Etiket arşivi: RTE’nin İstanbul sermayesi diye nitelediği TÜSİAD

ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın Küçük Genel Kurul Konuşması..


Dostlar
,

ADD Küçük Kurultayı sürüyor..

Biz katılmadık..
(Tüzük gereği, Bilim Danışma Kurulu Üyesi olarak katılma hakkımız var..)

Umarız, kış ortasında, Örgüt emekçilerinin özverilerine değer, beklenen yararı sağlar.

Sn. Genel Başkan’ın Küçük Kurultay’ı açış konuşmasını paylaşmak istiyoruz.
(http://www.add.org.tr/index.php/dernegimiz/yonetim/genel-baskanimiz/1091-add-genel-baskan-say-n-tansel-coelasan-n-kuecuek-genel-kurulunda-yapt-g-konusman-n-metnidir)

Yararlı ve bilgilendirici bir konuşma..
Ancak tek boyutlu.. Yalnızca dersaneler  – eğitim sorununa odaklanmış..
Oysa Türkiyemizin sorunları geniş bir yelpazeye dağılıyor..

Dava arkadaşlarımıza gönülden kolaylıklar diliyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
8.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim Danışma Kurulu Yazmanı
www.ahmetsaltik.net

==============================================

ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın
Küçük Genel Kurulda Yaptığı Konuşma Metni

07 Aralık 2013, Batıkent – ANKARA

portresi
Değerli konuklar; önceki Genel Başkanlarımız,
Değerli Bilim Danışma Kurulu Üyeleri,
Değerli Şube Başkanları ve katılımcılar

Hepinize hoşgeldiniz diyorum.

Her yıl Kasım ya da Aralık ayı içinde tüzük gereği Şube Başkanlarımızın ve siz değerli katılımcıların katkısı ile Küçük Kurultay düzenliyoruz. Bu toplantılarda bir yandan;
ülke sorunları üzerinde tartışıp, Atatürkçü Düşünce Derneğinin yeni yılda yol haritasını çiziyoruz, diğer yandan da, örgüt içi sorunlarımızı tartışıp çözüm üretiyoruz.

Amaç: Cumhuriyet’in temel niteliklerinin korunarak ileriye taşınmasında,
Atatürkçü Düşünce Derneği’nin görevini gereği gibi yapmasını sağlamak.

Hatırlarsınız, 2012 Haziran Genel Kurulunda sizlere söz verdik:
ADD, olarak Cumhuriyet yıkıcılarına karşı Kuvvay-ı Milliye’nin öncü gücü olarak, halkın genetiğinde var olduğuna inandığımız “Cumhuriyet bilinci” ile Cumhuriyete sahip çıkma refleksini harekete geçirip, O’nun korku duvarını yıkmasını,
bu gidişe DUR demesini, EL koymasını sağlayacaktık.

Sözümüzde durduk. Sizleri çok yorduk. Eylem yorgunu oldunuz ama başardık.

2013 Taksim direnişinin arkasında; bizim 19 Mayıs 2012’de Samsun’da başlattığımız,
bugüne kadar 10’u bulan, öncüsü olduğumuz kitlesel eylemler var.

Geçen yıl 29 Ekim’de Ulus’ta ilk gazı sizin Genel Başkanınız, ben yedim.
Sonra alışkanlık oldu.

Bugün; halk artık korku duvarını aşmış, Cumhuriyet yıkıcılarına DUR demiş,
sürece el koymuştur.

İstedikleri kadar biber gazı – toma – basınçlı su sipariş etsinler. Geriye dönüş yok.

AMA görevimiz bitmedi: İktidarıyla – muhalefetiyle siyasetin, halkın sesini iyi duyması,
doğru algılaması ve halkın iradesine aykırı politikalara yönelmemesi noktasında onları izleyeceğiz, gündemi takip edeceğiz ve Atatürkçü Düşünce İlkeleri doğrultusunda siyasete söylemlerimizle, gerekirse eylemlerimizle yine yol göstermeye devam edeceğiz.

Bu yıl 7-8 Aralık (bugün ve yarın) yapacağımız 2 ayrı gündemli toplantıda yine ülke ve örgüt sorunları üzerinde yoğunlaşacağız.

Bugünün gündemi: Türkiye’nin gündemi ve ADD.

Benim, izninizle çerçevesini çizmeye çalışacağım güncel konularda,
Bilim Danışma Kurulu üyelerimiz kendi görüşlerini sizlerle paylaşacak.

Cevaplanmasını istediğimiz soruların cevaplarını da birlikte,
tartışarak bulmaya çalışacağız.

Ortaya çıkacak sonuçların 2014 yılı seçim sürecinde örgütümüzün eylem ve söylemlerine ışık tutacağını umuyorum.

(1) Ben dershaneler üzerinden cemaatle – iktidar arasında yaşanan ve bugün
üstü örtülmeye çalışılan kavgayı, Cumhuriyetin tasfiye süreci ile ilgisi nedeniyle
önemli buluyorum ve tarihe not düşmek istiyorum.

Yaşanan, bir eğitim tartışması değildir.

2004 tarihli MGK toplantı tutanakları basına yansımamış, sonrasında tarafların birbirini suçlayan ifadeleri basında yer alamamış olsa idi, konu bir eğitim konusu olarak kapanabilirdi.

Ancak basında yer alan suçlamaların arkasında cemaatle – iktidar arasında
derin bir iktidar savaşı olduğu anlaşılıyor.

Bizi ilgilendiren yönü ise, taraflar birbirini suçlarken, Devlet içinde yapılanmış,
yasa dışı bir örgütlenmenin özellikle 2007 sonrasında çeşitli tertip ve operasyonlarla, Cumhuriyetin tasfiyesine yönelik olarak çalıştığı da ortaya çıkıyor.

Aslında herkesin bildiği, resmen kabul edilmeyen (F) tipi örgütün yasadışı varlığı
kendi ifadeleri ile kanıtlanıyor.

Önümüzde büyük bir suç (Cumhuriyet yıkıcılığı) ve suç ortaklığı var.

Biz bu kavganın tarafı değiliz.

Ama (bana ne) diyemeyiz.

Türkiye’nin siyasi gündemini gerici odaklar arasındaki rekabetin belirlemesine
göz yumamayız.

Buradan Cumhuriyet Savcılarını göreve çağırıyorum; yöneticileri ve sözcüleri tarafından varlığı itiraf edilen, Başbakan tarafından da varlığı teyit edilen bu yaşa dışı örgüt hakkında ne yapıyorsunuz?

(2) Buradan (Eğitime) geçiyorum.

Cemaatin dershaneler içinde payı %20 imiş. 700 dershane Cemaatin, olmayan hukuki varlığının elinde.

Emperyalizmin çıkarlarına hizmet eden ve bu hali ile laik ve milli (ulusal) olmaktan çıkmış
eğitim sistemini yeniden laik ve milli yapmanın yolu nedir?

Sinan Meydan son kitabında:

  • “Cumhuriyet, 1945’ten bugüne kadar zaman zaman artan ya da azalan
    ama kesintisiz devam eden bir biçimde Atatürkçü yani Tam Bağımsızlıkçı
    ve laik çizgiden, tam bağımlı ve dinci bir çizgiye sürüklenmiştir.”
    diyor.

Katılıyorum. Gerçekten, 2. Dünya Savaşı sonrasında, siyasetin ABD’nin çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirdiği karşı-devrim sürecinde; 1949 yılında ABD – Türkiye arasında imzalanan Eğitim Antlaşması çerçevesinde TÜRK TARİHİ
yeniden yazılmıştır ve bu tarihten sonra, bugüne kadar da okullarımızda okutulan TARİH, genelde Türkiye’nin ulusal (milli) çıkarlarına değil, Emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmiştir.

1990 başlarında ise ABD, BOP kapsamında yeni nesiller yetiştirmek üzere AB ise üyelik sürecinde; demokrasi – insan hakları – azınlık hakları gibi gerekçelerle
bizden Tarihimizle yüzleşmemizi, tarih kitaplarını yeniden yapmamızı istemişler,
bu istekleri de yerine getirilmiştir.

Kurulan kimi üniversite (Bilgi, Sabancı), vakıf ve enstitüler eliyle çıkarılan Alternatif tarih kitapları, dergi ve proje çalışmalarıyla, “demokrasi” adına, Samuel Huntington’un (Atatürk’ün mirasından kurtulun!) temel ilkesine uygun olarak Cumhuriyet yıkıcılığına soyunulmuştur.

Yalnızca bir örnek vereyim : Halil Berktay, 84.000 AVRO karşılığında ABD’ye yaptığı “İzmir’in yakılmasının yarattığı sosyal travmalar” projesiyle İzmir’i Yunanların değil,
bizim yaktığımızı ve Rumlara etnik temizlik yaptığımızı kanıtlamaya çalışmaktadır.

Hüseyin Aygün’ün akıl hocası da anlaşılan Halil Berktay’dır.

Örnekleri çoğaltmak kolay. Kısa geçiyorum.

Son 10 yılda ise bu konuda çok önemli adımlar atılmıştır: AB tarafından yayınlanması istenen kitaplar yayınlanmış, tüm eğitim sistemi yeniden biçimlendirilmiştir.

SOROS bu sürece Açık Toplum Enstitüsü aracılığı ile katkı vermiştir.
Öğrencileri, gençleri, tarih öğretmenlerini hedef alan, amacı, Türkiye’de Avrupa Kimliğini güçlendirmek olan projeler üretilmiştir. “İnsan Hakları” vurgusuyla yapılan çalışmalarda Ulusal Kimlik, Türk Kimliği eleştirilmektedir.

Yine bu dönemde TUSİAD tarafından hazırlatılan TARİH kitaplarından Türk – Türklük –
Ulusal Kurtuluş Savaşı – Ulus Devlet kavramları çıkartılmış, Atatürk ağır şekilde eleştirilmiştir.

Bugün İlköğretim 8. Sınıf Devrim tarihi kitabında 10. Yıl Nutku yok.

Yine TUSİAD ve Tarih Vakfı tarafından AB destekli Alternatif tarih kitapları hazırlatılmıştır. Talim Terbiye Kurulu ve Tarih Vakfı birlikte ders kitapları müfredatını köklü bir şekilde yenileme çalışmalarını sürdürmekteler. Çalışmanın temel özelliği, Atatürk – ulus devlet – milli kimlik karşıtlığıdır.

Açıkça söylenebilir. Türkiye’de ABD ve AB istekleri doğrultusunda yeni bir TARİH yazma görevinin hazırlıkları TUSİAD ve TARİH VAKFINCA YÜRÜTÜLÜYOR.

TARİH VAKFININ 2005 yılında hazırlattığı (20 yy. Dünya ve Türkiye) kitabında;

– Ulus devletin modası geçmiştir.
– Ulus kimliğine kör bağnazlıkla sarılmaktan vazgeçilmelidir.
– Kurtuluş Savaşı önemli bir savaş değildir.

vurgusu yapılmakta, 333 sayfalık kitapta Kurtuluş Savaşı yalnızca 2 sayfa tutulmaktadır.
Tüm ideolojilere yer verildiği halde, Atatürkçülük (Kemalizm) kavramları
yalnızca okuma parçalarında belge olarak adı geçen 3 askeri bildiride vardır:

12 Mart – 12 Eylül – 28 Şubat
Askeri Bildirileri. (darbe ideolojisi olarak)

Devam ediyorum..

Tek parti dönemi Faşizmle özdeşleştirilmiştir.
1923 devrimi küçültülürken / 1946 sonrası yüceltilmektedir.
Kitapta Köy Enstitüleri yoktur.
İrtica tehlikesi yer almamaktadır.

Sonuç                    :

Bugün MEB ders kitapları ve çeşitli fonlarla beslenen vakıf ve kurumlarca hazırlattırılan alternatif Tarih kitapları ile Cumhuriyet tarihi altüst edilmiş, vatanseverler hain, hainler kahraman yapılmıştır.

Resmi tarihle yüzleşme adı altında, kamuoyu, ABD-AB istekleri doğrultusunda yazılacak
YENİ BİR TARİHE alıştırılmaktadır :

– Atatürksüz,
– TÜRK kimliğini dışlayan,
– ulus devleti yıkan,
– bölmeyi kolaylaştıran,
şeriat devletine giden yolu açan bir TARİH anlayışı.

Sonuç : Laik ve milli olmaktan çıkmış, Cumhuriyet yıkıcılığına hizmet eden bir
eğitim sistemini yeniden milli ve laik yapmanın yolu ne olabilir?

Kanımca: Milli ve laik eğitim, ancak

emperyalizmin boyunduruğundan çıkmakla,
BATI ile hesaplaşmakla mümkün.

Teşekkür ediyorum. 07.12.13

Tansel ÇÖLAŞAN
Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı

AKP Rejiminde ‘Koç’ Gibi Büyüme…

Dostlar,
Cumhuriyet‘ten Sevgili Mustafa Sönmez‘in yazısı aşağıda..
Kendisine teşekkür ediyoruz….Sevgili Lise arkadaşım (Van Atatürk Lisesi) Mustafa Sönmez;Dilerim atladığın önemli veriler yoktur..

Başbakan RT Erdoğan’ın aşağıdaki sözü beni ciddi ciddi düşündürüyor
hatta ürkütüyor..

  • “..İsteseler de istemeseler de Türkiye’de artık sermaye ciddi manada
    el değiştirmeye başladı…”

Ne dersin ??

Sevgi ve saygı ile.
11.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

Mustafa Sönmez

AKP Rejiminde ‘Koç’ Gibi Büyüme…

Hatırlar mısınız; 11 Eylül 2010’da, anayasa referandumu öncesi RTE,
atv’de konuşuyordu;

  • “İstanbul sermayesi her nedense para kazanma konusunda bizimle anlaşıyorlar ama siyasi olarak anlaşamıyorlar. Siyaseten sizi destekleyemeyiz diyorlar… İstanbul sermayesi Anadolu sermayesini aralarına istemiyor…
    İsteseler de istemeseler de Türkiye’de artık sermaye ciddi manada
    el değiştirmeye başladı
    …”

Bazı yorumlarda, analizlerde, araştırma zahmetine katlanmadan, RTE’nin bu sözlerinin fazla ciddiye alındığını görüyorum. “İstanbul-Anadolu sermayesi” türü temelsiz“ karşıtlıklar’ üstüne ne teoriler üretiliyor, inanamazsınız…
Devamında da müthiş (!) politik tahliller ve önermeler…

***

AKP rejiminin, 10 yıllık icraatı boyunca, kendi organik burjuvazisini oluşturma gayretleri tabii ki oldu. Zaten, AKP’nin, ‘Milli Görüş’ten safına kattıkları arasında MÜSİAD’da örgütlü bir sermaye fraksiyonu vardı. Buna koalisyon ortağı Fethullah cemaatinin TUSKON’da örgütlü sermayedarları da eklendi. Bunların ortak özellikleri “Anadolu”lu olmaları değildi. Hem İstanbul hem Anadolu’da faaliyet gösteren,
hem sanayici-ihracatçı, hem tüccar, müteahhit şapkalarına sahip bu kesimin asıl özelliği, politik İslami hareketin arkasına sıralanmış olmalarıydı. Bu sermaye fraksiyonu, RTE’nin İstanbul sermayesi diye nitelediği TÜSİAD çatısı altındaki
büyük sermaye ile bağsız-bağlantısız, izole değil elbette. Çoğuyla taşeronluk, bayilik, temsilcilik ilişkisi var. Finans kapitalden kredi kullanıyor, onların işbölümünden
rol alıyor ve oynuyorlar.

Elbette ki AKP’nin ve İslami burjuvazisinin daha da büyümek ve geleneksel büyük sermayeden bağımsızlaşmak isteği var ve rejimin sunduğu fırsatları, nimetleri sonuna kadar kullanarak bunu gerçekleştirmeye çalışıyorlar. TOKİ inşaatlarından, belediye, diğer kamu yatırımlarından, muhtelif enerji, sağlık, tedarik rantlarından alabildikleri kadar aslan payını kapıp rejimin asli unsurları olmaya gayret ediyorlar. Ama, ya RTE’nin İstanbul sermayesi diye nitelendirdikleri? Onlar, rejimin uygulamalarından zarar mı gördüler, gerilediler mi? Gerçekten şirketlerini, pazarlarını İslamcılara mı kaptırdılar? Bunu iddia edenlerin, önce dönüp bu geleneksel egemenlerin bilançolarına göz attıktan sonra ahkâm kesmeleri gerekir.

***

Örnek olarak size Koç Grubu’nu analiz edeyim. Bilinir ki, Koç Grubu Türkiye kapitalizminin omurgasıdır. Her alanda ilki gerçekleştirenidir. Halihazırda 81 bin kişiye işverenlik yapmaktadır. Siz bakmayın RTE’nin üflemelerine, AKP döneminde
en hızlı büyüyen ve birikim rekoru kıran da yine TÜSİAD’ın kurucusu,
İstanbul sermayesinin duayeni Koç Grubu’dur. Sayılar ortada zaten…

Kaynak:Koç Grubu veritabanı. (*)Tüpraş’ın gruba katılması; (**)Tahmin

Koç Grubu’nun AKP rejiminde konsolide satışlarının %372 artarak 11 milyar dolardan 52 milyar dolara tırmandığını, işletme kârının da aynı sürede % 470 artışla 600 milyon dolardan 3.4 milyar dolara çıktığını görüyoruz. Grup, bu iklimde önemli bir bünye değişikliğine giderek 4 alanda yoğunlaştı. Bu alanlar ve cirodaki payları şöyle;

Tüpraş-enerji (% 63), otomotiv (% 14), beyaz eşya (% 11), finans (% 8).

Koç için Tüpraş’ın özelleştirmeden alınması miladi bir hamledir.
Tüpraş’ın ihalesine RTE’nin başburjuvası Çalık, Hindistanlı bir şirketle girmişti ama ihaleye Shell ile giren Koç’u geçemediler.

Koç, Karamehmet Grubu’na ait Yapı Kredi’yi ele geçirerek Koçbank ile birleştirdi.
AKP rejiminde gerçekleşen dış kaynak girişine bağlı, ithalata ve iç pazara dayalı
birikim sürecinden Koç Grubu aslan payını aldı.

***

Koç’un durumu böyle.

Diğerleri; Sabancı, Eczacıbaşı, Boyner, Dinçkök, Yaşar, Doğuş, Tekfen, AEH, Borusan gibi geleneksel büyük holdingler için de durum farklı mı? Hayır değil.
AKP döneminde hepsi büyüdüler. Dışarıdan akan kaynağı kullanmada, değerlendirmede ne engelle karşılaştılar ki? Bu anlamda rejime minnettarlar ve bunu çeşitli vesilelerle ifade ediyorlar da.

RTE’nin, sermayenin el değiştirmesi ile ilgili iddiası, orta-küçük firmalar dünyasında
oldu mu? Bakın bunu, araştırmak gerekir.

Peki, AKP rejiminin din esaslı toplum inşası, temel insan haklarını, özgürlükleri budaması, Cumhuriyet değerlerini öğütme saldırısı konularında “Büyük İstanbul burjuvazisinin” hassasiyetleri? Bu konuda sınıfta çaktıkları % 100!.. RTE’nin hot zotuna hiçbiri direnemedi, direnmek de istemedi. Araziye uymayı tercih etti.

Bizim burjuvazi için konu kâr ve sermaye birikimi olunca zaten, gerisi teferruattır…

12 Eylül rejiminde böyleydiler, AKP rejiminde de böyleler…
(Cumhuriyet, 10.12.12)