Kategori arşivi: Hekim Saltık

TELE1 TV Programımız – 08 Aralık 2020

Dostlar,

08 Aralık 2020 Salı günü, sabah saat 09:00’da TELE1’de Sn. Namık KOÇAK’ın konuğu olacağız. / OLDUK…

Salgın gündemi çook yakıcı.

  • Resmen 200, gerçekte birkaç katı insanımız her gün salgına kurban veriliyor.

AKP = RTE, kaçınılmaz ve acil olan 14 günlük kapatmaya yanaşmıyor!

Niçin?

Çünkü Türkiye….

Lütfen izleyiniz, gerçekleri paylaşınız ve gereğinin yapılması için çaba gösteriniz..

İlgi ve bilginize sunarız. (Güncelleme : 08.12.2020, 13:37)

Sevgi ve saygı ile. 08 Aralık 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

Böyle kısıtlama olmaz

Nedenini anlatayım: Bir kere şu bilimsel (fiziksel) gerçeği hatırlatmakta yarar var :

“Bir zincir, en zayıf halkası kadar güçlüdür”

Yani, isterseniz 1 milyon çelik halkalı bir zincir imal edin, halkalardan bir tanesi bile plastikten imal edilmişse, o zinciri üretmek ve monte etmek için harcadığınız çaba, emek ve paraya yazık. Hiçbir işe yaramaz. Oradan kırar geçerler.

Sözünü ettiğim “Zayıf halka”, sokağa çıkma kısıtlamalarındaki istisnalardır. Ve sayıları o kadar çok ki. Benim günlerdir sosyal medya hesaplarımdan sürekli olarak bunlara örnek olarak gösterdiğim “Kuru yemişçi” bunlardan sadece bir tanesi. Mesele kuruyemişçi meselesi değil. Bir garezim de yok kuru yemişçiye. Sembolik bir örnek bu verdiğim.

Yani kuru yemişçi, manav, bakkal, kasap, market vb. tüm işyerleri açık olacak. Fabrikalar, şantiyeler, atölyeler, ticarethaneler açık olacak ve on milyonlarca emekçi oralara gidip gelecek. Yakın mesafede çalışacaklar. Turistler sokaklarda dolaşabilecek. Düzinelerle kalemden oluşan meslek erbabı sokaklarda gezinebilecek. Cumartesi pazar vakit namazları, kilise sinagog vb. ibadet yerlerinde ibadet yasak ama, toplu cuma namazları serbest olacak. Açılış törenlerinde iktidar partisinin propagandasını yapabilmek amacıyla katılımcılardan işçisine, yayın ekiplerinden destek personeline kadar yüzlerce insan görev yapacak. Cumartesi ve pazar günleri sadece İstanbul’da yüzde bir istisna olsa bile ortalıkta dolaşan ve çalışan 160,000 kişiden söz ediyoruz. Bunların yarısı araçla dolaşsa, İstanbul caddelerinde en az 80,000 araçtan söz ediyoruz.

Şaka gibi değil mi?

Ve yukarıda sayamadığım bir yığın abukluk yaşanacak. Sonra siz millete dönüp, “Kısıtlama yaptık, virüsü önledik” diyeceksiniz. Tabii ki kendinizi kandıracaksınız. Yukarıda verdiğim “zincir” örneğine benzetmesine geri dönün şimdi. Haksız mıyım?

Kısıtlamalar arasındaki çelişkili ve abuk farklılıkları saymıyorum bile.

Mesela kuru yemişçinin açık olduğunu, ama eczanenin kapalı olmasını söylemiyorum bile. Gazoz alabilene serbest, alkollü içecek almak isteyene market reyonlarının kapalı olmasına değinmiyorum bile.

Kısacası… Böyle olmaz beyler. Kendimizi kandırıyoruz.

Virüs böyle durdurulmaz. Virüs, ancak ve ancak “Virüsü taşıyan-taşıması muhtemel insanların dolaşımı tam olarak engellenirse” durdurulabilir.

Bunca zahmet ve sıkıntıya değmesi gerekir. Aklı başında tüm bilim insanlarının vurguladığı üzere,

  • ez an 14 gün ve belki de daha fazla gün, “tam ve istisnasız” kapanma gerek.

İstisnalar, sadece hayatın idamesi için tartışmasız biçimde gerekli hizmetlerde çalışanları kapsamalı. Başta sağlık, su, elektrik, ısınma, iletişim, güvenlik ve temel gıda maddeleri temininde çalışanlardan söz ediyorum.

Kendimizi kandırmayalım.

İşin şakası yok. Virüs can almaya, hem de Sağlık Bakanlığı’nca pompalanan yalanların haricinde onbinlerce insanın canını aldı, almayı sürdürüyor. Oyun oynamanın vakti değil.

Esnafı patronları kollamak ya da yardım edemediğiniz için üretimlerine ticaretine imkan tanımak uğruna, virüsün yenilmesini engelliyorsunuz.

Farkında mısınız?

FOX TV ve ARTI TV Programlarımız – 7 Aralık 2020

FOX TV ve ARTI TV Programlarımız..
7 Aralık 2020

Dostlar,

7 Aralık 2020 Pazartesi günü FOX TV anahaber programı için bir söyleşi yaptık.
19:00 – 19:45 arasında anahaberlerinde kulanacaklar..
***
İlerleyen saatlerde 22:15 sonrasında Almanya’dan yayın yapan ARTI TV’de canlı yayına katılacağız.

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 07 Aralık 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

Akademik Yozlaşma

Akademik Yozlaşma

Prof. Dr. İlter TURAN
02 Aralık 2020 Cumhuriyet

Kısa süre önce elli kadar akademisyenin dolandırıldıklarına dair bir haber çıktı. Dolandırılanlar makalelerinin yayımlanmasını sağlamaya söz veren kişilere para vermişler, sonuç alamamaktan şikâyetçiydiler. Bu zevat, yanlış bir iş yaptıklarını farkında bile değillerdi, utanmıyorlardı. Bu hocalar acaba neden etik dışı yollardan yayın yapma gayretindeler?

1982 SONRASI DEĞİŞİM

Üniversite sistemimize düzenli araştırma ve yayın yapma zorunluluğu 1982’de çıkarılan YÖK ile geldi. Önceki yasalarda araştırma-yayın öngörülmüştü ancak sistemli ölçüm yoktu. Terfiler doktora, doçentlik ve profesörlük takdim tezine bağlanmıştı.

Çoğu akademisyen terfi için yazdıkları tezlerle yetinirler, başka yayın yapmazlardı. Yayınların büyük bölümü ders kitabıydı. Araştırma-yayına dönük kişiler, kurumlar vardı ama sistem zorlayıcı değildi. 1982 sonrası terfiler “performansa” bağlandı, araştırma-yayın baskısı geldi.

Ülkemizde yükseköğretim tek yasayla tek yapı altında düzenlendiğinden, her kurumun öğretim üyelerinden araştırma-yayın beklenmektedir. Buna karşılık kurumlar arasında önemli nitelik ve nicelik farkları vardır. Bazı üniversitelerde hocalar haftada otuz saatten fazla ders veriyorlar.

Araştırma bir yana, derslerini hakkıyla vermeleri mümkün değil. Keza, kadroları yetersiz çok sayıda kurum yüksek lisans, doktora veriyor. Bu “mütevazı” programları tamamlayanlar araştırma yapmayı öğrenemiyorlar. Daha da vahim, çoğu zaman programların hocaları araştırmacı yetiştirecek donanımda değil.

NİTELİK SORUNU VAR

Bir yanda araştırma-yayın bekleyen bir sistem, diğer yanda bunları yapabilecek vakit ve donanımları olmayan hocalar, donanımsız yetişen doktora adayları, genç öğretim üyeleri. Bu uyumsuzluk nasıl giderilecek? Doğru olan, karşımızda ciddi bir nitelik sorunu olduğunu teslim edip çare aramaktır.

Örneğin, bir üniversitenin kuruluş kararının ardından beş-on yıl süre tanınması; görev alacak elemanların yabancı dil öğrenmeleri, yüksek nitelikli kurumlarda doktora yapmaları, kütüphanenin geliştirilmesi gibi hazırlık faaliyetinin yürütülmesi düşünülebilir.

Her kurumdaki öğretim kadrosunun araştırma ve yayın yapması koşulundan vazgeçilip, bazılarının lisans vermekle sınırlandırılması da öngörülebilir. Veya daha dinamik bir modelle üniversiteler A, B, C gibi üç kategoriye ayrılarak her biri için farklı yeterlik şartları aranabilir.

Tasnif belirli aralıklarla yenilenerek kurumların alt kategoriye inmelerine, bazı öğretim yetkilerinin kaldırılmasına, diğerlerinin de bir üst kategoriye terfiine imkân tanınabilir.

SİYASİ İRADE ŞART

Mevcut sistemde amaçlanan kalitenin sağlanamadığı düşünülürse, bu türden önerilerin uygulanması ancak güçlü bir siyasi iradeyle mümkün olacaktır. Halbuki, halkımız ve siyasilerimiz kentlerinde üniversite açılmasını iyi akademik kurumlar kurulsun, seviyeli işgücü yetişsin diye istemiyorlar. Üniversiteye sahip olmayı itibar sorunu olarak görüyorlar, kentlerindeki iktisadi hayatı da geliştireceğini düşünüyorlar.

Son yıllarda bu saiklere iktidarın kendi düşüncesine bağlı gençlik yetiştirmek özlemi eklendi. Bazı veliler ise çocuklarını uzaklara göndermek istemiyor ya da çocuğu ailenin bulunduğu yerde okutmayı daha “hesaplı” buluyor.

Yasa tüm üniversiteleri aynı kefeye koyup, araştırma-yayın bekleyince, yasa ve yönetmeliklere uymanın yöntemlerini bulmak gerekiyor. Ne gibi yöntemler söz konusu? İlkini zaten gördük. Aracılar bulup, yazdıklarınızı ücret mukabili yayımlamak ama bazen dolandırılabiliyorsunuz. İkinci yöntem daha vahim. Günümüzde yüksek lisans, doktora ve doçentlik tezleri yazmak önemli bir ticari faaliyet. Paranız varsa, tezinizi yazacak “işletmeler” var. Benzeri üçüncü yol “intihal,” yani başkasının yazdıklarını kendiniz yazmış gibi göstermek.

Bunun çeşitlemeleri de var. Örneğin, genç kadrolar çalışmalarına, saygıda kusur etmemek için dekan, bölüm başkanı vs. adlarını ekleyebiliyorlar; onlar da yayın yapmış oluyorlar. Dördüncü yol, uyduruk dergiler yayımlayıp endekslere sokarak “akademik” başarılara imza atmak. Burada da çeşitlemeler var. Bakıyorsunuz, bilinmeyen bir vakıf hakemli-endekslerde yer aldığı iddiasında dergi çıkarıyor. Ya da her üniversite birkaç alanda dergi çıkararak hocalarına yayın yaptırıyor.

Yurtdışında bile ücreti mukabili gönderilenleri basan dergiler türedi. Beşinci yol, birbirinin “eserlerine” gereği yokken atıfta bulunmak.

ÜLKE KAYBEDİYOR

Karşımızda ciddi bir ahlak sorunu olduğu kesin. Herkesten araştırma-yayın istemekte ısrar ettiğimiz sürece yozlaşma sürecek, yerleşecektir. Sonuçta, yüksek öğretimimizde kalite aşınması daha da hızlanacak ve ülkemizin uluslararası alanda önder konuma gelme iddiasını destekleyecek eğitim yapısından uzaklaşılacak, böyle bir iddia kalmayacaktır. Hükümet konunun vehametini idrakten uzaktır.

  • Ülkede bilimin geleceği düzeltilemeyecek şekilde ipotek altına giriyor.

COVID-19 ve Aşı

COVID-19 ve Aşı

Dr. Mustafa ADIGÜZEL
CHP ORDU MİLLETVEKİLİ
05 Aralık 2020 Cumhuriyet

Covid-19, ülkeleri sağlık altyapısı, ekonomik rezervi ve demokratik kurumları ile test ediyor. Türkiye’de ekonomik gerekçeler ile virüse uygulanmayan karantina, bilgiye, veri akışına uygulanmıştır. Ancak hükümetin ve Sağlık Bakanı’nın salgın süreci boyunca üfürdüğü yalanlar artık tescillenmiştir. Başlangıçta Her vaka hasta değildir” cambazlığı ifşa olunca, şimdi de dünya sıralamasına giren vefat sayılarını saklamak için Her bulaşıcı hastalık Covid değildir” söylemine dönmüştür. Bu yalan da eninde (AS: önünde) sonunda gerçeklik duvarına toslamaya mahkûmdur.

Dokuz aydır dar gelirli yurttaş, esnaf, KOBİ’ler bir devlet şefkati beklerken, iktidara yakın malum iş çevrelerine pandemi uğramadığı gibi, bu süreç fırsata çevrilip önce maske, sonra test kiti ile vurgun yapmışlardır. Milyarlarca maske serbest bölge ayrıcalığı sağlanarak ihraç ettirilirken, Türk halkı peçete kâğıdından maskeler için eczane, postane yollarına düşürülmüştür.

  • Test kitleri de seçilmiş firmadan alınıp cemaate mensup inanç turizmi şirketi üzerinden pazarlanmıştır.

Şimdi sıra aşı meselesine gelmiştir. Hükümetin bugüne kadarki şeffaf ve bilimsel olmayan tutumu aşı konusundaki kaygıları artırıyor. Aşının zorunlu olacağına dair haberler bile tepki ile karşılanmıştır.

Covid-19 ile ilgili çok sayıda aşı çalışması var. Kabaca iki tip olarak sınıflandırılabilir:

1-ESKİ PLATFORM AŞILAR

Ölü virüs içeren aşılardır. Klasik yöntemdir, pahalıdır, ama çok daha güvenlidir. Çok sayıda virüs gerektirdiği için üretilmesi zaman alır. Bu yüzden daha az virüsle bağışıklık elde edebilmek için güçlendirici kimyasallar ilave edilir. Alüminyum, cıva gibi bu eklentiler iddia edilen yan etkilerden sorumludur.

Bu sorunu aşmak, güçlendirici kimyasal kullanmadan az sayıda virüs ile yeni yöntemler de çalışılmaktadır. En güvenli aşılar bunlar olacaktır.

2-YENİ PLATFORM GENETİK TEMELLİ AŞILAR

Üretimi kolay ve ucuzdur. Vücuda aşı ile verilen madde virüs değil, virüsün bir parçasını vücutta oluşturmak için gönderilen bir anahtardır. Sonra da vücut kendi ürettiği bu virüs parçasına karşı bağışıklık geliştirir. Bu anahtar RNA ve DNA yapısında olabilir.

RNA yapısında olanlar, bu virüs parçasını hücrenin sitoplazma dediğimiz geniş havuzunda oluşturur. Kısa süre sonra yok olur, o yüzden tekrar aşılama gerekir. DNA yapısında olan diğer tipi ise hücrenin çekirdeğindeki genetik yapıya eklenir ve teorik olarak uzun süre kalır. Ancak bu genetik temelli aşılarda o virüs parçasını üreten hücre, kendi bağışıklık sisteminin hedefi haline gelir. Bu daha sonra birçok genetik ve bağışıklık temelli bir dizi hastalık için neden ya da kolaylaştırıcı olup olmayacağı belirsizdir. Genetik aşılar Faz-3 çalışmaları yapılırken bu yüzden çok daha fazla kişi üzerinde denenir. Bu nedenle ölü virüs aşıları bu yeni genetik temelli aşılara göre daha güvenlidir.

Türkiye için aşı politikasını belirlerken bu durumlar gööne alınmalıdır. 50 milyon doz getirileceği söylenen Çin aşısı ölü virüs ile üretilen aşıdır. Çin’de araştırma dışında standart aşılama programına alınıp alınmadığı açık değildir. FDA ve EMA onayı yoktur. Burada 2 tane soru öne çıkmaktadır:

•   Kısa sürede bu kadar yüksek doz aşı üretildiyse az sayıda virüs kullanılmıştır ve güçlendirici kimyasal (adjuvan) madde kullanımı kesin görünmekte. Bunun yan etkileri ile ilgili durum açık olmalıdır.

•   Çin ile yapılan anlaşmanın detayları (AS: ayrıntıları) açık olmalıdır. Aşının Türkiye’deki Faz-3 çalışmaları karşılığında bir kısmının hibe olduğu ya da fiyat kolaylığı yapıldığı iddiaları da vardır.

Sonuç olarak; şu ana kadar FDA veya EMA onayı almış bir aşı yoktur. Pfizer aşısına İngiltere’nin hızlı onayı da eleştirilmektedir. Yeni genetik temelli aşıların uzun vadede güvenli olup olmadığı ve aşıya erişim sorunu, Çin aşısı için de içeriği, etkinliği ve yapılan anlaşmanın kapsamı endişe yaratmaktadır.

Burada en iyi yaklaşım şeffaflık ve bilimselliktir. Tüm aşılar için hem ulusal bilim kurullarının (AS: kurumlarının) hem de FDA ve EMA onayından geçmesi şartı aranmalıdır.

Hükümet, dünyada ilk sıralara geldiğimiz pandemide bu zor kış dönemi için ekonomik yükü ağır olan tam karantina uygulamasından kaçmak adına (AS: için) bu aşı konusuna sarılmış görünüyor. Halbuki tam karantina ile pandeminin etkisini kırmak, bahar ve yaz aylarına doğru diğer ülkelerin aşı ile ilgili tecrübelerinden faydalanan ülke olmakta fayda var. Yoksa, halkı üzerinde aşı ile ilgili tecrübesinden faydalanılan ülke olmak değil.

Maskede, test kitinde yapılan usulsüzlüklere benzemez bu iş. Kötü yönetilen pandemi sürecinde gelinen noktada, maddi gerekçelerle tam kapatmadan kaçmak için bilimsel gerçekleri göz ardı edip aceleye getirirseniz, öngörülemeyen olumsuz sonuçların bedelini hep birlikte öderiz. İşte bugünler, ulusal bir aşı politikası olması gerektiği konusunda bizi bir defa daha haklı çıkarıyor.

  • Çünkü salgınların önlenmesinde aşı halen en etkili yöntemdir.

Türk Tabipleri Birliği kirli siyasetten uzak durmalıdır!

Türk Tabipleri Birliği kirli siyasetten uzak durmalıdır!

Dr. Ceyhun Balcı

Son 30 yılı ülkemizin birliğine, dirliğine ve bütünlüğüne karşı adayan TTB’ye (Türk Tabipleri Birliği) çağrıda bulunuyoruz. Çağrılarımızı toplasak hatırı sayılır bir oyluma erişir.

Biraz kanıksamış olsak da bunu yapmaktan yorulmadık, bıkmadık, usanmadık!

Oturup konuştuğunuzda bizim ülkemizin birliğiyle ve dirliğiyle sorunu yoktur, olamaz diyenlerin hemen her gündeme gelişlerinin yıkıcı bölücülük olması sıradan bir rastlantı olabilir mi? Uzun yıllar İzmir Tabip Odası’na hemen her düzeyde (seçilerek) hizmet vermiş bir hekim olarak yukarıdaki soruya EVET yanıtı veremiyorum.

Geçenlerde tutuklanan TTB Yüksek Onur Kurulu üyesi meslektaşımızın ilişkilendirildiği kuşkuyla ona kol kanat gerenlerin öne sürdükleri “iyi hekimlik” gerekçesi uzaktan yakından ilişkili değildi. Yeni haber şöyle :

Bu kez TTB Merkez Konseyi üyesi olarak seçilmiş bir meslektaşımız Avrupa’da düzenlenen ve buram buram ayrılıkçılık ve bölücülük kokan bir etkinlikte boy göstermekten kaçınma gereği duymuyor. Bu kadar mı rastlantı olur?

TTB’ye egemen olan grupçukların her seferinde bölücülükle, ayrılıkçılıkla ilintili olması rastlantıyla açıklanabilecek denli sıradan bir durum mudur? Ayrılıkçılık ve bölücülük değirmenine su taşıyanların bir kez olsun vatansever tutum almaması da rastlantıyla açıklanabilir mi?

Hep söyledik! Bıkıp usanmadan çağrıda bulunduk!

Yapmayın, etmeyin dedik! Dinletemedik!

Türk hekimlerinin ve Türkiye’de sağlık ortamının dağları aşan sorunları varken bir TTB Merkez Konseyi üyesinin akla zarar bir etkinliğin katılımcısı olması nasıl bir izlenim yaratır?

Sokaktaki vatandaşı ve meslek örgütlerine olumsuz yaklaşımı kuşkuya yer bırakmayacak denli belli olan iktidarı bir yana bırakıyorum.

Bu tutum, meslek örgütünün gerçek sahibi olan ortalama bir hekimi nasıl etkiler?

Can alıcı soru budur! Hemen söyleyelim!

Bu sorumsuz ve sınır tanımaz tutum meslek kuruluşunun birincil öğesi olan hekimleri meslek örgütünden daha da uzaklaştırır.

Uzun yıllar boyunca yaptığımız bir saptama vardı!

Bu saptama sezgilerden çok somut olgulara dayanmaktaydı!

TTB’ye 30 yıldır egemen olan dar grupçu anlayış hekimleri kucaklamak ve onları kapsamaktan çok onları kendi öz kuruluşlarından uzaklaştırmayı amaçlamaktaydı.

Son örnek de bu doğrultuda atılmış pervasız bir adım olarak tarihte yer alacaktır.

Uyarıyoruz!

  • Türk Tabipleri Birliği kirli siyasetten uzak durmalıdır!

Türk hekimlerinin ezici çoğunluğunun gönülden bağlı olduğu Tıbbiyeli geleneği TTB’nin vazgeçilmez rehberi olmalıdır.

Hekim kitlesi ancak böylelikle kazanılabilir. Toplum gözündeki olumsuz izlenim silinebilir.

Böylelikle TTB, varlık nedenine uygun, kazanım sağlamada başarılı çizgiye çekilebilir!

HALK TV Programımız – 05 Aralık 2020

HALK TV Programımız – 05 Aralık 2020

Sevgi ve saygı ile. 06 Aralık 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

TELE 1 Programımız – 04 Aralık 2020

Dostlar,

Bu gece, 4 Aralık 2020 Cuma günü saat 21:00’de TELE1’de Merdan Yanardağ’ın 5. Boyut Programında olacağız.. / OLDUK..

Korona aşılarını konuşacağız. / KONUŞTUK..

İlgi ve bilginize sunarız.
*
Yarın (5 Aralık 2020 Cumartesi) Sn. Uğur Dündar, SÖZCÜ‘deki köşesini bize bırakacak; / BIRAKTI..

Sevgi ve saygı ile. (Güncelleme : 05.12.20, 20.55)

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik twitter @profsaltik

Günümüzün Kapitülasyonları

Günümüzün Kapitülasyonları

Dr. Fikret ŞAHİN
CHP BALIKESİR MİLLETVEKİLİ
AB  UYUM KOMİSYONU ÜYESİ
BALIKESİR TABİP ODASI ESKİ BAŞKANI
Cumhuriyet, 03 Aralık 2020

Ülkemizde özellikle şehir hastaneleri üzerinden tartışılan sağlık alanındaki kamu özel işbirliği (KÖİ) modelini bizden önce deneyen birçok Avrupa Birliği (AB) ülkesi oldu. 1990’lı yılların ortalarından itibaren başta İngiltere olmak üzere İtalya, Portekiz, İspanya, İsveç, Almanya, Fransa, Polonya ve Finlandiya gibi AB ülkeleri, bu modelle sağlık hizmetlerine yatırım yaptı.

İngiltere her ne kadar Brexit süreciyle AB’den ayrılmak üzere olsa da, dokuz AB üyesi ülkede sağlık hizmetleri için yapılan 287 proje için yaklaşık 45 milyar USD harcandı. İngiltere, 287 KÖİ projesinin 146 adedini 25.8 milyar USD bedelle sadece kendi gerçekleştirdi. Diğer bir deyişle KÖİ modeliyle sağlık hizmeti sunumuna ait AB projelerinin yarısından fazlasını İngiltere tek başına yaptı ve bu alanda en fazla deneyime sahip oldu.

Yaklaşık 10 yıllık bir deneyim sonrasında KÖİ modelinin yüksek maliyetleri ve vatandaşların zamanla artan memnuniyetsizliği nedeniyle AB ülkeleri, 2007 yılından itibaren sağlık alanında yapılacak yatırımlarda KÖİ modelinden hızla vazgeçmeye başladı.

Avrupa Birliği’nde birçok sivil toplum örgütü, KÖİ modelinin olumsuzluklarını sıklıkla gündeme getirdi ve hükümetlerine bu modelden vazgeçmeleri çağrısında bulundu.

AVRUPA UYGUN BULMUYOR

Avrupa Sayıştayı’nın 2018 yılında yayımladığı “Kamu Özel İşbirliğinde Yaygın Eksiklikler ve Sınırlı Faydalar” isimli özel raporda, özellikle KÖİ modeliyle yapılan hastanelerin sözleşmelerinin karmaşıklığı nedeniyle sistemin kilitlenme ihtimalinin yüksek olduğunu ve sağlık gibi teknolojik gelişmelerin hızlı olduğu alanlara KÖİ modeliyle yatırım yapılmasının uygun olmadığı belirtilmiştir.

İngiltere’de Ulusal Sağlık Servisi’nin (National Health Service-NHS) en büyük dayanağını oluşturan ve sağlık sisteminin kamu özel işbirliği modeliyle hizmet sağlayıcısı konumundaki Carillion şirketi iflas etmiş ve sağlık sektöründe hayati önem taşıyan hizmetler verilemez hale gelmiştir. Hatta İngiltere halkı, sağlık alanındaki bu memnuniyetsizliklerini “Hastanelerimizi Koruyalım” temalı gösteriler yaparak hükümetlerine duyurmuştur.

DEVASA BİR SÖMÜRÜ SİSTEMİ

İngiliz hükümeti, olumsuz deneyimler ve halktan gelen yoğun tepkiler sonrasında hızla bu modelle sunulan sağlık sisteminden uzaklaşmış olmasına rağmen KÖİ modelini kaynakları sınırlı, gelişmekte olan veya azgelişmiş olarak tanımlanan ülkelere harika bir sistem gibi pazarlamaktan da geri kalmamıştır.

Bu sayede hem kendi zararlarını telafi etmiş hem de İngiliz şirketlerine ticari kâr alanları yaratmışlardır. Gelecek nesillerin sağlık bütçesini ipotek altına alan bu model gerçekte devasa bir sömürü sistemi ve günümüzün kapitülasyonlarıdır.

İngiltere’yle birlikte Almanya, Fransa gibi diğer büyük AB ülkeleri de sağlık alanında KÖİ modelinden hızla uzaklaşmış, maalesef Türkiye, AKP iktidarıyla birlikte “Sağlıkta Dönüşüm” programı adı altında bu terk edilmiş sistemin dünyadaki en büyük uygulama alanı haline getirilmiştir.

“Sağlıkta Dönüşüm” programı çerçevesinde kamu özel işbirliği modeliyle başta İngiltere Ulusal Sağlık Servisi olmak üzere İngiliz finans, hukuk, danışmanlık ve medikal şirketlerinin rehberliğinde şehir hastaneleri yapılmıştır. Şehir hastanelerinin yapımında çoğunlukla İngiliz şirketlerinden finansal destek alınmış, bunun karşılığında da şirketlere hastanelerin işletmeleri en az 25 yıllığına verilmiş, döviz bazında kira ödemeleri ve hizmet ödemeleri yapılması taahhüt edilmiştir.

Bir yılda ödenen kira ve hizmet bedeli ile aynı hastaneye sahip olmak mümkün iken, 25 yıl ödeme yapılmasının hiçbir mantığı yoktur, devasa kamu zararına neden olunmuş ve vatandaşın aldığı sağlık hizmeti üzerinden yabancı şirketlere döviz bazında para kazanma imkânı sağlayan bir soygun düzeni yaratılmıştır.

İSVEÇ’TE HÜKÜMET  KRİZİ YARATTI

İsveç, KÖİ modeliyle bu zamana kadar sadece bir hastane yaptı. Bu hastanenin maliyetinin ilk belirlenen rakamların çok üstüne çıkmasının ardından İsveç Maliye Bakanı, hastane hakkında soruşturma talebinde bulundu ve “İsveç’te dünyanın en gelişmiş hastanesini yapacağız derken dünyanın en pahalı hastanesini yaptık” yorumunda bulundu.

Yeni Karolinska Hastanesi olarak bilinen bu hastanenin ilk maliyeti 2.1 milyar dolar olarak belirlenmişken gelinen son noktada bu hastane 7.5 milyar dolara mal olmuştu.

İsveç dışında yine Portekiz de KÖİ modeliyle yaptığı tesislerin maliyetinin ilk belirlenenden çok yüksek olması sonrası bu modelden kademeli olarak uzaklaşmaya başlamıştır. Daha birçok örneği olduğu gibi,

  • artık Avrupa Birliği ülkeleri KÖİ modeliyle hastane yapımından vazgeçmiştir.

Hastane ekipmanlarının da hastaneyi işleten şirketler tarafından sağlandığı göz önünde bulundurulduğunda, 25 yıl süresince aynı cihaz ve teknolojiyle sağlık hizmeti vermenin imkânsız olduğu ortadadır. Sistemin teknolojik olarak da sürdürülebilirliği yoktur.

ÜST DÜZEY İTİRAF

Türkiye’de kamu özel işbirliği modeliyle başlangıçta toplam 41 bin 615 yataklı 30 şehir hastanesi yapılması planlanmışken Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 14.11.2019 tarihinde bütçe görüşmesi sonrası yaptığı basın açıklamasında, “KÖİ ile tecrübeye de sahip olduk, bu dönemde de şehir hastanelerini artık bu tecrübeyle birlikte kendi imkânlarımızla yapmayı planladık, sizin bütçenizde bunu yapabilirliğiniz mümkünse niye bir finans modelini devreye sokmak isteyesiniz, finans modelinin sonuçta bir yükü yok mu?” diyerek KÖİ modelinin maliyetinin çok yüksek olduğunu itiraf etmiş ve 10 şehir hastanesi projesini KÖİ modeli dışına çıkararak genel bütçeden kendi imkânlarımızla yapacağımızı belirtmiştir.

Yine bu yıl yapılan Sağlık Bakanlığı bütçe görüşmelerinde bir hastanenin daha (Şanlıurfa Şehir Hastanesi) KÖİ modeli dışına çıkarılarak genel bütçeden yapılacağını ifade etmiştir.

Şehir hastanelerinin genel bütçeden yapılması mantıklıdır, çünkü KÖİ modeliyle yapılan şehir hastanelerindeki yatak başı maliyet, genel bütçeden yapılan şehir hastanelerine göre 25 kat daha fazladır.

Türkiye’de şu anda 13’ü hizmette, 5’i inşaat halinde olan toplam 18 KÖİ modeliyle işletilen şehir hastanesi bulunmaktadır. Bu şirket hastanelerine 25 yıl boyunca yüklü miktarda döviz üzerinden kira ve hizmet bedeli için ödeme yapacağız.

AB deneyimlerinden ders alarak gelecek kuşakların sağlık hakları üzerine ipotek koyan ve yıllar geçtikçe sağlık hizmetlerine ayrılacak bütçeyi azaltan bu işletme modelinden derhal vazgeçmek ve bu sağlık tesislerini zaman kaybetmeden kamulaştırmak zorundayız.

Şehir hastanelerinin kamulaştırılması ve devlet hastaneleri statüsüne getirilmesi bir ekonomik tercih değil, “gelecek nesillerin sağlık hakkının savunulmasıdır.”

KRT TV Programımız…

KRT TV Programımız…

01 Aralık 2020 günü KRT’de, değerli meslektaşımız Prof. Dr. Mehmet Ceyhan ile birlikte katıldığımız programın erişkesi (linki) bize yeni ulaştığından, site okuyucularımızla paylaşmak istiyoruz..

İlgi ve bilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 03 Aralık 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik