Etiket arşivi: Rusya

G20 ve G7 Aylan’lar karaya vursun diye vardır!

G20 ve G7
Aylan’lar karaya vursun diye vardır!

portresi
Bülent ESİNOĞLU
06.09.2015, bulentesinoglu@gmail.com

 

Zenginler kendi aralarında dayanışıyorlarsa, bilin ki halklara karşı dayanışıyorlardır.

G7 süper zenginlerin istisnai dayanışma örgütüdür.
G20 ise, gelişmekte olan ülkeler zenginlerinin, gelişmiş ülke zenginleri ile dayanışma örgütüdür.

Görünürde devlet temsilcileri, bu “dayanışma” toplantılarını yapıyormuş gibi görünse de,
aslında tekellerin bir araya gelerek çıkarlarını çoğaltma ve sürdürme toplantılarını gerçekleştirirler.

G7; ABD, Kanada, İngiltere, Almanya, Fransa, Japonya, İtalya’dan oluşur.
Ukrayna sorunundan önce, Rusya da bu kümeye dahildi.
Amerikan zenginlerinin işine gelmeyecek işler yaptığı için, Rusya’yı bu guruptan attılar.

G20 ise, daha çok, gelişmekte olan ülkelerin bir arada dünya finans sitemini ve kapitalizmi ayakta tutma dayanışmasıdır. Kazanmış oldukları zenginlikleri ileriye taşıma örgütlenmesidir.

G7 ise, zenginlerin de zenginlerinin, döviz basan, para satan finans sisteminin başındaki zenginlerdir. Dünyadaki para miktarını ve kurallarını belirleyen örgütlenmedir, Devletlerdir. Sömürünün temel kurallarının belirlendiği yerdir.

Adı geçen ülkelerdeki halkların refahını yükseltmeye değil, adı geçen ülke zenginlerinin çıkarlarını dünya ölçeğinde sürdürülmesini sağlayan kurumlardır.

Zenginimiz daha da zengin olursa, fakire de bir şeyler düşer felsefesi çağımızın yalanıdır. İşsizlik varsa, sorumlusu örgütü olmayan halk mıdır? Yoksa bu beyler midir?

At pisliği teorisi burada çok geçerlidir.
Zenginin atı iyi beslenirse, pisliğinden çıkan arpalar, zenginin etrafındakilere yeter anlayışı…

Gelir dağılımının dayanılamayacak ölçüde bozulduğu ülkelerde, artık ekonomiler büyüyemez olmuştur. Zenginler daha çok zengin olsun diye yapılanlar, işsizliği artırmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Zenginler arasındaki işbirliğinin artması demek; işsizliğin daha da artacağına işarettir.
Varsa sahte rekabetlerin de azalacağı anlamındır.

G7’lerden (AS G8’lerden) Rusya’yı çıkarınca, Rusya da, uzak doğuda yeni bir Doğu
inşa etmeye başladı.
Eğer Rusya, – Çin – Hindistan birlikteliği yükselerek gelişirse,
Batı zenginlerinin Doğu’nun üzerine bomba yağdırarak elde ettiği zenginliklere dur denecektir. Yeni bir dünyanın kapısı açılacaktır.

Bu dünya düzeninin bu beylere kalmayacağı günlere girdik.

Aslında dünya halklarının isyanı bu hak hukuk tanımaz dünya zenginlerine karşıdır.
Gerçek bu olmasına karşın, halkların önderleri bu zenginler ve ellerindeki olanaklar ile
manipüle (AS: manuple) edilerek başka savaşlar haline dönüşmektedir.

Emperyalizmden kurtulmadan, Aylan’ların cesetlerinin karaya vurmasından kurtulamayız.

============================

Dostlar,

“Tek kutuplu” = Amerikan imparatorluğuna dayalı bir Dünya düzenini küresel topluma
kabul ettirmek olanaksız..

Mutlaka çok kutuplu / güç odaklı bir yapılanma olmalı, olacak oluyor..
Bunların başında AB geliyor..
Avro, başlıbaşına Dolara meydan okuma alanıdır ve kürsel finans sitemi açısından
bir tür sigortadır.
İkinci ciddi meydan okuma BRICS’tir!

Brezilya – Rusya – Hindistan – Çin – Güney Afrika : BRICS!

Dünya için bir dengeleme umudu olabilir..
BRICS‘in güçlen(diril)mesi ve küresel finansal sistemde ağırlığını koyması gerekiyor.

Tabii Türkiye’nin “bağımsızlığını sürdürmesi” ve “ekonomide özyeterliğini büyük ölçüde koruyacak” politikalar izlemesi gerek. Söz konusu 2 olgu birbirinin hem nedeni hem sonucu..
Oysa son göstergeler “kırmızı alarm” düzeyinde ama ülke zoraki seçime kilitlenmiş..

Cari açık – dış borçlar ve enflasyon 3 koldan ülkeyi ateşe vermiş durumda..

1 Kasım sonrası kim gelirse gelsin, bunaltıcı bir ekonomik karmaşa bekliyor Türkiye’yi!
Sahipsiz ülke..
Çoook yazık çok..

Sevgi ve saygı ile.
06.09.2015, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TÜRKER ERTÜRK : Dışarıda neler oluyor?


Dostlar
,

Em. Tuğamiral Türker Ertürk, AYDINLIK‘ta yer alan dünkü (24.5.14)
uzun makalesinde “Dışarıda neler oluyor?” sorusuna yanıt arıyor.

Haklı.

Biz gündem oyunları içinde kurgu (dizayn) gereği boğulurken, “büyük oyun” un sahnelenmesi sürüyor. Kuşku yok ki iç ve dış gündem, birbirini tamamlayan halkalar.
Bu bakımdan söz konusu makalenin zamanlaması çok yerinde.

Ancak içerik ve vardığı temel sonuç üzerinden genelgeçerin epey dışında kalıyor.
KüreselleşTİRme yazınında (“TİR” hecesine dikkat; bizim önerimizdir!)
genelde varılan sonuç, artık yabanıl KüreselleşTİRmenin (“TİR” hecesine dikkat;
bizim önerimizdir!) sürdürülemediği, duvara dayandığı, tek kutuplu
ABD hegemonyasının gerçekleştirilebilirliğinin pek kalmadığı yönünde..
Pek çok da gözlem ve gerekçe ve bu tez için. Örn. Güney Amerika ülkelerinin
kendi aralarında birliği ve DB (Dünya Bankası) yerine Güney Bankasını kurmaları..

Örn. BRICS ülkelerinin (Brezilya + Rusya + Hindistan + Çin + Güney Afrika) kapsamlı stratejik işbirliği.. Örn. Şangay 6’lısı.. Örn. AB’nin giderek büyüyen bütünsel (konglomera) yapısı.. 28 ülke, 500+ milyon nüfus (Rusya’nın 3,5 katı, ABD’nin 1,7 katı!) ve 9 milyon km2’ye yaklaşan bir coğrafya hinterlandı.. Tüm bunların KüreselleşTİRme senaryosunun gereği olduğu savlanamaz; tersine bu sürece ikincil tepkisel oluşumlardır.

Öte yandan ABD ekonomisindeki durgunluk ve yavaşlama, hatta inişe geçiş..
BRICS ülkelerinde ise tersine genel bir ekonomik tırmanış..
Özellikle Çin’de muazzam bir istikrarlı başarım (performans)..

ABD’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da başarıya ulaşamayan GKAOP (Genişletilmiş Kuzey Afrika ve Ortadoğu Projesi) ya da sınırlı BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) stratejisinin büyük ölçüde çuvallaması.. Irak ve Suriye’de, İran’da tüm yüklenmelere karşın istenen sonuçların alınamayışı..

Biraz daha uzatılabilir ama son bir örnekle yetinelim :

Rusya ile Çin arasında stratejik enerji işbirliği..

Birkaç on yıllık, birkaç bin km’lik boru hatları ve 400 milyar $ gibi muazzam bir
parasal boyuta varan anlaşma.. Gerçekleştirilmesinin önünde herhangi bir engel de gözükmüyor.. Öğrendiğimiz ölçüde Dolar kullanılmaksızın!..

Hatta doğrudan Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick‘in sözlerine bakalım :

  • Dünyada eski düzenin bittiğini vurgulayan R. Zoellick,
  • “Şimdi zaman yitirmeden, normal büyüme ve “sorumlu küreselleşme”yi sağlayacak kurumları yürürlüğe sokabiliriz.” derken, DB’sını rolünün de değişeceğini belirtti. (Cumhuriyet, 07.10.09; DB-IMF İstanbul toplantısı)

Sanırız Türker Paşa bu tezini biraz açmalı ve kanıtlar eklemeli..
Her durumda da Türkiye devlerin ayakları altında kalmayacak,
Büyük Atatürk’ün akıllı dış politika ilkelerini sürdürmeli :

– Anti – emperyalist ve anti – kapitalist
– Tam bağımsızlıkçı
– Yurtta barış – dünyada barış
– Herkesle dostluk kurma ama hiçbir ittifaka girmeme 
  (NATO’dan çekilme dahil, hatta başta!)

Büyük Atatürk
‘ün 12 yıl (1925-37) kesintisiz Dışişleri Bakanlığını yapan meslek büyüyüğümüz (tıp doktoru) Dr. Tevfik Rüştü ARAS, o dönem Türk dış politikasının özünü şöyle betimlemişti :

  • “Bizim dış politikamız basit ve doğrudur.
    Herkesle dostluk kurmak isteriz ama
    hiçbir ittifak ve bloklaşmaya girmeksizin..”

Sevgi ve saygıyla
26.5.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

================================================

Dışarıda neler oluyor?

turkererturk

TÜRKER ERTÜRK

AYDINLIK, 24 Mayıs 2014 

Bu aralar yoğun gündem nedeniyle hep ülkemiz içinde gelişen olayları ve dönen dolapları yazdık ve anlatmaya çalıştık. Esasında içerideki gündem yine yoğun ama kafayı kaldırıp biraz dışarıya bakmakta yarar var. Çünkü bugün Türkiye’de yaşadıklarımız, bölgemizde ve tüm dünyada sahneye konan oyunun ayrılmaz bir parçası.

Erdoğan’ın bulunup desteklenip iktidara getirilmesi, açılımlar, Ergenekon ve Balyoz gibi davalar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin itibarsızlaştırılması, askerlerin, siyasetçilerin, aydınların ve gazetecilerin zindanlara atılması, yargıya, medyaya ve ana muhalefet partisi CHP’ye operasyon yapılması, Cumhuriyetimizin kurucu ideolojisine ve Atatürk’e düşmanlık bölgemizde ve dünyada sahneye konan büyük oyunun senaryosuna dahildir.

Yerkürenin tamamında sahneye konan bu oyun, ABD’nin tek kutuplu dünya düzenini, küresel liderliğini ve askeri üstünlüğünü devam ettirebilmesi amacına yöneliktir. ABD küresel hedeflerine ulaşabilmek ve dünyanın halen Atlantik üzerinde bulunan ekonomik, siyasi ve askeri ağırlık merkezinin doğuya Asya-Pasifik bölgesine doğru kayışını durdurabilmek için 2014 itibarıyla her yerde atağa geçmiştir.

ABD’nin çöktüğü, yıkılmak üzere olduğu, Ortadoğu’da yenildiği, geri çekildiği ve artık savunmaya geçtiği doğru değerlendirmeler değildir. Eğer mücadelenizi bu kabulün veya yanlış değerlendirmenin üzerine bina ederseniz sonuç hüsran olur.

Kuşatmak ve istikrarsızlaştırmak

Kuşatmak, istikrarsızlıklar yaratmak, silahlanma yarışına sokmak, stratejik enerji ve hammadde kaynaklarına egemenlik sağlamak, rakipsiz bir donanma ile tüm dünya denizlerinde ve okyanuslarında hâkimiyet, ekonomik manipülasyon (AS: manüplasyon), darbe yaptırmak, hedef ülke iktidarlarını ele geçirmek ve kontrol altına almak, medya ve STK’larla (Sivil Toplum Kuruluşları) algı operasyonları ve toplum mühendisliği, hedef ülkelere karşı bilgi harbi ve siber savaş bu mücadelede ABD’nin yoğun olarak kullandığı yöntemlerdir.

ABD artık tüm dünyada hedeflerini ele geçirebilmek ve elde tutabilmek için ateş ve manevranın asli unsur olmadığı, çatışma, diplomasi ve barış arasındaki çizgilerin belirsiz olduğu 4. Nesil hatta 5. Nesil Savaş’a geçmiştir.

Sürdürülen bu savaşta ABD açısından sıklet merkezleri; Asya-Pasifik, Afrika, Ortadoğu, Rusya çevresi (Baltık Cumhuriyetleri, Ukrayna, Kafkasya, Türk Cumhuriyetleri, Moğolistan) ve Güney Amerika’dır. Birinci öncelikli sıklet merkezi ise Asya-Pasifik bölgesidir.

Rusya, Avrupa’daki son kalesi olan Sırbistan’ı kaybetmek üzeredir. Geçtiğimiz günlerde Balkanlar’da meydana gelen ağır sel felaketi ve sonrasında Sırbistan dahil bölgeye gelen AB yardımları bile bu amaca yönelik olarak kullanılmaktadır.

Batı günümüzde Moskova’nın 1990 öncesi Avrupa’da bulunan arka bahçelerini tamamen ele geçirmiş ve o gün evi durumunda olan Ukrayna’ya bile girmiştir. Ukrayna fiili olarak ikiye bölünmüş kuşatma Moskova’ya doğru biraz daha yaklaşmıştır.

Yeşil Kuşak

Asya-Pasifik bölgesinde kuşatma ve Çin’e çevre ülkeleri ele geçirme faaliyetleri tüm hızıyla devam etmektedir. Bölgede istikrarsızlık had safhadadır. Doğu ve Güney Çin Denizi’nde Çin ile bölge ülkeleri arasında bulunan egemenlik hakları sorunları üzerinden her an sıcak çatışma çıkabilir. Ayrıca Malezya ve Endonezya başta olmak üzere diğer bölge ülkelerin Müslümanları da radikalleştirilerek aynen Sovyetler Birliği’ne yapıldığı gibi Çin’e karşı da Yeşil Kuşak inşa edilmekte ve Sincan Uygur Özerk Bölgesi karıştırılmaya çalışılmaktadır. Geçtiğimiz günlerde bölge ülkesi olan Tayland’a yapılan darbenin arkasında ABD’nin olduğu bilinmektedir.

Önce istikrarsızlık ve güvenlik sorunu yaratmak sonra istikrarı ve güvenliği sağlamak için bölgeye girmek eski, bilinen ama her zaman yedirilen yöntemdir. Afrika’ya da böyle girilmektedir. Boko Haram, El Kaide gibi aynı güç tarafından kurdurulmuştur. Fransa şimdilik ABD’nin Afrika’da en yakın ortağıdır. Türk Deniz Kuvvetleri’nin dört harp gemisiyle yaptığı Afrika seferi ülkemizin çıkarlarına değil, ABD’nin Afrika planlarına yöneliktir.

ABD, Avrupa’nın Rusya’ya bağımlılığını azaltmak ve savaşımında AB’yi oyuncu olarak kullanabilmek için Doğu Akdeniz havzasının doğal gazını Kıbrıs ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya boru hatlarıyla taşımak istemektedir. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden bu nedenle Kıbrıs’a gelmiştir. Kıbrıs yeniden bu gerekçeyle pişirilmektedir.

Ortadoğu’da etnik, dinsel ve mezhepsel ayrıştırmaya planlandığı gibi devam edilmektedir. Bölgede Kürt devleti kurmak için parçalarının ana gövdelerinden gevşetilmesi, birbiri ile entegrasyonu ve uluslaştırma süreci adım adım gerçekleştirilmektedir. Bizim de bulunduğumuz bölgede yaygın istikrarsızlaştırma ve “Yaratıcı tahrip” (Creative destruction) yöntemleri uygulanmaktadır.

Özetle anlatmaya çalıştığım bu küresel planlardan ülke olarak asgari zayiatla atlatabilmeniz için öncelikle bu oyunu, yapılmak istenenleri ve arkasındaki gücü doğru anlamanız lazım. Yenildiler, çöküyorlar, yıkıldılar gibi nesnel analizden uzak slogan türü değerlendirmeler olsa olsa emperyalizmin ekmeğine yağ sürer.

Saygılar sunarım.

Boğaz’a Paralel Kanal İhaneti


Dostlar
,

Türkiye Gündemini işgal ediyorlar bildik oyunlar ve manevralarla..

Hep yazıyoruz :

  • Asker – sivil yurtseverlerimiz yıllardır zindanda tutuksuz yargılanıyor (!)….
    Hâlâ!
    Onları asla unutamayız, unutmamalıyız..

Bu bağlamda Sayın Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen son derece önemli bir konuya
dikkat çekiyor.

“Kanal İstanbul” adlı 25 milyar $ portföylü fantastik proje,
gerçekte 1952 tarihli ve ABD’ye ait..

Ayrıca Montrö Boğazlar Sözleşmesi bakımından da ciddi,
kabul edilemez sakıncalar taşıyor..

Sayın Ölçen’e, bu çok önemli uyarısı için teşekkür borçluyuz. Makale aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
17.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================
Boğaz’a Paralel Kanal İhaneti

portresi

 

Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN

 

Karadeniz’i Marmara’ya bağlayacak olan kanal tasarımının, ekonomik, çevresel ve de top­lumsal iç göç sorununu tetikleyen olumsuz etkilerinin yanı sıra en büyük sakıncası, Montreux (Montrö) antlaşmasını yok sayan bir tasarım olmasıdır.

Lozan Antlaşması’nda Boğazlar sorununa çözüm getirilemediği içindir ki,
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bu konudaki egemenliği, dış kay­naklı kimi koşullarla sınırlanmıştı. Örneğin, Bo­ğazların kullanımı ve bir komisyonun deneti­mine verilmişti. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında, buna karşı çıkmanın ve çare bulmanın güçlüğü ancak
13 yıl sonra Montreux (Montrö) Antlaşma­sıyla 23 Temmuz 1936 günü aşılabildi.
O Ant­laşma ile “Boğazlar Komisyonu” kaldırıldı, yet­kisi Devletimize tanındı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Devleti, Montrö Ant­laşmasıyla Boğazlardaki deniz trafiğinin denetimini ve de “Savaşta ve barışta asker ve sivil deniz kuvvetlerinin Boğazlardan geçmesine izin vermesi ya da vermemesi yetkisini elde et­miş oldu.
Savaş durumunda eğer ülkemiz tarafsız kalırsa yalnızca tecimsel ge­milerin geçmesine ola­nak sağlayabileceğimizi emperyal güçlere kabul et­tirmiştik.

Özetle Montrö Antlaşmasıyla, Bo­ğazlar üzerindeki egemenliğimizi
Mustafa Ke­mal Atatürk’ün Devleti, emperyal güçlere kabul ettirmeyi başarmıştı.
Ne yazık ki; 76 yıl sonra R.T. Erdoğan’ın Karadeniz’i Mar­mara’ya bağlayacak olan
ka­nal tasarımının, Montrö Antlaşması’nda Devletimizin edindiği egemenlik hak­kını ortadan kaldıracağının

AKP iktidarı ya farkında değil ya da umursamıyor.

R.T. Erdoğan, o kanal projesinin kendi tasarımı olduğunu açıklarken, asıl gerçeğin
ne olduğunu ulusumuzdan gizlemiştir. Marmara’yı Karadeniz’e bağlayacak olan kanal aslında İhanet Projesidir. Çünkü Sn. İlhan Dülger’in internette iletime sunduğu bilgiler (bkz. ilhan_dulger@hotmail.com, 9.6.2013).

  • Marmara’yı Karadeniz’e bağlayan kanal projesinin 1952’de ABD’de
    Military Mission tarafından hazırlanmış olduğunu göste­riyor.

R.T. Erdoğan, BOP eşbaşkanı olarak ABD’nin Montrö Antlaşması‘nı yok sayan o projeyi kendi tasarımı olarak açıklamıştı. Oysa 1952’de ABD’de hazırlanan o kanal projesinin gerekçesinde “Komünist Rusya’nın olası saldırısına karşı Türkiye’ye yardım planı” olarak hazır­landığı belirtilmişti. Gerekçede yer alan tümcenin İngilizcesi şöyleydi :

  • “Aid to Turkey reflect early cold war American expectation about
    how the communist would attack Turkey.”

Oysa bugün kuzeyimizde Sovyet Sosyalist Birliği yok, yeni ve farklı bir Rusya var.
O devletin başkanı Putin, 2013 yılı Haziran’ın ilk günlerinde “Akdeniz’in kendi gü­venlik alanı olduğu”nu dünya kamuoyuna açıklamıştı. Söz konusu çirkin kanal açıldığında
Tür­kiye’nin ABD ile Rusya arasında sıkışıp kalmayacağını ve ne tür felaketin içine sürüklenip sürüklenmeyeceğini kim ileri sürebilir? Çan­kaya’da ve de AKP iktidarında böylesi bir kaygının izlerine rastlayan var mı? Yok.

ABD’nin 1952’de hazırladığı o kanal projesi Sovyet Rusya’nın ülkemize olası saldırısına karşı ülkemize yardımda bulunacağını ileri sürerken, güdümündeki NATO sözleşmesinde (tam tersi) bir maddeyle Türkiye’yi savunma alanının dışında bırakmıştı.

  • O kanal, ABD savaş Gemilerinin Karadeniz’e ül­kemizin oluru olmaksızın girişini sağlayacak olan bir projedir ve Komünizmi bırakan yeni Rusya’nın buna nasıl tepki göstereceğini bugün hiç kimse bilemez.

Ve o ülkenin savaş gemileri de kanaldan geçerek Akdeniz’de girmek isteyecektir.
Söz konusu çirkin ihanet kanalında ABD ve Rusya’nın savaş gemileri birbirlerini selamlayarak mı geçecekler? AKP iktidarı ne düşünüyor; ne yapıyor iç kar­gaşayı körüklemenin dışında?

Marmara’yı Karadeniz’e bağlayacağı tasarlanan o ihanet kanalının ayrıntıda olan
kimi sakıncalarını da şöyle sıralayabiliriz:

1. 2012 yılı sonunda Libya’da Kaddafiye yönelik savaş gemilerini harekete geçirirken, NATO’nun Akde­niz’i kendi yetki alanı içine alması ve İzmir kentimizde NATO
Kara Kuvvetleri Karagahı’nın kurulması ve patriot füzelerinin ülkemizde konuşlanması
eğer işgal değilse bunun açıklanması nasıl yapılabilir?

2. O Patriot füzelerini gönderme yetkisini kendi Parlamento­sundan alırken
Almanya, o patriotlar TBMM’nin kararı ve bilgisi olmadan topraklarımıza gi­rebilmektedir.
Dünyanın hangi demokratik ülke­sinde böyle bir parla­mentoya ve böyle sorumsuz bir siyasal ikti­dara rastlanabilir?

3.Karadeniz’i Marmara’ya doğal olarak bağla­yan Boğaz trafiği, aşırı öl­çüde artışa uğradığı için mi yeni bir kanal bağlantısına gereksinim doğdu? Buna AKP iktidarında
hiç kimse olumlu yanıt veremez. O ne­denle ekonomi dışı siyasal tutsak­lık projesidir
o ve Tür­kiye’mizi Montrö Antlaşması’nın dışına itekleyecek­tir. Bitmedi:

4.Montrö konferansında tartışma konularından biri, antlaşmanın geçer­lilik süresiyle ilgiliydi ve Sovyetler Birliği ile İngiltere bu konuda düşün birliğine varamamıştı.
Sovyetler Bir­liği, Montrö Antlaşması’nın 50 yıl için geçerli olmasını ileri sürerken, İngiltere delegesi sü­renin 12 yıl ol­ma­sını önermekteydi. Söz ko­nusu “çılgın kanal” aslında Montrö’nün ge­çerlilik süresini de orta­dan kaldıracak mı?

5.Kanalın yapımını bir ABD firması üstlenir ve ABD kredisi devreye gi­rerse,
Milli Gelirine ya­kınlaşan ağır dış borç yükü altındaki Tür­kiye, öylesi koşullara karşı çıkacak direnci gösteremeyecektir.

Yukarıda açıkladığımız 5 temel sakıncayı içinde taşıyan bu projeye karşı çıkmak
her yurtsever bireyin görevi olmalıdır.

T.C. Ali Nejat Ölçen