Etiket arşivi: “Kadın başına 1 çocuk”

Hiroşima ve Nagazaki faciasının 73. yıldönümünde Nükleer Çağın kısa dökümü

Vatan’ı savunmak dışında Savaş cinayettir…
Yurtta barış, Dünyada barış. 
Mustafa Kemal ATATÜRK

portresi, Gülümseyen
Prof. Dr. D. Ali ERCAN
Nükleer Fizik Uzmanı

 

Hiroşima ve Nagazaki faciasının
73. Yıldönümünde 
Nükleer çağın
kısa dökümü

unnamed

 

İlk Atom testi. 16.7.1945

 

 

73 yıl önce ABD, Japonya’nın iki kentine,  6 Ağustos 1945’te  Hiroşima‘ya ve 3 gün sonra da  Nagazaki‘ye 2 atom bombası attı. İlki 15 bin, ikincisi 20 bin ton TNT eşdeğeri olan ve 3 km çaplı bir alanda her şeyi yakıp yıkan bu iki bombalı saldırıda 200 bine yakın insan öldü.
* Bu insanların yaklaşık yarısı hemen 1. günde yanarak öldüler; geri kalanı
yanık yaraları ve çoğu da radyasyon etkisiyle oluşan kanserden 1-2 yıl içinde öldüler.

Displaying

Atom bombalarının, Hiroshima (solda) ve Nagasaki (sağda) üzerinde yükselen bulutları (pilotlar tarafından çekilmiş orijinal fotoğraflar) 

Japonya 2 Eylül 1945’te Müttefik Kuvvetlere (USA, Kanada, UK) koşulsuz teslim oldu (Almanya 3 ay önce teslim olmuştu). Böylece, Adolf Hitler’in başında bulunduğu Almanya tarafından 1 Eylül 1939’da Polonya’nın istila edilişi ile başlayan ve 6 yılda, yarıdan çoğu siviller olmak üzere, yaklaşık 80 milyon insan yitimine neden olan korkunç savaş da resmen bitmiş oluyor ve Dünya yeni bir çağa, ‘nükleer çağ’a giriyordu. Bu dramatik yeni başlangıçla birlikte, ABD emperyalizmi dizginlenemez militarist yükselişini sürdürmeye başladı…

Kore, Vietnam, Afganistan ve Irak Savaşlarında ve Dünyanın dört bir yanındaki
anti-kapitalist devrimci hareketleri bastırmakta kullanılan ABD silahlı kuvvetleri,
Dünyadaki bütün ülkelerin askeri güçlerinin toplamına eşdeğer güçte büyük bir
Savaş makinesidir.
  

Japon Dışişleri Bakanı Mamoru Şigemitsu, ABD Savaş Gemisi USS Missouri üzerinde, ‘Kayıtsız-Koşulsuz Teslimiyet’ Belgesini imzalıyor.. (2 Eylül 1945) 

Artık bundan sonraki savaşlarda, özellikle Nükleer silahların kullanılacağı savaşlarda askerlerden çok sivil halk kitlelerinin ölümle karşı karşıya kalacağı anlaşılmış oldu.
Bu nedenle Fizikçi Albert Einstein, olası bir Nükleer Savaş sonrası insanlığın düşeceği perişan duruma vurgu yaparak, “3. Dünya savaşından sonraki savaşlar herhalde taş ve sopalarla yapılır.” demişti…

6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya atılan ~15 kTon TNT eşdeğeri Uranyum Bombasında
(Little Boy) 64 kg U-235 kullanılmıştı. Bombanın toplam ağırlığı 4400 kg.

9 Ağustosta Nagazaki’ye atılan ~20 kTon TNT eşdeğeri Plutonyum Bombasında
(Fat Man) 6,2 kg Pu-239 kullanılmıştı. Bombanın toplam ağırlığı 4700 kg.

ABD’nin 1942-46 arası gizli olarak sürdürdüğü “Manhattan Projesi”nde  (Atom Bombası yapım Projesi)  görev alan Robert Oppenheimer, Enrico Fermi, Ernest Lawrence, James Chadwick… gibi dönemin ünlü fizikçileri 16 Temmuz 1945’te başarıyla gerçekleştirdikleri
nükleer denemede (Trinity Deneyi) Nükleer Bomba dehşetinin de yakından tanığı oldular.

Parçacık hızlandırıcısı “Siklotron”u icadından ötürü Nobel ödülü almış olan Ernest Lawrence, Japon elçisinin de yapılacak Nükleer deneye davet edilmesini, Elçinin Nükleer bombanın gücünü bizzat görmesini, dehşetini doğrudan yaşamasını istemiş ve böylece bombanın Japonya kentlerine atılmasına gerek kalmadan, Japonya’nın teslimiyete ikna edilebileceğini, Savaşın daha az insan yitimi ile sonlandırılabileceğini söylemişti. Ne yazık ki Lawrence’in bu insancıl önerisi Amerikan yönetimince kabul görmedi ve Roosevelt’in ani ölümü sonrası Başkan olan H. Truman Japonya’ya Nükleer bomba atılmasına onay verdi.

İlk Atom Bombasını Marina adalarındaki ABD üssünden Japonya’ya (~2500 km) uçuran Pilot Paul Tibbets, annesinin adını (Enola Gay) taşıyan B-29 Uçağının önünde. (Boing yapımı bombardıman uçağı)

O günden bu yana 71 yıldır barış amaçlı olsun, savaş amaçlı olsun nükleer teknolojiler sürekli geliştirildi (genelde her savaş amaçlı teknolojiye ‘Ulusal Güvenlik amaçlı’
biçiminde 
bir kılıf geçirilir)… Yaklaşık 1/4’ü atmosferde, öbürleri yer altında olmak üzere 2 binin üzerinde Nükleer deneme gerçekleştirildi. Bu denemelerin en büyüğü Rusya tarafından yapıldı. Rusya’nın 1961’de patlattığı Çar Bombası 50 Mega Ton (210 Pt) gücünde idi. Sivil alanlarda da nefes kesen teknolojik gelişmeler ardı ardına geldi.

Tomografi Aygıtı

Tarımda ve Tıp alanında insan sağlığına yararlı nükleer teknikler (Sterilizasyon, Röntgen, MR, Tomografi, SPECT, PET, Radyoterapi... ) çağımızın vazgeçilmezleri oldu. Bunun yanı sıra Elektrik enerjisi üretmek için, toplam 370 GWe gücünde, 400’den çok Nükleer santral inşa edildi. Dünyadaki tüm Nükleer santrallerin 1/4’ü, güç olarak 1/3’ü) ABD’de bulunuyor. Gerçi bu santraller Dünyanın elektrik enerjisi gereksiniminin yaklaşık %15’ini karşıladı ama elektrik enerjisi üretiminin yanı sıra, “yan ürün” olarak, Nükleer bomba yapımında kullanılabilecek Plütonyum da elde edildi.

~0,2Ton/GW.yıl  ölçeğinde, yani 1000 MW gücündeki bir nükleer reaktörde bir yılda kabaca 200 kg. Plütonyum elde edilebiliyor. Örneğin Yap-İşlet modeline göre mülkiyeti Rusya’nın olan 4800 MW gücündeki Mersin-Akkuyu Nükleer santralı da kuramsal olarak bir yılda her biri 150 bin Ton TNT gücünde 16 nükleer bombaya yetecek miktarda, 960 kg Plütonyum üretebilecektir (Tabii Nükleer patlayıcı üretmek için ille Nükleer santral olması gerekmiyor.).

Şimdiye dek Dünya nükleer reaktörlerinde patlayıcı olarak kullanılabilecek nitelikte olasılıkla ~1000 ton Pu-239 elde edilmiş olmalı. Yüksek enerjili a-ışını (alfa) salarak bozunan (Yarılanma süresi 24 bin yıl) ve radyasyon etkisinden çok kanserojen ‘toksik’ etkisiyle tanınan bu yapay element Plütonyum’un parasal değeri yaklaşık milyon $/kg dır.

Bugün Dünyada Nükleer silahlara sahip olan ve “Nuclear Powers” olarak tanınan 8 ülke var… (ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, Hindistan, Pakistan, K. Kore) bunlara 100 dolayında nükleer başlık sahibi olduğu bilinen İsrail’i de eklemek gerek. ABD’nin fisyon tipi (Uranyum-235 veya Plutonyum-239 atom çekirdeklerinin parçalanması) Nükleer patlamayı gerçekleştirmesinden 4 yıl sonra, 1949’da Rusya da Atom bombasını patlattı. Rusya’nın Atom programının başında ünlü Rus fizikçileri Andrei Saharov ve İgor Kurçatov bulunuyordu. Arkasından İngiltere, Fransa ve Çin Atom Bombalarını patlattılar…

1952’de ABD ilk Füzyon tipi (döteryum ve trityum atomlarının birleşerek Helyum atomunu oluşturması) Termo-nükleer bombayı patlattı. Halk arasında Hidrojen bombası olarak da bilinen bu daha yüksek enerjili Bomba, Atom bombası olarak bilinen bombadan kat be kat daha güçlü bir bombadır… Bunun üzerine öbür 4 ülke de hemen harekete geçti ve ardı ardına bu zor teknolojiyi başararak Termo-nükleer kulübe üye oldular… (Termonükleer bombanın patlaması için gerekli tetikleme enerjisini küçük bir nükleer bomba sağlıyor.)

1970’ten bu yana Dünyada artık 5 “Super Nuclear Power”  ülke var ve 24.10.1945’te kurulmuş Birleşmiş Milletlerdeki 193 eşit üye ülke arasında bu 5 ülke “öbürlerinden daha eşit” (AS: Primus inter pares) olarak sürekli veto” hakkına sahip oldular (AS: Sürekli 5’ler, Permanent Fives- 5Ps). İşe en geç başlayan Çin en becerikli çıktı; normal Nükleer Bomba yapımından 3 yıl sonra, Fransa’dan 1 yıl önce, Termo-nükleer Bomba (AS: Hidrojen bombası) üretimini başardı.

Ülke Atom Bombası Hidrojen bombası
ABD 1945 1952
Rusya 1949 1953
UK 1952 1957
Fransa 1960 1968
Çin 1964 1967

Aslında Anayasaları izin verse (ve isteseler) 2. Dünya savaşının yenik ülkeleri Japonya ve Almanya da bu listeye çoktan dahil olabilecek düzeyde Bilimsel ve Teknolojik olanaklara
sahip ülkelerdir. Son zamanlarda Uluslararası önemli yaptırım kararlarında, “5+1” şeklinde bir diplomatik formülasyonla, artık Almanya da 5’li Veto Grubuna dahil ediliyor.

Özetleyecek olursak                   :

  1. Dünya Savaşı tüm İnsanlık için çok pahalı bir ders oldu. İnsanlık yalnızca Nükleer dehşeti değil, kimyasal silah dehşetini de yaşadı. Genel geçer kanı o ki; yeni bir küresel (nükleer) savaşı engelleyecek küresel (nükleer) denge artık kurulmuştur; bir nükleer savaş olasılığı çok düşük görünüyor. (AS: Dehşet dengesinin caydırıcılığı; “detant”)

Ama yeni dönemde yeni risklerle karşı karşıya kalındı;

1-Nüfus Patlamasının ve Savurgan Tüketimin Çevre Felaketine yol açan kirlilik ve yıkım etkisi, ağırlıklı olarak fosil yakıt kullanımından kaynaklanan olumsuz iklim değişikliği (küresel ısınım, su baskınları, kuraklık, açlık, susuzluk, hastalıklar…)

2-Gelir dağılımında gittikçe artan adaletsizlik (Zenginin daha zengin, yoksulun
daha yoksul oluşu) ve küresel Yaşam kaynaklarının dengesiz dağılımı, sonuçta kaos, göç, terör, bölgesel savaşlar…

Umarız ki               :

  • Beşiğimiz ve Mezarımız olan Mavi Gezegenimizin, İnsanlık için tek barınak yeri olduğu
    ve bu Gezegenin çok kırılgan yaşam ortamını korumak gerektiği bilinci giderek yayılır.
  • Liberal Ekonominin Dünya yaşam kaynaklarını sömüren umursamaz üretim furyası
    son bulur;
  • “tüketim toplumuna” doğru evrimleşen insanlık, çok geç kalmadan, Gezegeni yaşanamaz duruma getiren savurgan yaşam biçiminden vazgeçer, Nüfus artışını dizginler
    (kadın başına 1 çocuk!) ve
  • Kapitalist ekonominin uydurduğu “Sürdürülebilir kalkınma” peşinde koşmaz, “Doğayla uyumlu sürdürülebilir yaşam modeli” arayışına koyulur.

Aksi takdirde bu yüzyıldaki kıyım 2. Dünya savaşını 50’ye katlayacaktır… æ
________
*1915’te Çanakkale Boğazını, Gelibolu yarımadasını savunan Türk askerlerinin üzerine
İngiliz ve Fransız donanmalarından yağdırılan ve yaklaşık 100 bin askerimizin ölümüne
neden olan konvansiyonel (klasik) bombalar da toplamda 1-2 Hiroşima bombası
eşdeğerindeydi!…

15 kT Nükleer Bomba demek, patladığı zaman 15 bin ton TNT patlamasına eşdeğer yıkım gücü (ısıl enerji) ortaya çıkaran bomba demektir…

Nükleer bombaların ayrıca çok tehlikeli, mutasyon ve kanser yapıcı, ışın (radyasyon)
etkisi vardır.

TNT patlaması ile (yani Dinamiti oluşturan moleküllerdeki Atomların ayrışmasıyla) ortaya çıkan güce aslında “Atom bombası”, Atom Çekirdeklerinin bölünmesi ile ortaya çıkan güce de “Nükleer Bomba” demek gerekirdi. 1 kg U-235 ‘in nükleer parçalanmayla teorik olarak 75 trilyon Joule (75 GJ) enerji açığa çıkar. 1 kg TNT patlamasında 4,2 milyon Joule (4,2 MJ) enerji açığa çıkar; dolayısıyla, “Nükleer Güç, Atom gücünün yaklaşık 17 milyon katıdır” diyebiliriz, (17 kTon/kg) ancak pratikte Atom çekirdeklerinin % 1-20 kadarı zincirleme reaksiyona girer ve öbür teknolojik kısıtlar nedeniyle Nükleer bombaların kuramsal etki/kütle üst sınırı vardır: ~ 6 kTon/kg

Bugün Dünyada, % 90 kadarı ABD ve Rusya envanterinde olmak üzere, her biri ortalama
150 kTon gücünde yaklaşık 16 bin Nükleer Başlık bulunduğu
sanılıyor.
Hiroşima bombasından 10 kat daha güçlü ama yüz kat daha kompakt olan bu başlıkların
dörtte biri her an için kullanıma hazır bekliyor. Kısacası, kullanım riski tümden sıfırlanmıştır” diyemeyeceğimiz Nükleer silahlar tüm insanlığı birkaç kez öldürecek güçtedir; bunun yanında bir o denli de konvansiyonel (AS: klasik) silah gücünü hesaba katmak gerekir.

http://www.youtube.com/watch?v=PB-atl3YBSQ

2. Dünya Savaşındaki başat Ülkelerin Liderleri
ABD-İngiltere-Rusya/Japonya-Almanya
F. D. Roosevelt 1882-1945  H. S. Truman 1884-1972
W. Churchill 1874-1965   J. Stalin 1878-1953
Hirohito 1901-1989   A. Hitler 1889-1945

Preview YouTube video Little Boy – Atom Bomb – Hiroshima

Little Boy – Atom Bomb – Hiroshima
============================================
Dostlar,

Seçkin Nükleer Fizik uzmanı Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan hocamız, ricamızı kırmayarak kapsamlı bir 73. Yıl yazısı yazmış Hiroşima kıyımı gününde.. Kendisine engin bilgisi ve nükleer dayatılan enerjiye seçenek son derece yerinde önerileri için teşekkür borçluyuz..

ABD emperyalizmini ve Japon Faşizmini bir kez daha lanetlerken, masum kurbanların anısını saygı ile selamlıyoruz.

Sayın Ercan, bir nükleer savaş olasılığının karşılıklı dehşet dengesine dayalı olarak “epey” caydırıcı (Nuclear deterrence) olduğunu yazıyor.. Dileriz “haklıdır” ve 2,5 serseri,
sonu olmayan bir nükleer intihar serüveni insanlığa nükleer cehennem yaşatmaz..

Anımsayalım; Çernobil faciası, 2 kafadar teknisyenin santralın soğutma sistemiyle sorumsuzca oynamaları sonucu başımıza geldi (26 Nisan 1986).

Fukuşima yıkımı (felaketi) 1 Mart 2011’de idi ve deprem sonrası tsunami için 6 m olarak öngörülen duvarlar, 10 m’yi bulan dalga yüksekliği nedeniyle etkili olamadığı için yaşandı.

Riskleri sıfırlamak olanaklı değil.. Her zaman “beklenmedik – hesaba katılmadık” bir güvenlik zayıflığı olabiliyor ve bedeli son derece ağır oluyor..

Ayrıca halktan gizlenenler de var… İngiltere’deki Windscale Nükleer Güç Santralının 1957’deki patlaması halktan tam çeyrek yüzyıl gizlenmiş, taa 1982’de açığa çıkarılmıştı!

Bu bakımlardan; Türkiye’nin Akkuyu ve Sinop nükleer güç santrallarından vazgeçerek temiz – güvenli ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmesi ve ulusal enerji seferberliği ilan etmesi gerekir. Son yıllarda güneş enerjisinden, rüzgar enerjisinden yararlanma alanında epey teknolojik ilerleme sağlanmıştır ayrıca..

Almanya’nın 2030’a dek nükleer enerjiden çıkacak olması son derece öğreticidir.

Sevgi ve saygı ile. 6 ve 9 Ağustos 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com                      

Notlar : Sitemizde daha önce yayımladığımız ve güncellediğimiz aşağıdaki 2 dosyanın da incelenmesini öneririz : Radyasyon_ve_Toplum_Sagligi_2011
http://ahmetsaltik.net/2015/08/07/hirosima-ve-nagasaki-vahsetinin-67-yili/

 

Yalnızca ülkeler değil kentler de su için savaşacak!


Yalnızca ülkeler değil kentler de su için savaşacak!

Yusuf Yavuz
https://gazeteciyazaryusufyavuz.wordpress.com/2015/01/31/sadece-ulkeler-degil-kentler-de-su-icin-savasacak/,

Çevre, Enerji ve Fizik gibi alanların dışında İstatistik konusunda da bilimsel çalışmaları bulunan nükleer fizikçi Prof. Dr. D. Ali Ercan ile ‘2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü’ vesilesiyle Türkiye’nin su politikalarını konuştuk.

Ardı ardına çıkartılan yasa ve yönetmeliklerle sularını ticarileştiren Türkiye’nin iddia edilenin aksine akarsulardan enerji elde etmek konusunda dünya ortalamasının çok üzerinde olduğunu vurgulayan Ercan, hidroelektriğin elektrik üretimindeki payının dünya ortalamasının %5, Türkiye’de ise %10 olduğunu belirterek “Bence her türlü HES inşaatı derhal durdurulmalıdır” görüşünü savunuyor. Ercan’a göre, geleceğe yönelik bilimsel çözümler yaşama geçirilmezse yalnızca ülkeler arası değil, kentler arası su savaşlarının yaşanacağı netameli ve kaotik bir geleceğe doğru sürükleniyoruz…

YARISINI YOK ETTİĞİMİZ SULAK ALANLARIN GÜNÜ KUTLANMALI MI?

Ali_Ercan_portresi

– 2 Şubat 1971 tarihinde İran’ın Ramsar kentinde imzalanan
‘Sulak Alanların Korunması Sözleşmesi
’nin üzerinden tam 44 yıl geçti. Ancak taraf olan ülkelerin sulak alanlarını koruyarak akılcı kullanmayı taahhüt ettiği sözleşmeye 1994 yılında imza koyan Türkiye, aradan geçen 44 yıllık sürede toplam 2,5 milyon hektarı bulan sulak alanlarının neredeyse yarısını yok etti.

1 milyon 300 bin hektarın üzerindeki sulak alan ya kurutuldu ya kirletildi ya da barajlarla
can damarları kesilerek boğuldu. Sahip olduğu sulak alanlar bakımında Avrupa ve Ortadoğu ülkeleri arasında en önemli ülkelerin başında gelen Türkiye, sözleşmenin imzalandığı gün olan
2 Şubat tarihini her yıl ‘Dünya Sulak Alanlar Günü’ olarak kutlamayı sürdürüyor.
Ancak Türkiye’nin elinde kalan sulak alanlarını korumak ve akılcı kullanmak konusunda
hangi adımları attığı sorusunun yanıtı pek iç açıcı değil. Biz de bu sorunun yanıtını bulmak için, Çevre, Enerji ve Fizik gibi alanların dışında İstatistik konusunda da bilimsel çalışmaları bulunan nükleer fizikçi Prof. Dr. D. Ali Ercan’a başvurduk. Uzun süredir su konusunda da teknik bilgiler aktararak toplumsal bilincin artırılmasına katkı sağlamaya çalışan Ercan,
Türkiye’nin su politikası ve geleceğine yönelik sorularımızı yanıtladı.

İşte değerli bir bilim insanımızın gözüyle, yıllardır ‘adetten’ kutlamalarla geçiştirilen Dünya Sulak Alanlar Günü’nde Türkiye’nin su ile imtihanı…

‘DÜNYADAKİ SULARIN YALNIZCA YÜZ BİNDE BİRİ KULLANILABİLİYOR’

– Siz her fırsatta su konusunda toplumu uyaran bilgiler paylaşıyorsunuz.
Bugünlerde mutad olduğu üzere sulak alanlar günü vesilesiyle su bir kez daha gündemimizde olacak. Size göre dünyanın ne kadar tatlı suyu kaldı?

Ali_Ercan_portresi

– Dünyada erişilebilir/kullanılabilir tatlı su rotasyonu yılda 14 bin km3 tür (14 trilyon m3). Aslında gezegenimizde 1,4 milyar km3 su var ama bunun %70 kadarı okyanuslardaki, denizlerdeki tuzlu sulardır;
tatlı suların %99 kadarı da erişilemeyen buzullar halinde Kutuplarda bulunuyor. (ve zamanla eriyerek tuzlu suya karışıyor) Dolayısıyla sonuçta insanoğlunun erişip kullanabildiği tatlı su tüm su miktarının yanında 0,00001 kadardır. (Yüz binde bir) Bu kadar ender (!) bulunan ve bu kadar yaşamsal önemdeki bir maddenin gerçekten bilimsel, adil ve akılcı kullanılması gereği açıktır. Kısır, gündelik, popülist yaklaşımlarla, baraj, gölet, HES inşaatları ne kadar yararlı olduğu zannedilse de, sonuçları öngörülemeyen ve onarılamayan bir çok riski de beraberinde getirebilir. Dolayısıyla ‘doğayla uyumlu olmak’ temel ilke edinilmelidir. ‘Problemlerin en iyi çözümünün onları hiç yaratmamak olduğu’ akıldan çıkarılmamalıdır.

İNSANOĞLU UZAYDA SU ARIYOR AMA…

– Suyun ticarileşmesine yönelik politikalar hakkında ne düşünüyorsunuz?

– Su yaşamın ana/kaynak maddesidir (Vücudumuzun üçte ikisi sudur). Susuz yaşam formunu düşünemiyoruz. Dünya dışı yaşam (exobiyoloji) araştırmalarında da galaksimizin (habitable zone) denen korunaklı/ yaşama elverişli bölgesindeki yıldız sistemlerinin termik/radyasyon bakımından elverişli bölgesinde ve üzerinde su ve hava bulunan gezegenler üzerinde duruluyor. Bugünkü bilimsel anlayışımıza göre susuz bir ileri yaşam formu düşünemiyoruz. O halde su da aynen hava gibi, kamusal statüdedir. Bir başka ifade ile hava – su -toprak üçlüsü temel yaşam ortamı olarak, özel mülkiyet olamaz, (en azından ilerlemiş bir uygarlıkta) alınıp satılamaz, kirletilemez, dolayısıyla ‘temiz havaya’ ve ‘temiz suya erişim’ insan hakları beyannamesinde açıkça belirtilmesi gereken ‘temel insan hakkı’ olarak bilinmelidir. İnsanlık geliştikçe, medeniyetimiz ilerledikçe bu evrensel algı düzeyine erişileceğini düşünüyorum.

‘TÜRKİYE SU FAKİRİ BİR ÜLKE, NÜFUSA YETECEK SUYUMUZ YOK’

– Size göre Türkiye su kaynaklarını ve sulak alanlarını akılcı ve bilimsel yönetebiliyor mu?

– Gezegenimiz ortalamada ‘kötü’ yönetiliyor; geri kalmış ülkeler ise ‘çok kötü’ yönetiliyor. Çevre tahribatı, çevre kirliliği, yaşam kaynaklarının savurgan ve hoyrat kullanımı geri dönüşü olmayan ve insanlığı bu gezegenden tasfiye edecek büyük doğal felaketler zincirinin tetiklenmesine yol açacak boyutlara geldi. Yönetimde bilimsellik değil, ideolojik ve kısa dönem sosyo-ekonomik çıkar peşindeki aferist politikalar tüm geri kalmış ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de ağır basıyor. Yıllardan beri söylüyoruz, ‘Türkiye su fakiri bir ülkedir’ diye… Yani nüfusuna oranla yeterli miktarda tatlı su potansiyeliniz yoktur ve bu durum gittikçe olumsuz bir hal alıyor. Dünyanın yaşanabilir karasal alanlarının binde 6’sı kadar olan Türkiye toprakları üzerinde de, doğal olarak, dünyadaki kullanılabilir toplam tatlı su miktarının ortalama binde 5-6’sı bulunacaktır; şunu da biliyoruz ki, nüfusumuz dünya nüfusuna oranla binde 5 değil, binde 11’dir; yani adam başı su miktarı dünya ortalamasının yarısı değerinde.

‘ANADOLU 100 YIL İÇİNDE GİDEREK ÇÖLLEŞECEK’

– İklim değişikliği ve kullanılabilir su arasındaki ilişki açısından ne durumdayız. Türkiye’yi bu konuda nasıl bir gelecek bekliyor?

– Tabii ki dünyada su miktarı genel anlamda sabittir; ancak iklim değişiklikleri suyun erişilebilirlik durumunu da sürekli değiştirmektedir. Su potansiyeli hareket ediyor; çölleşen alanlar ve taşkınlar ve yoğun yağışlar Dünya coğrafyasında sabit kalmıyor. Örneğin değişen iklim koşulları nedeniyle şimdi çöl olmayan ve ~50 cm/yıl yağış alan Anadolu, önümüzdeki
100 yıl içinde giderek çölleşecek (ormanların azalmasıyla hızlandırılmış bir süreçte) su kaynaklarının yarısı kuruyacaktır. Sadece su açısından değil, diğer yaşam kaynakları özellikle enerji kaynakları açısından da bakıldığında Anadolu ~30 milyon nüfusu ancak kaldıracak güçtedir. Toprağı yorgundur, iklim değişikliği sürecinde şanssız bir konumdadır, konvansiyonel enerji kaynakları dünya enerji kaynaklarının binde 2’si kadardır… Bu gerçekler göz önünde tutulduğunda Türkiye’de nüfus artışının kışkırtılması değil,
bilakis indirgenmesi yönüne gidilmelidir
.

Mutlaka ve mutlaka ‘kadın başına 1 çocuk’ ilkesi ile nüfusun azaltılması ivedilikle alınacak
ilk önlemdir.

‘TARIMDA SUYUN YARISI BİTKİYE ERİŞMEDEN BUHARLAŞIYOR’

– Nüfus ve sağlıklı gıda arasındaki ilişkiyi belirleyen en önemli etkenlerin başında tarım geliyor. Su tarım için de yaşamsal bir değer. Bu konudaki öneriniz nedir?

– Sulu tarım, suyun yaklaşık %70’ini alıyor; dolayısıyla en çok dikkat edilmesi gereken alandır tarım. Sulu tarımın ‘yüzey altı sulama’ yöntemi ile gerçekleştirilmesi suyun israf edilmemesi açısından çok önemlidir (açıktan sulama durumunda suyun yaklaşık yarısı bitkiye erişmeden buharlaşıyor). Tarım politikaları ‘optimal uyumluluk’ ilkesini esas almalıdır; suyu tarım alanına eriştirmek yerine toprak-su ve bitkinin optimal birleşimini planlamak çok daha akılcıdır.

‘HER TÜRLÜ HES İNŞAATI DERHAL DURDURULMALI’

– Türkiye son yıllarda akarsulardan enerji elde etme gerekçesiyle her türlü tepkilere
ve bilimsel karşı görüşlere rağmen HES projelerinden vazgeçmiyor. Yetkililer,
ülkemizin hidro-elektrik potansiyelini gelişmiş ülkelere göre yeterince kullanmadığını
öne sürüyorlar. Enerji konusunda da çalışmaları bulunan bir bilim insanı olarak Türkiye’nin su ve enerji politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Türkiye akarsulardan enerji elde etmek konusunda dünya ortalamasının çok üzerindedir;
yani HES’lerle aşırı derecede yüklenmiş durumdayız ırmaklarımıza. Elektrik üretimindeki payı dünya ortalaması %5 olan hidro-elektrik, bizde % 10’dur. Bence, her türlü HES inşaatı derhal durdurulmalıdır; özellikle küçük dereleri mecralarından, doğal ortamdan ayırıp, borulara hapsederek, doğal dengeyi allak bullak eden Karadeniz HES’lerini kastediyorum. Astarı yüzünden pahalı bu tür enerji üretiminin akılcı olduğu söylenemez. (Karadeniz dereleri üzerindeki düzinelerle ‘HES’ ten elde edilen elektrik Türkiye genelinde elde edilen toplam elektriğin % 5’i bile değil.

Özetle söylemem gerekirse, doğanın dengesinin bozulmamasına özen gösterilmeli,
ırmakların en az %50 oranında denize kavuşması sağlanmalı, bu kapsamda sulak alanlar ve
tabii en başta ormanlar özenle korunmalıdır.

DSCF8418
‘KENTLER ARASI SU SAVAŞLARINA DOĞRU SÜRÜKLENİYORUZ’

– Gezegenimizi, özellikle de su yönünden daha kritik durumda olan Ortadoğu ülkelerini yakın gelecekte bir su savaşının beklediği öngörüleri ortaya atılıyor. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?

Canlı toplumların yaşam alanlarını korumak içgüdüsü temel içgüdülerin başında gelir;
insanlar için bu davranış su kaynakları olan toprak parçasını korumak anlamını taşır.
Dolayısıyla tarih boyunca savaşların ana motifi fetih, din, savunma, bağımsızlık, istiklal,
ne ad verilirse verilsin, gerçekte toprak ve su kaynaklarını paylaşmak olmuştur.
Zamanımızda da durum pek değişmemiştir; özellikle suyun çok kıt olduğu Orta doğu coğrafyasında su temel savaş motifidir. İleriye yönelik bilimsel çözümler ve önlemler yaşama geçirilmezse ve en kötüsü, nüfus artışı böyle sürerse (ki Türkiye’de nüfus, göçler dışında günde 2500 kişi artıyor) (AS: 2014’te 2816 kişi /gün nüfus büyüdü.. Yılda 1 milyon
28 bin kişi!)
, yalnızca ülkeler arası değil, ‘kentler arası su savaşları’nın bile yer alacağı netameli, kaotik bir geleceğe doğru sürüklendiğimizi söyleyebilirim.

– Son olarak bu konuda sizin çözüm öneriniz nedir?

Özetle, hava-su-toprak kutsal üçlüsü mal, meta olarak görülemez; kamunun, tüm canlıların ortak yaşam alanı, ortak mülkiyetidir. En gelişkin bilinç düzeyine erişmiş olduğunu varsaydığımız insanoğlu da salt kendi türünü değil; bitki, hayvan dahil tüm canlılığı temsilen
bu yaşam alanını korumak sorumluluğunu taşımaktadır. (31.01.2015)

===================================

Dostlar,

Sitemizin de sıklıkla konuğu olan ve önemli – öğretici – düşündürücü yazılarıyla önemli katkılar sağlayan saygın bilim insanı ve düşünür – yazar Prof. Dr. D. Ali Ercan ile yukarıdaki söyleşiyi önemsiyoruz. Hemen hemen bütünüyle de paylaşıyoruz..

Sevgi ve saygı ile,
02.02.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

NEDEN SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM ?


NEDEN SÜRDÜRÜLEBİLİR  YAŞAM?

Perihan AYSAL, PhD
Gıda Bilimleri Uzmanı

Yerküre ve Ülkemiz Türkiye’nin Gerçekleri:

1.     Hava, su, deniz, toprak kirliliği
2.     Orman, dere, nitelikli tarım arazisi katliamı
3.     Küresel ısınım (AS: Küresel İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ terimi kullanılıyor..) nedeniyle
buzulların erimesi, iklim değişikliği
4.     İnsan sayısının dünyanın bakabileceğinin çok üstünde bir sayıya ulaşmış olması
(2050’lerde 10 milyar olması bekleniyor!)
        (AS: Dünyanın kaldırabileceğinin en az 2 katı!)
5.     Anlamsız, gereksiz üretim; adil olmayan paylaşım; savurgan,
        çılgınca tüketim çarkı
6.     Petrolün 2050’lerde eko-teknik anlamda bitecek olması
7.     Türkiye’nin dünya nüfusunun binde 11.5’ine, ancak toprak ve su kaynaklarının
binde 6.2’si ve enerjinin binde 2.0’sine sahip olması.
8.     İnsansal gelişmişlik, gelir dağılımı, demokrasi gibi ölçütler bakımından
100 üzerinden ancak 60’lık bir ülke olması.
9.     Silahlanma yarışı; radikalizm, fanatizm; despot yönetimler; terör; iç savaşlar;
küresel kargaşa

Her şey böyle giderse beklenen sonuç: “BÜYÜK ÇÖKÜŞ”

21. yüzyılı esenlikle geçirebilmek için çare: “SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM”
Sürdürülebilir yaşam, kişilerin ve toplumun yeryüzünün doğal kaynaklarını ve
kendi kişisel / toplumsal kaynaklarını tutumlu kullanmaya; doğaya ve insan-doğa simbiyotik (AS: dayanışmacı ortak) yaşamına saygılı olmaya yönelik bir yaşam biçimidir. Kapsadığı konular şunlardır:

1.      Nüfus artışını (AS : Gereksiz ve hızlı!) durdurmak ya da geriye çevirmek:
“Kadın başına 1 çocuk”
2.      Sürdürülebilir enerji kullanımı : Güneş, rüzgar, jeotermal, biyokütle
3.      Sürdürülebilir su kullanımı
4.      Sürdürülebilir tarım: Yerel, mevsimsel gıda tüketimi, et tüketimini düşürmek,
organik tarım, kent bahçeleri, gıda koruma ve tarımsal üretimde her adımda
yitiklerin önlenmesi
5.      Sürdürülebilir yerleşimler / evler
6.      Sürdürülebilir ulaşım
7.      Atık değerlendirme / geri dönüşümü
8.      TUTUMLU OLMAK..

=======================================

Çoook teşekkürler Sayın Dr. Aysal..

Ne güzel özetlemişsiniz..

Ernst Hemingway’in ünlü romanı “ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR??”
canlanıyor gözümde..

Yanıtı belli : Tüm Dünyalılar için;
Evrim’in narin ve çok değerli emeği, milyonlarca yılın ürünü HOMO SAPIENS için..

Çok hazin ve o ölçüde de us dışı..

Ama biz ümitliyiz; insan aklı ve sorumluluğu öne çıkacak diye umuyor
(wishfull thinking??) ve buna çabalıyoruz…

Sevgi ve saygıyla
31.7.2014, Kozlar Yaylası (Mut / Mersin)

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net