Etiket arşivi: Sağlık emekçileri

En Az 300 Sağlık Emekçisini Salgına – Kötü Yönetime Kurban Verdik!

11 Mart – 28 Aralık 2020 Arasında 9,5 ayda En Az 300 Sağlık Emekçisini Salgına / Kötü Yönetime Kurban Verdik!

Image

KOVİT-19‘a yakalanan sağlık emekçilerinin sayısı en az 120 bini geçti..
120 000 / 2 162 775 = %5,5…
11 Mart 2020 – 28 Aralık 2020 arası 291 günde hastalık tanısı konanların 20’de 1’i sağlık emekçisi.. Oysa toplam nüfusun 1/80’i sağlık emekçileri; risk en az 4 kat daha büyük!
Aynı zaman aralığında 300 / 20 135 = %1,5.. Binde 15. Ölen her 1000 kişiden en az 15’i sağlık emekçisi..

Ulaşım, konaklama, moral – manevi destek, akçalı ek ödeme, istifa, emeklilik… yok yok yok!

  • Bu kırımdır, İNSANLIK SUÇUDUR, kabul edilemez ve sürdürülemez!

Temel neden SALGININ ÇOK KÖTÜ YÖNETİLMESİ, DAHASI POLİTİZE EDİLEREK YÖNETİLEMEYİŞİ, bu yakıcı tablodan bile politik başarı çıkarma, rant tutsaklığıdır!

Sağlık ordusu hastalanmakta, tükenmekte, ÖLMEKTEDİR!

Salgının başından beri 1. Basamağa 100 bin, 2.-3. Basamağa 100 bin ve 27 bin aile hekimine 1’er sağlık emekçisi olmak üzere 225 bin dolayında yeni alım yapılmasını ısrarla önermekteyiz. Atama bekleyen 400 bini aşkın sağlık emekçisi var. Hiç olmazsa salgın süresince sözleşmeli olarak..

Türkiye’de 1 065 000 dolayında sağlık çalışanı olup, OECD standartlarına göre 36 ülke içinde sonlardayız. Ancak adına Küreselleşme denilen gerçekte KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizm olan yabanıl (vahşi) kapitalist- sözde neo-liberal insanlık düşmanı ideolojinin Türkiye’deki taşeronu olan AKP iktidarı bunları yapmadı, yapamadı! Devletin küçültülmesi, bir gece bekçisine indirgenmesi.. kutsal bir hedef çünkü bunlar için..

27 bin dolayında aile hekimi ve bir o denli aile sağlığı elemanına salgından korunmada kişisel koruyucu donanımı Sağlık Bakanlığı sağlamadı. İstemleri ise yazılı olarak reddetti. Ama AKP – MHP iktidar bloku 156 ülkeye salgında donanım yardımı, akçalı (mali) destek verdi!!??
***

Sağlık emekçileri çok yorgun, bitkin, depresyonda, tükenmiş..
2-3 hafta tam kapatma istemleri sürekli görmezden gelindi.
Servis ve yoğun bakım yataklarının sayıca artırılması çözüm sanıldı, oysa yeterli sağlık çalışanı yoktu; son günlerde olgu/hasta/vaka sayıları azalıyor görünüyor ama günlük ölüm sayıları artışı sürerek rekorlar kırıyor! Neden acaba?? Günlük ölüm sayısı 250 ve üstünde; duyarsızlaştırıldık!
***

Dahası, görev şehidi olan en az 300 sağlık emekçisi için geride kalanlarına, MESLEK HASTALIĞI hakkı yasalarda açıkça tanımlanmış olmasına karşın(5510 s. yasa md. 14/a ve 657 s. yasa md. 105 ve 188 vd.), AKP-MHP ittifakınca fiilen verilmeyerek açıkça gasp edildi! Hiç gerek yokken yasal düzenleme gereği varmışçasına algı yönetimi yapıldı ve verilen yasa önerileri, adeta sadistçe – zalimce – gaddarca – düşmanca, anılan ittifak tarafından reddedildi! Ama şehir hastanelerinin yandaş yerli – yabancı ortaklıklarına milyarlarca TL aktarılmakta..
***

Nereye dek heyyyy Lordum, nereye dek!?
Quo vadis eyyy Mr. Erdogan, quo vadis??

Sevgi, saygı ve DERİN ACI ile. 29 Aralık 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Sağlık emekçileri deyince…

Öner Yağcı
08 Ağustos 2020 Cumhuriyet

Geçen hafta adlarını yazmadığım için, TTB’de 1995-96’da başkan olan Doç. Dr. Özen Aşut ile 2010-12 yıllarının başkanı Dr. Eriş Bilaloğlu’ndan hoşgörü dileyerek sağlıkçılarımızın dur durak bilmeyen savaşımını anımsadım.

Yaşamın her alanında, toplumsal savaşımımızın tarihinde, coğrafyamızın her yerinde vardı onlar. Ceyhun Atuf Kansu’yu, işyeri hekimliğinin öncüsü Engin Tonguç’u, Sivas katliamında canı alınan arkadaşım Behçet Aysan’ı düşündüm. Gençliğimin Ankarası’nda Tabip Odası başkanlığı yapan, asistanken ÜNAS (Üniv. Asist. Send.) ve TÜMAS’ın (Üniv., Akad. ve Yüksekokul Asist. Bir.) kurucularından Dr. Ergin Atasü ile Milliyet’te yazılarını okuduğumuz Dr. Turhan Temuçin geldi aklıma. Aramızda değiller şimdi. Okumaya devam et

Salgının Çıkarımları

Salgının Çıkarımları


PROF. DR. YAKUT IRMAK ÖZDEN
Cumhuriyet, 15 Mayıs 2020

Uzun yıllar başkanlığını yaptığım, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilimdalı‘nda derslerimize hep şu tanımla başlardık:

  • “Sağlık, sadece hastalık ya da sakatlığın yokluğu değil, bedensel, ruhsal, zihinsel ve toplumsal tam bir iyilik halidir.”

Sağlığı, asemptotik olarak, ne kadar yaklaşılsa da gerçek yaşamda tam olarak ulaşılamayacak bir “ideal” durum olarak ifade eden bir tanımdır bu…

Böyle bir ideale, ancak her bireyi, ana rahminden başlayarak yaşamı boyunca sarmalayacak koruyucu sağlık hizmetleriyle yaklaşılabileceği kuşkusuzdur. Dolayısıyla, tüm sağlık hizmetleri içinde, koruyucu tıbbın öncelikliği vardır. Aslolan, insanların sağlığını, olabildiğince bozulmadan koruyabilmek değil midir? Bu bakış açısı bizi, sağlık hizmetlerinin ağırlığının özel sektöre değil, kamuya verilmesi gerektiği sonucuna götürür.

KAPİTALİZMİN SIVASI DÖKÜLDÜ

Geride bıraktığımız 20. yüzyılda insanlık sağlık alanında dev adımlarla ilerledi. Yüzyılın sonuna doğru, artık, geçmişte çok ağır kayıplar yaratan bulaşıcı hastalıkların denetim altına alınmış olduğuna inanılmış ve dikkat, ön plana geçen süreğen (kronik) hastalıklara yönelmişti. Bu süreç içinde, belli bir insan kuşağının ortalama olarak kaç yaşına kadar yaşayabileceğini ifade eden “yaşam umudu” tarihte ilk kez 35-40 yıl seviyesinden, 80’li yaşlara doğru fırladı. (Nitekim ülkemizde de Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, özellikle Dr. Refik Saydam‘ın önderliğinde yürütülen, koruyucu hekimlik ağırlıklı kamusal sağlık hizmetleri tüm dünyaya örnek oluşturacak başarılarla sonuçlanmıştı.)

20. yüzyılda yaşanan süreci kavramak için Cahit Sıtkı Tarancı‘nın 1946 tarihli ünlü şiirini anımsamamız yeterli olacaktır:

“Yaş otuz beş, yolun yarısı eder, Dante gibi ortasındayız ömrün”

dizesi, bundan sadece yarım yüzyıl sonra, biraz abartılı da olsa,

“Yaş yetmiş beş, yolun yarısı eder”e dönüştürülebildi.

Gerçekten de, pek çok bilim insanına göre, önümüzdeki yıllarda dünyaya gelecek kuşakların doğuşta yaşam umutları 120’lere doğru tırmanabilecekti. Tek tek bireyler açısından oldukça umut verici sayılabilecek bir beklenti..

Öte yandan, doğuşta yaşam umudunun henüz hiçbir ülkede 80’leri aşamadığı günümüzde bile, şimdiden yaşlı nüfusun ekonomi üzerinde ciddi bir yük oluşturduğuna göre, yaşamın daha da uzamasının yaratacağı demografik yapının ekonomik sonuçları düşündürücüdür. Tüm dünyayı altüst eden virüs pandemisinin ekonomik yapıya en çok yük getiren iki insan grubunu, yani her yaştan süregen hastalarla yaşlıları (ki örneğin Türkiye’de her 100 kişinin kabaca 10’u 65 yaşın üstündeyken, virüsün yol açtığı her 100 ölümün en az 80’i bu yaş grubuna isabet ediyor görünmektedir) hedef aldığı açıktır. Önümüzdeki kış aylarında, bu salgının yeni dalgalar halinde ortaya çıkarak ısrarla yaşlı nüfusu vurması olası mıdır? Her halükârda, insanoğlu kendini 120 yıllık sağlıklı ömürlere hazırlarken, bu öldürücü virüsle karşılaşması bir kara mizah senaryosu gibi…

Birçok düşünüre göre, dünyayı saran bu salgın, insanların doğal koşullarda dışında, hatta uzağında kaldığı, bazı yaban hayvanlarına ait yaşam alanlarına (bu canlıların habitatlarına) girmelerinin -tecavüz etmelerinin de denebilir- karşılığında ödedikleri bir bedeldir. Tüm dünyayı beklenmedik şekilde etkisine alan bu yıkıcı salgının kökenleri ve amaçlarına ilişkin çeşitli kuramlar üretilebilir elbette, ama şu anda öncelikli hedef, varolan salgının denetim altına alınabilmesi ve gelecekte ortaya çıkabilecek yeni tehlikelere karşı hazırlıklı olunabilmesidir.

Okuduğum sağlık ekonomisi çalışmalarının çoğunda, beni hep rahatsız eden şu postula’ya (belit’e) rastlamışımdır: Buna göre, hiçbir ülkede, sağlık hizmetleri bu alandaki gereksinim ve talepleri tam olarak karşılayamaz… Oysa kanımca sağlık hizmeti, belli kişilere özgü bir ayrıcalık değil, her insanın doğuştan sahip olduğu temel bir insan hakkıdır. Dolayısıyla, yaşamın çeşitli alanlarında kullanılan, verimlilik, fizibilite, kâr-zarar hesapları, gibi değerlendirme ölçütlerinin sağlık alanında geçerliliği olmamalıdır. Bu da doğal olarak ancak sağlık hizmetlerinin kamusal ağırlıklı olmasıyla gerçekleştirilebilir.

  • Bu salgın, küreselleşmeyle doruğuna ulaşmış olan kapitalist düzenin sağlık politikalarının (ABD’de bile) böyle bir krizle başetmekteki yetersizliğini ortaya koymuştur.

Görülen şudur ki;

  • Piyasa kurallarına teslim edilen bir sağlık sistemi, en gelişmiş ülkelerde bile insanların gereksinimlerini karşılayamamaktadır.

PANDEMİNİN ANIMSATTIKLARI 

Tüm dünyanın yaşamakta olduğu bu bunalım, insanları sadece sağlık ve ekonomi alanlarında  değil, pandeminin olası siyasal sonuçları üzerinde de düşünmeye zorlamaktadır. Kimi görüşlere göre, dünyanın birçok yerinde, daha pandemi öncesinde bazı şarlatan despotları iktidara taşıyan otoriterlik eğilimleri daha da pekişerek ve yaygınlaşarak demokrasileri derinden sarsacaktır. Bu karamsar öngörülerin gerçekleşmemesini umarız elbette…

Umarım yaşamakta olduğumuz bu felaket, kişisel olanaklarımız ne olursa olsun, hepimizin aynı gezegeni paylaşmakta olduğumuz gerçeğini  içselleştirmemizi sağlar… İçinde küçük bir cennet yarattığımızı sanarak çevremizde ördüğümüz duvarlar meğer ne kolay yıkılıyormuş!.. Ünlü bir düşünür, insanlığın tüm tarih boyunca, başına, halledemediği bir dert açmadığını ileri sürmüştü. Bu görüşün doğru olduğunu ve yaşanmakta olan acıların ilerde insanlığa olumlu katkılarla geri döneceğini umalım.

Yazımı bitirirken, Dünya Sağlık Örgütü‘nün, 2020’nin çağdaş hemşireliğin kurucusu Florence Nightingale‘in doğumunun 200’üncü yılı olması dolayısıyla bu yılki Dünya Sağlık Günü‘nü yardımcı sağlık personeline adadığını, ayrıca tüm dünyanın Mayısın ikinci haftasını da hemşirelik haftası olarak kutladığını hatırlatmak isterim. Gerek hekimlerimizin, gerekse hemşirelerimizin bu salgınla, bazen canları pahasına, büyük özverilerle nasıl savaştıklarını hepimiz biliyoruz. Tüm sağlık emekçilerimizin geride bıraktığımız 1 Mayıs bayramlarını kutluyor, hepsine sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Çöken Sağlık Sistemini Niteliksiz Doktor Yetiştirerek Düzeltemezsiniz!

Dostlar,

Meslek örgütümüz TTB (Türk Tabipleri Birliği) son derece kritik önemde bir soruna işaret ediyor yeniden..

Soru çok nettir :

  • Hekim sayısında iddia ettiğiniz yetersizlik,
    niteliksiz eğitim almaya mahkum 
    genç hekimlerle mi kapatılacaktır?

Oysa,

  • Sağlık sistemimiz çökmeye yüz tutmuştur
    ve yetkililer son çırpınışları ile çürük sistemi kurtarmaya çalışmaktadır.

Çözüm :

  • Koruyucu sağlık hizmetlerini yeniden yaygın ve etkin kılmaktır.
  • Her-ke-se hemen, etkin ve yaygın, sürekli, bütçeden karşılanan
    koruyucu sağlık hizmeti dışında Türkiye’nin kurtuluşu yok-tur!

Unutulmasın; piyasalaştırılmış sağlık sistemi, halka gerçek anlamda yaygın ve etkin koruyucu sağlık hizmeti sunulmasına izin vermez! Kurulu devasa özel sağlık sektörü, her gün – her saat boooolca “topal ördeğe” (hasta – yaralı) mahkumdur,

Kışkırtılmış sağlık hizmeti istemi ile para kazanılacaktır..

Sistemin temeli ahlaksız kapitalizmdir.

“Ahlaksız” piyasacı sağlık sisteminin hekim sayısını niteliği kesin olarak düşürme pahasına (kapitalizmin umurunda değil ki!) tedavi edilebildiğinin dünyada örneği yoktur!

Sağlık Bakanlığı, YÖK ve AKP hükümetini aklını başına devşirmeye çağırıyoruz
bir kez daha!

Sevgi ve saygı ile.
27.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================

Çöken Sağlık Sistemini Niteliksiz Doktor Yetiştirerek Düzeltemezsiniz!

TTB_logosu

Sağlık Bakanlığı’nın uzun süredir diline pelesenk ettiği asılsız bir iddiadır sağlıkta sorunların hekim sayısındaki yetersizliğe bağlı olduğu.

Mesai saatlerine sığmak bilmeyen iş yükü, polikliniklerde başa çıkılması mümkün olmayan hasta yoğunluğu, buna bağlı gelişen şiddet olayları, sürgün benzeri geçici görevlendirmeler Bakanlık tarafından hep “doktor sayımız yetersiz” argümanıyla savuşturuldu.

Sevk sistemini ortadan kaldırıp “tüm hastanelerin kapısını hastalarımıza açtık” diyerek bunun propagandasını yaparken, “sağlık reformları” sonucu hastane hastane  gezip  şifa bulamayan hastalar nedeniyle artan poliklinik başvurularını da “vatandaşımızın sağlık hizmetine erişimini artırdık” diye övünç kaynağı olarak gördüler.

  • Oysa sağlık sistemimiz çökmeye yüz tutmuştur
    ve yetkililer son çırpınışları ile çürük sistemi kurtarmaya çalışmaktadır.

Tıp fakültelerine 2.491 ek kontenjan açarak hekim sayısını artırma çabası başka şekilde izah edilemez. Art arda tıp fakültelerinin açıldığı, özel tıp merkezlerinin tabelalarının değiştirilerek “tıp fakültesine” dönüştürüldüğü bir ortamda, nitelikli hekim yetiştirmesi olanaksız kurumlarda tıp eğitimi verilmeye çalışılmaktadır. Bu durumun ne büyük tehlikeler barındırdığı tarafımızca ve akademisyenlerce vurgulanmaktayken, Bakanlık ve YÖK bu uyarılara kulaklarını tıkamaktadır.  Hastalarımızın sağlığı, mesleğimizin saygınlığı, hepsinden önemlisi genç hekim adaylarının “iyi hekimlik” yapma şansı elinden alınmaktadır.

Yetkililere soruyoruz:

  • Hekim sayısında iddia ettiğiniz yetersizlik, niteliksiz eğitim almaya mahkum genç hekimlerle mi kapatılacaktır?

Dünden bugüne fakülteye dönüşmüş, öğretim elemanı kadrosu yetersiz, yatak kapasitesi yetersiz, laboratuvar donanımı yetersiz fakültelerde, kalabalık sınıflarda eğitim görecek genç hekim adaylarına ve hastalarımıza karşı vicdanınız rahat mıdır?

Poliklinik başvurularını azaltmak için, sevk zincirini yeniden kurmak ve geliştirmek için, koruyucu sağlık hizmetlerini tekrar tesis etmek için çaba göstermezken,
salt hekim sayısı üzerinden sistemi onarma çabanız ne kadar gerçekçidir?

Sağlık emekçilerinin her geçen gün daha da güvencesiz şartlarda çalıştığı bu dönemde hekim sayısını artırmaktaki gayeniz, hekim emeğini ucuzlatmak mıdır?
İşsiz hekim ordusu yaratmak, sağlığı özelleştirme yolunda atılan önemli bir adım değilse nedir?

Tıp fakülteleri için açılan fazla kontenjan çürümüş sağlık sistemimizi onarmak şöyle dursun, ancak daha büyük sorunlara yol açacaktır. Tıp eğitimi iktidarın elinde oyuncak olacak bir konu değildir. Bu yanlıştan hızla dönülmeli, tıp eğitiminde yaşanan nitelik kaybı üzerine gerekli çalışmalar yapılmalı, başta temel bilimler olmak üzere tıp eğitimi hak ettiği niteliğe kavuşturulmalıdır.  Yeni açılmış tıp fakülteleri hızla değerlendirilmeli, hekim yetiştirmek için yeterli fiziksel ve akademik donanımı olmayan fakülteler öğrenci alımını durdurmalıdır. Fakültelerin kontenjanları, fakültenin öğretim elemanı sayısı ve fiziksel olanaklarına göre bilimsel ölçütlerle hesaplanarak belirlenmelidir.

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

24 EYLÜL 2013 (http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/doktor-4033.html

1 MAYIS’TA İSTANBUL’U TERÖR ALANI’NA ÇEVİRENLER HESAP VERMELİDİR


1 MAYIS’TA İSTANBUL’U TERÖR ALANI’NA ÇEVİRENLER HESAP VERMELİDİR!

1 Mayıs Mücadele, Birlik, Dayanışma Günü’nde İstanbul’da devlet güçlerince uygulanan şiddet Türk Tabipleri Birliği, İstanbul Tabip Odası ve Adli Tıp Uzmanları’nca yapılan bir basın toplantısıyla kınandı.

Basın toplantısının gerçekleştiği mekanda polisin kullandığı biber gazı ve gaz bombalarının caddelerden toplanan örnekleri de “AKP’nin İleri Demokrasi Araçları” adıyla sergilendi.

Toplantıda açılış konuşmasını TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan yaptı. Konuşmasına 1 Mayıs’ta yaşanan devlet terörünü yansıtan ve tüm dünyanın bu dehşete tanık olmasını sağlayan basın mensuplarına teşekkür ederek başlayan Dr. Aktan şunları söyledi:

“Hükümet 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamamıza inşaat çukurunu gerekçe göstererek
izin vermedi. Taksim’in simgesel önemini anlattık, güvenliğin sağlanması için çeşitli öneriler sunduk. Ancak uzlaşma zemini sağlanmadı, adeta bu olayların yaşanması istendi. Kutlamalar Taksim’de yapılsaydı bunca insanın zarar görmesi, yaralanması, yaşamsal tehlikeyle karşı karşıya olması söz konusu bile olmayacaktı. Olayın sonuçları facia boyutuna ulaştı. İstanbul Valisi 1 Mayıs öncesindeki tavrı, 1 Mayıs’ta yaşattıkları ve 1 Mayıs sonrası yaptığı açıklamalarla maalesef tarihin kara sayfalarına adını yazdırdı.

  • 1 Mayıs 2013’te İstanbul’da kimyasal bir savaş yaşandı.

TTB olarak biber gazı ve gaz bombalarının sağlığa olumsuz etkilerini, öldürücü olabileceğini daha önce kezlerce dile getirdik, bilimsel raporlar yayınladık. Ancak bu yıl biber gazı ve gaz bombaları kimyasal etkilerinin yanı sıra ateşli bir silah olarak da kullanıldı. İnsanların üzerine doğrudan atıldı, acımasızca, insan yaşamı yok sayılarak ateş edildi. Böyle bir 1 Mayıs’ı bir daha yaşamak istemiyoruz. 1 Mayıs’ları emeğin birlik ve dayanışma günü olarak coşkuyla kutlamak istiyoruz.”

Dr. Özdemir Aktan’ın ardından TTB Merkez Konseyi Üyesi Dr. Osman Öztürk söz aldı. Polisin kullandığı biber gazı ve gaz bombası örneklerini işaret eden Dr. Öztürk;

“Bizler doktoruz. Yanımızda steteskop, tansiyon aleti vb. araçlar olmalı ama bugün
ne yazık ki, sizlere biber gazı kapsüllerini sergiliyoruz. Bu tablo AKP’nin eseridir.
Bu yılki 1 Mayıs’larda amacın yalnızca insanları dağıtmak olmadığını, kullanılan araçlara bakarak görebiliyoruz. Bu yıl Hükümet ve Valiliğin amacı öldüresiye saldırmaktı.
Bırakın yürümeyi, 5 kişinin bir araya gelmesine bile izin vermemekti. Gaz bombaları özellikle kanisterler (üzerlerinde ’45 derecelik açıyla atılması’ uyarısı bulunmasına karşın) insanlara doğrudan nişan alınarak, ateşli bir silah olarak kullanıldı.
Atılan gaz bombaları arasında son kullanma tarihi geçenler bile vardı.
Valilik dünya biber gazı kullanma rekorunu kırdı. İstanbul halkı,
Vali Hüseyin Mutlu’yu ve Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ı ‘Gazcı Kardeşler’ olarak anacak artık” dedi.

Dr. Osman Öztürk’ün basın metnini okumasının ardından söz alan İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Taner Gören ise şunları dile getirdi:

“Hem İstanbul Tabip Odası Başkanı olarak hem de olayın bizzat mağduru olmuş bir kişi olarak yaşadıklarımı anlatmak istiyorum. Sağlık emekçileri olarak öbür emekçilerle
1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutlamak üzere oradaydık. Katılımcılar daha yeni yeni toplanmaya başladığı sıralarda, sabahın çok erken saatlerinden başlayarak
gaz bombalı, basınçlı sulu müdahale başladı. Vali Bey’in anlattıklarıyla benim tanık olduğum olayların hiçbir benzerliği yok. Orada devlet eliyle insanlık suçu işlenmiştir. Son derece orantısız, öldürmek amacıyla biber gazı ve gaz bombası kullanılmıştır. Gaz bombalarından biri yanımda patladı. Sağlıklı bir insan olmama karşın, soluksuz kaldım ve öleceğimi düşündüm. Astımlı ya da kalp hastası insanların durumu çok daha vahimdi. Biz hekimler olarak bu silahların kimyasal etkilerini
bilimsel olarak ortaya koymuştuk ancak bu kez yaşayarak da gördük.

  • Bu devlet terörünün hesabının verilmesi gerekir.”

Son olarak Adli Tıp Uzmanları Derneği adına konuşan Dr. Ümit Ünüvar ise;

“1 Mayıs’ta İstanbul halkının yaşam hakkı, sağlık hizmetine erişim hakkı, gezi özgürlüğü ve konut dokunulmazlığı ihlal edildi. Birçok insanımız ciddi yaralanmalarla hastanelere kaldırıldı. Kullanılan gazın kimyasal, toksik etkilerine maruz kaldı. Hopa’da Metin Lokumcu, Taksim’de İbrahim Sevindik, Yalova’da Çayan Birben biber gazının etkisiyle yaşamını yitirdi anımsarsanız. Biz TTB, İstanbul Tabip Odası ve ATUD olarak
bu silahların toksik ve öldürücü etkilerinin olduğunu kezlerce dile getirdik, 2011’de konuyla ilgili bir rapor yayınladık. Ancak ne yazık ki 1 Mayıs’ta genç, yaşlı binlerce insan, mahalle aralarına dek kullanılan bu gazlara sunuk (maruz) bırakıldı. Bu gazların kullanım yoğunluğu bile müdahalenin orantısızlığını ortaya koyuyor.

  • Uygulamalar hukuk dışıdır, keyfidir ve hesabı verilmelidir.” dedi.

Basın Açıklaması
03.05.2013

1 MAYIS’TA İSTANBUL’U TERÖR ALANI’NA ÇEVİRENLER HESAP VERMELİDİR

1 Mayıs Birlik, Mücadele, Dayanışma Günü’nde İstanbul’da büyük bir devlet terörü uygulandı. Emekçilerin, vatandaşların üzerine gaz bombası yağdırıldı.

Binlerce vatandaşımız gaz bombalarından zarar gördü, onlarca vatandaşımız da
gaz mermileri nedeniyle yaralandı. Şimdiye dek ulaşabildiğimiz bilgilere göre
beş yurttaşımız başına gaz mermisi / kanister isabet ettiği için yaşamsal tehlike geçirecek biçimde ağır yaralandı; iki yurttaşımızın görme, iki yurttaşımızın da
işitme duyularını yitirme tehlikesi sürüyor.

Hepimiz takip ettik:

Sendika Konfederasyonları ve Türk Tabipleri Birliği 1 Mayıs’ı, mevcut fiziksel koşulları gözeterek ve gerekli düzenlemeleri yapıp gerekli önlemleri alarak Taksim Meydanı’nda kutlamak için bütün iyi niyetleriyle İstanbul Valisi, Emniyet Müdürü ve Başbakan’la görüştü. Önerilerini sundu, önerilerini sordu.

Hepimiz duyduk:

Görüştüğümüz yetkililer hiçbir şekilde diyaloga yanaşmadılar; “Yasak hemşerim”den başka bir şey söylemediler.

Hepimiz işittik:

Taksim yasağının gerekçesi olarak inşaat alanındaki çukuru gösterdiler ve
bizlerin sağlığını, can güvenliğini düşündüklerini söylediler.

Hepimiz gördük:

Güya bizlerin sağlığını, can güvenliğini düşünenler metroyu, metrobüsü, otobüsleri, vapurları, trenleri, deniz otobüslerini yasaklayıp, tıpkı sıkıyönetim dönemlerinde olduğu gibi Haliç Köprüsü’nü kaldırarak Taksim’e çıkmak için Şişli ve Beşiktaş’ta toplanan işçileri ve emekçileri bir düşman ordusuyla savaşıyormuşçasına muhasara altına aldılar ve ÖLDÜRESİYE SALDIRDILAR.

En ilkel toplulukların, en vahşi rejimlerin, en zalim yöneticilerin bile savaş koşullarında bile yapmadıklarını yaptılar;

  • HASTANELERE SALDIRDILAR – AMBULANSLARA GAZ ATTILAR.

Hepimiz izledik:

Muammer Güler-Celalettin Cerrah yapımı “Gazcı Kardeşler” senaryosu,
bu yıl Hüseyin Avni Mutlu-Hüseyin Çapkın elinden ikinci versiyonuyla sahnelendi.

Hepimiz tanık olduk:

Bütün dünyada “Birlik, Mücadele, dayanışma Günü” olan

  • 1 Mayıs’ı “DÜNYA GAZ GÜNÜ”ne döndürdüler;

“Dünya Biber Gazı Kullanma Rekoru”nu kırmak için şimdiye dek dünyanın
hiçbir kentinde, hiçbir kitle gösterisinde kullanılmadığı ölçüde çok biber gazını işçilerin, emekçilerin, yoldan geçenlerin, evlerinde oturanların, tüm İstanbul halkının
başlarına yağdırdılar.

Hepimiz yaşadık:

  • Biber gazı yüzümüzü, gözümüzü, genzimizi, tenimizi, ciğerlerimizi yaktı;
  • Biber gazı mermileri vücudumuzu parçaladı.

Hepimiz kaydettik:

  • Biber gazı attıkları silahları ateşli silah olarak kullandılar;
    yakın mesafeden, hedef gözeterek ve doğrudan insanların üzerine ateşlediler.

Hepimiz biliyoruz:

BİBER GAZI SAĞLIĞA ZARARLIDIR.
Ciddi göz hastalıkları, astım ve akciğer ödemi, hipertansiyon ve kalp yetmezliği,
beyin kanamasına neden olur.

BİBER GAZI ÖLDÜRÜR. Biber gazına maruz kalmak; kalp ve solunum sistemini etkileyerek öldüren bir dizi mekanizmayı tetiklemektedir.

BİBER GAZI SİLAHTIR. Topluluklara fütursuz ve yoğun kullanımda;
gazı içinde barındıran düzenek (kanister) yaralanmasına bağlı olarak da öldürmektedir.

Ve şimdi hepimiz ısrarla talep ediyoruz:

Hastanelere saldıranlar,

  • Biber gazı silahlarını insanları öldürmek amaçlı kullananlar,

İşçilere, emekçilere, yurttaşlara vahşice saldıranlar,

Saldırı emrini verenler,

Geçmiş yıllarda barış içinde kutlamaların yapıldığı Taksim 1 Mayıs Alanı’nı
1 Mayıs kutlamalarına kapatarak bütün bu olaylara neden olanlar,

HESAP VERMELİDİR.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ MERKEZ KONSEYİ

İSTANBUL TABİP ODASI

ADLİ TIP UZMANLARI DERNEĞİ