Etiket arşivi: Ankara’da hâkimler var.

ANKARA’DA HAKİMLER VAR!..

ANKARA’DA HAKİMLER VAR!..

Prof. Dr. Süleyman Çelik
scelik44@gmail.com

Arapça bir sözcük olan “hakim”, “hikmet sahibi” (bilge), “her şeyi sonsuz bir bilgelikle kusursuz eden”, Allah” anlamına gelir.

Zaten Allah’ın 99 isminden (AS: sıfatından) biri de hakimdir.

Bu nedenle hakimler, mitolojideki tanrılar gibi insanüstü görülür; herkesten yüksekte olan bir kürsüde oturur ve bireysel kişiliğini arka plana itip, mesleğini öne çıkaran özel bir cübbe giyer; kimi ülkelerde özel peruk da takarlar…

Türkçe karşılık olarak, “yargıç” sözcüğü kullanılır.

Yargılama kökeninden türemiş olan “yargıç” sözcüğü, hakimi tam olarak ifade etmemektedir…

Hakimiyet sözcüğünün karşılığı egemenlik olduğuna göre “hakim” sözcüğünün karşılığı da “egemen” olmalıdır…
* * *
Anayasamıza göre, egemenlik milletindir ve millet bunu üç erk aracılığı ile kullanır: Yasama, Yürütme ve Yargı

Yargı erki öbür ikisinin üzerindedir; çünkü gerektiğinde hakimler, öbür erk mensuplarını da yargılayıp cezalandırabilir… (AY Başlangıç, parg. 4: üstünlük değil medeni bir işbirliği demekte.)

Hukuktan / hukukun üstünlüğünden haberi olmayan çağ dışı cahiller, millet egemenliğini sandıkla / sandıktan çıkmakla özdeşleştirir…

Seçilmişler ve atanmışlar kavramı oluşturmuş olan bunlara göre yalnızca seçilmişler milleti temsil eder.

Bunlar, hakimleri de atanmışlar sınıfına koyarlar…
* * *
Anayasamıza göre Türk milleti adına” karar veren hakimler atanmışlar sınıfına sokulamaz; çünkü hakimler atanmaz; atanıyorlarsa sistemde bir yanlışlık var demektir…

Dört yıllık hukuk eğitimini tamamlayan, 22 yaşındaki bir gencin, elenmenin söz konusu olmadığı kısa bir stajın (AS: 1 yıl!) ardından hakim olarak atanması yanlıştır…

Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu ülkelerde, on yıldan daha uzun süre, hukuk alanında başka mesleklerde (fakat kesinlikle siyasal parti örgütlerinde değil) görev yaparak seçkin bir kişilik kazananlar, ancak hakim olabilir…

Zaten yüksek hakimlerin, gerektiğinde yargılayacağı siyasiler tarafından atanması, eşyanın doğasına aykırıdır; kararları ile meslektaşları arasında seçkinleşenler yüksek hakim olmalıdır…
* * *
Hakim sözcüğünün hikmetini bilen yoksul bir Alman köylü, “Berlin’de hakimler var” diyerek, değirmenini yıkmak isteyen Avrupa’nın en güçlü Kralına, taaa 18. yüzyılda karşı gelmiştir…

O zamandan bu yana köprülerin altından çok sular aktı; muktedirlerin ağzından çıkanların yasa olduğu dönem sona erdi; kral, şah, padişah gibi muktedirler yok oldu; “yasa devleti” dönemi bile bitti; “hukukun üstünlüğü” kavramı gelişti ve “hukuk devleti(AS: meşruluk kavramı) ortaya çıktı…

YSK Başkan ve üyesi “Yüksek Hakimler”!..

Dünyanın gözü üzerinizde; öyle -adil- bir karar verin ki; dünya “Ankara’da da hakimler varmış” desin…

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun Adli Yıl Açılış Konuşması – 2014


Dostlar
,

TBB (Türkiye Barolar Birliği) Başkanı Sn. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu‘nun bu gün,
01 Eylül 2014 günü Yargıtay’da yaptığı nefis konuşmanın tam metni aşağıda..

Metin tek sözcükle “mükemmel” dir.

Son derece ılımlı, dengeli, kararlı ve cesurdur.

Günceldir, yüreklidir, umut verici ve yol göstericidir.

Dileriz arif olan herkes anlasın ve kendisine yollanan iletiyi alsın; gereğini de yapsın..
Konuşan kişi aynı zamanda yetkin bir ceza hukuku profesörüdür.
Sözlerine dikkatle kulak vermekte büyük yarar vardır.

12. CB / Yarı Başkan seçilen RTE ve ataması Başbakan Davutoğlu
bu törende yoklar..

Tanımlanması olanaksız ölçüde ayıp ve utandırıcı.
Bu ayıp ve utancı herhalde başka kimse üstlenemezdi..

Bir açıdan yokluklarıyla toplantıyı önemsizleştiriyorlar sözde..
Öte yandan da bu toplantılarda artık “olamıyorlar..”

RTE ve gölgesi, bir anlamda rest çekerek, gözdağı vererek TBB Başkanı’nın
(gerçekte Prof. Metin Feyzioğlu’nun) orada konuşmasını engelleyebileceklerini sandılar..

Yargıtay Başkanlar Kurulu resti gördü, “TBB Başkanının konuşması düşünce özgürlüğü açısından gereklidir..” dedi ve ..”savunma ayağı olmadan yargı olamayacağını..” vurguladı.. Oy çokluğuyla da olsa karar bu ve alkışlıyoruz
bu yargıçları. Ülkenin 2 tepe yöneticisi de demokrasiyi içlerine sindirmiş olsalardı salona gelir dinler, tahammül gösterirlerdi.. En kötüsünden, eğer sataşma varsa,
yanıt hakkı kullanırlardı.. (Teamüllerde yeri olmasa da..)
Bu dakikadan sonra, bu 2 tepe yöneticinin “demokrat” olduklarından asla söz edilemez..

RTE bu yüksek yargıçlara (Yargıtay Daire Başkanları Kurulu’na) “bir avuç haşhaşi” diyerek aslında iç dünyasını da, bulunduğu yeri de apaçık belli etti..
Bu tablodan büyük acı ve T.C. adına derin kaygı duyuyoruz.
Bu davranışın ayrıca açık hakaret olduğuna ve cezalandırılması gerektiğine inanıyoruz.
12. CB / Yarıbaşkan RTE, Yargıtay Daire Başkanları Kurulu üyelerinin,

  • iddia sahibi olarak “bir avuç haşhaşi” olduklarını kanıtlamak zorundadır.

Bir Devlet Başkanının, ülkesinin yüksek yargı organının seçilmiş daire başkanı yüksek yargıçlarına genelleme ya da ayrım yaparak (Feyzioğlu’nun konuşması için olumlu
oy verenleri kastederek) “bir avuç haşhaşi” biçiminde son derece ağır bir suçlamada bulunması sanırız dünya insanlık tarihinde ilk kez görülmektedir.
Ülkemiz adına utandırıcıdır ve sanırız unutulmayacaktır, unutulmamalıdır.

  • Yargıtay kurumsal olarak davacı olmalı ve hukuk önünde hesap sorulmalıdır.

Ancak T.C. bunları da aşacak ve AYDINLANMASINI Büyük Atatürk’ün çizdiği yolda sürdürecektir. 90 yıllık Cumhuriyet birikimi buna kesinkes kadirdir.

Küçük bir dip notu                   :

Salonda en yüksek protokol Anamuhalefet Partisi Başkanına aittir. Sn. Feyzioğlu’nun bunu bilmemesi olanaksızdır. Yine de ilk seslenişinde 1. sırada Yargıtay başkanını anması hatalıdır. Sonraki seslenişlerinde Anamuhalefet Partisi Başkanını sıradanlaştırarak ya anmamış ya da Yargıtay Başkanına seslenişini sürdürmüştür.
Bu tavır Sn. Feyzioğlu’na yakışmamış ve görkemli konuşmanın içeriğine de
bu bağlamda ters düşmüştür (haydi gölge düşürmüştür demeyelim..)
Hele 12.CB – Yarıbaşkan RTE ve Başbakan Davutoğlu salonda yokken Anamuhalefet Partisi Başkanının orada varlığı daha da anlamlı ve kendisine açık destek iken..

Sevgi ve saygıyla.
1.9.2014, Denizli

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

===============================================

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun 
adli yıl açılış töreni konuşmasının metni : 1.9.2014

portresi

Sayın Yargıtay Başkanı,

Ana muhalefet partisinin Sayın Genel Başkanı,

Yurttaşlarımıza, “Ankara’da hâkimler var” dedirten yüksek yargı organlarının
sayın başkan ve üyeleri,

Her yurttaşın güvenli limanı olması gereken adliyelerimizin sayın hâkim ve savcıları,
Tarih boyunca özgürlükler mücadelesinin lokomotifi olmuş gurur duyduğum
avukat meslektaşlarım,
Sayın basın mensupları,
Sayın misafirler,
Hanımefendiler, beyefendiler;

Hepinizi, Türkiye Barolar Birliği’nin yönetim, disiplin ve denetim kurulları, 79 baromuz ve 84 bin hak savaşçısı avukat adına saygıyla selamlıyorum.

30 Ağustos Zafer Bayramımızı kutluyor, bağımsızlığımızı, Cumhuriyetimizi ve Cumhuriyetin temsil ettiği çağdaş değerlerimizi borçlu olduğumuz Büyük Atatürk’ü, silah (AS:ve dava) arkadaşlarını, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran tüm devlet adamlarını ve şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.

Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü.

Bölgemiz kan gölüne dönmüş durumda.

Mezhep savaşları almış başını gitmişken, mezhebi, dini ya da ırkı gerekçe gösterilerek insanlar katledilir, ırzına geçilir, köle yapılır, açlığa, susuzluğa, kavurucu sıcağa dünyanın gözü önünde terk edilirken, barıştan söz etmek ne kadar zor.

Yine de umudumuzu yitirmeyecek, barış için mücadeleye devam edeceğiz.
Bu noktada, önce sınırlarımızın hemen ötesine bakıp, başta mezhepçiliği reddeden, özgürlükçü laiklik ve eşit yurttaşlık olmak üzere sahip olduğumuz Cumhuriyet değerlerinin kıymetini bileceğiz.

Ardından çok özlediğimiz toplumsal barışa ulaşmak için konuşacağız, tartışacağız.

Ortak geçmişimizin ve geleceği birlikte yaşama ülkümüzün altını çizecek, ayrışmak yerine birbirimizi nasıl tamamladığımızı ortaya koyacağız. Bütün bunları, yargının güven altına aldığı temel haklarımızı kullanarak yapacağız. Bugün burada, bu çatı altında buluştuğumuz veya buluşamadığımız herkesle, aynı şanlı bayrağın altında, aynı vatan topraklarında birlikte yaşıyoruz. O yüzden, birbirimizi dinleyeceğiz, birbirimizden öğreneceğiz. Önerilerden ve eleştirilerden yararlanıp, ülkemiz adına el ele
daha güzel işler yapacağız.

Değerli Dinleyenler;

Adalet, mülkün yani ülkenin temelidir.

Demek ki yargının kurucu unsuru olan avukatlar, hâkimler ve savcılar bu ülkenin temel taşları arasındadır.

Adalet ülkenin temeli olduğuna göre; yargı camiasını, avukatları, hâkimleri, savcıları düşman ilan etmek, yargıyı itibarsızlaştırmak, devleti temellerinden sarsmaktır.
Bu güzel ülkenin kahraman, fedakâr, asil, namuslu, vicdanlı avukatları, hâkimleri, savcıları; Düşmanımız kin ve keyfiliktir bizim.

Biz ise kin tutmayız, keyfilik yapmayız.

Biz biliriz ki ilim ve sanat, takdir edilmediği yerden göç eder.
Oysa ilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.
Sanat olmazsa, hepimiz tek renge, tek sese mahkûm oluruz.
Aydınlık bir gelecek ancak bilimle, fenle ve sanatla mümkündür.
Adalet ise bütün bunların, öyleyse geleceğimizin güvencesidir.
Yargıya, dolayısıyla adalete, dolayısıyla ülkenin temellerine ve geleceğine yönelmiş
açık ve yakın en büyük tehlike “keyfilik”tir.

“Devlet benim” keyfiliğidir.

“Ben ne dersem o olur” keyfiliğidir.

“Sadece benim istediğimi düşünebilirsin, söyleyebilirsin, yazabilirsin” keyfiliğidir.

“Benim istediğim gibi karar vermez, benim işime geldiği gibi düşünmez,
benim dediğimi yapmazsan seni hain ilan ederim, hedef gösteririm” keyfiliğidir.

“Benim adamımsan idarenin her düzeyinde işin istediğin gibi yürür,
benden değilsen insanca yaşama hakkın dahi yoktur”
keyfiliğidir.

“Anayasa’yı tanımam, kanunu hiç tanımam” keyfiliğidir.

“Yasama da, yürütme de, yargı da benim olsun, benim değilse hain olsun” keyfiliğidir.

Çağdaş dünyada sınavsız avukatlık neredeyse kalmamışken, hukuk devleti açısından zorunlu olan avukatlık sınavını, Anayasa Mahkemesi’nin abide kararına rağmen
yeniden düzenlememe keyfiliğidir.

Avukatların yargının kurucu unsuru olduğunu bir türlü içe sindirememe keyfiliğidir.

Avukatı dışlamak yoluyla avukatın savunduğu yurttaşı sistem dışına çıkarma keyfiliğidir.

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” demek yerine, vatandaşı devlete hizmetkâr yapma keyfiliğidir.

Her yapılan eleştiri ve öneriye “geçmişte de böyle değil miydi” diye cevap verip, vatandaşa daha iyiyi, daha güzeli çok görme keyfiliğidir.

Bu keyfiliklere karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumları dik duracaktır.
Yüksek yargısından ilk derece yargısına kadar, buralarda görev yapan binlerce vicdanlı ve namuslu avukat, hâkim ve savcı dik duracaktır. Binlerce cesur avukat, hâkim ve savcı, hukuk dışı her müdahaleye “hayır” diyecektir. Hayatlarını hukukun üstünlüğüne adamış binlerce avukat, hâkim ve savcı, bu güzel ülkenin her köşesinde, insanlarımıza “eşit yurttaş” olmanın mutluluğunu yaşatacaktır.

Binlerce meslektaşımız; Soma’daki ve yurdun dört bir yanındaki iş cinayetleriyle,

Gezi’de öldürülenler, gözlerini yitirenlerle,
baskıya uğrayan gazetecilerle,
istismar edilen, katledilen çocuk ve kadınlarla,
TEOG Sınavı’nın mağdur ettiği gençlerimizle,
yok edilen çevreyle ilgili davalarda ve yurttaşlarımızın açtığı ya da yargılandığı yüzbinlerce davada dik duracaklar, adalet dağıtacaklar.

Bizler, el ele vereceğiz; hep birlikte, insanlara güven veren, adalet dağıttığına inanılan bir sistemi inşa edeceğiz. Hâkim bağımsızlığını ve tarafsızlığını, savcı teminatını, avukatların mesleklerini Adalet Bakanlığı baskısı olmaksızın icra edebilmelerini sağlayacağız. Yargının kurucu unsurlarının birlikte çalışmalarını sağlayarak,
adil yargılama yapmalarını, böylece gerçeği gerçek olmayandan, suçluyu suçsuzdan, haklıyı haksızdan ayırt etmelerini mümkün kılacağız.

Yargının kendi içindeki keyfiliklerin hesabını, yargı bağımsızlığı ilkeleri çerçevesinde verebilir hale gelmesini temin edecek bir düzeni kuracağız. Kişilere göre şekillenmeyen, çağdaş dünyanın ihtiyaçlarına çözüm üreten bir yargı sisteminin zorunlu olduğunu
tüm topluma ve siyasi partilere anlatacağız. İşte bunu başardığımız gün, yargı mensuplarının ve kamu görevlilerinin cesaretine bel bağlayan bir toplum olmaktan çıkıp, her bireyin sisteme güvendiği, sistem içindeki kişilerin ne yapacağını bildiği ve böylece hukuki güvenliğe sahip olduğu çağdaş, demokratik bir toplum olacağız. İşte o gün, Cumhuriyet’in kuruluş idealini el birliğiyle gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşayacağız.

Sayın Başkan,
Sayın meslektaşlarım, hanımefendiler, beyefendiler;

Bugün, savunma hala baskı altındadır.
Avukatlar, mesleksel faaliyetleri nedeniyle soruşturulmakta ve kovuşturulmaktadır.
Avukatın görevi, insanların haklarını, onların kullanımına sunmaktır. Şu halde avukat, toplum içinde yaşayan insanı birey yapan meslek mensubudur. Avukatın hak ve yetkilerine veya avukatın doğrudan doğruya yaşamına ya da vücut bütünlüğüne yönelen her saldırı, aslında bu ülkede yaşayan herkesin temel haklarına yönelmiştir. Rejimi ne olursa olsun bütün devletlerde uyuşmazlıkları çözmek üzere kurulmuş mahkemeler vardır. Ancak sadece demokratik hukuk devletlerinde etkin ve yargının kurucu unsuru niteliğini taşıyan bağımsız savunmadan söz edilebilir. Etkin ve bağımsız savunmanın olmadığı rejimlerde, hâkimler ve savcılar idarenin memurlarından ibarettirler.

Değerli dinleyenler;

Avukatların meslek alanı sürekli olarak daraltılmakta, münhasıran avukatlar tarafından yerine getirilebilecek faaliyetlerin sayısı giderek azaltılmaktadır.

Etkili sosyal güvencemiz hala yoktur.
Kontrolsüz açılan hukuk fakültelerinden yeterli eğitimi almamış hukuk fakültesi mezunları sınavsız bir şekilde avukatlık stajına başlayıp kolaylıkla avukat olmakta, sonuçta hem hizmetin kalitesi düşmekte hem de avukatlar büyük ekonomik zorluklara sürüklenmektedir. Hukuk fakültelerinin açılması ve müfredatlarının belirlenmesi konusunda buradan Yüksek Öğretim Kurulu’na işbirliği çağrımızı tekrarlıyoruz.

Türkiye Barolar Birliği olarak geçtiğimiz dönemde, bütün baroların ve ilgilenen avukatların katkısını sağlayarak çağdaş bir kanun taslağı ortaya koyduk.
Bu taslak, yapılacak değişikliklerde esas alınmalıdır. TBMM’de katılımcı süreç işletilmeden, “ben yaptım oldu” zihniyeti ile karşımıza getirilecek kanun tasarısı veya gece yarısı teklifleriyle Avukatlık Kanunu’nun değiştirilmesinin, hukuk devletine ve huzurlu bir toplumsal yaşama ağır darbe vuracağını ifade etmek istiyorum.
Avukatlık Kanunu’nun 46/2. maddesinin açık hükmüne rağmen, avukatın Yargıtay’da dosya görmesini vekâletname ibrazına bağlayan Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun
hukuka aykırı idari işleminin geri alınmasını geçen yıl bu kürsüden talep etmiştik. Herhangi bir gelişme olmamasını üzüntüyle karşılıyorum.

Değerli meslektaşlarım;

Keyfilikten kaynaklanan sistemsizlik sorunu, bizim en önemli meslek sorunumuzdur.
İster avukat, ister hâkim, ister savcı olalım bütün meslek sorunlarımızın özünde,
hukukun üstünlüğünü tanımayanların, üstünlerin hukuku peşinde koşanların
sebep olduğu bu keyfilik vardır. Mesleğimizin itibarı, devletin tüm erklerinin
ve kurumlarının hukuka saygılı olmanın gereğine inanmış olmasına bağlıdır.

Alın terimizin değeri, hukuk devleti olmamıza bağlıdır.

Yatırımcının daha çok yatırım yapması, daha çok iş ve istihdam yaratılması,
işsizliğin ortadan kaldırılması, işçi, memur, köylü, kentli, öğrenci, kadın, erkek, genç, yaşlı, emekli herkesin geleceğe güvenle bakması, kendini güvende hissetmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanmasına bağlıdır. Ortadoğu kan gölüne dönmüş,
mezhep savaşları sınırlarımıza dayanmış, her gün insanlık katledilirken,
Türkiye’nin başka devletleri, onların kamuoylarını ve uluslararası örgütleri
harekete geçirerek bu vahşeti durdurması, kendi içimizde insan haklarını gerçekleştirmemize bağlıdır.

Değerli meslektaşlarım;

Devletleri, keyfilik yapan idareciler yok eder.Milletleri, keyfilik yapan idareciler felakete sürükler. Devlet idarecilerini tarihe altın harflerle geçiren; dönemlerinde yapılan yollar, köprüler, binalar değil, keyfilik yapıp yapmadıkları, adaleti hakim kılıp kılmadıklarıdır. Çünkü adaletsizlik nedeniyle insanların çektikleri acılar, yapılan inşaatları gölgede bırakır. Keyfiliğin panzehiri, hukukun üstünlüğünü savunmaktır. Haksızlıklara karşı, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yapılırsa yapılsın birlikte tavır almaktır.

Gün, bugündür.
Gün, hukukun üstünlüğü için avukat, hakim ve savcıların kenetlenmesi günüdür.
Gün, Cumhuriyet devriminin ışıklı yolunda demokrasi ve özgürlükler için omuz omuza mücadele etme günüdür.

Bu mücadele elbette kazanılacaktır.
Çünkü özgürlük daima kazanmıştır.

Yeni adli yılın tüm yargı mensuplarına, çalışanlarına ve
adalet bekleyen tüm yurttaşlarımıza hayırlı olmasını diliyorum.
En içten saygılarımla.” (1.9.2014)

Sessiz Çığlık Eylemi 74 Haftadır Sürdürülüyor..


Sessiz Çığlık Eylemi 74 Haftadır Sürdürülüyor..

Dostlar,

Bu sitede SESSİZ ÇIĞLIK eylemi hakkında epey yazı yazdık..

Her Cumartesi 13:00 – 14:00 arasında gerçekleştirilen bu eylemlere büyük oranda katıldık.

3-5 kez de, Sevgili E. Alb. Ali Gönüldaş söz verdiğinde düşüncelerimizi aktardık.

Yöneticileri sağduyuya çağırdık.

Çok ama çok açık konuşarak

  • “SİZİ KATİL OLMAKTAN KURTARMAYA ÇABALIYORUZ;
    DUYUYOR VE GÖRÜYOR MUSUNUZ SESSİZ ÇIĞLIKLARIMIZI??”

dedik..

“3 Maymunu’u oynamayı bırakın!..” diye uyardık..

Özellikle de tutuklu ve hükümlülerin ulusal ve uluslararası hukuktan kaynaklanan sağlık haklarını bir uzman olarak anımsatmaya çalıştık..

Sessiz_ciglik_2014-01-11

Ne var ki; Ergenekon düzmecesinin başlatıldığı
12 Haziran 2007
‘nin,
İstanbul Ümraniye’de bir gecekonduya konarak yakalandığı süsü verilen el bombaları kumpasının (sonra da bu “bombalar” yasadışı bir biçimde yok edilerek suç kanıtı ortadan kaldırıldı!) üzerinden geçen süre 7 yılı bitirmek üzere..

Birkaç tutuklu var ki, 7 yılı aşkın zamandır içeride tutsaklar..

Tüm uyarılara karşın 12 insanımız bu zulüm sürecinde ağır hastalıklarına karşın sağaltım için serbest bırakılmayarak, hüküm giyenlerin infazı ertelenmeksizin
apaçık ölüme mahkum edildiler..

Yetkili ve sorumlular bu masum insanların katilleri oldular! 

Çırılçıplak uyarılarımız bir işe yaramadı..

Dışarıda da sürdü AKP iktidarının eli kanlı zulmü..
Meşru halk direnişlerinde 7 gencimiz polis şiddeti ve kurşunu ile şehit edildi!
16 insanımız gözünü yitirdi, binlercesi yaralandı.

Siyasal iktidar, en küçük meşru ve yasal, demokratik, AİHS ve Anayasa’ya uygun
halk eylemini bilerek ve isteyerek orantısız polis şiddetiyle engellemek istedi.

Sokaklarda halkı ile eylemde olan milletvekillerini, uluslararası ün sahibi bilim – sanat – kültür  insanlarını, emekli generallerini gözünü kırpmadan gaza boğdu ve boyalı, aşırı basınçlı su ile ıslattı.

Polis, plastik mermi kullanmaktan çekinmediği gibi, hedef gözeterek insanların yüzüne hedef aldı. Gaz fişeklerini de benzer biçimde kullanarak kapsülleri ile 16 genç insanın gözünü yitirmesine neden oldu. Başbakan R.T. Erdoğan, “destan yarattılar” diyerek polis şiddetini para ikramiyesi ile ödüllendirdi.

Tüm bunlar insanlık tarihine yazıldı, sorumlularını esefle kınıyoruz; insanlık suçu işlemişlerdir. İktidarı bırakmak istemeyen her politikacı gibi faşist – despotik bir diktatörlük Türkiye’ye dayatılmaktadır ama Türk Ulusu bu baskılara boyun eğmez!

Vardiya_bizde_2014-02-01Başbakan danışmanının aydınlar – komutanlar – gazetecilere.. Cemaat kumpasını itiraf eden makalesinin üzerinden 68 gün geçmesine karşın (STAR, 25.12.13) bu yurtseverler,
hukuk ayaklar altına alınarak hala zindanda.(Bkz. “MASUM TUTSAKLAR ve AKP’nin SİYASAL KUMARI” başlıklı makalemiz,
http://ahmetsaltik.net/2014/02/24/ masum-tutsaklar-ve-akpnin-siyasal-kumari/, 24.2.14)
İç hukuk bir yana, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) de hiçe sayılarak
en temel  insanlık hakkı olan yaşam hakkı,
faşist bir zorbalıkla gasp edilmekte!

Meslektaşımız Dr. Aytekin Ertuğrul’un 1 Mart 204 günü Ankara Sakarya Cd.  74. SESSİZ ÇIĞLIK eyleminde bir konuşma yaptı. Bu metni paylaşmak istiyoruz :

*****
1 Mart 2014, Sessiz Çığlıktaki (Sakarya – ANKARA) Konuşmamız

                                                                                                          Op. Dr. Aytekin Ertuğrul
(E) Dz Tbp. Kd Alb.

Eski Malatya İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu hocamız
Anayasa Mahkemesince bir tedbir olarak tahliye edildi ve aramıza katıldı.
Milletimiz O’na bağrını açmıştır. Şimdi O’nu dinliyoruz:

“Ergenekon isimli bu davada beş yıldır tutukluyum. Bugün tahliyem Anayasa Mahkemesi tarafından yapıldı. Bu kararı veren Anayasa Mahkemesi Başkanı
ve üyelerine teşekkür ediyorum. Eğer bu tahliyem uzun tutukluluk nedeniyle gerçekleşmişse benden daha uzun süredir cezaevinde bulunanlar var.

Yok, hastalık nedeniyleyse benden daha ağır hasta olanlar var.
Umarım onlar için de en kısa sürede bir çözüm olur ve tahliyelerine kavuşurlar.

7 yıla yakındır süren bir dava bu. Bu davanın ilk başkanı (Köksal Şengün)
bir demeç verdi. ‘
Bugün olsa bu iddianameyi kabul etmezdim’ dedi.
Bu davada yargılanan insanlar 6-7 yıldır bir tertip, bir kumpas olduğunu kezlerce söylediler. Fakat inanan olmadı.

Sonunda Sayın Başbakan ve hükümetin öbür üyelerince bu davanın bir kumpas olduğu ve devlet içindeki bir çete tarafından yapıldığı ifade edildi. Bu ifadelerden sonra,
bu davalar düşmüştür.

  • Ortada ne Ergenekon örgütü ne de darbe teşebbüsü vardır.

Eğer Ergenekon diye bir örgüt varsa başı kimdir?

Karaciğer rahatsızlığım var. Bu ağır stres koşullarında biraz ilerledi.
Hiç iyi bir şey hissedemedim, sevinemedim çünkü içerideki herkes suçsuz.“

Hocamızın söylediklerini özetlersek diyor ki:

  • Türkiye’de Ergenekon diye bir örgüt yoktur.
    Ben de böyle bir örgüte girerek hükümetimizi zor kullanarak
    ıskata teşebbüs etmedim. Ama bu suçu işlemiş gibi 23 yıl ceza aldım.

Eskiden bir söz vardı. Ankara’da hâkimler var.” denirdi. Bunun anlamı Ankara’da
Yargıtay var demekti. Gerçekten de böyle idi. Hukuka, eldeki kanıtlara ve yerleşik içtihatlara uymayan kararlar, gerekçe gösterilerek bozulur ve yerel mahkemelere de
yol gösterilirdi. Ama şimdi bunun böyle sürdüğünü rahatça söyleyemiyoruz.

Anayasamıza göre yargıçlar görevlerinde bağımsızdırlar.
Anayasaya, yasaya uygun olarak vicdanı kanaatlarına göre karar verirler.

Şimdi yerel özel mahkemelere ve Yüce Yargıtay’a Türk milleti adına soruyoruz :

Kahramanlarımızın Hükümetimizi cebir ve şiddet kullanarak devirmeye teşebbüs ettiklerine ilişkin vicdanı kanaatlarınız oluştu mu? Vicdani kanaatlarınızı oluşturan
hangi zor kullanım hareketlerini göstermektesiniz? Türk milletine neden bu eylemleri gerekçelerinizde gösteremiyorsunuz? Sizi tarih ve Milletimizin önünde vicdani kanaatlarınızın nasıl oluştuğunu gerekçenizde açıklamaya davet etmekle her halde Anayasamızın Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” (Anayasa madde 141) emrinden başka fazla bir şey istemiyoruz.

Bu davalar ve kararlar ilerde bu kararları alanlarla birlikte anılacaktır.
Dilerim, “hukuka ve Anayasaya uygun kararlar verdiler” yönünde anılacaktır.
Ama bugün bile anılmaya başlamıştır.

Prof. Dr. Köksal Bayraktar:

  • “Cebir ve şiddet kullanılmamıştır. Dolayısı ile ETCK ( Eski Türk Ceza Kanunu) 147/1 maddesine göre ceza verilmesi yersizdir.” diyor.

Prof. Dr. Ersan Şen ise;

“Bana bir cebir ve şiddet eylemi gösterin ki ‘Darbeye teşebbüs olarak yorumlayalım’..” demektedir.

Prof. Dr. Sami Selçuk ise şöyle diyor:

  • “Darbeye hazırlık var ama teşebbüs yok.
    Bu haliyle darbeye teşebbüs suçu oluşmaz.”

Uzatmayalım sözü, bugün uygulanan hukuk sistemi Cumhuriyetimizin hukuk sistemi değildir. Cumhuriyetimizin hukuk sisteminde askerler askeri suçlardan dolayı Askeri mahkemelerde yargılanabilirlerdi. Bir gece yarısı kanunu (5918 sayılı yasa) ile bu değiştirildi. Ancak zamanın CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal ve Gurup Başkan Vekilleri Sayın Kemal KılıçdaroğluHakkı Süha Okay ve Kemal Anadol yasayı Anayasa Mahkemesine götürdüler. Anayasa Mahkemesi, başkanı Sayın Haşim Kılıç dahil yasayı oybirliği ile iptal etti.
(Anayasa Mahkemesi’nin 21 Ocak 2010 tarihli 2009/52 esas ve 2010/16 sayılı kararı).
Bunun üzerine Anayasamızın 145 maddesine şu fıkra eklendi : 

  • Devletin güvenliğine, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine ait davalar
    her halde adliye mahkemelerinde görülür
    .

Bu madde TBMM’de Anayasanın değiştirilmesine yetecek ölçüde çoğunluk sağlanamadığından “REFERANANDUMA” götürüldü. 12 Eylül referandumunda yüzlerce TIR yükü kömür, odun, fasulye.. desteği ile %58 oyla (A.S. Geçerli  oyların %58’i, toplam oyların yaklaşık %40’ı!) referandumdan geçirildi. Oysa 1982 Anayasası’nın değiştirilen bu maddeleri daha önce
Türk Milletinin %92 oyu ile kabul edilmişti. Demokrasi herhalde daha büyük çoğunluğun verdiği bir kararı daha az bir çoğunluğun oyu ile değiştirmek oyunu değildir..
İşte bu gün yaşadıklarımız bu ucube hukuk düzenlemesinin ürünüdür.

Yeri zamanı değildir biliyorum ama, Menderes’ten başlayarak Recep Tayyip Erdoğan’a dek gelen tün demokrasi kahramanlarımızın harici bedhahlarımızla birlikte milletimize yaptıkları hizmeti bir cümle ile özetlersek: 

Ebedi Başkomutanımız Mustafa Kemal Atatürk gününde 80 kuruş olan
1 ABD Dolarını bu gün 2.220.000 TL’ye çıkarmışlardır. Yani Türk parası 2.800.000 kez ezilmiştir.

Türk milleti hukukunu yıllar evvel kurmuştur.

“Hâkimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir!” denilmiştir.

“YA İSTİKLAL YA ÖLÜM!” denilmiştir.

“Ne mutlu Türküm diyene!” denilmiştir.

İşte hukukumuzun özünde bunlar vardır. Ama bugün Türkiye’mizi;

Hâkimiyet milletindir, KOCAMAN bir yalan!” diyenlerle

“Dağlara taşlara ‘Ne mutlu Türküm diyene yaza yaza ilkelleştik” diyenler idare ediyorlar. Sıkıntı da işte buradadır.

Ulusal egemenliğe dönüş yolunda Türk Milletine zaferler ve başarılar dilenir.

*****

Değerli meslektaşımız Dr. Aytekin ERTUĞRUL’a teşekkür ediyoruz
bu önemli konuşması için..

Sevgi ve saygı ile.
2 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net