Etiket arşivi: Erdoğan ve Davutoğlu

Türker Ertürk : “KİMİN ÖNCELİĞİ?” ve Ortadoğu Yangını Nasıl Söndürülebilir?


Dostlar
,

Ortadoğu Yangını Nasıl Söndürülebilir?

Türker Paşa 2 Ekim 2014 Tezkeresini değerlendiriyor aşağıdaki yazısında..
Her zamanki gibi net, kararlı ve keskin..

Biz de benzer içerikleri Tezkereye ilişkin olarak değişik yazılarımızda
bu siteden sizlere sunduk.. (02 Ekim 2014 Tezkeresi ve Kritik Noktalar…
http://ahmetsaltik.net/2014/10/03/02-ekim-2014-gunu-tbmm-genel-kurulunda-kabul-edilen-basbakanlik-tezkeresinin-metni/)

Sayın Ertürk’ün yazdıklarını içerik olarak paylaşıyoruz.

AKP – RTE ülkemizi 12 yıldır son derece kötü yönetmekteler.

  • Temel sorun şu : AKP – RTE Türkiye’de bir “İslami rejim” kurmak istiyor.
    Batı emperyalizmi de “ANADOLU FEDERE ILIMLI İSLAM DEVLETİ” peşinde.

2 aktörün de beklentileri uyumlaştırıldı ve AKP – RTE 12 yıldır üzerine düşeni tam bir teslimiyet içinde yürütüyor. Yapmazsa “DELİĞE SÜPÜRÜLECEĞİNİ” çok iyi biliyor.
Ya da Obama’nın güncel araç “beyzbol sopası” ile kafasının – gözünün dağıtılacağını (iktidardan alaşağı edileceğini!) iyi biliyor.

Dahası, bu süreçte AKP – RTE takımının birtakım zaafları da hep yapıldığı gibi kullanıldı ve suçları belgelendi; Batı’nın elinde. Bu yüzden AKP – RTE apaçık şantaj ve tehdit altındadır ve görüldüğü gibi Türkiye Ortadoğu’da ateş çemberinin içine çekilmiştir.
Bu siyasal kadro iktidarda iken Türkiye’nin bataklıktan çıkma olanağı yoktur,
tersine daha da saplanacak ve bölünmeye, bağımsız Kürdistan‘a sürüklenecektir.

Konu TBMM’de derhal değerlendirmeye alınmalıdır.

Ordumuzun sağduyusunun bu süreçte yaşamsal nitelikte ve değerde olduğunu belirtelim. Özal’ın TSK’yı Irak’a sürme isteği karşısında onurlu Genelkurmay Başkanı Org. Necip Torumtay istifa ederek bu çılgınlığı önlemişti. (30 Ağustos 2011 :
Büyük Zafer 89 Yaşında ve Onurlu Komutan Necip Torumtay Paşa. www.odatv.com, 30.8.2011) Şimdi de TSK’nın “çok çaresiz” kaldığında iktidarın serüvenci baskılarını kamuoyu ile paylaşıp benzer yolu seçmesi gerekebilir…

Son 1-2 günde 18 yurttaş yaşamını yitirdi, 45+ yaralı var. Yazıktır, bu kişiler
AKP’nin yanlış politikalarının kurbanı olmuşlardır. Sorumlusu doğrudan AKP – RTE’dir.

Son söz    : AKP – RTE bir kez daha şapkasını önüne koyup yaşamsal önemde,
ülkemizi kan gölüne sürükleyen “tümüyle dış güdümlü politikalarını
gözden geçirmeli ve kendilerinin de pek ala bildikleri yanlışlardan artık dönmelidirler. Masum insanlar telef olmaktadır. Sıra artık can – kan ile bedel ödemeye gelmiştir; Mehmetçiği ateşe sürmemiz istenmektedir! Bu kumpas kabul edilemez! İktidar dahil hangi kişisel çıkar, hırs bu kanlı fatura ile sürdürülebilir??
Eğer gerçekten içtenlikli Müslüman iseler, İslamın neresinde var bu iğrenç,
kanlı pazarlık??

Ya yanlışlardan dönün; ya da istifa ederek ülkede emperyalizme diyet borcu olmayan namuslu ulusal kadroların sorumluluğu üstlenmesine  – ateşten gömleği giymesine
fırsat verin.

Yapılacak şey bellidir :

– Emperyalizmim güdümünden çıkmak
– Ve İran – Suriye – Irak ile BÖLGESEL İŞBİRLİĞİ‘ne giderek sorunları
elbirliğiyle çözmek.. Hiç başka yol yok!

Sevgi ve saygı ile.
08 Ekim 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

================================================

KİMİN ÖNCELİĞİ?

portresi_papyonlu

 

Türker Ertürk

Geçtiğimiz perşembe Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) Irak ve Suriye’de sınır ötesi operasyon yapma yetkisi veren tezkere Meclis Genel Kurulu’ndan geçti. Türkiye’nin Ortadoğu bataklığına iyice girişine verilen vizedir bu!
Normal olarak bu tür kararlardan sonra hayırlı olsun demek lazım ama emin olun
bu tezkere ülkemize beladan ve felaketten başka bir şey getirmez.Tezkere hakkında Meclis’e bilgi veren Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz,

“Tezkerenin hedefi ülke huzuruna saldıran teröristlerdir. IŞİD’in mağdur ettiği herkese yardım etmekteyiz.” diyor.

Acaba söylediklerine inanıyor mu? Tezkerede terörist olarak gösterilen
PKK ile görüşenler, masaya oturanlar, pazarlık edenler ve açılımları götürenler kendileri değil mi? IŞİD’le gönül birlikteliği olanlar ve lojistik destek sağlayanlar
siz değil misiniz?

Metne, satır aralarına, söylenenlere, söylenemeyenlere ve büyük resme baktığımızda

Meclis’ten geçen tezkerenin anlamı şudur           :

1. Suriye’nin toprak bütünlüğüne karşıdır ve Esad’a düşmanlık yapılmaktadır.
Bu pratikte Türkiye’ye düşmanlık demektir.

2. PKK ve IŞİD’i hedef göstermek yetmez. Çünkü her ikisi de ABD’nin bölge
hedeflerine yönelik olarak yaptığı operasyonların enstrümanlarıdır.
PKK ve IŞİD’in savaşıyor olması bu gerçeği değiştirmez. Bunları aynı babanın
çıkarları çatıştığı için birbirini yiyen çocukları gibi düşünün.

13 Yıl sonra tamam!

3. TSK’nın bölgeye girmesi savaşı yaygınlaştırır;
İstanbul, Ankara ve İzmir’i gibi illerimizi bile savaş alanı içine alır.

4. Türkiye’de yabancı silahlı kuvvetlerin bulundurulmasına izin verilmesi
    ülkemize yönelik en büyük tehdittir. 1 Mart 2003 tezkeresi ile yapılamayan
13 yıl sonra bu tezkere ile yapılmıştır. Burada kastedilen Amerikan askeridir.

5. Suriye’ye topraklarına girmek ve burada tampon bölge oluşturmak için
uluslararası hukuk açısından meşruiyet yoktur. Rusya ve Çin vetoları
nedeniyle de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden bu hukuksal yetki
alınamaz. Böyle olduğu halde bu tezkere ile Suriye topraklarına giriş
Türkiye’yi uluslararası hukuku çiğneyen haydut devlet konumuna sokar.

6. Bu tezkerenin bir başka anlamı da, bölgenin siyasal haritasını değiştirmeye çalışan
ABD’nin öncülüğünde kurulan koalisyona fiilen katılmaktır.
    IŞİD gerçekten bahanedir.

7. Bölgede yaygınlaşan terörizmi ve istikrarsızlığı engellemenin yolu bölge ülkeleri ile
işbirliğinden geçer. İran, Irak ve Suriye merkezi güçleri ile işbirliği ve eşgüdümü
esas almayan hatta satır aralarında düşmanlık eden bu Tezkere, sorun çözücü
değil problem yaratıcı ve arttırıcıdır.

Ağır şantaj altındalar!

8. Sonuç olarak;

Tezkere bu içeriği ile ülkemizin ve bölgemizin değil,
Türkiye dahil bölgemizi şekillendirmeye çalışan emperyalizmin çıkarınadır.

Meclis’te yapılan tezkere görüşmeleri sırasında HDP temsilcisini büyük bir dikkatle dinledim. Tezkereye ilişkin endişesi ve itirazı Türkiye’nin güvenliğine yönelik değil. Endişeleri; Suriye’de PKK’nın kolu olan PYD’nin kazanımları yok olmasın ve fiili özerk bölgeye bir şey olması. Tampon bölge itirazları bile ondan! Meclisimizde böyle vekiller varken başka düşmana ihtiyacımız yok. En çok ağrıma giden ise bu zatın Meclis kürsüsünden terörist başı ve bebek katili Öcalan’ın sözcülüğüne soyunurken hiç tepki almaması ve protesto edilmemesiydi. Böyle bir kepazelik, maskaralık ve ülkeye karşı açıktan düşmanlık dünyanın hiçbir meclisinde olmaz, olamaz ve müsaade edilmez.

TBMM’nin yeni yasama döneminin açılışında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yaptığı konuşmada “Önceliğimiz Esad’tan kurtulmak” demiş. Bu öncelik ülkemizin ve devletimizin çıkarlarının değil,

  • Erdoğan ve Davutoğlu’nun kişisel bekalarının ve siyasal geleceklerinin güvence altına alınmasının önceliğidir. Her ikisi de ağır şantaj altında olup uluslararası mahkemelerde yargılanma tehdidi nedeniyle ülkemizi ve
    can verecek evlatlarımızı satmışlardır.

Ali Rıza Aydın : Hukuk ne işe yarar?

Dostlar,

Sayın Ali Rıza Aydın’ın önemli bir yazısını paylaşalım.
Sn. Aydın, AYM Başkanı Haşim Kılıç‘ın istemiyle görevinden ayrılmak zorunda kalmadan önce bu yüksek mahkemenin rapörtörü idi..

Devr-i AKP’de hukuk hiç olmadığı ölçüde ayaklar altında…
Bu durum çok tehlikeli, kaygı verici..

Sevgi ve saygıyla.
26.8.2014, Maçka – Trabzon

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

========================================

Hukuk ne işe yarar?

portresi

 

Ali Rıza Aydın

 

 

Başlığı teorik ya da genel bir hukuk yazısı için atmadık. Bugün birkaç seçmeyle yetineceğiz ve artık soL Portal’da hukuk haber, yazı ve tartışmalarına daha çok
yer vereceğiz.

AKP, Erdoğan ve Davutoğlu üzerinden hukukun ne işe yaradığına ilişkin
kimi anımsatmalar yapalım:

1) Refah Partisi’nin, ardından Fazilet Partisi’nin Anayasa Mahkemesi kararlarıyla kapatılması AKP’nin yolunu açtı ve 2001 yılında “her iki partinin uzantısı olmaksızın yenilikçi olduğunu” savunan AKP kuruldu. Kapatılmalar da kurulma da Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası’na göre yapıldı.

2) AKP 2002 sonunda yapılan genel seçimde tek başına iktidara geldi. Ancak, Genel Başkan Erdoğan, Türk Ceza Yasası’na göre aldığı hapis cezası ve bu cezanın siyaset yasağı getirmesi nedeniyle TBMM’de yer alamadı.

3) Erdoğan’ın önce milletvekili, sonra da başbakan olabilmesi için Anayasa değişikliği gerekiyordu. AKP döneminin ilk Anayasa değişikliği 2002’de CHP desteğiyle yapıldı. Erdoğan’a Meclis yolu açıldı.

4) Erdoğan’ın milletvekili seçilebilmesi için Yüksek Seçim Kurulu’nun çelişkili ve
kişiye özgü yorumuyla “Siirt seçimi” formülü bulundu. Formül, Siirt ilinde yapılan seçimin iptalini ve yeniden seçim yapılmasını öngördü. Yapılan seçimde Erdoğan
Siirt milletvekili olarak Meclise girdi.

5) Abdullah Gül, 58. Hükümetin istifasını Cumhurbaşkanına sundu ve
59. Hükümeti kurma görevi Erdoğan’a verildi.

Bunlar 2 Aralık 2002 – 15 Mart 2003 arasında gerçekleşti. AKP halen iktidarda,
Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildi. Bu seçimin, 2007’de Meclis’te yapılan Cumhurbaşkanı seçiminin Anayasa Mahkemesi kararıyla iptali sonrası yapılan
Anayasa değişikliğiyle sözde halk tarafından yapıldığını; genel, yerel, halk oylaması
ve halk tarafından yapılan seçimlerin Anayasa gereği yargı organının genel yönetim
ve denetiminde olduğunu anımsayalım.

* * *

Hukuka biraz da dışarıdan bakalım:

2003 yılı bir yandan da Irak Tezkeresi tartışmalarına konu oldu. TBMM’deki
1 Mart Tezkeresi reddi gerginliğinden önce, ABD Başkanı Bush ile AKP Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış arasında ABD’de yaşanan ve (25.2.2003 günlü) gazetelere yansıyan gergin diyalog hukukun uluslararası yönünden ilginç…

“Bush: Beyler, ABD topraklarında yapacağınız bir şey yok. Ülkenize gidin ve bu tezkereyi Meclis’inizden geçirin.
Yakış: Birtakım zorluklarımız var. Uğrayacağımız zararlar gerçekten büyük. Biz iki müttefik ülkeyiz,
bizi anlayacağınızı düşünüyoruz.
Bush: Hiçbir müttefik beni sizin kadar uğraştırmadı.
Yakış: Türkiye aynı zamanda AB sürecinin içinde. Oradan değişik sesler geliyor.
Bush: AB mi kaldı? Alın işte üçe böldüm.
Yakış: Türkiye demokratik bir ülke. Uluslararası hukuk kurallarına da hep uydu. Bu operasyonla ilgili
Birleşmiş Milletlerin takınacağı tavır da önemli.
Bush: 21. Yüzyılda Birleşmiş Milletler gerekli mi değil mi, ona bakıyorum. Arkadaşlarımız bunu araştırıyorlar.”

Bush’un son sözcüklerinin Erdoğan tarafından sıkça dile getirildiğini,
ancak daha da önemlisi ABD’nin Irak saldırısında BM’nin sessizliğini de anımsayalım.

* * *

Davutoğlu’nun hukuksal yolculuğu ise şöyle:

2003’te büyükelçi unvanı aldı, 2009’da TBMM dışından Dışişleri Bakanı, 2011 genel seçimlerinde milletvekili oldu. Halen Dışişleri Bakanı… Buraya kadarı hukuk kurallarıyla uyumlu… 21 Ağustos 2014’te ise 10 Ağustos’ta halk tarafından cumhurbaşkanı seçilen, ancak genel başkanlık ve başbakanlık koltuğunu bırakmayan Erdoğan tarafından AKP’nin genel başkanı ve başbakan adayı olduğu açıklandı. Bu açıklamanın hukukla ilgisi yok. Hukuken gereğinin yapılacağı yer, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından sayılan, Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası’na göre çalışması gereken AKP kurultayı. Kurultaydaki hukuksa, çoğu kez olduğu gibi görüntü…

Bir anımsatma da ABD’den yapalım: Davutoğlu ABD’nin sevdiği isim.
Türkiye’de bürokrasi ve siyasete girdiğinde ABD çok mutluydu.
“ABD destekli” siyasetçi sözleri çok söylendi.

“Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kitabının yazarı, CIA Türkiye Masası Eski Şefi ve Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabına bir hayli gönderme yapan, O’nu “Türk dış politika uzmanı” olarak tanımlayan Graham E. Fuller, kitabın “Türkiye’nin geleceğiyle ilgili dış politika senaryoları” başlıklı bölümünde, “Ahmet Davutoğlu’nun stratejik vizyonu” başlıklı sayfalarda şunları söylüyor:

“(…) gerçek anlamda bağımsız bir Türk dış politikasının entelektüel ve kavramsal temelleri sistematik biçimde ancak son zamanlarda Türk bilim adamı ve AKP’nin
dış politika başdanışmanı Ahmet Davutoğlu tarafından ortaya konulmuştur.”

“Savunduğu vizyon Batı, Orta Doğu, Rusya, Afrika ve Asya’ya karşı geniş bir bağımsız Türk politikaları demeti uygulayabilmek üzere ABD merkezli politika yöneliminden cesur bir şekilde uzaklaşmayı öngördüğü için, Birleşik Devletlerdeki bazı gözlemciler Davutoğlu’nu Amerikan karşıtı olmakla suçlamışlardır. Her ne kadar Türkiye’nin dünyadaki konumunun -geçmişteki ABD ittifakının yaptığı gibi- sınırlanmasını ve hegemonya altında kalmasını istemese de Davutoğlu’nun herhangi bir şekilde “anti-Amerikan” olarak nitelendirilmesi saflıktır.”

“Davutoğlu’nun stratejik vizyonu hiç kuşkusuz mevcut AKP dış politikası üzerinde büyük etki yapmıştır, fakat AKP dışındaki düşünürlerden direniş görmektedir, ki bunlar arasında dış politikada benzer bir maksimum esneklik ve bağımsızlık isteyen Kemalistler ve solcular vardır. Davutoğlu’nun yaptığı, dış politikada Türk milli menfaatlerine dair sistematik ve geniş vizyon formülasyonu gerçekten de tartışılabilir; ancak kapsamı ve derinliği bakımından bir benzeri olmayan bu formülasyon, halihazırda Türk dış politika düşüncesi üzerinde büyük etki yapmış durumdadır. Bu etkinin önemi ne kadar vurgulansa azdır.”

Fuller’in kitabı 2007 tarihli… Davutoğlu 2009’da dışarıdan Dışişleri Bakanı, 2011’de milletvekili, 2014’de AKP genel başkanı; başbakan olacak. Son süreçler hukuken tamamlanacak. Stratejik vizyon hukuken yerli yerine oturacak.

İşte demokratik hukuk devletinin ikiyüzlü kültürü; kurallarla kaybettiriyor,
kurallarla kazandırıyor.

Batakçı sağ siyaset, veliaht düzenini, emperyalist siyaset de küçük Amerika düzenini sürdürmede, politikalarıyla ilgili kadrolaşmayı korumakta kararlı. İlkesiz iç politika da demokrasi adı altında onları yaşatmakta kararlı.

“Hukuk” ise bir yandan AKP gericiliğinin ve sermayenin, diğer yandan emperyalizmin görüntüsü…

Terör kara para ve = AKP


Dostlar,

Son zamanlarda okuduğumuz en çarpıcı makalelerden biri Sn. Aykut ERDOĞDU‘dan geldi :

Terör, kara para ve = AKP

Denklem çok yalın görünüyor ama gerçekte oldukça çetrefil..

AKP’nin artık R.T. Erdoğan ile yoluna devam etmesi uluslararası topludurum (konjektür) bakımından da olanaklı gözükmüyor.

Ne var ki, az eğitimli ve olup bitenlerin ayırdında olmayan büyük halk kitleleri katında
hala “Kasımpaşalı mağdur bizim oğlan mitosu” tükenmedi.
Fakat “hızlıca” erimekte..

Bir de iktidarda iken, elden geldiğince suç kanıtlarını yok etme ve bir “yavaş iniş” sürecinin AKP’de yeğlendiği izleniyor.

Ek olarak, hala, “akıyor iken biraz daha doldurma” dürtüsünün denetlemediğinin de dikkate alınabileceğini görüyoruz.

Son olarak ise, kendi kendini kuşatmanın, sağduyuyu tümüyle körleştirmesi almaşığı kalıyor. Epey saldırgan, yırtıcı ve tehlikeli olunuyor bu aşamada ama o ölçüde de tükeniş hızlanıyor..

“RTE’nin AKP’si veya AKP’nin RTE’si” için yalın politik – tarihsel çözümleme budur.

Erdoğan, ulusal ve özellikle uluslararası yargıdan kaçamayacak gibi görünüyor.
En son, Mısır’ı 30 yıl demir yumrukla yöneten Hüsnü Mübarek, mahkemeye kafeste getirilerek yargılanmış ve hüküm giymişti. Bu arada sabırları çok zorlayıp,
uluslararası istihbarat örgütlerinin “örtük” bir suikastına kurban gitmezse..

Çok yazık oldu / olacak Türkiye’nin 11 / küsürat yılına..

Sevgi ve saygı ile.
6 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Terör, kara para ve = AKP

Portresi

 

Aykut ERDOĞDU
CHP İstanbul Milletvekili

 

Şubat ayında Paris’te Uluslararası Mali Eylem Görev Grubu (The Financial Action Task Force-FATF) toplantısı yapıldı. FATF Türkiye’yi 2007 yılında Cezayir, Ekvador, Etiyopya, Myanmar, Endonezya, Pakistan, Suriye ve Yemen ile birlikte gri listeye aldı.

Gri liste kabaca, o ülkenin kara parayla mücadele etmek istemediği ve karaparanın aklanmasına göz yumduğu anlamına geliyor. Gri listenin hemen üzerinde kara liste var. Kara listedeki ülkeler ise İran ve Kuzey Kore. Kara listeye alınmış ülkelerin terörü finanse ettiği ve kara para akladığı kabul ediliyor. FATF’ın gri ve kara listeyi oluştururken kullandığı ölçüler ahlaki olarak tartışılabilir. Ancak uluslararası camiada kara listeye alınmış ülkelere vebalı gibi davranılır, ekonomik yaptırımlar uygulanır.

Petrol Karşılığı Altın

Aslında öykünün başlangıcı İran’a ekonomik yaptırım uygulanmasıyla başladı. Türkiye gaz ihtiyacının yaklaşık %25’ini, petrol ihtiyacının ise %40’ını İran’dan karşılıyor. İran’a ekonomik yaptırım uygulanmaya başlanınca bu ülkeden aldığımız petrol ve
gaz bedelinin İran adına Halk Bankası’nda açılan bir hesaba yatırılması kararlaştırıldı. Buraya kadar yapılan işlemler her iki ülkenin yararına bir durumdu. Uluslararası kuruluşlar da bu duruma itiraz etmedi. Ancak AKP’nin açgözlülüğü bu “milli fırsatı”
“milli felakete” dönüştürdü.

İran devleti Babek Zencani ve Rezza Zarrab’ı görevlendirdi. Zarrab Başbakan, Bakanlar ve bürokratlarla ilişki kurdu. Zarrab’ın görevi İran’ın uluslararası sistemde karapara kabul edilen varlıklarını Halk Bankası üzerinden aklamaktı. Yapılan plana göre Türkiye’den başta altın olmak üzere şeker, plastik ve demir gibi malzemeler
ihraç edilmiş gibi gösterilecekti. Yani hayali ihracat yapılacaktı. Sonra Halk Bankası’nda biriken İran parası nakit olarak çekilerek Birleşik Arap Emirlikleri’ne gönderilecek, oradan da İran’a aktarılacaktı.

İran’da katı kambiyo rejimi var. Yani biri resmi öbürü piyasa kuru olmak üzere iki farklı kur var. Resmi kur, piyasa kurunun neredeyse yarısı. İran devleti ithalatçılarına resmi kurdan ödeme yapıyor. İthalatçılar resmi kurdan aldıkları dövizi serbest piyasada iki katına satıyor. Aldığı (İran para birimi) tümenleri İran’da Halk Bankası İran temsilciliğine yatırıyor ve ikinci vurgun kur farkından yapılıyor. Bu sayede İran’ın paraları aklanıyor. Sistem bu şekilde dönüp duruyor. Kur farkından ve aracılık ücretlerinden milyarlarca dolar gelir ediliyor. Elde edilen gelir rüşvet olarak dağıtılıyor. Bu rüşvet düzeni uluslararası kuruluşların gözünden kaçmıyor. İnceleme ve araştırmalar başlıyor.
Halk Bankası yakalanmamak için dolardan çıkıp avroya geçiyor. SWIFT sisteminden çıkıp faks ile işlem yapmaya başlıyor. İran ve Türkiye için “milli bir fırsat” aç gözlü siyasetçilerin ihtirası sayesinde “milli bir felakete” dönüşüyor.

Batman ve Robin

Bütün dünyayı “keriz” kendilerini “dâhi” gören dünya lideri bölgeye ayar vermeye kalktı. Batı medeniyeti nereyi devirmek istediyse onlardan önce koştu. “Ben yıktım dünya lideriyim” dedi. Tunus, Mısır, Cezayir ve Libya’da iktidarlar değişti. Kaddafi canlı yayında linç edildi.

Sıra Suriye’ye geldiğinde “dünya lideri” Batılılar’dan önce Suriye’ye saldırdı.
Düne kadar ortak Bakanlar Kurulu toplantısı yaptığı “Kardeşim Esad” bir anda
“Katil Esed” oluverdi. “Batman ve Robin” ikilisine benzettiğim Erdoğan ve Davutoğlu’nun “birkaç ay içinde düşer” dedikleri Esad çetin ceviz çıktı. Rusya ve Çin’i yanına çekmeyi başardı. Diplomasi yoluyla Rusya, İngiltere ve Amerika’nın
kendisini desteklemelerini sağladı. “Batman ve Robin” ortada kaldı.

Yolsuzluk ve Cinayet

Suriye’de batağa saplanan “Batman ve Robin” dünyanın dört bir tarafından El Kaide militanlarını Türkiye’ye getirdi. Eğitti, finanse etti, silahlandırdı ve Suriye’ye gönderdi. El Kaide militanları sınırın sıfır noktasında televizyonlara açıklamalar yaptı. Bu militanların insan kafası kesip, ciğer yedikleri görüntülerin internete düşmesiyle bütün dünya şok oldu. ABD ve İngiltere, Rusya ile aynı çizgiye, yani “Esad yine bunlardan iyidir” noktasına geldi.

Suriye’de savaş ilk perdede “Hizbullah ile El Kaide” arasında ikinci perdede
“İran ile Türkiye” arasında sürmeye başladı.

  • Suriye’de süren bu kirli savaşta yaklaşık 150 bin insan can verdi.

Yüz binlerce insan yaralandı. Milyonlarca insan vatanını terk etmek zorunda kaldı.
İran ve Türkiye devletini yönetenler piyonları aracılığıyla Suriye’de milyonlarca mazluma zulmederken, öbür yandan kurdukları kara para çarkında milyarlarca dolar rüşveti havuzlarına indirdiler. Bir tarafında cinayetin diğer tarafında yolsuzluğun olduğu
bu mide bulandırıcı ilişkiler, tarihimize kara bir leke olarak geçti.

Terörün Finansmanı

Suudi işadamı Şeyh Yasin Abdullah Ezeddin El Kadı, El Kaide terör örgütünü
finanse ettiği gerekçesiyle yasaklandı. 11 Eylül (2001) saldırılarıyla ilişkilendirildi.
Tam bu sırada RTE çıkıp “Yasin El Kadı’ya kendime güvendiğim kadar güvenirim” dedi. 17 Aralık (2013) soruşturmasıyla, Türkiye’ye girmesi yasaklanan El Kadı’nın
VIP olarak Türkiye’ye geldiği ve RTE ile ortak yatırımları olduğu ortaya çıktı.
Yine uluslararası alanda terörist kabul edilen Hamas’ın önde gelen liderlerinden
Salih El Aruri’nin benzer ilişkiler içinde olduğuna yönelik raporlar yayınlanmaya başlandı. İHH üzerinden yapılan faaliyetlerin terör bağlantıları açığa çıkmaya başladı.
Bütün bu gelişmeler üzerine 47 Amerikan Kongre Üyesi 11 Nisan 2013 tarihinde
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Hazine Bakanı Jack Lew’e bir mektup yazdı.
Bu mektupta Türkiye’nin İran’la olan ticari ilişkilerinden terörün finansmanına kadar “kendi ulusal çıkarları” açısından şikayetçi oldular.

Anti-Emperyalist AKP

RTE ve arkadaşları 1999 yılında milli görüşçü hocalarından ayrılarak ılımlı İslam (Moderate Islam) anlayışıyla AKP’yi kurdu. Dünya alem bu hareketin bir neo-con projesi olduğunu biliyordu. Irak’tan Kıbrıs’a, ekonomiden tarıma, uyguladığı tüm politikalarda kendisine çizilen neo-con yol haritasına uydu AKP. Bu saptamayı onlarca örnekle kanıtlamak olanaklı. Neo-con yol haritasını harfiyen uygulayan
AKP
yönetimi nefsine yenik düştü. Bulaştığı rüşvet ve yolsuzluk batağı, uluslararası finans sitemini tehdit etmeye başladı. Başına olmadık işler geldi. Rezil oldular.
Şimdi, RTE “bu bir emperyalist oyundur, Allah’ını seven defansa gelsin” diyor. Anti emperyalistlerden rüşvetini, kara parasını ve cinayetleri aklamasını istiyor.

SAKIN!

http://birgun.net/yazi-goster/aykut-erdogdu/3-3-2014/teror-kara-para-ve-akp-2083.html