Etiket arşivi: fiyat istikrarı

Türkiye enflasyonda lider 

Prof. Dr. Bülbül: Hükümetin bir enflasyon politikası yokPROF. DR. DURAN BÜLBÜL

09 Mayıs 2022, Cumhuriyet

Siyasi iktidarın “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” söyleminin hükümsüzlüğü OECD’nin mart ayı için yayımladığı raporda da görülmüştür. OECD’nin istatistiksel verileri oluştururken Türkiye’nin resmi verilerini de baz (temel) aldığı bir gerçektir. Son dönem(lerde) gelişmiş ülkeler istatiksel analizlerde Türkiye’yi dışarıda bırakmaktadırlar. Çünkü Türkiye’nin istatiksel verilerine güvenmemektedirler. Onun için de Türkiye, istatiksel verilerin oluşturulmasında dışlanmaktadır.

Sefalet endeksi açısından ülkemizin geldiği yer ise çok acıdır. Endeks verileri uyarınca Türkiye’de sefalet 2016’dan bu yana 2.5 katına çıkmıştır. 2017 yılında %18.7 olan sefalet endeksi 2020‘de % 25.8 düzeyine gelmiştir. Gelinen noktada ise sefalet endeksi açısından Türkiye Arjantin’i de geride bırakmıştır.  Bu yükselişin ana nedeni ise enflasyondur.

OECD’nin yayımladığı raporda

  • Türkiye’nin Mart ayındaki yıllık enflasyonu, en yakın rakibinin 4 katı düzeyindedir.

EKONOMİ POLİTİKASI!

Verilerin açıkça ortaya koyduğu üzere TCMB’nin asıl hedefi olan fiyat istikrarı yerine farklı önceliklere odaklanması, siyasal iktidarın para politikasına tahakkümü sonucunda bağımsız bir para politikasının sergilenememesi ve

  • Siyasal iradenin genel geçer kurallara aykırı politikalarındaki ısrarı sonucu ülkemizde enflasyon artmış, halkımız yoksulluk ve sefalete sürüklenmiştir.

Uluslararası karşılaştırmalarda bile ülkemize ilişkin istatistiksel veriler dışarıda bırakılmaktadır. Bu ise acil bir ekonomi politikasına ihtiyaç olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Yukarıdaki garfikte de görüleceği üzere,

  • Ülkemiz enflasyonda OECD ülkeleri arasında liderdir.

OECD’nin yayımladığı raporda Türkiye’nin Mart ayındaki yıllık enflasyonu, en yakın rakibinin 4 katı düzeyindedir! O kadar ki, genele ilişkin göstergede Şubat ayı verisi ölçeğe sığmadığından farklı şekilde gösterilmiştir. Yıllık enflasyon Şubat ayında %54.4, Ocak ayında % 48.7 iken, Nisan ayında %69.97 olarak gerçekleşmiştir. Kaldı ki TÜİK verilerine mukabil (karşılık) ENAG gibi bağımsız araştırmacıların verileri gerçek verilerin çok daha yüksek olduğunu göstermektedir. TÜİK verilerini temel aldığımızda bile vahim (ürkünç) tablo ortadadır.

Dünyada enflasyonist bir eğilim olduğunu kabul etsek bile, Türkiye’nin öbür ülkelerden ayrıştığı ve kimi karşılaştırmalarda kapsam dışı bırakıldığı görülmektedir. Sokakta halk enflasyonu derin bir biçimde hissederken, resmi verilerin tabloyu tam olarak yansıtamaması, biraz da sistematiğin böylee kurgulanmasına bağlıdır.

KONUT AĞIRLIĞI

2022 yılı TÜFE hesaplamalarında kullanılacak ana grup ağırlıkları belirlenirken, gıda ve alkolsüz içeceklerin ağırlığı %25.94’ten yüzde 25.32’ye düşürülmüştür. Keza elektrik ve doğalgaz giderlerini de kapsamakta olan konutun ağırlığı % 15.36’dan %14.12’ye çekilmiştir. Bu yolla, zamların etkisi enflasyon oranlarına tam olarak yansımamaktadır.

Yularıdaki grfikte Mart 2022 için seçilmiş ülkelerin yıllık enflasyon oranları karşılaştırılmaktadır. Tabloda 40’tan çok ülke ve ülke kümesi yer almaktadır ve bunların içinde en yüksek enflasyon oranına sahip ülke açık farkla Türkiye’dir. Türkiye’den sonra gelen Litvanya’nın enflasyon oranı Türkiye’nin dörtte birinden daha azdır.

  • Türkiye’nin enflasyon oranı OECD ortalamasının yaklaşık 7, G20 ve Avrupa Birliği ortalamasının 7.7 ve G7 ortalamasının 8.6 katıdır!

Uygulanan bu politikaların sonucu olarak, tabloda yer alan yüksek enflasyon sonucu ortaya çıkmıştır.

Güdülen politikalar değiştirilmeden de bu tabloda Türkiye’nin yerinin değişmesi olanaklı değildir.

Hükümetin bir enflasyon politikası yok!

Prof. Dr. Bülbül: Hükümetin bir enflasyon politikası yokProf. Dr. Bülbül

09 Nisan 2022, cumhuriyet.com.tr
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Hükümetin para basarak günü kurtardığını söyleyen Maliyeci Ekonomist Prof. Dr. Duran Bülbül, “Türkiye’de yoksul, zenginin varlığını korumaktadır.

Bu politikalarla, Türkiye’nin enflasyon ve diğer makro sorunlarının çözümü mümkün değildir. Zaten hükümetin de enflasyonu azaltmaya dönük bir politikası yoktur” dedi.

İktidarın gıda ürünlerinde KDV’yi %1’e indirmesinin ve aynı oranda indirimi marketlerden de “dilemesinin” üzerinden bir ay geçmesine karşın raflar yine ateş pahası. Maliyeci Ekonomist Prof. Dr. Duran Bülbül, yurttaşın belini büken enflasyona ve yapılması gerekenlere ilişkin dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Ege Saati’nden Yusuf Körükmez’e konuşan Bülbül, “Türkiye’nin temel sorunu, üretim yapmamaktan kaynaklıdır. Zaten hükümetin de, enflasyonu azaltmaya dönük bir politikası yoktur” dedi. Körükmez’in soruları ve Prof. Dr. Bülbül’ün yanıtları şöyle:

– Hükümet enflasyon artışını neden durduramıyor? Bu artış hızı bu şekilde devam ederse Türkiye’nin önünde ne gibi sorunlar çıkar?

Türkiye’de enflasyonun temel sebebi, maliyetlerden kaynaklıdır. Yani Türkiye’nin enflasyonu maliyet enflasyonudur. Maliyet enflasyonunun bir nedeni ithal edilen ara mallardan kaynaklı olabilir. Ancak bu durum enflasyonun yalnızca bir bölüm nedenidir. Türkiye’nin temel sorunu, üretim yapmamaktan kaynaklıdır. Ara malı üretemeyen, salt ranta dayanan bir ekonominin makro sorunlarına çözüm getirmesi mümkün olamayacaktır. Özellikle petrol, enerji ve doğal gaz gibi üretim girdilerini üretemeyen bir ekonominin kalıcı biçimde bu sorunu çözmesi mümkün değildir. Ayrıca yürütme organının, iktisat teorisinde (kuramında) yer almayan, “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” gibi bir politikası enflasyonun çözümüne hiçbir katkı sağlamayacağı gibi, enflasyonu daha çok artıracaktır.

“TÜRKİYE’DE YOKSUL, ZENGİNİN VARLIĞINI KORUMAKTADIR”

Faiz oranlarını düşürerek enflasyonu düşürme politikası, ekonomide çok farklı ve olumsuz bir tablo ortaya çıkarmıştır.

  • Şu anda ekonomi bilimiyle açıklanamayan bir durumla karşı karşıya kalınmıştır.

Enflasyon oranı % 61, Merkez Bankasının politika faizi % 14,
Hazine borçlanma faizi % 27 ve piyasa faizi ise % 26 dolayındadır.

Devlet böyle bir politikayla, insanların Türk parası varlıklarının reel olarak gerilemesine neden olmaktadır. Ancak bazı kişilerin ise, kur korumalı mevduat faizi ile paraları korunmakta ve bu fark hazineden vergilerle karşılanmaktadır. Örneğin, üç ayda kur korumalı faiz için ödenen para 13 milyar civarındadır (dolayındadır). Bu para insanların verdikleri vergilerle karşılanmaktadır.

  • Yoksulların zenginleri finanse etmesidir.
  • Kısaca yoksul, Türkiye’de zenginin varlığını korumaktadır.
  • Bu politikalara Türkiye’nin enflasyon ve diğer makro sorunlarının çözümü mümkün değildir.
  • Zaten hükümetin de enflasyonu azaltmaya dönük bir politikası yoktur.

“HÜKÜMETİN BİLİMSEL OLMAYAN EKONOMİ POLİTİKALARI DOLAYISIYLA ENFLASYONUN DÜŞMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR”

Dünyanın her yerinde Merkez Bankalarının görevi fiyat istikrarını sağlamaktır. Yani enflasyonu önlemektir. Ancak Merkez Bankasının para politikası ciddi anlamda pasifize edilmiş (etkisizleştirilmiş) ve tamamen (tümüyle) hükümetin bilimsel olmayan politikalarına angaje olmuştur (bağlanmıştır). Dolayısıyla enflasyonun düşmesi mümkün değildir.

Böyle giderse, Türkiye’nin önümüzdeki dönemlerde hiperenflasyonla
karşı karşıya kalması kaçınılmaz olacaktır.

Enflasyonun bu şekilde sürmesi ve hiperenflasyonla karşı karşıya kalınması, ülke insanlarının daha çok yoksullaşmasına, vergi gelirlerinin ve kamu harcamalarının reel olarak gerilemesine ve gelir dağılımının daha çok çarpıklaşmasına neden olacaktır. Hatta tüm makro dengelerin bozulmasına neden olacaktır.

– Vatandaş geçinemiyor, ekmek, yağ, şeker, et kuyrukları var. Daha kötü ne olabilir sorusunu sordukça yeni zorluklarla karşılaşıyor. Şu anki durumdan daha da kötüsü var mı? Türkiye’yi neler bekliyor?

Türkiye ekonomisi, yukarıda da belirtildiği gibi enflasyon sorununu çözemezse ve üretimi artırıcı bir ekonomi politikası ortaya koymazsa, yoksullaşma daha çok olacak ve giderek halkın temel gıda maddelerine ulaşma imkânı (olanağı) ortadan kalkacaktır.

“DEVLET PARA BASARAK SADECE GÜNÜ KURTARIYOR”

Devletin tek ürettiği politika günü kurtarmak ve zamların yarattığı alım gücü azalmasının önlenmesi için para basmaktır. Para basımı kısa bir süre çalışanları rahatlatsa bile, bir süre sonra daha yüksek enflasyonla reel olarak daha çok yoksullaşmalarına neden olmaktadır.

Türkiye ekonomisi faiz oranında dünyada üst sıralarda, yüksek enflasyon konusunda ilk on ülke arasındadır.

Doların bu politikalarla dönem sonun 20 TL’yi geçmesi kaçınılmazdır.

Uluslararası raporlarda da 2022 yılının ekonomi açısından daha kötü olacağı belirtilmektedir.

“Kur korumalı TL vadeli mevduatı”nın da beklenenin aksine dolarizasyonu düşürmediği çeşitli raporlarda belirtilmektedir.

Türkiye’nin 2022 enflasyonu böyle giderse %150’lerin üzerine çıkacaktır.

Dolar kuru artacağı için dış borç stoku giderek artacaktır. Türkiye’nin salt 2022 yılında ödemesi gereken dış borcu 170 milyar Dolara yakındır. Bu durum makroekonomik dengelerin önümüzdeki günlerde çok daha kötü olacağının göstergesidir. Özetle, makro gösterge ve değerlere bakıldığında ekonomik anlamda

  • 2022’nin çok sorunlu ve zor bir yıl olacağı gerçeği açıktır.

Gıda maddelerinde %7 oranında bir indirim olması, son dönemlerde üç kat artan gıda fiyatlarına olumlu yansımayacaktır. Çok kısa bir süre olumlu etki yaratsa bile, enerji ve diğer girdi maliyetlerindeki artışın yanında hiçbir anlamı olmayacaktır. ÜFE artışı, bir süre sonra TÜFE’ye yansıyacaktır. TÜFE’ye yansıyan % 50’lik fiyat artışının yaratacağı yüksek fiyatların %7’lik bir indirimle telafisi olanaklı olmayacaktır.

“TÜRKİYE’DE VERGİ YAPISI ADALETSİZDİR”

Esas olarak enerji fiyatlarındaki ve üretim girdilerindeki KDV oranlarının düşürülmesi gerekmektedir. Sonuç olarak ÜFE ile TÜFE arasından ciddi bir fark olduğu dikkate alınırsa, bu tür KDV indirimleri enflasyon için kalıcı çözüm olmayacaktır.

Türkiye’de vergi yapısı adaletsizdir. Bunun temel örneği, dolaylı vergilerin toplam vergiler içindeki payının %65 dolayında olmasıdır. Dolaylı vergiler, ödeme gücünü kavrayamaz ve tersine artan oranlıdır. Bu durum gelir dağılımı çarpık olan ülkenin gelir dağılımını daha da kötüleştirecektir. Dolayısıyla, sosyal devlet vurgusu yapan ülkenin öncelikle bu durumu düzeltmesi gerekir. Ayrıca orta ve düşük gelir kesimlerinin kullandığı temel ürünlerdeki KDV oranlarının tamamen (tümüyle)  kaldırılması, sosyal devlet anlayışının gereğidir. Sonuç olarak,

  • Ekonomi ve maliye politikaları açısından bakıldığında, Türkiye sosyal devlet değildir. (AS: Bu politikalar Anayasa md.2’ye, 5’e, 65’e, 73’e…. açıkça aykırı!)

“KDV YÜKÜ GENİŞ HALK KİTLESİNİN ÜZERİNDEN ALINIP YÜKSEK GELİR GRUBUNA AKTARILMALIDIR”

– Vergi sistemimizde köklü değişikliklere ihtiyaç olduğu konuşuluyor. Mevcut düzende KDV yükü nihai (son) tüketicinin üzerinde kalıyor. Firmalar ödediği KDV’yi yansıtırken son tüketici yani vatandaş bunu yükleniyor. Bu noktada bir değişikliğe ihtiyaç var mıdır?

Katma değer vergisi, teknik olarak, yayılı bir muamele vergisidir. Yani imalattan tüketime dek her aşamada alınan bir vergidir. Ancak her aşamada alınan vergi, nihai (sonal) olarak tüketiciye aktarılmaktadır. Bu durum hem tüketicinin yükünü artırmakta, hem de mevcut fiyatları daha fazla artırmaktadır.

Türkiye’de öncelikli olarak vergi sisteminde ciddi bir yenilenmeye ihtiyaç var. Vergi sisteminin adil olması gerekmektedir. KDV yükünün geniş halk kitlesi üzerinden alınıp, yüksek gelir grubu üzerine aktarılması sağlanmalıdır. Ancak esas itibariyle (öz olarak), gelire göre vergi sistemi kurulmalıdır. Vergilerde esas olan ödeme gücüdür. Türkiye’de vergilerin önemli bir yükü orta ve düşük gelir grubunun (diliminin) üzerindedir. Vergi yükünün gelir grupları arasında adil dağılımının sağlanacağı bir sistem kurulmalıdır. Bunun yolu da, toplam vergi gelirleri içinde dolaysız vergilerin payının artırılmasıdır.

“TÜRKİYE EKONOMİSİ STAGFLASYON İÇİNDE”

– Telaffuz edilen terim ‘enflasyon’ fakat halk stagflasyon yaşıyor yani enflasyon ve deflasyonun negatif yönlerinin birlikte hissedilmesi. Bu noktada stagflasyon terimini kullanmamız daha doğru olmaz mı?

Durgunlukla beraber yüksek enflasyonun yaşanması anlamına gelen stagflasyon, özellikle 1970’li yıllardaki petrol krizi sırasında tüm dünyada ortaya çıkmış bir iktisadi sorundur.

O dönemde ortaya çıkan stagflasyon krizi elbette ki, bugünkü durumdan farklı olacaktır. Ancak, günümüzde Türkiye ekonomisinde ciddi bir maliyet enflasyonu söz konusudur. Özellikle üretimde önemli girdi olan enerji fiyatlarındaki artış, Türkiye’nin önümüzdeki dönemlerde enflasyon oranını daha fazla artıracaktır. Ayrıca Türkiye ekonominin uygulamış olduğu yanlış kur ve faiz politikası, çok daha olumsuz sonuçları meydana getirmektedir. Maliyetlerde artış bir yandan fiyat artışlarına neden olurken, bir yandan da yüksek maliyetlerle üretim yapma olanağını azaltarak durgunluğa ve işsizliğe neden olmaktadır. Bu iki sorunun Türkiye’de yaşanması stagflasyonu ortaya çıkarmaktadır. Hatta bu duruma önlem alınmazsa, çok daha kötü olan slumpflasyon sorunuyla karşılaşılması kaçınılmazdır.

  • Slumpflasyon ise, ekonomik çöküntü içinde enflasyonun yaşanmasıdır.

Dolayısıyla Türkiye ekonomisinin stagflasyon içinde olduğunu belirtmek mümkündür. Hatta önlem alınmazsa ve küresel likidite de iyice kısılırsa, slumpflasyonun yaşanması da şaşırtıcı olmamalıdır.
================================================

Sevgili Duran hocam,

Lütfen, derneklerinizle, örgütlerinizle toplu olarak sesinizi yükseltin…
Çözüm önerileri koyun masaya…
Bağımsız Sosyal Bilimciler ortamı örneğin…

  • TR, siyasal tarihte örneği görülmemiş bir anomali tablosunda..
  • Çözümler de olağandışı duruma uygun nitelikte olmalı..
  • En güçlü dayanağımız MEŞRU YAŞAM HAKKIMIZ
  • Meşruluğunu yitiren bir iktidara karşı EVRENSEL DİRENME HAKKIMIZ

Bir “Ulusal İktisat Kurultayı” yapın Duran hocam..
Öncü olun, halkta ve muhalefette karşılığını bulur.
6 partinin ekonomi politikasını Babacan ve partisi hazırlayacakmış… (!!)
Yandı gülüm keten helva..
Hocam, gün bu gündür Ülke ve Ulus için..
Haydi, soyunun ağır göreve..

ADD gelecek yıl bir Ulusal İktisat Kurultayı düşünebilir..
17 Şubat 1923…. 17 Şubat 2023..
İzmir’de.. Türkiye İktisat Kongresi‘nin 100. yılında..
*
Ama şimdi ACİL DURUM var!…

Sevgi, saygı ve dostlukla..
10.04.22, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK 
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (Mülkiye)

Not : Sn. Prof. Bülbül’e yolladığımız üstteki iletiyi ülkemizin önde gelen yurtsever birkaç ekonomisti ile de paylaştık.. Prof. Bilsay Kuruç, Prof. Halil Çivi, Prof. Yalçın Karatepe, Prof. Erinç Yeldan, Prof. Aziz Konukman, Dr. Serdar Şahinkaya .. gibi.

Çok değerli dostumuz Erinç hocamız yanıtladı bizi :
Evet, değerli hocam.. İktidarın bütün propagandası muhalefetin ekonomi bilmediği üzerine. Ekonomideki tahribatı ört bas edecekler.
Çalışıyoruz hocam. Emin olun. Sevgilerle

Rakamların anlattığı: 128 milyar dolar ve 60 milyar TL

Erinç Yeldan
Erinç Yeldan
Cumhuriyet, 21 Nisan 2021

Ekonomi gündeminizde AKP ekonomi idaresinin hesap vermesi gereken iki rakam var: Bunlardan birincisi, son iki sene boyunca Merkez Bankası’nın rezervlerindeki kaybı ifade eden 128 milyar dolar nerede sorusu; diğeri ise Sosyal Koruma Kalkanı adı altında vatandaşlara aktarıldığı savlanan 60 milyar TL.

Birbirine bağlı iki rakam, her ikisi de AKP ekonomi idaresinin “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” diye anılan dayatmanın yaratmakta olduğu ekonomik tahribatı ve krizi göz ardı etmeye, güneşi balçıkla sıvamaya çalışan çaresizlik öyküsünün niceliksel ifadesi…

128 milyar dolar nerede? sorusu kamuoyunda daha yakından biliniyor ve bir slogan haline dönüşmüş durumda. T.C. Merkez Bankası’nın “yeni” başkanı Şahap Kavcıoğlu, çaresizlik içinde, söz konusu rakamın kaybolmadığını, yalnızca Şubat 2017’den bu yana TCMB ile Hazine arasında yapılmış olan bir protokol uyarınca “..ihtiyaç görülen durumlarda… sağlıksız fiyat oluşumlarının önüne geçilmesi için… kamu bankaları aracılığıyla döviz işlemleri yapılmış olduğu” bilgisini aktarmakla yetinmekte. Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan ise söz konusu işlemin yasal olduğunu ve yolsuzluk anlamına gelmediğinin özenle altını çizmekteydi.

Her iki açıklama (ve benzeri diğer uğraşlar) konunun özünü kaçırma ve örtbas etme çabasından ibarettir.

  • Sorunun özünde, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi sonrasında Türkiye’de bürokrasinin tahribatı ve siyasi sadakate dayalı, liyakatsiz idari atamalar nedeniyle oluşan güvensizlik ve belirsizlik ortamından kaynaklanan iktisadi-siyasi krizi gizleme çabası yatmaktadır.

Bu çabanın ana amacı, “Döviz kurlarındaki yükselme her ne pahasına olursa olsun engellenmeli ve döviz kurları sanki istikrarlıymış gibi gözükmeli” görüntüsünün sağlanmasıdır.

Ancak bu amaç açıkça söylenememektedir. Zira tüm bu süre içinde TCMB’nin ana görevinin “fiyat istikrarının sağlanması” olduğu; “döviz kuru istikrarının hedeflenmesinin söz konusu olamayacağı” dile getirilmekte; deyim yerindeyse “yerli yabancı yatırımcıların gözü boyanmaya” devam edilmektedir. Hatta bunun da ötesinde, söz konusu dönemde

  • TCMB, gene siyasi direktifler doğrultusunda, ekonomiyi canlı tutmak amacıyla olağanüstü bir parasal genişlemeye yönelmiş, para arzını 2020’nin ocak – temmuz ayları arasında neredeyse iki kat artırmıştır.

Dolayısıyla, 128 milyar dolar nerede sorusunun özü salt yasal olup olmayışı değil, iktisat politikalarının tutarlılığı açısından yanlış, tutarsız ve kurumsal itibar kaybı anlamına gelmesidir.

SOSYAL KORUMA KALKANI ALDATMACASI

Ancak 128 milyar dolar sorusunun, kamuoyunda yeterince dile getirilmeyen bir başka uzantısı daha var. Yasal ya da değil, iktisadi aklın kurallarına uygun olsa da olmasa da sonunda şirketler kesimine, özellikle de finans sermayesine yöneldiği anlaşılmaktadır. Oysa aynı dönemde, hanehalklarına (vatandaşlara) sağlanan devlet yardımı son derece cılız kalmış; çalışanlara sağlanan ek gelir desteği gene çalışanların kendi birikimlerinden karşılanmıştır. Yazımızın ikinci “rakamı” da bu gerçeği dile getirmektedir.

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın öne sürdüğü verilere göre 2020-2021 Nisan döneminde Sosyal Koruma Kalkanı adı altında 60 milyar TL harcanmıştır. Ancak rakam bir başka gerçeği gizlemektedir. DİSK Araştırma Dairesi’nin geçen hafta ayrıntılı biçimde analiz ettiği üzere, söz konusu tutarın 31.5 milyarı “Kısa Çalışma Ödeneği”; 10.2 milyarı “Nakdi Ücret Desteği”; 5.6 milyarı “İşsizlik Ödeneği” yoluyla işçi kesimine; 4 milyarı ise “Normalleşme Desteği” yoluyla işveren kesimine sağlanmıştır. Koruma Kalkanı’nın 51.4 milyar TL tutarındaki bu bölümünün kaynağı ise çalışanların maaşlarından ödenen işsizlik sigortası fonudur. Yani çalışanlar kendi kendilerini destekleyerek sosyal koruma elde etmişlerdir.

DİSK, bu rakama gene vatandaşlardan “Biz Bize Yeteriz Türkiyem” çağrısı altında toplanan 2 milyar TL’nin de eklendiğinde vatandaşların kendi kendini desteklediği toplamın 53.5 milyar TL’ye ulaştığını belgelemektedir. Dolayısıyla, söz konusu dönemde vatandaşlara sağlanan devlet desteği salt 6.5 milyar TL düzeyinde (2020 ulusal gelirinin % 0.12’si!) gerçekleştirilmiştir.

AKP ekonomi idaresinden beklenen “128 milyar dolara nerede” sorusunun yanıtını bir de bu açıdan beklemekteyiz. Çalışan kesimlere, hanehalklarına, vatandaşlara sağlanan devlet desteği neden bu kadar düşüktür? Ve evet bir kez daha,

128 milyar dolar kimlere aktarıldı???!!