Etiket arşivi: Cihan Dura

ATATÜRK’ÜN DİNE ve İSLAMA BAKIŞI NASILDI?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

İki gün sonra kendilerine Kurtuluş, Kuruluş, bağımsız ve özgür bir ülke, laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan bir Cumhuriyet ve bir dizi çağdaş devrimler borçlu olduğumuz ebedi önderimiz Atamızın Samsun’ ayak bastığı 104. yıl dönümü. Fakat ben bu kez, gençlerimizin sorularından yola çıkarak Devrimlerimizin az konuşulan ve doğru bilinmeyen bir başka önemli yönünü yazmak istiyorum.

Genç vatandaşlar, “Hocam , özellikle de dinbaz çevrelerde, Atatürk’ün dinle ilişkisi ve hatta din karşıtlığı konusunda birçok olumsuz söylenti, yazı ve görsel var. Atatürk’ ün dine ve özellikle de İslam dininine bakış açısı nasıldı?” diye soruyorlar.

Özetlemeye çalışalım.
Önce işin inanç ya da iman konusunu yanıtlayalım.

Hiç kimsenin elinde insanların dindarlık derecesini ya da dinsizliğini ölçen bir İmanometre – imanölçer aleti yoktur. İbadet, sakal, bıyık, giyim – kuşam gibi ritler salt bir dış görünüştür. İnsanların iç dünyalarını İnançlarını bilen, gören ve değerlendirecek olan yalnızca Allah’tır. Gerisi zan ve dedikodudan ibarettir. Ayrıca her insan inanç ya da inançsızlığının hesabını kullara değil, yalnızca Allaha verir. Gerisi zandır ve dedikodudur, Müslümana yakışmaz. Ayrıca İyi niyetten de yoksundur. Bu nedenle,

  • Atatürk’ün inancını sorgulamak hiç kimsenin hakkı ve haddi değildir.

Dindar bir vicdan, dürüst bir ahlak ve laik bir hukuk insanların inançlarını sorgulamaya fırsat vermez.

Atatürk’ün dine bakış açısını öğrenmenin en doğru yolu bu soruyu bizzat (doğrudan) Atatürk‘e sormaktır. Ancak kendisi bizlerden fiziksel olarak ayrıldığı için, bu sorunuzu Atatürk’ün Söylev ve Demeçlerine bakarak yanıtlamaya çalışayım. Atatürk’ün din ve İslamiyet hakkındaki fikir ve uygulamalarını Sayın Cihan Dura‘nın ATANAME kitabının 696 -98 sayfalarından birebir aktaracağım.

ATATÜRK DİYOR Kİ :(×)

“Ben dine, gerçek dine karşı olmadım. Aksine ona (dine) gerekli değeri verdim, onu vicdanlardaki kutsal yere yükselttim.

Ben İslam alanında da vukuf (derin bilgi) sahibiyim. Kur’anı, İslam tarihini iyi bilirim. Müslümanlığı çok dikkatle inceledim. Hazreti Peygamber’in yaşamını okudum. Dört ciltlik tarih hazırlanırken 4 Halife dönemini ben kaleme aldım. Benim bu yönüm dinci ve inkarcı yobazlar tarafından hep gizlenmiştir.

Gerçek din alimlerine saygı duydum, onlarda da saygı uyandırdım. Dine ve dindarlara yaşamımın hiçbir anında saygısız davranmadım. Mili Mücadelemizde de din alimlerinden büyük destek gördüm. Beni İslam’ın kurtarıcısı” olarak anıyorlardı.
” İslam’ın halaskâr (kurtarıcı) gazisi ünvanını vermişlerdi bana..

Dinde reformdu yapmak istediğim. İslam’ı cehaletin elinden alıp ehlinin eline vermek zamanı gelmiştir, dedim ve dinde yenileşmeyi, yeniden yapılanmayı gerçekleştirdim. Hurafe dinciliğini yıktım. Gerçek dine dönüşün ilk adımlarını attım.

İslam toplumunu nakilcilikten akılcılığa yöneltmek istedim.

Cağdaşlaşma yolunda ilk adımları atmasını sağladım. Dini hurafelerden (dinde olmayan ve dini bozan uydurmalardan), Arap-Acem (İran) kültüründen arındırmak, toplumu ve devleti dincilerin yönlendirmesini önlemek istedim.

İslam’ın, Allah ile aldatanlarca araç olarak kullanılmasına karşı çıktım. Müslümanla Tanrı arasındaki aracılığı kaldırmak, “Raaiyyeleşme” ye, sürüleşmeye, bundan beslenenlerin saltanatına son vermek istedim. Halkımı (ümmetten) millete dönüştürdüm. Yaptığım devrimlerle gerçek islamın özlemini gerçekleştirdim.

Benim arkadaşlarımla giriştiğim devrimin en hayırlı işlerden biri de halkımızın ne dediğini anlayarak ibadet etmesini, namaz kılmasını (Türkçe İbadet) sağlamak oldu. Türk Kur’an’ın arkasından koşuyordu. Fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyordu….

Evet, ezanları gürül gürül, üstelik halkın anlayacağı dilde Türkçe okuttum.

  • Allah Türkçe bilir!

Böylece dilimiz Türkçeyi yükseklere, minarelere çıkardım. Ezanları yasaklayacak olanlar işgalcı Yunanlardı. Onları bu topraklardan kovarak, ezanların susmasını önledim.

Elmalılı Hamdi Yazır‘a Kur’an tefsirini yaptırdım. Ardından 2. büyük adımı attım. 12 ciltlik Buhari tercüme ve şerhini (açıklamasını) yaptırdım… <Diyanet İşleri Başkanlığını kurdurdum; din ve mezheplere ilgili ibadet ve yönetim işlerini düzenlesin diye, imanla ilgili fıkıh kuralları hakkında Müslüman yurttaşlara bilgi versin diye… (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın) bir görevi de laikliği korumaktı. Zamanla tam tersi işler yaptı, o başka.

Müslüman Türk kadınının geleneksel (İslam öncesi Türk kültüründen gelen) haklarını ben yeniden tanıttım… Ben Türk kadınına, meslek sahibi olmanın, sanatın bilimin ve sosyal hayatın kapılarını açtım. O’nun (kadının) kendi rızası olmadan evlendirilmesini, dövülmesini, hor görülmesini yasalarla önledim. Bu düzenlemlerin hiçbiri İslam’a karşı, aykırı değildir.

  • Ben Türk İslam aydınlanmasının önünü açtım.

Müslüman Doğu; sadece inanmaktan, bilerek inanmaya, bilinçsiz dincilikten, bilinçli dindarlığa kanat açsın, benim öncülük ettiğim Aydınlanmaya borçludur.

İslam dünyası, taa Muaviye‘den beri, Kur’an’ın esas mesajının dışlandığı bir din yaşadı. Müslümanların esas sorunu İslam’ı yanlış anlamalarıydı. Ne var ki Müslüman, ne yanlış anlamaktan vazgeçti ne de yanlış İslamdan. Yüzyılların çıbanlaştırdığı bir dert bu. Çok ciddi bir neşter (bıçak) vurulmadan iyileşmezdi.
O neşteri ben vurdum ama değeri bilinmedi.”;
***
Evet, Atatürk bunları söylüyor.

Ben size kendi yorumlarımı değil, doğrudan Ulu Önderimiz Büyük Atatürk’ün yorumlarını sundum. Ancak O’nun dinler konusunda söylediklerinin hepsine hiç kuşkusuz kendi imzamı da atarım. Atatürk ne yapmış, hangi kararları almış ve hangi devrimleri yapmışsa o konularda tam ve derin bilgi sahibi olarak ve toplum yararı için yazmıştır. O’ nun aynı zamanda derin bir İslam din bilgini olduğunu hiç aklınıza getirmiş miydiniz?

Not: ayraç (…) içindeki yazılar benimdir.

  • HALKIMIZIN ve GENÇLERİMİZİN 19 MAYIS GENÇLİK ve SPOR BAYRAMININ 104. YILI KUTLU OLSUN!

(×) DURA, Cihan, ATANAME, Doğu Kitabevi, İstanbul, 2019, ss. 696-98.

ÇANAKKALE ZAFERİNİN YAŞAMSAL ÖNEMİ VE ATATÜRK’ÜN İNSANCIL RUHU

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

18 Mart 1915… Çanakkale Deniz Zaferinin 107. yıldönümü. Kanımca Kurtuluş Savaşımızın umut ışıkları Çanakkale Zaferi ile parlamaya başlamıştı. Eğer Çanakkale Savaşındaki üstün başarıları olmasa M.K. Atatatürk olmazdı. M.K. Atatürk olmasa da Kurtuluş Savaşı kazanılamayabilirdi.

Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) başlamıştı. Osmanlı orduları Kafkaslarda ve Süveyş Kanalı Savaşında ağır yitikler vermişti. Emperyalist İngiltere ve Fransa Osmanlı Başkenti Istanbul’u ele geçirmek için Çanakkale Boğazına saldırmaya karar vermişlerdi.

Ortak düşman donanması Çanakkale Bağazını kuşatmıştı. İstanbul’un olası işgaline karşı, Osmanlı Başkentinin Eskişehir’e taşınmasına karar verilmişti. Hatta Eskişhir’de devrin padişahına ev bile tutulmuştu. Saraydaki tüm değerli eşyalar ve önemli belgeler de Konya’ya gönderilmişti(1). Çanakkale zaferinden sonra başkenti Eskişhir’e taşımaktan vazgeçildi.

Deniz savaşının yitirilmesi ve kara savaşlarının başlamasından önce, İngiliz generali Hamilton askerlerine şu buyruğu vermişti :

“Önümüzde… eşi görülmemiş bir serüven bulunmaktadır… Gelibolu Yarımadasına bir kez ayak bastıktan sonra, sonuna dek savaşmak zorundasınız. Bütün dünya bizim ilerlememizi gözetliyor.”

Aynı savaşta M.K. Atatürk ise askerlerine şu buyruğu vermişti.

  • “Size saldırıya geçmenizi emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!
    Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler gelebilir…”

Bir yanda serüven ve savaş gösterisi yapmak isteyen bir emperyalist komutan var. Öbür yanda ise başta kendisi ve askerlerinin ölmesi pahasına ülkesini ve halkını kurtarmaya çalışan büyük bir yurtsever…

Önce 16 düşman savaş gemisinden 10 tanesi olağanüstü özveri, taktik ve çabalarla batırıldı ve deniz savaşı kazanıldı (18 Mart 1915). Ardından da M. Kemal’in dahice strateji ve taktikleri ile kara savaşları kazanıldı (sonlanmas 19 Aralık 1915).

Çanakkale deniz ve kara savaşlarında

 

 

 

 

 

 

İngilizlerin kayıplar, 115.000 bini ölü olmak 205.000, Fransızların yitikleri ise 47.000 kişi olarak hesaplanmıştı. Düşman askerlerinin can yitiği 252.000 kişiye ulaşmıştı. Osmanlı Ordusu da yine 66.000 askeri şehit olmak üzere 250.000 insan yitiğine uğramıştı. Her iki yandan toplam 500.000’den çok inansan evladı yok olmuştu…

Sonuç olarak: Emperyalist ve işgalcı serüvenciler hem deniz hem de kara savaşlarını yitirmişlerdi. Sınırsız yurt ve ulus sevgisine sahip olan yurtseverler ise utkuya ulaşmışlardı.

19 Mayıs 1919 başlayan, Kurtuluş Savaşımızın büyük örgütleyicis M. K. Atatürk’ün efsanevi karizması, öngörüsü yüksek keskin dehası ve sarsılmaz yurtseverliği Çanakkale Savaşında ortaya çıkmıştı. Bu savaşla Türk halkının O’na olan güveni artmıştı…

Peki Kurtuluş Savaşı kazanılıp Cumhuriyet kurulduktan sonra M.K. Atatürk Çanakkale’de göğüş göğüse savaştığı bu düşman askerleri için ne dedi. (2)

  • “Bu ülkenin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçikle yan yana ve koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

Siz tarihte hiç savaştığı can düşmanı olan düşman askerlerini şefkatle bağrına basan ve o askerlerin analarını içtenlikle teselli eden, hatta onlara anıt mezar yaptıran bir komutan gördünüz duydununuz mu? Şimdi gel de Atatürk’ü sevme, bu olanaklı mı?

3. Cumhurbaşkanımız rahmetli Sayın Celal Bayar,Atatürk’ü sevmek ibadettir” demişti. Ne denli doğru söylemiş! Ruhu şad olsun.

Bu düşünce ve duygularla, Çanakkale Utkusunun önemini bir daha belirtiyor, başta M. K. Atatürk ve tüm silah ve dava arkadaşlarını saygı, minnet ve şükranla anıyor; hepsine Ulu Tanrı’dan bağış ve sonsuz rahmet diliyorum.

(1)- Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 1. Kitap, ss. 47-49. Bilgi Yayınevi, İstanbul 1991.
(2)- Cihan Dura, Ataname. s. 399. Doğu Kitabevi, İstanbul 2019.

YABANCILARA TOPRAK SATIŞI VE TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ


Dostlar
,

ADD İsparta Şubesi’nin kurucusu ve 14 yıllık çok başarılı Başkanı, dava arkadaşımız
Sn. Mahmut Özyürek yurtsever çalışmalarını duraksız sürdürüyor..

Son yıllarda Ulusal Eğitim Derneği’nin İsparta Şubesini kurdu ve yönetimini üstlendi. Aşağıda önemli bir derlemesini paylaşmak istiyoruz :

Korkunç boyutları olan bir ivedi ulıusal sorun…Kapsamlı yazı 14 öneri ile aynen şöyle sonlanıyor ve biz de aynen katılıyoruz..

  • Bütün bu sebeplerden dolayı, yabancılara toprak satışları Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarına aykırıdır, derhal durdurulmalıdır. 

AKP iktidarı 11,5 yıldır ülkenin taşını – toğrağını, altını – üstünü, havasını – suyunu satmakta..

Bu acımasız vatan talanının hızla durdurulması gerek.

Filistin de bu ürkünç (vahim) hatayı yapmadı mı?? İsrail yoken ortada Yahudilerin orada devlet kurma politikası ile parsel parsel sistematik olarak satın alınan Arap topraklarında 1948’de Ben Gurion Yahudi İSRAİL Devleti‘nin kuruluşunu ilan etmedi mi??

Satılan topraklar önce çitleniyor (İngiltere’deki ÇİTLEME – Fencing dönemi benzeri!) ve “Private Property NO ENTRY” (Özel Mülktür GİRİLMEZ!) tabelası ile korumaya alınıyordu. Ardından bu parseller birleştirildi ve bayrak dikilerek İsrail yurdu yapıldı..

O tariten bu yana da Siyonist emperyalizm güdümünde sürekl genişliyor İsrail toprakları. Gazze Şeridi ve Batı Şeria dünyanın en bahtsız topraklarına, cehenneme döndürüldü. 1,75 milyon Filistinli dünyanın en yoğun nüfus yerleşimi ile avuç içi kadar topraklarda (360 km2) havadan – karadan ve denizden tam bir abluka altında yaşıyor.. Km2 ye 4860 kişi düşüyor! (Dünya ortalaması 50 kişi/km2). İsrail ise Filistin’in 75 katı topraklarda 27 bin km2 alanda 7,5 milyon nüfuslu..

Filistin’in tek yaşam kaynağı yer altından Mısır’a bağlanan Gazze tunelleri..
Bebeğin anne karnında Göbek kordonu gibi (Gazza’s Umbilical Cord!)….
Son 1 hafta – 10 gündür (Temmuz 2014) yeni bir havadan – karadan askeri operasyon ile apaçık bir soykırım (massacre, genocide, ethnic cleansing) dünyanın gözü önünde sürdürülüyor!

Hedef, Tevrat’ya yazılı olduğu vehmedilen ARZ-I MEVDUD topraklara erişmek.. (Tanrı’nın kendilerine sözde vaadettiğine inanılan ideolojik – dinsel ütopya)
O sınırlar ki, Fırat ve Dicle’nin doğuş yerlerine, Türkiye’nin bağrına  dek uzanyor..
Nasıl mı?? Büyük Ortadoğu = Büyük İsrail Projesi ile..Bölgede tüm ülkeleri küçülterek, parçaşayarak.. Türkiye dahil.. Büyük Kürdistan adı altında geçiş dönemi kukla devleti üzerinden Yahudi İmparatorluğu..

Türkiye’nin hızla aklını başına devşirmesi gerek..

Hele Başbakan R.T. Erdoğan’ın Büyük Ortadoğu = Büyük İsrail Projesi’nde EŞBAŞKAN oluşu çıldırtıcı bir harakiridir Türkiye için..

Bir kez daha yazmış, uyarmış olalım.

Bu arada Türkiye’de vatan topraklarının yabancı sermayeye satışı ile ilgili kamuoyunu uyarıcı çok emek yurtsever insanlarımızdan biri de eski Tapu Kadasro Genel Müdür Yrd. Sayın Orhan ÖZKAYA‘dır. Özkaya’nın kitabı “ANAHTAR TESLİMİ TÜRKİYE” başlıklı ve ibretle okunmalı, okutulmalı..

Bizler paranoyak vs. asla değil, tarih bilinciyle ileriyi görmeye çabalayan geleceği öngörmeye çalışan bilimsel emek sahibi yurtseverleriz. Eski Maliye Bakanı K. Unakıtan’ın saçmaladığı gibi “Götürdüler mi malı, işte burada duruyor..” söylemini aptalca değilse hain tuzak yüklü görüyor ve uyarıyoruz..

Şehir – gazilerimizin mübarek kanları ile sulanmış; canlarını – kemiklerini barındıran vatan topraklarımızın satılması için hiçbir akılcı gerekçe bulamıyor, ileri sürülenlerden tatmin olmuyoruz. Mehmet Akif’in dizeleri dilimizden düşmüyor :

– Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda..

  • Türkiye Filistin olmasın; kendi öz yurdumuzda sürgün olmayalım!

Sevgi ve saygı ile.
15.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

YABANCILARA TOPRAK SATIŞI VE TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ

portresi


Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Dern.
Isparta Şb. Bşk., 13.7.14

Yabancılara toprak satışı emperyalizmin Doğu’ya yönelttiği beş silahtan biridir.
Bu silah 19. yüzyılda Osmanlı’ya karşı da kullanılmıştır.
O zamanın büyük devletleri maliyesi bozuk Osmanlı’dan, bazen para karşılığında, bazen tehdit ederek birçok ödün almıştır. Bunlardan biri de yabancıya toprak satışıdır.
Bir ihanet olan bu uygulamaya Atatürk döneminde son verilmiş, ne yazık ki AKP ile birlikte Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde 2003 yılında yeniden başlatılmıştır. Böylece Lord Curzon, Lozan’da cebine koyduklarından birini daha çıkarıp önümüze itmiştir.
Atatürk, Osmanlı Devleti’nin başına gelen Batı kaynaklı felaketlerden ders aldığı için Türkiye Cumhuriyeti’nde yabancıya toprak satışını son derecede zorlaştırmıştı. Ne var ki toprak satışları bütün diğer belalar gibi AKP döneminde yeniden başladı ve çok vahim sorunları peşi sıra sürükleyerek kısa sürede büyük bir ivme kazandı.
Cumhuriyet tarihinde hiçbir hükümet bu performansı tutturamadı. Sekiz yıldır en değerli topraklarımız hızla yabancıların, İngiliz’in, Alman’ın, Fransız’ın, Yunan’ın tapulu malı haline geliyor. 2003-2010 yıllarında, yani AKP iktidarı boyunca yabancılara satılan toprak miktarı rekor seviyeye çıktı. Kasım 2010 itibariyle yurt genelinde 110 bin 514 yabancı gerçek kişiye, toplam 69 milyon metrekare taşınmaz satılmış bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin 80 yılında satılan toprağın dört katı sadece 8 yıl içinde yabancıların oldu: 52 milyon metrekare!…
(Bkz. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Resmi İnternet Sitesi, Yabancı Mülkiyeti Türkiye Geneli, http://www.tkgm.gov.tr/yabancilar)
“Türkiye Batı’nın gözdesi!…”
“Türkiye yabancı emlak alıcılarının yeni gözdesi!…”
Böyle yazıyor İngiliz dergileri. Dikkat isterim, “gözdesi” demiyor, “yeni gözdesi” diyor. Demek ki Türkiye, AKP sayesinde birilerinin eski gözdesini tahtından indirmiş. Başka bir deyişle öncekinin işi bitmiş, sıra tazesinde… Aynı dergilere göre Türkiye “bir içim su” imiş. Kış mevsimi ılıman, Nisan ayından ta Kasım ortasına kadar güneşli, sahilleri nefes kesiciymiş. Özellikle kıyı bölgeleri cennetten bir köşe imiş…
Eminim, bu övgüleri okuyunca etkilendiniz, birçoğunuzun göğüsleri kabardı…
Çünkü bizi buna şartlandırmışlar. Şunu işlemişler kafalarımıza: Batılı üstündür,
o ne derse doğrudur, ne yaparsa iyidir, onun övgülerine mazhar olmak güzel şeydir, bir ayrıcalıktır. Ama işin çok acı başka bir tarafı vardır ki onu gizlerler bizden. İşte ben bu gerçeği aşikâr eden bir paragrafı İngiliz gazetesi Times’in [12.2.1856] sayfalarından aşağıya alıyorum. Yazı 1856 Islahat Fermanı’nda İngiltere’ye Osmanlı ülkesinde yabancıya mülk edinme hakkının tanınacağı hükmünün yer alması üzerine kaleme alınmıştır:
“Yabancıların toprak satın almalarının önündeki tüm engellerin kaldırılması … kısa zamanda büyük sonuçlar doğuran diplomatik çabaların bir sonucudur. Önümüzde zengin ve işlenmemiş bir ülke var. Batı’nın sermayesi bu ülkeye girebilir ve ona sahip olabilir. Bu sebeple, zamanın lehimize işlemesinden hoşnut olabiliriz.”
Pasaj bu!… Özellikle şu ifadelere dikkat edelim: İşlenmemiş bir ülke (Yani Türkiye), o ülkeye sahip olma (yani Türkiye’ye), zamanın lehlerine işlemesi!…
Bu satışların önümüzdeki 25 yıl, 50 yıl boyunca da devam edeceğini düşünün… Ne olacak Türkiye’nin hali? Tapusu yabancı sermayenin elinde olan, bütün ekonomik varlıkları özellikle Yahudi, Ermeni, ve Rum sermayesi tarafından teslim alınmış bir ülkeye dönüşecek Türkiye…! Bu gidişle Silahlı Kuvvetlerimiz de zamanla “yabancı sermayenin jandarmalığı”nı yapma konumuna düşecektir.
Toprak satışını haklı göstermek için çoğunlukla karşılıklılık ilkesi ileri sürülür, bu ilke; yasayı savunanların cankurtaranıdır; “biz de o ülkelerde mülk alıyoruz, canım” deyince, akan sular durur, tartışma biter. Oysa gerçek farklıdır. Karşılıklılık ilkesi tehlikeyi gidermez, tersine artırır, üstelik gerçeklerin görülmesini engeller.
Karşılıklılık ilkesi mevcut şekliyle Türkiye’nin aleyhinedir. Çünkü ülkelerin “yapısal farklılığı” hesaba katılmıyor. Bir yanda dünya servetinin en büyük bölümüne sahip, ortalama kişi başına yıllık geliri 30-40 bin dolar olan ülkelerin vatandaşları, öbür yanda kişi başına geliri yılda 3 bin doları bulmayan, yoksul Türk köylüleri…
Eğer Türkiye’de Türkler her bakımdan güçlü, örgütlü, bilinçli ve donanımlı olsalardı, yabancılara toprak satışından gocunmamız için hiçbir sebep olmazdı. Diyebilirdik ki, biz Türkler de gider, sözgelimi Batı Trakya’da, Bayır-Bucak’ta, Kuzey Irak’ta veya Türkler için millî ve tarihî değeri olan bir başka yabancı ülkede bunun kat kat fazlası toprak alırız. Türk Devleti de bu durumu millî siyaset ve millî hedefler bakımından değerlendirir ve belki de -el altından destekleyip- yönlendirirdi. Bugün ortada ne böyle bir devlet ve ne de bir millet var. Türkiye Türkleri, bırakın yabancıların sömürüsünü -ki buna artık alışmış ve alıştırılmıştır- dahası içimizdeki “yerli-yabancılar” tarafından da alabildiğine sömürülmektedir.

Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yabancıya toprak satışları serbest değildir, kurallara bağlanmıştır. Örneğin; İspanya, Danimarka, Norveç ve İngiltere’de toprak millîdir. Bu konuda koruyucu kanunlar vardır, birey ve toplum yeterli ölçüde bilinçlenmiştir. Yabancıya ev satılmaktadır; ama toprak satılmamaktadır.
İngiltere’de “Toprak devletin asli unsurudur” anlayışı geçerlidir, yani İngiltere toprakları Büyük Britanya Kraliçesi’ne aittir ve 49-99 yıllığına kendi vatandaşlarına dahi kiraya vermektedir. Satış yapılınca, arazinin tapusu verilmez. Halk, sadece toprağın üzerine dikilen konut ve işyerlerinin kullanım hakkına sahiptir.
İsrail’de de topraklar devletin olup yüzde 5’i vatandaşın, yüzde 13’ü Yahudi Ulusal Fonu’nundur.

Türkiye’de ise toprak millî değildir. Yani ülkemiz “mutlak mülkiyet tapusu” vermektedir. Türkiye’de satışlar, yabancıları dahi şaşırtan bir kolaylıkla sürüp gitmektedir. Peki ne için; ne amaçla?…

Olaya geniş perspektiften bakınız: Yabancılara toprak satışları, yabancılara maden satışları, Türk görünümlü yabancı şirketler, misyonerlik faaliyetleri, kiliselerin açılması, yabancı vakıflar kanunu, dinler arası diyalog, ılımlı İslam, Büyük Ortadoğu Projesi, Siyonizm, azınlıklarla ilgili yasalar, özelleştirmeler, vb. vb.…
Çoğumuz ince gözlem yapmaya üşendiğimiz, meseleyi bütün yönleriyle düşünemediğimiz için, yabancılara toprak satışına kayıtsız kalıyoruz.
Para, refah, büyüme her şey demek değildir; onur, haysiyet, bağımsızlık denilen değerler de vardır. Türkiye gibi özel bir tarihi ve stratejik konumu olan ülkede, yabancıların arazi ve emlak edinmesi salt bir mülkiyet sorunu gibi değerlendirilemez.
SONUÇ
1) Yabancılara toprak satışında Binde 5 sınırının il boyutunda belirlenmesi yanlıştır. Bu oran “idari birim” boyutunda belirlenmeliydi. Ya da uygulama buna göre yapılmalıdır. İlçelerde, daha küçük birimlerde binde 5 ölçütü bu birimlerin kendi alanlarına uygulanmalıdır. Aksi halde toplam satışlar il alanına vurulduğunda binde 5 sınırını aşar. Bir örnek: İl alanı 1000 birim olsun, binde 5 itibariyle satış sınırı 5 birim olur. Bu ilin her birinin alanı 500 birim olan iki ilçesi olsun. Satışlara yine binde 5 uygulanırsa sınır aşılmaz: (2,5 birim) artı (2,5 birim), (5 birim) eder ki bu da il yüzölçümünün binde 5’i eder. İl yüzölçümünün binde 5’i olan 5 birim her ilçeye ayrı ayrı uygulanırsa sınır aşılır: (5) artı (5) toplam olarak 10 birim olur. Bu da il alanının binde 10’u eder. Dahası ilçe sayısı arttıkça, sınırı aşma derecesi üç, dört,… katına çıkacaktır.
Binde 5 oranının hesaplanmasında paydaya, toplam alan değil iskâna, ekonomik faaliyete elverişli, verimli ve değerli alanların yüzölçümü alınmalıdır. Yabancı, gidip dağın başında arazi satın almıyor.
2) Yabancıya toprak satışları, misyonerlik faaliyetleri ile birlikte düşünülmeli, satışlar bu açıdan ayrıca analiz edilmelidir.
3) Yabancı şirketlerin, toprak alımlarında Türk görünümlü aracı şirketler kullandıkları anlaşılıyor. Bu yola neden gidiyorlar? Ciddî araştırmalar, başta “parafesör”lerimiz, üniversite öğretim üyelerimizi bekliyor.
Özellikle İsrail ortaklı yerli şirketler mercek altına alınmalıdır.
Yabancıya toprak satışında “gizli satış” uygulaması vardır, araştırılmalıdır.
4) Toprak satışı sürecinde görünürdeki iyi niyetler (üretim, teknoloji getirme,…) arka planda kötü niyetleri gizlemek için kullanılabilmektedir.
5) Türkiye’deki her toprak alımını bireysel girişim olarak görmek yanlıştır. Toprak satın alan İsrailli ve diğer ülke vatandaşlarının arkasında güçlü lobiler olduğuna dair işaretlere rastlıyoruz. Toprak alan yabancılar arasında daha önce Türkiye’den göçmüş Ermeni ve Rumların torunları vardır. Bunların gizli bir plan çerçevesinde hareket etmeleri olasılığı çok yüksektir.
6) Topraklar yalnızca toprak olarak değil, altındaki maden kaynakları için de satın alınabilmektedir. Dolayısiyle yabancıya toprak satışı derken, bu boyutu da göz önünde tutmak gerekir.
7) Yabancıların gayrimenkul edinmeleri sınırsız ve koşulsuz olamaz. Dileyen her yabancı, Türkiye’nin her yerinde gözüne kestirdiği her arsayı, her tarlayı, her binayı parasını bastırıp alamamalıdır.
8) Yabancıya mülk satışları konusunda halk bilinçsizdir. Aydınlatılmalı, uyarılmalıdır.
9) Karşılıklılık ilkesi liberalizmin hukuk alanına uygulanmasından başka bir şey değildir. Bu sebeple ideolojiktir. Mütekabiliyet gerekçesi ancak eşit güçte olan ülkeler arasında bir anlam ifade eder. Oysa Türkiye bu bakımdan ABD ve Avrupa ülkeleri karşısında dezavantajlı bir durumdadır. Bu sebeple Diğer ülkelerdeki satışları örnek olarak göstermek yanlış bir muhakemenin ürünüdür. Bu husus Türkiye’nin jeopolitik durumu, potansiyeli bakımdan da doğrudur.
10) Hükümetin yabancılara toprak satışını serbest bırakmasının temelinde yalnızca AB’nin talep ve baskısını görmek eksik bir yaklaşımdır. Konu emperyalizm boyutunda değerlendirilmeli ve yorumlanmalıdır. Nitekim 1856’da Osmanlı’ya da toprak satışı dayatılmıştı.
Ortadoğu ülkelerinde, dolayısiyle Türkiye’de yabancılara toprak satışı, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin araçlarından biri olabilir.
11) Çağımızda ülke savunması öylesine karmaşıklaşmıştır ki, sadece silahlı savunmaya indirgenemez. Ordu yurt savunmasını her alanda takip eder: Ekonomide, yabancı sermayede, özelleştirmede, dış borçlanmada, azınlık konularında, tabii yabancıya toprak satışında da… Ülkenin savunması bu noktalardan başlar. Eğer bu cepheler ihmal edilirse, koşullar öyle bir duruma gelir ki silahlı savunma hiçbir işe yaramaz.
12) Azınlık faktörü Batı’nın bizim gibi ülkeleri çökertmek için kullandığı 5 silahtan biridir. Toprak satışları AKP iktidarına bu silahı güçlendirmek için dayatılmıştır.
İşin bu yönü çok önemlidir. Toprak satışlarına bu gözle bakmalıdır.
13) Yabancıya toprak satışının uluslararası boyutları ile gelecekte doğuracağı sorunlar titizlikle araştırılmalı ve ortaya konmalıdır. AKP hükümetinin bu çalışmayı yapmadığı anlaşılıyor.
14) Bütün bu sebeplerden dolayı, yabancılara toprak satışları
Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarına aykırıdır, derhal durdurulmalıdır.
8 Aralık 2010 01:19, Yunus Yıldız / Mesajhaber.com

Kaynakça
Prof. Dr. Cihan Dura, Türkiye’de Yabancılara Toprak Satışı Üzerine Gözlemler ve Hipotezler
http://www.cihandura.com/index.php?option=com_content&task=view&id=47&Itemid=63
Prof. Dr. Cihan Dura, Yabancılara Toprak Satışı: Gafletin Boyutları
http://www.cihandura.com/index.php?option=com_content&task=view&id=279&Itemid=63