Etiket arşivi: Siyasal Bilgiler Fakültesi

Mekteb-i Mülkiye-i Şahane

Aralık 11, 2022
(AS: Kısa bir katkımız yazının altındadır..)


Mekteb-i Mülkiye-i Şahane iyi bir okuldu.
Kendine göre eğlenceli ve modern bir havası vardı.
Devlet hayatımızda bilhassa milletvekilliği ve bakanlıkları dolduran değişik görüşten Mülkiyelilerin aklıselim etrafında birleştiğini gördük.
Böyle bir mektebin; devlet aygıtının çalışması için de ne kadar önemli olduğunu anladım.
Mülkiye gibi bir okulun, üniversiteden çok Fransa’daki Grandes écoles gibi ayrı bir ünite olarak düzenlenmesi gerekir.

4 Aralık Pazar günü, Mekteb-i Mülkiye-i Şahane’nin (Siyasal Bilgiler Fakültesi) 163. kuruluş yıldönümüydü. “Mülkiyeliler Tarihi” adlı kocaman biyografik eserin ve mekteb tarihinin yazarı Ali Çankaya’dan beri Uygur Kocabaşoğlu da ben de üzerinde ısrarla dururuz.

Mektebin kuruluş tarihi yanlıştır; 1859’da çoktan kurulmuştu. Zira 1858’e tekabül eden tarihte muallim tayinlerinden kaydedilmiş.

Mektebin yeri de belliydi. İlk önce mevcut bakanlıklardan birinin içinde iki odada (Maarif-i Umumiye) kurulmuştu. Sonra bilinen başka binalarda ve Yıldız’da bugünkü üniversite sahasında devam etti. İdareci; yani mülki amir, maliye müfettişi ve diplomat yetiştirmek için düşünülmüştü.

Mekteb-i Mülkiye-i Şahane
Yıldız Sarayı’nın, Mülkiye’ye ev sahipliği yaptığı döneme ait bir fotoğrafı.

BAŞARILI OLANLAR KADROYA ALINDI

1878 Aralık’ında Sultan II. Abdülhamid’in fermanıyla Sultani bir mekteb derecesinden (seçkin lise) yüksek tahsil veren bir okula çevrildi. II. Abdülhamid, Mülkiye mezunlarına önem veriyordu. Yıldız Sarayı’ndaki kadrolara her zaman mektebin derece ile mezun olanları almıştır. Şunu da söyleyelim; diğer nezaretlerde hissedilen hafiyelik ve sansür havası tabiatıyla Yıldız Sarayı’nda mabeynde yoktu. İsmail Müştak (Mayokan) üstadın hatıratında bu çok açıktır.

Mülkiye 1936’da Harbiye ile birlikte Ankara’ya nakledildi.

Cebeci Çayırı’nda sonradan kurulan Devlet Konservatuvarı, eski Adliye Bakanlığı’nın içinde yer alan eski Hukuk Mektebi’nin nakliyle birlikte Cebeci semti başkentin irfan muhiti olarak teşekkül etti. Mülkiye talebesinin opera ve temsillere gitmesi, konser dinlemesi, mektebte adab-ı muaşeret kurallarına uygun olarak garsonların yaptığı servisle öğlen ve akşam yemeklerini yemesi usuldendi.

Mekteb-i Mülkiye-i Şahane
1936’da İstanbul’dan Ankara Cebeci’deki binasına taşınan okulun kampusu 1940’lı yıllarda böyle görünüyordu.

Vakti zamanında 40-50 kişinin alındığı okul 1983’ten sonra bütün sınıfların 1. sınıftan itibaren sekiz bölüme ayrılması gibi manasız bir sisteme döndü. Mülkiyeliler ilk iki sınıfı bir arada okur; sonra maliyeci, diplomat ve idareci şubelerine ayrılırlardı. İyi bir okuldu. Kendine göre eğlenceli ve modern bir havası vardı. Zira arkasından gelen yıllar mutlaka hayatlarının zor bir dönemidir.

Türkiye’nin kasabalarında ve vilayetlerinde, Maliye Bakanlığı’nda ve taşralarda teftişle geçen bir ömür veya yurtdışında diplomasi hizmeti bizde çok kişinin sandığı gibi çok keyifli bir meslek değildir.

ÖZEL SEKTÖRE YÖNELİK DEĞİLDİ

1950’lilerden sonra mezunları yavaş yavaş özel sektöre kaymaya başladı. Ama Mülkiye hiçbir zaman Türkiye’nin gelişen özel sektörüne yönelik bir okul olmadı. Kontrolcü devletin elemanı olmayı tercih etmişlerdir. Bu aynı zamanda bir zihniyet meselesidir.

Yorucu hayatlarının neticesini çok tuhaf bir olayla hatırlıyorum; 2005 yılında yaptığımız bir “ihtiyarlar, İnek Bayramı”nda gördük. İhtiyar dediğime bakmayın, henüz “60 yaşın altında olan” 67, 68, 69 mezunlarıyla yapılan bir İnek Bayramı’ydı. Bazılarını bildiğimiz, bazıları bizi şaşırtan haberlerle genç, sağlıklı meslektaşlarımızın, daha doğrusu okullu kardeşlerimizin yıllar önce aramızdan ayrıldığını gördük. Mülkiye’den sonra Maliye Bakanlığı’nda çalışırken Tıbbiye’ye giden ve mezuniyet töreninde bulunduğum Nursun bunlardan biriydi. Yakışıklı Kaymakam Erşan bir kazada vefat etmişti. Paris’te oturduğu ucuz apartmanda havagazı zehirlenmesiyle ölen Cengiz, muhtemelen gerilimli hayatın devirdiği Osman Tokcan... Geç İnek Bayramı’nın tertipçisi Macit “Oğlum, telefatımız %15” dedi. Aç ve çıplak okuyanımız yoktu; burslar devrine göre yeterliydi. Zaten çok fakir ailelerden gelenimiz de pek yoktu. Bana kalırsa okulun gaddar imtihan sistemiyle başlayan endişelerle dolu hayat; mezuniyetten sonra daha da sıkıntılı olarak devam etmişti.

Devletin hizmetkârı olmak; eğer doğru çalışırsan fevkalade önemlidir. Adliye’de ve idari yargıda çalışan yargıç arkadaşlarımız hakkında kötü bir şey duymadım. Dışişleri Bakanlığı’nda her zaman belirli bir portreyi temsil ettiler. Vilayetlerde Mülkiyeli kaymakam ve vali muavinlerinin sendeleyenlerine rastlamadım. Ben rastlamadıysam kimse de rastlamamıştır.

Doğrusu sağ sol kavgası sırasında jandarma nezaretinde aşağıda Taş Oda denen yerde imtihana giren ülkücülerden ileride devlet hayatında ayrım yapan, yolsuzluğa adı karışanını da duymadım. Daha da ilginci bu öğrenciler, “İmtihan kâğıtlarımızı okuyan solcu diye bildiğimiz hocaların hiçbirinin tarafgir gadrine uğramadık” dediler.

Devlet hayatımızda bilhassa milletvekilliği ve bakanlıkları dolduran değişik görüşten Mülkiyelilerin aklıselim etrafında birleştiğini gördük. Böyle bir mektebin; devlet aygıtının çalışması içinde ne kadar önemli olduğunu anladım.

ÖĞRENCİ SAYISI AZALTILMALI

* Bugün okulun öğrenci sayısı çok fazla artmış; bunun azaltılması gerekir.

YÖK bazı yerlere çok müdahale ediyor; hukuk fakültelerine, hatta talebe sayısına müdahale etme hakkı olmayan Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne bile müdahale ediyor. Bir an evvel usulünce koordinasyon görevini yürütemeyen bu kurumun kaldırılmasına artık kani oldum. Yüksek öğrenimi örgütleyen ve düzenleyen bakanlıklar başka ülkelerde var. Ama YÖK gibi nerelere gideceğini bilemeyeni yok. Bundan dolayı o organı da suçlayamayız. Birine doğru pusula verilmediyse ne olabilir ki.

  • Mülkiye gibi bir okulun, üniversiteden çok Fransa’daki Grandes écoles gibi;
    yani école Sciences Politique, École normale supérieure gibi
    ayrı bir ünite olarak düzenlenmesi gerekir.

Bunun sadece idari, iktisat ve diplomasi ilmi için değil, devlet hayatı için önemi de ortadadır. Verdiğim Fransa örneğinin dışında, Rusya’da 1930’larda kurulan MGİMO (Milletler Arası İlişkiler Moskova Devlet Enstitüsü) gibi kurumların varlığı ve etkinliği buna delildir. İnsanlar Manchester’ da siyaset bilimi okuyor, MGİMO’ya müracaat edip tahsile devam ediyor. Sovyetler Birliği’nde çok şey eskidi ve değişti; yeni Rusya’da MGİMO değişmeden kaliteyi koruyor.

Mülkiye de çok uzun zaman böyleydi; halen de çabalıyor.
O zaman gelin elinden tutalım.
Bu, imparatorluktan kalma milli bir kurumumuzdur.

==================================================
Dostlar,

Sayın Ortaylı’ya, çooook kıdemli ve saygın bir Mülkiye hocası olarak yazdığı bu önemli yazı için çok teşekkür ederiz.

Yazının gereğinin yapılması ve “Mülkiye” nin özel bir yasal statü ile özellikle desteklenmesi ulusal çıkarlarımız gereğidir.

Ya 2547 sayılı yasa içinde özel maddelerle düzenleme ya da ayrı bir özel yasa ile.

Sevgi ve Saygı ile. 11.12.22

Dr. Ahmet Saltık
Mülkiye – 2016

Bulanık Suda Balık Avlamak


Bulanık Suda Balık Avlamak

portresi_genc

Prof. Dr. Birgül Ayman GÜLER
CHP İzmir Milletvekili
http://www.baguler.blogspot.com.tr/, 29.10.14
CHP, 2015 siyaset bildirisi hazırlayacak.
Avrupa Konseyi’nin Yerel Yönetimler Özerklik Şartının (AYYÖŞ) vaatler arasında yer alacağı görülüyor.

Kimi zaman, “iktidara gelince bu Şart’ı kabul edeceğiz.”sözü sarf ediliyor.

Ne var ki AYYÖŞ, Türkiye tarafından 1988’de imzalandı; 1991’de TBMM tarafından onaylandı; Nisan 1993’de yürürlüğe girdi. Şart, 21 yıldan bu yana yürürlükte bulunuyor. Demek ki ya bu söz yanlışlıkla söyleniyor ya da “Şart’ı kabul edeceğiz” sözünün hukuksal bir anlamı yok, bu bir “siyasal ima”. Ama seçim vaadi imada bulunarak yapılmaz. O halde bu söz bir yanlıştan ibaret.

Kimi zaman da “iktidara gelince Şart’ın çekincelerinin tümünü kaldıracağız.” deniyor.

Türkiye 1993’te Şart’ı onayladı ama 10 paragrafını (hükmünü) uygulama konusunda söz vermedi. Kamuoyu bunları “çekince” diye biliyor. Şart’ın şu hükümlerini uygularım, şu hükümlerini uygulamam deme hakkı, tüm imzacı devletlere tanınmış bir hak. Türkiye de bu hakkı kullanmış durumda.

Biz ülke olarak şunları uygulamayacağız denen paragrafları uygulamaya karar vermek her zaman mümkün. Nitekim bu işlemi yapma yetkisi, Şart’ı onayladığımız yasa tarafından Bakanlar Kurulu’na verilmiş bulunuyor. TBMM gündemine getirilmesine gerek yok. Bakanlar Kurulu herhangi bir toplantısında bu kararı verebilir. Şimdiye dek böyle bir karar verilmedi.

Verilmedi ama, AKP hükümetleri 2005 yılı dolayında çıkardığı yasalarla, aslında söz konusu 10 hükümden 8’ini uygulamaya koydu. Bunları

5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Yasası,
5393 sayılı Belediye Yasası,
5302 sayılı İl Özel İdaresi Yasası gibi yeni yasalarda getirdiği düzenlemelerle gerçekleştirdi. Şu anda bunları Bakanlar Kurulu’na getirmek bir prosedürden ibaret.

Muhalefet olarak “çekincelerin tümünü kaldıracağız” demek yerine AKP iktidarına “çekinceleri yasalarla kaldırdın. Yasa Bakanlar Kurulu’ndan (AS: BK kararından) daha üstün olduğu halde, neden şu basit Bakanlar Kurulu kararını çıkarmıyorsun?” diye sormak anlamlı olur.

Ama meraklanmamak mümkün değil. Durum bu iken, AKP’nin de benimsediği ve % 98’ini uygulamaya koyduğu bu Şart’ı seçim vaadi olarak kullanmanın
anlamı nedir?

*

AYYÖŞ‘ün henüz uygulama dışında ve taahhüdü verilmemiş yalnızca 2 hükmü var. Bunlardan biri yerel yönetimlere “idari federalizm”, diğeri “mali federalizm” yetkileri tanımaya kadar açılan hükümler.

Bunları uygulamak, Anayasa’da çok temel değişiklikler yapmakla mümkün. Anayasa’nın 127. maddesindeki “İdare kuruluşu ve görevleri ile bir bütündür.” cümlesi. Söz konusu iki hükmün uygulanabilmesi için “idarenin bütünlüğü” olarak bilinen bu ilkenin Anayasa’dan çıkarılması gerekiyor. Yerine de, AYYÖŞ’e 1995 yılında bir tavsiye kararıyla getirilen “subsidiarite ilkesi”ne uygun bir ifadenin koyulması isteniyor. “Yerellik ilkesi” ya da “yerindenlik ilkesi”ne göre düzenlenecek bir Anayasa isteniyor.

*

Bu durumda, “tüm çekinceleri kaldıracağız” demek şu anlamlara geliyor:

(1) Yeni Anayasa‘ya destek vereceğiz ve
(2) Üniter devletin madde temeli olan “idarenin bütünlüğü” ilkesini
terk edeceğiz.

Bu sözlerin güncel siyasetteki anlamı ise “PKK/HDP cenahının talep ettiği ‘demokratik özerklik’ formülünü destekleyeceğiz.” değildir de nedir?
*

Hadi, siyasette bir kişinin başka bir kişiye örtülü, yanıltmalı, imalı konuşabileceğini kabul edelim. Ama siyasal kurumların seçim sürecinde halka sözlerini bu tarzlarla söylemesinin kabul edilebilir yanı yoktur. Yine de buna yeltenen varsa, o zaman sözlerinin “siyasal kodlar” bakımından illa ki çözüleceğini ve halkla gerçeğin paylaşılacağını bilmeleri gerekir.
*

Sözümün özü şudur:

  • AYYÖŞ, etnikçi siyasetle dinci siyaseti destekleyen sözlerin paravanı olarak kullanılmaktadır.
Cumhuriyetçi ve Halkçıların böyle bir tarza onay vermesi,
dayandıkları ahlaki temel bakımından mümkün değildir.Siyaset ilke işidir, bulanık suda balık avlamak değil.

==================================

Dostlar,

Birgül hoca Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi uzmanıdır. Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi idi siyasete girmeden önce Yerel Yönetimler ise özellikle derinleştiği bir alandı. Yazdıkları son derece yalın gerçekler..
AYYÖŞ’ün kritik içerik metni bir yana, CHP gibi Devlet kurmuş bir büyük ve
köklü partinin bu uluslararası metni bu düzeyde kavrayabilmiş (?!) olmasına
ne demeli?

Sayın Güler, “Siyaset ilke işidir, bulanık suda balık avlamak değil.” diyerek yazısını bağlıyor. Biz de ekleyelim; Siyaset aynı zamanda bir uzmanlık işi değil midir?

Sevgi ve saygıyla.
09.11.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

* Bu dip notumuz, sayın Güler’in web sitesinde ilgili yazının altına yorum olarak eklenmiştir.

ALPASLAN IŞIKLI İÇİN


ALPASLAN IŞIKLI İÇİN

portresi2

 

Suay Karaman        
Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD)
Genel Sekreteri

 

 

Tüm Öğretim Elemanları Derneği’nin (TÜMÖD) Genel Başkanı, sevgili Alpaslan Işıklı hocamızı 13 Temmuz 2013 Cumartesi günü yitirdik. Bu zamansız ayrılış
hem TÜMÖD için, hem de Türkiye için yeri doldurulamayacak büyük bir yitiktir.

TÜMÖD çalışmaları içinde her gün Alpaslan hocayla sık sık görüşürdük.
13 Temmuz 2013 Cumartesi günü saat 12.00 gibi telefonlaştık ve Alpaslan hocam bana; “TMMOB için destek açıklaması yaptık, basında yer almadığı gibi,
TMMOB web sayfasında da yok. Sanırım bizim ulusalcılığımız, Atatürkçülüğümüz bazılarını korkutuyor.” dedi. Saat 16.00 gibi tekrar telefonlaştık ve en kısa sürede Ankara’da seçim hileleri konusunda dostlarımızla bir toplantı yapmaya karar verdik.

Saat 18:30 gibi Alpaslan hocamla tekrar telefonlaştık ve bana şunları söyledi:

portresi_gomlekli

  • “Sana birşey söyleyecektim ama unuttum, anımsayınca tekrar ararım. Ama bu vesileyle bugün senin doğum gününü kutlamış olayım. Ben şimdi denize gideceğim, sanırım soğuk su sana söyleyeceğimi anımsamama yardımcı olur.”

Ve yaklaşık iki saat sonra Alpaslan hocamın ölüm haberini alarak, sarsıldım.

14 Temmuz 2013 Pazar günü Alpaslan hocamın cenazesi Ankara’ya getirildi.
Cenaze arabasını Ankara Ümitköy kavşağında karşıladık ve Cebeci’de Tıp Fakültesi Hastanesi morguna götürdük. Yol boyunca ben önde, cenaze arabası arkamda ilerledik ve Alpaslan hocamla birlikte yürüdüğümüz, oturup sohbet ettiğimiz yerlerden bu şekilde geçtik. Özellikle Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin önünden geçerken, göz yaşlarıma
hakim olamadım.

Yaşamı boyunca emeğin örgütlü sendikal mücadelesi ve özerk üniversite için savaşım veren, dik duruşuyla, yapıtlarıyla ve söyleşileriyle aydınlık bir Türkiye için çalışan Prof. Dr. Alpaslan Işıklı, dünyanın ve insanlığın sorunlarına çözüm arayan
bir bilim insanı, yurtsever bir Türk aydınıydı.

Alpaslan Işıklı, yapıtlarında ve söyleşilerinde çok önemli olgulara vurgu yapmıştır. Yeryüzündeki her şeyin emperyalizmin çok geniş müdahalesi ve etkisi altında bulunduğunu ancak sömürüsüz bir başka dünyanın mümkün olduğunu önermiştir. Bu öneri tabandan tavana doğru yayılan, toplumun örgütlenmesiyle gelişen, ayrıcalıklı sınıf yaratmayan, hukuk düzeni içinde gerçek bir demokrasiyi
işaret etmektedir.

Alpaslan Işıklı, küreselleşmeye meydan okuyarak, örgütlü toplumun emekçilerden başlayarak oluşturulacağını ve eşit paylaşım ile sorunların aşılacağını bildirmiştir. Ülkemizin içinde bulunduğu sosyal, kültürel ve siyasal yıkımı gözler önüne sermiş, değerleri yok edilen ve bellek yitiğine uğratılan toplumu uyarmıştır.
Türkiye’nin üzerine çöken ve çöktürülen tüm karanlıkları açık açık anlatmıştır.

Öğrencilik yıllarımdan tanıdığım Alpaslan hocam ile TÜMÖD ve Atatürkçü Düşünce Derneği’nde birlikte çok yakın çalışmalarda bulunduk. Özellikle TÜMÖD’de 2006 yılından beri bu birliktelik bana, Alpaslan hocamı çok daha yakından tanıma olanağı sundu. Alpaslan Işıklı sıkı örgütçü, dik duruşlu, çalışkan bir yurtsever aydın olarak anılarımızda yaşayacaktır ve ışığından her zaman yararlanacağız.

Alpaslan Işıklı’nın panelleri ve konferansları, her zaman yeni bilgiler öğrenilen
bir aydınlanma söyleşileri gibiydi. Kemalizm’in öğrenilmesinde, ulusal bilincin geliştirilmesinde ve emperyalizmin kavranmasında herkese ışık saçardı bu söyleşiler. Alpaslan hocamla birlikte katıldığımız söyleşiler, dost ortamlarında yapılan sohbetler
ve ikili görüşmelerimiz her zaman geleceğe ışık tutan nitelikteydi.

17 Temmuz 2013 Çarşamba günü, sevgili Alpaslan hocamızı son yolculuğuna uğurladık. Hocamızın tabutu başında, ışığı ile aydınlattığı sevenleri, dostları, öğrencileri ve yakınları son yolculuğunda duygu seliyle veda ettik. Alpaslan hocamızın sevgisini yüreğimize, bizleri aydınlatan fikirlerini beynimize yerleştirdik.

Alpaslan hocamızın aramızdan zamansız ayrılışı herkesi derinden sarstı.
Çünkü Alpaslan hocamız bir öğretmendi, bir arkadaştı, bir dosttu, bir ağabeydi,
bir babaydı herkes için. Alpaslan hocamızın ışığı hiç sönmeyecek, bizleri ve ülkemizi aydınlatmaya devam edecek. Işıklar içinde, huzurla uyuyun sevgili Alpaslan hocam; ışığınızı, dostluğunuzu, içten sevginizi ve sıcak gülümseyişinizi hiç unutmayacağız…

İlk Kurşun Gazetesi
22 Temmuz 2013

Kurthan Fişek ağabeye..

(1942- 17 Eylül 2012)

Dostlar,

Kurthan ağabeyi 30 yılı aşkın bir zamandır tanırım.

Babası Prof. Dr. Nusret H. Fişek 1971’de Hacettepe Tıp 1. sınıfta hocamız olmuş ve bize Toplum Hekimliği / Halk Sağlığı tıp dalını benimsetmişti.

Tıbbiyeyi bitirince de (1977) 1 yıl Anadolu’da çalıştıktan sonra yine Hacettepe’de bu dalda tıpta uzmanlık eğitimi almaya başlamıştım 1978 sonlarında..

Kurthan abi arada Bölüme (Toplum Hekimliği Bölümü) uğrardı. Benden 12 yaş daha büyüktü ve Mülkiye’de hocaydı. Nusret Hoca 1938’de ülkenin tek tıp fakültesi olan İstanbul Tıp Fakültesi’ni 1938’de birincilikle bitirdikten sonra (İhsan Doğramacı ile sınıf arkadaşı) kısa süre Adana Sıtma Enstitüsü’nde çalışmış ve Harvard Tıp Fakültesine doktoraya gitmişti. 2. Dünya paylaşım savaşının zor günleriydi. Kurthan ağabey 1942’de annesi Perihan hanımdan orada doğdu.

Babası gibi çok zeki idi.. 12 Eylül’de işinden uzaklaştırıldı. Yıllar sonra dönebildi. Nusret hoca da 1983’te yeni YÖK yasasının emeklilik yaşını 72’den 67’ye çekmesiyle 5 yıl erken emekli oldu. Fişek hocanın sınıf ve dava arkadaşı (Rektör Yardımcısı) İhsan Doğramacı, 12 Eylül iklimiyle uyum sağlıyordu. Nusret hoca ile ters düştüler.. Toplum Hekimliği Bölümü “Halk Sağlığı Anabilim Dalı” na dönüştürüldü (indirgendi). Nusret Hoca, “Hacettepe’de Toplum Hekimliğinin 15 Yılı” adlı bir kitapçıkla tarihe not düştü.

Nusret hoca emekli olurken, sınıf akadaşı Doğramacı YÖK Başkanı (tüm üniversitelerin rektörü!) oldu.. Hem de uzun yıllar boyunca (10 Aralık 1981 – 10 Temmuz 1992)

Kurthan hoca, babasının sonradan “dönen” dava arkadaşı görevde iken SBF’ye geri dönemedi.

Kurthan ağabey ile en son annesi Perihan hanımın Ankara Maltepe camisi avlusunda cenaze töreninde görüştük.
Sağlığı iyi değildi ve uyarıları dinlemiyordu..

Bir de Gürhan Fişek var.. Hacettepe tıbbiyeden arkadaşım.. O da “İş Sağlığı Doktorası” yaptı Hacettepe tıpta.. Sonra bir de “Sosyal Politika” doktorası yaptı SBF’de ve Prof. Cahit Talas döneminde Mülkiye’ye geçti. “Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri” bölümünde profesötr oldu..

Bir tıbbiyeli, Mülkiyede hoca oldu.. Bir koltukta 2 karpuzu yaşatıyor Gürhan..

Sevgili Gürhan ve eşi Oya ile Kurthan Ağabey’in eşi Neyran hanımdan, çok uzun bir mola vermelerini rica ediyorum bizleri bırakıp gitmeden önce..

Kurthan ağabey, bizlere kattıkların için sana nasıl teşekkür edebilirim?

YÖNETİM adlı özlü kitabın yeniden masamda ve SBF’de hala ders kitabı olarak okutuluyor. Hürriyet’teki “SIFIRCI HOCA” köşesindeki yazılarının da tadı damağımda. Yüksek zekanla ince mizah ve eleştiriler ve de yol göstermeler..

Bir Nusret Fişek anmasında da 3 Kasım akşamlarından birinde, elindeki rakı kadehini yudumlar ve cigaranı adeta içerken, Türkiye’nin en temel sorununun demokrasi olduğunu söylemiştin.. İçin eziliyordu bu tümceyi kurarken, drama yaparcasına söylüyor ve ona ne denli gereksinim duyduğunu ustaca dışavuruyordun.

Kurthan ağabey, efsane hekim, Halk Sağlığı hocası, Türkiye’de modern Toplum Hekimliği – Halk Sağlığı bilimlerini kurucusu Prof. Dr. Nusret H. Fişek’in oğluydu.

Prof. Dr. Nusret H. Fişek ise, Kurtuluş Savaşımızda ülkemize çok hizmet eden Tümgeneral Hayrullah Fişek’in..

Kalpaksız kuvayı milliyeciydi onlar, Uğur Mumcu‘nun nitemiyle..

Nusret Hocam, Kurthan ağabeyim..

Sizli yıllar çooook hoştu..

Tersi ise…. boşverin şimdi..

Sevgi ve saygı ile.
28.9.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net