 2020 Perşembe günü akşam saat 18:25 dolayında TELE1’de

Sn. Murat Taylan’ın konuğu olacağız. Bakan Koca’nın “koca koca yalanlarını” ve bundan sonra ne yapılması gerektiğini konuşacağız.. / KONUŞTUK

İlgi ve bilginize saygı ile sunarız. (Güncelleme : 22:11)

Sevgi ve saygı ile. 26 Kasım 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

MEDYASCOPE TV Programımız – 26 Kasım 2020

MEDYASCOPE TV Programımız –
26 Kasım 2020


Dostlar,

Bu gün MEDYASCOPE TV bizi konuk aldı..

Salgın yönetiminde yaşadığımız “tuhaf hallerimizi” konuştuk..

Sağlık Bakanlığının hazin itiraflarını ve bundan böyle ne yapmak gerektiğini..

Bilgi ve ilginize saygı ile sunarız..

Sevgi ve saygı ile. 26 Kasım 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

KRT TV Programımız – 25 Kasım 2020

Dostlar,

Bu gün, 25 Kasım 2020 Çarşamba,
saat 16:00’da KRT TV’de olacağız. / OLDUK..

Bilgi ve ilginize saygı ile sunarız. (Güncelleme, 25.11.20, 22:23)

Sevgi ve saygı ile. 25 Kasım 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Covid-19 asışında mRNA teknolojisi

Covid-19 asışında mRNA teknolojisi

 ÇAĞHAN KIZIL

mRNA’nın DNA’ya çevrilmesi ve mRNA aşılarının insan genomunu değiştirmesine dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bu tarz komplo teorilerini ortaya atanların bazılarının genetik bilimini bildiğini iddia etmesi ise başka bir grotesk durumdur.

Üç yeni aşılama metodu
İki şirketin aşı çalışması daha önce alışılmamış yeni bir teknoloji ile gerçekleştirilmişti. Klasik aşı üretimi, hastalık etkeni olan patojenlerin etkisinin azaltılması ve vücuda bu zayıflatılmış etkenin enjekte edilmesi sonucu bağışıklık oluşturma temeline dayanıyor. Covid-19 için de özellikle Çin’de bu tarz aşı üretim çalışmaları var. Görece daha yeni başka bir metot ise vektör aşı denen, korunma sağlanması düşünülen patojenin genetik dizininin belli kısmının zararlı olmayan başka virüs parçacıklarının içine yerleştirilmesi sonucu üretilen virüslerin vücuda verilmesi. Genellikle adenovirüs parçacıklarının kullanıldığı bu çalışmalar etkili bağışıklık sağlayabilme kapasitesine sahipken, aşılanan bireyler uzun vadede vektörün kendisine de bağışıklık geliştirdikleri için, ikinci aşılamalar genellikle pek mümkün olmayabiliyor. Covid-19 pandemisinde tanıştığımız 3. aşılama metodu ise mRNA teknolojisi denen bir metot. Burada, hastalık yaratan virüsün bağışıklık yaratması istenen kısmının, insan hücreleri içinde üretilmesi esasına dayanıyor. Bu, bir nevi virüsün insan hücresini enfekte etmesine benzese de, virüsün kendisi ortada olmadığından ve genetik dizininin sadece bir kısmı hücreye verildiğinden, patojenik etki göstermiyor. Virüs üretilmiyor ancak onun belli bir kısmı üretilip bağışıklık sisteminin buna tepki verip bağışıklık hafızası yaratması sağlanıyor. Bu teknolojiye mRNA teknolojisi denmesinin sebebi ise milyonlarca yıllık evrim sürecinde özelleşmiş DNA işlevini kısaca açıklamayı gerekli kılıyor.
Etkili bir bağışıklık üretimi
DNA’mız üzerinde binlerce gen bulunuyor. Bu genlerin çoğu, aktif hale geldiklerinde protein üretimini gerçekleştiriyorlar. Bu proteinler üretilirken, DNA ile protein arasında ara bir form olan RNA yaratılıyor. DNA çift sarmal bir yapıya sahip. Bunu bir kitap olarak düşünebiliriz. Kitaptan sadece belli bir cümleyi alıp başka bir kişiye mesaj olarak göndermek için ilk önce o cümleyi bir kağıda yazdığımızı düşünelim. Bu kağıt, mesajın gideceği kişiye ulaştığında da proteinin yapıldığını düşünelim. İşte mRNA, kitaptan alınan cümlenin mesajın ulaşacağı kişiye gitmesini sağlayan haberci olarak adlandırılabilir. Bu nedenle de mRNA, genetik biliminde “messenger (haberci)“ RNA olarak adlandırılır. RNA’nın evrimsel varlığına dair çeşitli hipotezler var, ancak en geçerlilerinden birisi, genlerin etki seviyesini düzenlemede DNA’nın tek başına yeterli olmaması.
Şöyle açıklayabiliriz: Bir gen, belli bir koşulda çok etkili şekilde aktifleşmeli ve yüksek sayıda protein yapmalı. Ancak DNA’mızda bu genden bir tane var. Bu nedenle protein üretimini artırmak için ara form olan RNA üretimi gerçekleşiyor ve proteinler yapıldıktan sonra da RNA’lar çeşitli hücresel mekanizmalarla ortadan kaldırılıyor. Bu şekilde hem hızlı bir gen tepkisi evrilmiş oluyor hem de o proteine ihtiyaç kalmadığında, RNA ortadan kaldırılarak gen ifadesi eski haline dönmüş oluyor. mRNA’lar bu nedenle hücre içinde çok kısa süre aktif kalabilen ve çok hızlı şekilde doğrudan proteine çevrilebilen kimyasal genetik yapılar. mRNA’nın aşı üretiminde kullanılması da bu prensibe dayanıyor.
SARS-CoV2 için, virüsün S proteinini kodlayan genetik dizin mRNA molekülü şeklinde hücreye verildiğinde hızlı bir şekilde S proteini üretiliyor ve bağışıklık sistemi, insan vücudunda normalde bulunmayan bu yabancı protein hemen tepki verip bağışıklık oluşturma yolunu açıyor. Diğer virüs vektörü temelli aşılardan farkı, mRNA dozlarının yüksek oranlarda olabilmesi. Moderna ve BioNTech çalışmalarında da belirtildiği gibi bu aşılama metodunun yan etkisi oldukça düşük. Ancak mRNA’nın bir özelliği stabil olmaması ve hücreye girdiği anda neredeyse hemen ortadan kaldırılıyor olması. Bu nedenle aşı için kullanılan mRNA molekülleri daha stabil hale getirilmiş kimyasal yapılar. Hücre içinde aşı için kullanılabilmesi de hem bu stabilite artışına, hem de yağsı yapılar içinde hücreye verilebilme kapasitesinde yatıyor. Yani, canlıların milyonlarca yıldır kullandıkları bir mekanizma, etkili bir bağışıklık üretimi için kullanılmış oluyor.
Komploculuk ve bilginin çarptırılması
Pandeminin başından beri her konuda komplo teorilerine ve bilginin çarpıtılmasına dayanan kişiler, dünyada yine mRNA aşı çalışmalarıyla ilgili korku salmaya devam ediyorlar. Geçtiğimiz haftalarda en çok konuşulan konulardan biri, mRNA aşılarının insan genetiğini değiştireceği ve bunun insanlara zararlı olacağıydı. Öncelikle, bunun doğru olmadığını belirtelim. Klasik gen ifade mekanizması, DNA’nın RNA’ya, RNA’nın da proteine çevrilmesi şeklindedir. Belli canlılarda DNA olmadığı için bu organizmalar RNA’nın çoğaltılabilmesini ve RNA üzerinden yeni RNA’lar yapılabilmesini sağlayan enzimler geliştirmişlerdir. Ayrıca, bazı virüsler RNA’dan DNA yapmak için gereken reverse transcriptase ya da RNA-dependent DNA polymerase gibi enzimlere sahiptirler. Örneğin Hepatit B ve HIV virüsünde bu enzimler vardır. Bu enzimler insanlarda bulunmamaktadır. Dolayısıyla bir mRNA’nın DNA’ya dönüşmesi, çok spesifik bazı durumlar dışında mümkün değildir ve mRNA’lar da insan genomu içine girme kapasitesine sahip değillerdir.
Dolayısıyla herhangi bir mRNA’nın insan genomunu iddia edildiği şekilde değiştirmesi bugünkü bilgimizle söz konusu değildir.
Bunun aksini savunanların, savunduklarını moleküler metotlarla göstermeleri ve kanıtlamaları gerekmektedir. İnsanlarda RNA’dan DNA yapan çok özelleşmiş bir enzim bulunur. Telomeraz denen bu enzim, insan hücreleri bölünürken kromozomların sonlarının kısalmasını önlemek için evrimleşmiş spesifik bir enzimdir ve mRNA’lar üzerinde çalışmaz, sadece kromozom sonundaki spesifik tekrarlayan genetik dizinler üzerinde etkilidir. Hücreler bölündükçe ve organizma yaşlandıkça, telomer bölgeleri kısalır. Buna hücresel suskunluk (cellular senescence) denir. Suskunluğa ulaşan hücreler bölünmeyi bırakırlar. Bir süre sonra da ölebilirler. Bazı kanser hücreleri çok fazla telomeraz enzimi üretir ve bu nedenle sınırsız bölünme imkanına sahiptir. Bu, tümörlerin evrimsel olarak kullandıkları bir mekanizmadır. Ancak bu özel durum dışında mRNA’nın DNA’ya çevrilmesi ve mRNA aşılarının insan genomumu değiştirmesine dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bu tarz komplo teorilerini ortaya atanların bazılarının genetik bilimini bildiğini iddia etmesi ise başka bir grotesk durumdur.
Dünya yeni bir aşılama teknolojisi ile tanışmış durumda. mRNA teknolojisi, hem bu pandemide hem de gelecekte başka hastalıklarda bağışıklık yaratma metodu olarak kullanılabilmesi şansına sahip. Uzun yıllardır bilinen mRNA kimyasının geldiği nokta, bilimin ve teknolojik gelişmelerin uzun yıllar alan üretim sürecinin en baştan desteklenmesinin ne kadar önemli olduğunu bir kere daha göz önüne sermiş durumda. Temel bilimlere aktarılan yatırımların insanlığa yapacağı katkının değeri oldukça yüksek. Kaderci, bilim karşıtı, mistik bir yaşam tarzını besleyen kurum ve kişilerin kamu fonlarını bilim dışı tüketmeleri, toplumların entelektüel seviyesini düşürmenin ötesinde yaşadığımız pandemi gibi süreçlerde “geri kalmış” bir müdahale mekanizması yaratması açısından da halk sağlığını riske atan uygulamalardır.
Bu nedenle demokratik ve bilimsel bir eğitim, bilim ve teknolojinin rasyonel ve yüksek akademik kalite standartlarında üretilmesini sağlayacak maddi ortamın yaratılması, kamu fonlarının modern gelişim ve özgür düşünen bireyler yetiştirmek için kullanılacak mecralara aktarılması, Türkiye’nin ana söylemlerinden ve amaçlarından olmalıdır. Pandemi bunu bize bir kere daha göstermiş durumda.