Etiket arşivi: Patriot füzeleri

Türkiye’nin, İdlib cehenneminden çıkmasının yolu!..

Türkiye’nin, İdlib cehenneminden çıkmasının yolu!..

Uğur DÜNDAR
SÖZCÜ, 26.02.2020 https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/ugur-dundar/turkiyenin-idlib-cehenneminden-cikmasinin-yolu-5646053/

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ‘dan çarpıcı açıklamalar… Elekdağ, “

  • Türkiye, kitlesel sığınmacı göçüne set çekmek ve sınır güvenliği sağlamak amacıyla İdlib-Türkiye sınırları boyunca Suriye topraklarında 10 km derinliğinde bir tampon bölge oluşturmalı.” dedi.

Değerli okurlarım,

Son iki hafta boyunca İdlib’deki olaylar baş döndürücü ve endişe verici bir şekilde gelişti. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, Suriye ordusunun saldırılarıyla 13 askerimizin şehit olmasının ardından, 12 Şubat’ta partisinin Meclis grubunda yaptığı konuşmayla Rusya’yı, İdlib’de izlediği politika nedeniyle oldukça sert ifadelerle suçladı. Esad ordusu, şubat sonuna kadar Türk gözlem noktalarının gerisine çekilmediği takdirde, bunun TSK’nın fiili müdahalesiyle gerçekleştirileceğini açıkladı. “Suriye kuvvetleri nerede karşımıza çıkarsa orada vuracağız”, “Onları Soçi Mutabakatı sınırlarına kadar kovalayacağız.” dedi. Bu arada soruna çözüm bulmak amacıyla Moskova’da, Türk ve Rus heyetleri arasında yapılan müzakereler bir sonuç vermedi. Esad’ın Ankara’nın uyarılarını dikkate almayarak Rus uçaklarının desteğiyle sürdürdüğü harekatta iki şehit daha verdik. 21 Şubat akşamı gerçekleşen Erdoğan-Putin telefon görüşmesi sonrasında da rahatlatıcı bir gelişme olmadı. Halen Ankara- Moskova hattındaki riskli gerilim ciddiyetini koruyor…

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile bugünkü söyleşimizde, İdlib’deki tehlikeli durumu tüm boyutlarıyla ele alacağız.
★★★
UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Elekdağ, sorunun Soçi Mutabakatı’nın uygulanmasından çıktığını biliyoruz. Ancak bu konuya girmeden önce, harekat sahasındaki durumu okurlarımızla paylaşalım.

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ültimatomuna ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) İdlib’de yaptığı yoğun yığınağa rağmen, Suriye ordusu ilerlemesini sürdürdü.

  • Esad, “Halep ve İdlib’in kurtuluş mücadelesi kuzeyden gelen içi boş açıklamalara rağmen devam edecektirKontrolümüz dışındaki tüm Suriye toprakları geri alınacaktır.diyerek Erdoğan’a meydan okudu.

    Bu ortamda 20 Şubat’ta El Nusra bağlantılı Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) militanları ve Türkiye’nin denetimindeki Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) birlikleri, TSK‘nın topçu ateşinden de yararlanarak Kriminas-Neyrap bölgesinde başarılı bir taarruzla Esad kuvvetlerini gerileterek Neyrap köyüne girdiler. Ancak, Rus uçaklarının müdahalesi üzerine muhalefet kuvvetleri yeni mevzilerinde tutunamadı ve geri çekildi. Rus uçaklarının ateşiyle 2 askerimiz şehit oldu, 5 askerimiz de yaralandı.

RUS UÇAKLARININ SALDIRISI TÜRKİYE’YE BİR MESAJDIR

(U.D.): Moskova bu şekilde Ankara’ya bir mesaj mı verdi?

(Ş.E.): Bundan kuşkunuz olmasın!.. Moskova’nın verdiği mesaj şudur:

  • Eğer, şubat ayı sonunda TSK, Türk Hükümeti’nin çılgınca talimatı uyarınca, Esad ordusunu Türk gözlem noktalarının gerisine sürmek için bir harekata girişirse, karşısında Rus Hava Kuvvetleri tarafından desteklenen bir Suriye ordusunu bulacaktır… Yani işler bir Türkiye- Rusya askeri çatışması boyutuna taşınmıştır.
  • Böylece, Şam yönetimine verilen ültimatom çöp sepetine atılmış oluyor.

Erdoğan’ın Putin’le iyi ilişkilerine güvenerek, TSK’nın Esad’ın ordusunun hakkından gelmesine Rusya’nın seyirci kalmasını sağlayabileceği yolunda beslediği safiyane umutlar boşa çıkmıştır. Düşününüz bir kere… Rusya asırlar boyunca gerçekleştirmek istediği sıcak denizlere çıkmayı öngören stratejik hedefini Suriye’de bir deniz ve hava üssü kurarak gerçekleştirmiştir. Bu bakımdan, Rusya’nın, kendisine paha biçilmez değerde askeri ve siyasi “leverage” (kaldıraç gücü) sağlayan bu olanağı sunan Suriye’yi ve ordusunu Türkiye’nin insafına terk edeceğini umut etmek akla ve gerçeğe aykırıdır. Keza, Rusya’nın Suriye hava sahasını Türkiye’ye açabileceğini düşünmek de çok yanlıştır…

(U.D.): Türkiye, Suriye topraklarına yoğun bir askeri yığınak yaptı. Basından öğrendiğimize göre yığınak, tanklar da dahil 2 bin zırhlı araç ve 10 bin kişiden oluşuyor… Bu koşullarda bu güç hangi amaçla kullanılacak?

HAVA DESTEĞİ OLMAYAN ASKERİ YIĞINAK RİSKTİR

(Ş.E.): Verili koşullarda, hava desteği olmayan bu gücü Suriye ordusuna karşı kullanmak, ancak Rusya ile savaşa yol açacak aşırı riskli bir süreci göze almakla mümkün olabilir. Bu nedenle caydırıcılığından da çok şey yitirden bu gücün askeri bir işlevi kaldığı iddia edilebilir mi? Esasen daha başlangıçta hava desteğinden yoksun olan bu kuvveti muhtemel savaş alanının merkezine konuşlandırmak, büyük basiretsizlik ve hata örneği değil mi? Kuvveti konuşlandırdıktan sonra da hava savunma ihtiyacının karşılanması için Türk kamuoyu gözünde şeytanlaştırılan ABD’den Patriot füzeleri talep edilmesi de traji-komik bir olay.

  • Stratejik akıldan bir nebze nasibini almayan liderler tarafından yönetiliyoruz.

(U.D.): Bir savaş durumunda ABD ve NATO Türkiye’ye fiilen yardım etmez mi?

(Ş.E.): ABD Dışişleri Bakanı Pompeo önce “Türkiye’nin yanındayız diyerek umut verdi. Fakat sonra Başkan’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı O’Brien, ABD’nin desteğinin fiili değil, siyasal olacağını vurguladı. NATO’ya gelince, İttifak Şartı’nın 5. maddesine göre, NATO ancak bir üye devlet topraklarının bir başka devletin saldırısına uğraması durumunda fiili yardımda bulunabiliyor. Türkiye’nin durumu, 5. madde kapsamında değil.

(U.D.): Ankara ile Moskova birbirlerini 17 Eylül 2018’de Soçi’de imzaladıkları İdlib Mutabakatı’na uymamakla suçluyorlar. Tarafların görüşlerini izah eder misiniz?

RUSYA TÜRKİYE’Yİ İKİ SEBEPTEN SUÇLUYOR

(Ş.E.): Rusya Türkiye’yi, şu iki temel yükümlülüğünü yerine getirmemiş olmakla suçluyor:

  1. Birincisi, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler (BM) tarafından terörist olarak tanımlanan silahlı radikal cihatçı gruplarla ılımlı silahlı grupları ayrıştırmasını, bu işlemden sonra da radikal cihatçı unsurları önce silahsızlandırılıp marjinalleştirmesini, sonra da etkisizleştirilmesini…
  2. İkincisi ise Halep-Lazkiye bağlantısını sağlayan M-4 ile Halep-Şam bağlantısını sağlayan M-5 karayollarının ve güzergahlarının teröristlerden temizlenmesini öngörüyor.

    Moskova Ankara’yı, geçen 1.5 yıl içinde, yükümlülüklerini yerine getirmek için hiçbir şey yapmamakla ve ateşkesi cihatçı teröristleri korumak için kullanmakla itham ediyor.

    Bu durumda cihatçı teröristlerin işini bitirme görevinin Suriye ordusu tarafından üstlenildiğini ve Ankara’nın buna itiraz etmeye hakkı olmadığını vurguluyor. Moskova, aynı zamanda Türk gözlem noktalarına da artık gerek kalmadığını, bu nedenle bunların kaldırılmasını talep ediyor. Bilindiği üzere 12 Türk gözlem noktasının üzerinde konuşlandığı ateşkes hattı, muhaliflerle BM tarafından terörist olarak tanımlanmış grupların yaşadıkları yerleri, Şam Hükümeti denetimindeki alanlardan ayırmak için tesis edilmişti.

(U.D.): Ankara da bu suçlamalara kendi teziyle karşılık veriyor.

ANKARA, SURİYE ORDUSUNUN ATEŞKES HATTINDAN ÇEKİLMESİNİ İSTİYOR

(Ş.E.): Ankara itirazını Soçi Mutabakatı’nın 2. maddesindeki,“Rusya, İdlib’de askeri operasyonlar ve saldırılardan kaçınılması için gerekli önlemleri alacak ve mevcut statüko korunacaktır” hükmüne dayandırıyor ve Moskova’yı Ankara’nın onayını almadan Suriye ordusunun operasyonlarını desteklemek ve bu yolla ateşkes hattının ve statükonun ihlaline yol açmış olmakla suçluyor. Bu nedenle Ankara, statükoya uyulmasını ve Suriye ordusunun Türk gözlem noktalarının oluşturduğu ateşkes hattının ardındaki eski mevzilerine çekilmeleri istiyor. Bu amaçla da Türk gözlem noktalarının yerlerinde kalacaklarını ısrarla belirtiyor. Tabii bu ısrar Ankara’nın İdlib’e yönelik ajandasından kaynaklanıyor.

(U.D.): Nedir bu ajanda?

GÜVENLİ BÖLGE TÜRKİYE’YE TEHDİTLER OLUŞTURUR

(Ş.E.): Ajandanın ne olduğunu Cumhurbaşkanı’nın 21 Şubat’ta cuma namazından çıkışta yaptığı şu açıklamadan öğrendik:

“İdlib’den bir milyona yakın insan Türkiye’ye doğru göç etti. Biz bunlara nerelerde iskan imkanı sağlayacağız? Sınırımızdan Suriye’nin içine doğru 30-35 km gibi bir koridora güvenli bölge ilan edelim dedik. Bu güvenli bölgede briket barakalar yapalım dedik…”

Bu ifadelerden, Ankara’nın İdlib’de kendi denetiminde özel statüsü olacak bir güvenlik alanı elde etmenin peşinde olduğu anlaşılıyor. Türkiye’nin ve Afrin’in sınırlarına bitişik bu alan, 30-35 km derinlikte olacak ve bu alana sığınmacılar yerleştirilecek.

Son derece tehlikeli olan bu proje Türkiye’nin yanı başında Peşaver gibi felaket bir yapının kurulmasına yol açar. Çünkü Suriye’deki El Kaide uzantısı tüm radikal cihatçıları aileleriyle birlikte mıknatıs gibi kendine çeker. Buradaki teröristler, onları dışarıdan finanse eden devletler tarafından Türkiye’ye karşı kullanılır.

Ankara’nın halen verdiği mücadelenin, Soçi Mutabakatı‘nın revizyonuyla saptanacak yeni ateşkes hattının, bu “sözde güvenli bölgenin” sınırlarının azami genişlikte olmasını sağlama hedefini güttüğü anlaşılıyor.

  • TBMM’nin mutlaka toplanarak Mehmetçik’in bu maksat uğruna ateşe sürülmesinin doğru olup olmadığı hususunda karar vermesi gerekiyor.

Ankara’nın gözlem noktaları konusundaki ısrarının da bu konuyu yeni ateşkes hattının çiziminde pazarlık unsuru olarak kullanmak istemesinden ileri geldiği anlaşılıyor.

(U.D.): Peki bu güvenli bölgenin Peşaver gibi olma tehlikesini önlemenin bir yolu yok mu?

(Ş.E.): Tabii ki var!.. Türkiye salt kitlesel sığınmacı göçüne set çekmek ve etkin bir sınır güvenliği sağlamak amacıyla İdlib-Türkiye sınırları boyunca Suriye topraklarında 10 km derinliğinde bir tampon bölge oluşturmalı ve İdlib’deki 12 gözetleme noktasını tampon bölgenin Suriye sınırları boyunca bariyerlerle birlikte konuşlandırmalıdır.

  • Bu şekilde İdlib cehenneminden kaçan Suriyeli göçmenler ile cihatçıların Türkiye’ye sızması önlenebilir.
  • Esasında İdlib’deki El-Kaide uzantısı radikal cihatçı unsurlar Türkiye için de ciddi bir tehdit oluşturuyor.

Bu nedenle, Suriye ordusunun bu unsurlara bitirici darbeyi vurması Türkiye’nin lehinedir. Ankara’nın buna karşı çıkması, altını çizerek söylüyorum, büyük saçmalıktır, makul ve rasyonel değildir.

(U.D.): Esasında Cumhurbaşkanı da “Suriye’yi terör örgütlerinden ve rejimden temizlemeden bize huzurla uyumak haramdır.” diyerek aynı şeyi söylemiyor mu?

SURİYE’DE REJİMİ YIKMA HEDEFİ YANLIŞTIR, HATADIR

(Ş.E.): Cümlenin yarısı doğru, yarısı da yanlış…

  • Suriye’de rejimi yıkma hedefi sakattır, hatalıdır!..  

Suriye’de Baas rejimi, bürokratik, askeri ve yaygın istihbarat ağına dayanan yönetici yapısıyla iktidarı desteklemekte ve ülkeyi bir arada tutmaktadır. Karşısında da ülkeyi yönetebilecek kapasitede, direniş gücü kuvvetli ve uluslararası toplum tarafından desteklenen bir muhalefet yoktur. Türkiye’nin korumasında bulunan ÖSO ise tam bir dayanışma içinde bulunmayan, tümü düzenli ve disiplinli gruplardan oluşmayan, gevşek bir yapıya sahiptir. Esasen bu zafiyeti nedeniyle de muhalefet giderek cihatçı-Selefi eksene kaymıştır.

  • Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anlayamadığı husus, Irak’ta rejimi temsil eden Baas Partisi’nin yasaklanmasının ve Irak ordusunun lağvının ülkede iç savaşa yol açtığı ve ülkeye terörü ve kaosu getirdiğidir.

IŞİD’in Ortadoğu’nun ve dünyanın başına bela olmasının zeminini bu kararlar hazırlamıştır. O kadar ki Irak’ın işgalinden bugüne dek 17 yıl geçmesine rağmen ülke hâlâ istikrar ve barışa kavuşamamıştır.

  • Bu nedenle Suriye’de rejimin yok edilmesini öngören bir hareket, aynen Irak’ta olduğu gibi sonu gelmez bir kaosa, iç savaşa ve ülkenin geri kalan varlıklarının da mahvolmasına neden olacaktır.

Bunları belirtmemin nedeni, özellikle Rusya ile yaşadığımız hali hazır krizin, Ankara’nın Şam ile doğrudan ilişki kurulmasına daha sıcak bakmasına zemin hazırlayabileceğini düşünmemden ileri geliyor. Aracısız, doğrudan temas ve işbirliği ortamında birçok çetrefil sorunun çok daha kolay çözümü mümkün olacaktır. Böyle bir gelişme durumunda da muhatabımızın Baas yönetimi olacağına hazır bulunmalıyız…

Kilis’e yönelik terör saldırına ilişkin düşünceler

Kilis’e yönelik terör saldırına ilişkin düşünceler

portresi_kursude_bayrakla

 

Onur Öymen

 

 

(AS: Bizim katkılarımızı yazının altındadır…)

Kilis’e sınırın Suriye tarafındaki terörist gruplar tarafından geçtiğimiz Ocak ayından beri yapılan füze saldırıları sonucunda şimdiye dek 21 vatandaşımız yaşamını yitirdi, çok sayıda vatandaşımız yaralandı.

Türkiye’nin bu saldırılara karşı IŞİD hedeflerine yönelik obüs saldırıları sonucunda birçok teröristin yaşamını yitirdiği açıklansa da, saldırıları durdurmak henüz olanaklı olamadı.

Suriye topraklarından teröristleri bertaraf etmek herkesten önce Suriye Hükümetinin görevidir.

Birleşmiş Milletler Yasası‘nın VII. bölümüne dayalı olarak Güvenlik Konseyi’nin 28 Eylül 2001’de aldığı 1373 sayılı karar ile aynı doğrultudaki öbür kararları ilgili bütün ülkeleri topraklarındaki terör örgütlerine karşı gerekli önlemleri almakla yükümlü kılıyor.

Suriye bu görevi tek başına yerine getiremiyorsa başka ülkelerin desteğiyle teröristleri topraklarından uzaklaştırmak zorundadır. Aynı şey Irak için de geçerlidir.

  • Türkiye, Birleşmiş Milletler Yasası’nın 51. maddesine göre topraklarını yurt dışından gelebilecek bütün saldırılara karşı koruma hakkına sahiptir.

Ayrıca NATO Antlaşması‘nın ortak savunmayı gerçekleştirmek amacıyla kaleme alınan 5. maddesi bir müttefik ülkeye yapılan saldırının bütün müttefiklere karşı yapılmış sayılacağını ve her müttefik ülkenin elindeki olanaklarla bu saldırıyı defetmeye yardımcı olacağını yazmaktadır.

Amerika, Almanya ve Hollanda sınır boyunca Türkiye’ye konuşlandırdıkları Patriot füzelerini Aralık 2015’ten başlayarak geri çekmişler ve yerine, yeni koşulların gerektirdiği başka savunma sistemlerini yerleştirmemişlerdir. Yalızca Adana dolayında İspanya’nın konuşlandırdığı Patriot füzelerinin görev süresi bir yıl uzatılmıştır.

Bir Rus uçağının düşürülmesinden sonra Rusya Devlet Başkanı Putin, 17 Aralık’ta (2015) verdiği demeçte Türk uçaklarının Suriye hava sahasına giremeyeceğini söylemiştir. Basında yer alan değerlendirmeler, Rusya’nın Türk uçaklarının Suriye’den kaynaklanan terörist saldırılara karşı bile kullanılmasını engelleyebileceği yolundadır.

Rusya’nın böyle bir yaklaşımı benimsemesi, Birleşmiş Milletler Yasası’nın 51. maddesine açıkça aykırıdır ve Türkiye’nin bu konuyu ivedilikle Rusya’yla ikili düzeyde görüşmesi ve gerekiyorsa konuyu BM Güvenlik Konseyi‘ne getirmesi gerekmektedir.

Aynı biçimde Türkiye’nin konuyu Antlaşma’nın 4. maddesine göre NATO Konseyi’ne getirmesi ve İttifakın Rusya’nın engellemesine karşı ortak bir tavır almasını istemesi yerine olacaktır.

Bütün hükümetlerin öncelikli görevi, ülke topraklarının her köşesinin saldırılara karşı korunmasını sağlamaktır. NATO da bir müttefikinin komşu bir ülkeden gelen terörist saldırılara uğramasına karşı kayıtsız kalamaz ve bu durumu içi boş sözlerle geçiştiremez.

Gerek yurt içinden gerekse komşu ülkelerden gelen terörist saldırıların durdurulması için bütün siyasal partilerin ve basının birlik içinde hareket etmeleri ve bu milli sorunu iç politika malzemesi yapmamaları önem taşımaktadır.

Terör örgütlerinin ve onların içerideki ve dışarıdaki destekleyicilerinin Türk milletinin silahlı dayatmayla dize getirilemeyeceğini anlamaları için yakın tarihimize bakmaları yeterlidir.

Saygılar, sevgiler.
09 Mayıs 2016.

==============================================

Evet Dostlar,

Deneyimli ve birikimli diplomat, Dışişleri eski Müsteşarı Sn. Öymen‘in değerlendirmeleri son derece nesnel. Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası hukukun somut ve açık normlarına dayanmakta: BM Ana Sözleşmesi (Sn. Öymen BM Yasası diyor) ve NATO Kurucu Andlaşması. Oysa NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, genelgeçer sözler ediyor ve NATO’ya düşen sorumluluğun gereği olarak hangi somut girişimlerin yapıldığını (artık yapılacağını değil herhalde!) belirtmiyor.. Dışişleri Bakanı Mevlüt bey (Çavuşoğlu) yurt dışında ama NATO Gn. Sekreteri ile yüz yüze değil telefon ile görüşme yapıyor nedense?

  • Kilis valisi, hiç sıkılmadan halka abdestsiz gezmeyin ve binaların kuzey tarafında oturun..”
    diyerek ölçüsüz bir aczi dile getiriyor ve tarihe geçiyor! AKP iktidarı görevden al(a)mıyor!?

Güdümlü kamuoyu yoklamaları AKP’yi hala % 52-53’lerde gösteriyor!?. Yetmedi, Başkanlık için halkın desteğinin de %58’lerde olduğu bile servis ediliyor.. Beyaz propaganda yöntemleri bunlar. Eğer öyleyse hiç durmasınlar; olağanüstü kongreye gidilmesin diye AKP’ye yalvar – yakar olan Devlet Bahçeli’nin eriyen MHP’si ile gecikmeden işbirliği yapıp 316 + 40 (MHP fire verebilir) ile 330’u kolayca (?) aşıp Anayasayı değiştirsin ve halkoylamasına sunsunlar!

Sıkıyor değil mi!

AKP- RTE saltanatında çöküş başlamıştır.. Bunca başarısızlığı, yolsuzluğu, yıkımı gören çooook sayıda AKP’li vekil – yönetici – seçmen nereye dek bu yangına ortak olacaklardır? Umutları ve dayançları hızla tükenmektedir. Salt “oyun bozan olmamak” ya da “ihanetle suçlanmamak” adına çok sayıda AKP’linin vicdanlarına gem vurması nereye ve ne zamana dek beklenebilir??

AKP-RTE açıkça Anayasa’yı çiğnemektedirler. Bunu bilerek ve isteyerek, tasarlayarak ve yineleyerek yapmaktadırlar. Bu girişim apaçık anayasayı çiğneme suçudur.

  • Türkiye’de Anayasal rejim fiili bir darbe ile AKP-RTE tarafından askıya alınmıştır.
    Bu tablo açıkça parti kapatma nedenidir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı neyi beklemektedir? Suça ortak olduğunun altını çizelim!

Durum hazin ötesidir.. Ülkesinde yurttaşlarının can güvenliğini sağlamak gibi en temel yükümünün gereğini bile yerine getirmeyen / getiremeyen bir siyasal iktidar, tüm dayanaklarını – meşruluğunu yitirmiş sayılmalıdır.. Hele hele “Anayasyı tanımıyoruz..” diye haykırmaktan bile geri durmuyorlarsa! RTE’nin seçimle gelen Cumhurbaşkanı olması, anayasal rejimi tanımayarak fiilen başkalaştırması (yozlaştırması) yetkisi vermez O’na! Hukukun en genel kurallarından biri, yürürlükteki hukuk kurallarına değiştirilinceye dek bağlı ve saygılı kalmaktır. Ötesi suç ve anarşidir.

Ülke pek çok bakımdan yangın yerine dönmüşken, RTE’nin takıntı durumuna getirdiği Başkanlık = Halife Sultanlık rejimini, AKP’yi de peşine takarak sürüklemesi son derece tehlikeli bir siyasal serüvendir. Ülkemiz – Ulusumuz çok ağır bedeller ödemektedir. Kilis’te kıçı kırık IŞİD tarafından atılan Rus yapımı Katyuşa roketleriyle öldürülen 21 insanın hesabı RTE-AKP’nin boynundadır! Siyasal sorumluluk, hukuksal açıdan en ağır sorumluluk türlerindendir ve er ya da geç sorumlu siyasiler halka hesap verirler, Türkiye’de de vereceklerdir. AKP – RTE’yi zihinsel olarak kuşatan da bu korkudur. Dini acımasız ve ölçüsüz biçimde alet ederek totaliter – baskıcı dinci – faşist bir rejim kurararak ölene dek iktidarda kalmak dışında bir seçeneğin kalmadığını çok net olarak görüyorlar. Kılıçlar çekilmiştir ve dönüş gözükmemektedir.

Ancak Türkiye; Devlet geleneği, kurumsal yapısı, demokratik birikimiyle… bu belayı da defetmeyi mutlaka başaracaktır..

Sevgi ve saygı ile.
10 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazımızın pdf biçimi :
AKP-RTE’nin_KILIS’te_ISID_ROKETLERI_ile_GOMULEN_GELECEGI

Boğaz’a Paralel Kanal İhaneti


Dostlar
,

Türkiye Gündemini işgal ediyorlar bildik oyunlar ve manevralarla..

Hep yazıyoruz :

  • Asker – sivil yurtseverlerimiz yıllardır zindanda tutuksuz yargılanıyor (!)….
    Hâlâ!
    Onları asla unutamayız, unutmamalıyız..

Bu bağlamda Sayın Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen son derece önemli bir konuya
dikkat çekiyor.

“Kanal İstanbul” adlı 25 milyar $ portföylü fantastik proje,
gerçekte 1952 tarihli ve ABD’ye ait..

Ayrıca Montrö Boğazlar Sözleşmesi bakımından da ciddi,
kabul edilemez sakıncalar taşıyor..

Sayın Ölçen’e, bu çok önemli uyarısı için teşekkür borçluyuz. Makale aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
17.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================
Boğaz’a Paralel Kanal İhaneti

portresi

 

Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN

 

Karadeniz’i Marmara’ya bağlayacak olan kanal tasarımının, ekonomik, çevresel ve de top­lumsal iç göç sorununu tetikleyen olumsuz etkilerinin yanı sıra en büyük sakıncası, Montreux (Montrö) antlaşmasını yok sayan bir tasarım olmasıdır.

Lozan Antlaşması’nda Boğazlar sorununa çözüm getirilemediği içindir ki,
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bu konudaki egemenliği, dış kay­naklı kimi koşullarla sınırlanmıştı. Örneğin, Bo­ğazların kullanımı ve bir komisyonun deneti­mine verilmişti. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında, buna karşı çıkmanın ve çare bulmanın güçlüğü ancak
13 yıl sonra Montreux (Montrö) Antlaşma­sıyla 23 Temmuz 1936 günü aşılabildi.
O Ant­laşma ile “Boğazlar Komisyonu” kaldırıldı, yet­kisi Devletimize tanındı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Devleti, Montrö Ant­laşmasıyla Boğazlardaki deniz trafiğinin denetimini ve de “Savaşta ve barışta asker ve sivil deniz kuvvetlerinin Boğazlardan geçmesine izin vermesi ya da vermemesi yetkisini elde et­miş oldu.
Savaş durumunda eğer ülkemiz tarafsız kalırsa yalnızca tecimsel ge­milerin geçmesine ola­nak sağlayabileceğimizi emperyal güçlere kabul et­tirmiştik.

Özetle Montrö Antlaşmasıyla, Bo­ğazlar üzerindeki egemenliğimizi
Mustafa Ke­mal Atatürk’ün Devleti, emperyal güçlere kabul ettirmeyi başarmıştı.
Ne yazık ki; 76 yıl sonra R.T. Erdoğan’ın Karadeniz’i Mar­mara’ya bağlayacak olan
ka­nal tasarımının, Montrö Antlaşması’nda Devletimizin edindiği egemenlik hak­kını ortadan kaldıracağının

AKP iktidarı ya farkında değil ya da umursamıyor.

R.T. Erdoğan, o kanal projesinin kendi tasarımı olduğunu açıklarken, asıl gerçeğin
ne olduğunu ulusumuzdan gizlemiştir. Marmara’yı Karadeniz’e bağlayacak olan kanal aslında İhanet Projesidir. Çünkü Sn. İlhan Dülger’in internette iletime sunduğu bilgiler (bkz. ilhan_dulger@hotmail.com, 9.6.2013).

  • Marmara’yı Karadeniz’e bağlayan kanal projesinin 1952’de ABD’de
    Military Mission tarafından hazırlanmış olduğunu göste­riyor.

R.T. Erdoğan, BOP eşbaşkanı olarak ABD’nin Montrö Antlaşması‘nı yok sayan o projeyi kendi tasarımı olarak açıklamıştı. Oysa 1952’de ABD’de hazırlanan o kanal projesinin gerekçesinde “Komünist Rusya’nın olası saldırısına karşı Türkiye’ye yardım planı” olarak hazır­landığı belirtilmişti. Gerekçede yer alan tümcenin İngilizcesi şöyleydi :

  • “Aid to Turkey reflect early cold war American expectation about
    how the communist would attack Turkey.”

Oysa bugün kuzeyimizde Sovyet Sosyalist Birliği yok, yeni ve farklı bir Rusya var.
O devletin başkanı Putin, 2013 yılı Haziran’ın ilk günlerinde “Akdeniz’in kendi gü­venlik alanı olduğu”nu dünya kamuoyuna açıklamıştı. Söz konusu çirkin kanal açıldığında
Tür­kiye’nin ABD ile Rusya arasında sıkışıp kalmayacağını ve ne tür felaketin içine sürüklenip sürüklenmeyeceğini kim ileri sürebilir? Çan­kaya’da ve de AKP iktidarında böylesi bir kaygının izlerine rastlayan var mı? Yok.

ABD’nin 1952’de hazırladığı o kanal projesi Sovyet Rusya’nın ülkemize olası saldırısına karşı ülkemize yardımda bulunacağını ileri sürerken, güdümündeki NATO sözleşmesinde (tam tersi) bir maddeyle Türkiye’yi savunma alanının dışında bırakmıştı.

  • O kanal, ABD savaş Gemilerinin Karadeniz’e ül­kemizin oluru olmaksızın girişini sağlayacak olan bir projedir ve Komünizmi bırakan yeni Rusya’nın buna nasıl tepki göstereceğini bugün hiç kimse bilemez.

Ve o ülkenin savaş gemileri de kanaldan geçerek Akdeniz’de girmek isteyecektir.
Söz konusu çirkin ihanet kanalında ABD ve Rusya’nın savaş gemileri birbirlerini selamlayarak mı geçecekler? AKP iktidarı ne düşünüyor; ne yapıyor iç kar­gaşayı körüklemenin dışında?

Marmara’yı Karadeniz’e bağlayacağı tasarlanan o ihanet kanalının ayrıntıda olan
kimi sakıncalarını da şöyle sıralayabiliriz:

1. 2012 yılı sonunda Libya’da Kaddafiye yönelik savaş gemilerini harekete geçirirken, NATO’nun Akde­niz’i kendi yetki alanı içine alması ve İzmir kentimizde NATO
Kara Kuvvetleri Karagahı’nın kurulması ve patriot füzelerinin ülkemizde konuşlanması
eğer işgal değilse bunun açıklanması nasıl yapılabilir?

2. O Patriot füzelerini gönderme yetkisini kendi Parlamento­sundan alırken
Almanya, o patriotlar TBMM’nin kararı ve bilgisi olmadan topraklarımıza gi­rebilmektedir.
Dünyanın hangi demokratik ülke­sinde böyle bir parla­mentoya ve böyle sorumsuz bir siyasal ikti­dara rastlanabilir?

3.Karadeniz’i Marmara’ya doğal olarak bağla­yan Boğaz trafiği, aşırı öl­çüde artışa uğradığı için mi yeni bir kanal bağlantısına gereksinim doğdu? Buna AKP iktidarında
hiç kimse olumlu yanıt veremez. O ne­denle ekonomi dışı siyasal tutsak­lık projesidir
o ve Tür­kiye’mizi Montrö Antlaşması’nın dışına itekleyecek­tir. Bitmedi:

4.Montrö konferansında tartışma konularından biri, antlaşmanın geçer­lilik süresiyle ilgiliydi ve Sovyetler Birliği ile İngiltere bu konuda düşün birliğine varamamıştı.
Sovyetler Bir­liği, Montrö Antlaşması’nın 50 yıl için geçerli olmasını ileri sürerken, İngiltere delegesi sü­renin 12 yıl ol­ma­sını önermekteydi. Söz ko­nusu “çılgın kanal” aslında Montrö’nün ge­çerlilik süresini de orta­dan kaldıracak mı?

5.Kanalın yapımını bir ABD firması üstlenir ve ABD kredisi devreye gi­rerse,
Milli Gelirine ya­kınlaşan ağır dış borç yükü altındaki Tür­kiye, öylesi koşullara karşı çıkacak direnci gösteremeyecektir.

Yukarıda açıkladığımız 5 temel sakıncayı içinde taşıyan bu projeye karşı çıkmak
her yurtsever bireyin görevi olmalıdır.

T.C. Ali Nejat Ölçen