Etiket arşivi: Ulaş Bardakçı

Deniz Olunmalı…

authorZAFER ARAPKİRLİ

Şiirin küresel ustası Nâzım Hikmet’in, kuşkusuz kendisini tanımadan yazdığı dizelerde ne de güzel anlatılmıştır, “Deniz Olmak”

“Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?
Ne o, ne, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla…”

Bu ülke topraklarında yaşayan herkese ve hattâ ezilen – sömürülen – bağımsızlık – devrim – kurtuluş mücadelesi veren tüm coğrafyalara örnek olan simge isim Deniz Gezmiş yoldaşımızın mücadelesini görse, duysa, tanık olsa, belki de ona ithaf ederdi şiirini.

Belki de şöyle derdi: “Yüreğiyle, vicdanıyla, devrim aşkıyla, cesaretiyle
Deniz olunmalı, oğlum.”

Kısacık ama onurlu yaşamları ve mücadeleleri ile bir döneme damga vuran yiğitlerimizi, faşist diktatörlüğün darağacında katlettiği üç fidanımızı, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı saygı ile andığımız bu günde, onları kendilerinden sonraki ve hatta bizden sonraki kuşaklara tarif etmek için bundan daHa güzel 2 kelime kullanılamazdı:

“Deniz olunmalı…”

Antiemperyalist meşaleyi yakan Mustafa Kemal Atatürk’ün bu toprakları düşman çizmesinden kurtarmak için verdiği mücadelenin üzerine Marksist – Leninist öğretiyi rehber alarak “Sosyalist Devrim”i eklemeyi bir “tamamlayıcı ödev” belleyen o genç ve yiğit insanlar kuşağının anıları önünde, eğilmemek mümkün mü?

Mahir Çayan’ların, Hüseyin Cevahir’lerin, Ulaş Bardakçı’ların, İbrahim Kaypakkaya’ ların “Ucunda kurşuna dizilmek, işkence tezgahlarında doğranmak, darağaçlarında sallanmak bulunan bir kavgayı, sıradan bir gencin yaşamına tercih etme yüceliği” karşısında parmak ısırmamak büyük bir haksızlık olmaz mı?

Kendilerinden sonraki kuşağa, benim de mensubu olduğum 78 kuşağına yol gösterici bu ışıl ışıl yanan mücadele geleneğine bakıp da, Can Yücel Usta’nın şu dizelerini hatırlamamak ağır bir ihmal sayılmaz mı?

“En uzun koşuysa elbet Türkiye’de devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu.
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak…
En hızlısıydı hepimizin.
En önce o göğüsledi ipi…
Acıyorsam sana anam avradım olsun
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun.”

Anaların babaların asla tercih etmeyecekleri, ama Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in örneklerinde olduğu gibi, dünya döndükçe de kuşkusuz “gurur duyacakları” ölümlerdir Üç Fidan’ın sonsuzluğa yürüyüşleri.

  • Cellatların ve onların sahiplerinin suratlarına kavganın tüm ateşini üfleyerek…

1972’nin bir puslu Mayıs sabahında darağacında boşuna sallanmadıklarını bilseler, belki daha da yüksek sesle haykırarak koşarlardı ölüme.

“Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye
Yaşasın Marksizm – Leninizmin yüce ideolojisi
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi
Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın işçiler, köylüler”
diye seslenişi, 1980 faşist darbesine giden yolda ve sonrasında kim bilir kaç bin devrimcinin yolunu aydınlatmış, kim bilir daha da sonrasında verilen tüm hak ve özgürlük mücadelelerinde, ülkenin dört bir yanında ışıldayan 2013’ün Şanlı Gezi Direnişi’ne bile Taksim Meydanı’ndan tutulan bir projektör olmuştur.

Aslında onların mücadelesi, bugün bile devam eden “Emperyalist 6’ncı Filo’ya secde edenler ile 6’ncı Filo’yu denize dönmek üzere Dolmabahçe’ye koşar adım gidenler”in kavgasıdır.

Aslında onların mücadelesi, bugün sürmekte olan “Emek sömürüsünü kendine hak görenler ile emeğin ve alın terinin hakkını kuruşuna kadar almak için sınıf bilincini ayağa kaldırmaya çalışanların” kavgasıdır.

Aslında onların mücadelesi, “Bu ülkenin taşına toprağına, ağacına, suyuna, deresine denizine sahip çıkanlar ile talan etmeye çalışanların” kavgasıdır.

Ve “Denizler”, o kavganın ilham kaynağı, o kavganın “Bayrak isimleri” olduğu için yüreklerimize kazınmış kahramanlardır.

Evet, Bertolt Brecht «Galileo»da şu diyaloğu yazmıştı haklı olarak:

“- Kahramanı olmayan bir toplum ne kadar talihsizdir.
– Hayır Andrea. Asıl talihsiz olan, kahramanlara ihtiyacı olan bir toplumdur…”

Geri dönüp 1947 – 1972 arasındaki 25 yıla bir “Abidevi” öykü sığdıran Deniz Gezmiş’e ve yoldaşlarına baktığımızda.

“Talihli bir toplum” saymak istiyorum kendimizi.

Anıları, sonsuza dek yaşayacak.

6 Mayıs 1972’de katledildiler, ama azimleri ve mücadeleleri bugün bile taptaze.

Kısacası, oğlum: Deniz olunmalı…

BABAMIZ GÖREV ŞEHİDİ EMNİYET BAŞKOMİSERİ HALİS ZEKİ SALTIK

BABAMIZ GÖREV ŞEHİDİ EMNİYET BAŞKOMİSERİ HALİS ZEKİ SALTIK…

Dostlar,

Geçen hafta Emniyet‘ten telefonla aradılar ve babamız şehit emniyet Başkomiseri Halis Zeki SALTIK hakkında aşağıdaki soruları yanıtlamamızı rica ettiler. Fotoğraflar da istediler. Sanırız bir albüm yapmayı düşünmekteler. what’s up ile gelen 21 soru aşağıda..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yanıtlarımız ise şöyle oldu :
*****

Emniyet Görev Şehidi babamız Başkomiser Halis Zeki SALTIK
hakkında Emniyet görevlilerince gönderilen sorulara yanıtlar

Yanıtlayan : Şehdin büyük oğlu, Prof. Dr. Ahmet SALTIK
(Ankara Üniv. Tıp Fak., 07.01.2019, Ankara)

AÇIKLAMA   : Babamızın Şehit edildiği tarih 07 Temmuz 1980 idi. Ben o sırada 27 yaşındaydım, tıp doktoru idim ve Hacettepe Tıp Fakültesinde uzmanlık eğitimi almaktaydım.
Dolayısıyla olayları, gelişmeleri yakından biliyorum ve her şey hala belleğimde taze..

YANIT 1 : Ülkemiz hızla 12 Eylül 1980 darbesi ortamına sürükleniyordu. Hemen hemen her gün, çoğu genç olmak üzere 20 (yirmi!) dolayında insanımız öldürülüyordu. Güvenlik güçleri yetersiz kalıyordu ve Babamız bu duruma çok üzülüyordu. Vatan evlatları sağ – sol diye birbirine düşman edilmemeli ve kırdırılmamalıydı. Can yakan gelişmelerde dış güçlerin ve siyasetin de önemli payı ve sorumluluğu olduğunu düşünüyordu. 47 yaşında olmasına karşın emekli olmayı ve ticaret yapmayı, torunlarını sevmeyi, büyütmeyi düşünüyordu! Benim tıp doktoru olmamı 1977’de görmüştü ve çok kıvançlıydı. 2. çocuğu Ali Haydar Saltık da 1980 Haziran sonunda Cerrahpaşa Tıp Fakültesini bitirerek tıp doktoru olmuştu. İçi içine sığmıyordu Babamızın. Biz 2 oğlunu aynı gün, 5 Ekim 1979’da evlendirmişti, törene gelen dostları Beyoğlu Evlendirme dairesine sığmamıştı.. 3. Kardeşimiz Hülya Saltık ise İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisi idi. O’nun da mezun olmasını görmek ve O’na bir avukatlık bürosu açmak istiyordu. Emekliliğinde çalışmak üzere Aksaray’da bir dükkan kiralamış ve oto yedek parçaları almıştı. Bu dükkanı işletecekti. Bu tasarımını yaşama geçiremedi ne yazık ki.. O dükkanı ve içindekileri biz tasfiye etmek zorunda kaldık.

YANIT 2 : Doğum tarihi 16 Haziran 1933, Hozat / Tunceli idi.

YANIT 3 : Babasının adı Hasan, annesinin adı Rukiye idi.

YANIT 4 : Ortak anababadan yaşayan 2 abisi Niyazi Özsaltık ve Fahri Özsaltık’ı biliyorum. Babamız soyadını sonradan SALTIK yapmış idi, bu yüzden abilerinden farklı oldu. 1938 Dersim olaylarında köyümüz Karaca’da öldürülen kardeşleri olduğunu biliyorum. (Annesi Rukiye, kardeşleri Gülabi, Hıdır ve Hatun..) 

YANIT 5 : Annemiz Makbule ile evli idi. Evlilik tarihleri 1952 yılı.

YANIT 6 : Biz, bebekken ölen 2. kardeşimizi saymazsak halen yaşayan 3 kardeşiz.

Ahmet Saltık : 14.11 1953 doğumlu (bu soruları yanıtlayan büyük kardeş)
Ali Haydar Saltık : 15.04.1957 doğumlu, Manavgat’ta emekli doktor (iç hastalıkları uzmanı)
Hülya Saltık : 29.11 1961 doğumlu, Avukat, İstanbul’da yaşıyor.

YANIT 7 : Babamız ve babası, 2 abisi 1938’de Hozat / Karaca köyünden, hiçbir olaya,  karışmadıkları halde Afyon’a (Çay, Bolvadin) sürgün edilirler. Babamız o sırada 5 yaşında, anası olmayan bir çocuktur. İlkokulu sürgünde bitirdiğini sanıyorum. Daha fazla okuyamadı. Sonra Van’da zorunlu Doğu hizmeti yaparken dışarıdan ortaokul bitirme sınavlarına girdi ve mezun oldu (1970-71). Ardından komiser yardımcısı sınavını kazandı ve İstanbul’da 6 ay eğitim alarak Komiser yardımcısı oldu, Van’da eksik kalan (?) Doğu hizmeti Artvin’de tamamlatıldı, İstanbul’a atandı ve bu kentte komiser, başkomiser rütbelerini kazandı.

YANIT 8 : Ortaokul sonrası eğitimi ne yazık ki yok.. O yüzden bizim, çocukları olarak, okumamızı olağanüstü arzu ile destekledi. “Yeter ki okuyun, ceketimi satarım…” derdi. Ölçüsüz özverilerle 3 çocuğunun çok iyi yüksek öğrenim almasını sağladı.. Yaşamdayken 2 hekim yetiştirdi, ölümünden sonra kızı Avukat oldu. Biz 3 kardeş O’nun bu temel isteğini yerine getirdik. (Ben tıp profesörü oldum, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini de bitirdim.) 3 çocuğuna geçerli bir meslek kazandırmak, evlendirerek bir ev sahibi yapmak ve birer otomobil sahibi kılmak hevesindeydi. “At – avrat – silah” esprisi yapardı..

YANIT 9 : Askerliğini er olarak yaptığını biliyorum, emin değilim ama Erzurum’da yapmış olabilir??

YANIT 10 : Ben 6-7 yaşlarında idim Elazığ’dan İzmir’de Polis Okulu’na eğitime gittiğinde. Ne yazık ki o eğitimde başarılı olamadı / sayılmadı?? Bir kez daha bu kursa gittiğini anımsıyorum (?). İkincide başarılı oldu ve Polis memuru olarak Gaziantep’e atandı. Polis olmak istemesinin nedeni işsiz olması olabilir. Elazığ Şeker fabrikasında geçici işçi idi. Aylığı 1959’larda 300 TL idi ve mevsimlik işçi idi. Kiralık bir kerpiç evde yaşıyorduk ve son derece yoksul idik. Ayrıca o dönemde kahvehanelerde çaycılık yaptığını da anlatırdı. 1960 sonbaharında Gaziantep’e taşındık. Tüm eşyamız trenle getirdiğimiz 1-2 denk (balya) ve birkaç tahta bavul idi. Kiralık bir eve yerleştik, 2 küçük çocuk ve anababamızla. Babamız Merkez Karakolunda polis memuru olarak göreve başladı. 1961 sonlarında (29.11) 3. Kardeşimiz Hülya dünyaya geldi. Ben Kayacık (sonra Fatih Sultan Mehmet, sonra??) ilkokulunda okula devam ettim Eblahan semtinde.

YANIT 11 : İlkinde İzmir’de başarısız olduktan / sayıldıktan sonra ikinci kez Polislik eğitimini nerede aldığını anımsamıyorum. Ancak 2. eğitimi 1960 içinde olmalı ki, o yıl sonunda Gaziantep’te polis memuru olarak göreve başladı.

YANIT 12 : İlk görev yeri Gaziantep Merkez Karakolu oldu ve burada yıllarca çalıştı, sonra Şubelere geçti. Karşıyaka polis karakolunda da çalıştı, kışın bu karakolun damındaki karları kürerken kayıp düştü ve sol köprücük kemiğini kırdı. Gündüz eve getirdiler, çok acılıydı, özel bandajlıydı birkaç hafta çalışamadı.

YANIT 13 : Gaziantep’te 8 yıl farklı birimlerde çalıştı. Geceleri eğlence yerlerinin denetiminde görev aldığını ve eve sabaha doğru geldiğini biliyorum. 1969’da Van’a Doğu hizmeti için 2 yıllığına gönderildik. (Ayrılırken, birçok polis memurunun maddi durumu iyileşirken bizim “borçlu” ayrıldığımız ailede konuşulurdu..) Burada büro hizmetleri gördü ve dışarıdan ortaokulu bitirdi. Komiser yardımcılığı kursu sınavını kazanarak İstanbul’da eğitim aldı 1970 sonunda. 1971 başlarında Artvin’e, eksik kalan Doğu hizmeti için yaklaşık 6 aylığına yollandı ve sanırım Köprübaşı karakol amiri olarak bu görevini tamamladı. İstanbul’a atandı, Tahtakale Karakol amiri oldu. Beyazıt Karakolunda, Siyasi Şubede, motorlu ekiplerde gezici hizmette, son olarak İstanbul Mali Şubede Başkomiser olarak görevliydi.

YANIT 14 : İnsanlara yardım etmeyi çok severdi. Eş – dostuyla buluşmayı, onları evinde konuk etmeyi, yemek ikramını, ağırlamayı, alkol de alarak keyifle ve ağırbaşlılıkla sohbeti çok severdi. Biz çocuklarına masada alkol almayı ve edeple içmeyi O öğretti. “Sigara içmeyin ama rakı vb. içkileri efendi gibi içebilirsiniz..” derdi. Sarhoş olup taşkınlık yaptığına hiç ama hiç tanık olmadık. Neşe içinde ve ağırbaşlılıkla bu sofralardan kalkılırdı. Bir kezinde Kadıköy Fikirtepe’ den evimize yemeğe gelen konuklarımızı gece yarısı, arabasıyla Bahçelievler’deki evimizden götürüp bırakmamızı biz 2 oğlundan istemişti.. (Götürüp döndük elbette..) Gezmeyi ve denizi de çok severdi. Halk Türküleri, aşık Mahzuni vb. deyiş – semahları dinlerdi. Hayvanları, özellikle atları çok severdi.

YANIT 15 : İnsan ilişkilerinde çok başarılı idi. O’nu sevmeyen hatta “aşık olmayan” yoktu denebilir! Hiç kimseye zarar vermedi yaşamında, tersine hep yardımcı oldu. Çok aldatıldığı da oldu, bu ölçüsüz iyi niyeti edeniyle. “Bu adam nasıl bir polis, nasıl polislik yapabiliyor bunca insanseverliğiyle – hümanizmasıyla..?” sorularına muhatap olduğumu anımsıyorum. Garip – gurebanın,  fakir – fukaranın babasıydı. Sınırlı maddi olanaklarıyla köyümüzdeki 2 ağabeyine ve babasına, düşkün akrabalara… elinden gelen maddi desteği veriyordu.

YANIT 16 : Çok neşeli idi, hep gülümserdi. Pozitif bakardı ve çevresine olumlu enerji saçardı.

YANIT 17 : Boş zamanı pek olmazdı. Uyku açığı olurdu hep görevi nedeniyle. Piknik yapmayı severdi, saz çalmayı öğrenmek istedi ama yeter zaman ayıramadı.

YANIT 18 : Şehit düştüğü gün ben Ankara’da görevliydim. O günün ayrıntılarını bilmiyorum. Zaten görevi ile ilgili konuları profesyonel etik sorumluluğu gereği bizlerle paylaşmazdı. 07 Temmuz 1980 akşam saatlerinde Sirkeci’de bir oto parçası dükkanında çatışmada şehit düştüğü haberi bana gece yarısı Ankara’da ulaştı. (Kapımızı çalan, Emniyet görevlileri değildi..)

YANIT 19 : İstanbul’daki kızkardeşime ulaşarak sordum; “.. mükemmmel bir anababa idiler, bizim için her türlü özveriyi gösterdiler..” dedi. “Bu sıradan bir övgü – saptama değil..” diye de ekledi.

YANIT 20 : Ben Edirne’de Trakya Üniversitesi’nde öğretim üyesi iken bir sokağa adını verdiler. Orada da kalmak üzere, halen oturduğum Ankara Bağlıca’da Aymer Caddesi’nin adının Şehit Halis Zeki SALTIK olarak değiştirilmesinden çok mutlu oluruz..

YANIT 21 : Mesleğinde çok başarılı idi. Pek çok polisiye sorunun çözümüne anlamlı katkılar verdiğinden eminim. O hep devletin polisi oldu, yasalara, hukuka, vicdanına bağlı kaldı. Bir olayı şöyle anlatmıştı :

  • “İstanbul Emniyeti olarak 12 Mart 1971 sonrası sıkıyönetim döneminde kaçaklardan Ulaş Bardakçı’yı yakaladık. Bir arkadaş çok gergin – öfkeli olarak; ‘.. bu ……… nu salalım, kaçıyor diye arkadan vuralım..’ Şiddetle karşı çıktım. Bizim görevimiz yakalayıp adalete teslim etmek dedim ve çok yanlış – kabul edilemez hukuk dışı bir eylemi (polis cinayetini)  engelledim…

*****
21 sorunuza yanıtlarım bunlardır… İlginiz için teşekkür ederim.

Babamızın çatışmada yaşamını yitirmesi olayı tam anlamıyla aydınlatıl(a)madı!?
Oysa, Bolu Emniyet Müdürlüğü de yapan Uğur Gür, bize babamızın silahlı çatışmalarda çok yürekli olduğunu hatta “.. abi seni vururlar…” uyarısı yaptığını söylemişti. Elazığ Emniyet Müdürlüğü ve Valiliği yapan Mehmet Canseven de benzer sözleri bize aktarmıştı..

  • Polisin devletin polisi olmasını, yeniden bu çizgiye gelmesini ve hak – hukuk – adaletten asla ve asla ayrılmamasını özellikle dilerim..

Ülkemizin esenliği, barışı bunu gerektiriyor.

Tüm şehitlere selam olsun.

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fakültesi
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
profsaltik@gmail.com       www.ahmetsaltik.net

 

 

 

 

 

 

 

 

 

7 Temmuz 1980.. 38 Yıl Sonra; Şehit Edilen Babamızı Anıyoruz…

7 Temmuz 1980.. 38 Yıl Sonra;
Şehit Edilen Babamızı Anıyoruz…

 

Dostlar,

Bu gün 7 Temmuz 2017..
(Önceki yıldönümlerinde yazdıklarımızın güncellenmesidir.)

Ailemizin başına gelen bir yıkımın (felaketin) 38. yılı..
Hoşgörünüzle bu konuyu biraz yazmak istiyoruz.
Kendi özelimizle sizleri meşgul etmek aklımızdan geçmiyor. Ancak insanların belli yaşantı deneyimlerini paylaşmasında yarar olmalı. Üstelik ortak toplumsal kökenleri olan bir acı süreç ve aradan 38 koca yıl geçtiğine göre, duygusal tonlamaları da sanırız -büyük ölçüde- dizginleyebiliriz.
****
7 Temmuz 1980.. Sıcak bir yaz günü ve Türkiye doludizgin 12 Eylül darbesine sürüklenmekte. Adeta eğik düzlemde, ülke tanımlı – kurgulanmış bir hedefe kayıyor. Ülkenin birçok yerinde sıkıyönetim var ama her gün “ortalama” (bu sözcüğü böylesi bir bağlamda kullanmak zorunda kalmak ne acı değil mi!?) 20 (yirmi!) dolayında insanımız ölüyor, öldürülüyor!

TRT’nin siyah-beyaz ekranları ve gazeteler, dergiler.. kan – revan dolu..
Sunum çerçevesi ise tek tip (klişe) : ….. yerde çıkan sağ – sol çatışması”nda
şu sayıda insan öldü, bu sayıda insan yaralandı..
Ne mal güvenliği var ülkede ne de can!
Toplum şaşkın, ağır gerilim altında, neredeyse “öğrenilmiş çaresizlik / pes” sendromu (learned helplesness syndrome) içinde “pes” eşiğinde.. Kendince savunma önlemleri almaya bakıyor.. Kentler – kasabalar – kırsal.. bölünmüş ve “kurtarılmış bölgeler” ilan edilmiş. İnsanlar savunma amaçlı silahlanıyor..
*****
Biz o tarihlerde Hacettepe Tıp Fakültesi’nde Toplum Hekimliği (sonra YÖK düzeninde Halk Sağlığı oldu) Bölümü’nde Tıpta Uzmanlık Eğitimi alıyoruz.. İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdiğimiz 15 Haziran 1977 sonrası Elazığ / Keban’da 1 yılı aşkın süre SSK hekimliği yapmış ve uzmanlaşma kararı vererek adını andığımız Bölümün asistanlık sınavlarını kazanmış, 11 Kasım 1978’de ihtisasa başlamıştık.

Bölümümüzü ve Dalımızı aşkla seviyorduk. Daha 1971’lerde Hacettepe Tıp’ta 1. sınıf öğrencisi iken Prof. Dr. H. Nusret FİŞEK’i tanımış ve O’ndan Toplum Hekimliği dersleri almaya başlamıştık. Kalpaksız Kuvayı Milliyeci Prof. Fişek, bize sağlık ile sosyo-ekonomik etmenler arasındaki köklü, kapsamlı ve çarpıcı ilişkilerden söz ediyordu ustalıkla.. Üstelik bu ilişkiler neden-sonuç ilişkileriydi ve geleceğin çağdaş hekimleri ve tıbbı salt fiziksel – biyolojik – kimyasal nedenlerle uğraşmakla kalmayıp; sağlık sorunlarının asıl – altta yatan sosyal – kültürel – ekonomik nedenleriyle uğraşmalıydı, uğraşacaktı.

Bu Fakültede (Hacettepe) Tıbbiyenin ilk 2 yılını okumuş (İngilizce hazırlık sınıfından sınavla bağışık olmuştuk) ve İstanbul’daki ailemizin yanında olmak için İstanbul Tıp Fakültesi’ne 3. sınıfta yatay geçiş yapmıştık. Yeniden ayrılmak zorunda kaldığımız Fakülte’ye, Nusret hocaya, Bölüme.. üstelik asistan hekim olarak dönmüştük. İşimizi çok seviyor ve gelecekte ülkemiz halkının sağlığına kapsamlı katkılar verebilmeyi umuyorduk. Uzmanlık eğitimimizin 1 yılını örnek Eğitim ve Araştırma Sağlık Ocaklarında geçirecektik. Bu bağlamda Çubuk ve Etimesgut’ta Sağlık Bakanlığı ile Hacettepe Üniversitesi protokol yapmıştı ve bunlardan biri de Eskişehir yolu 28. km’deki Yapracık Köyü Sağlık Ocağı idi. (Bu köy, günümüzde artık Bütünşehir Belediye Yasası bağlamında Ankara’nın bir mahallesi!)

Bu Sağlık Ocağı’nda, 38 yıl öncenin “tam anlamıyla köy koşullarında” yaşıyorduk. Lojmanımız köyde idi, kömür sobalı idi ve hastane acil nöbetlerimiz ile Cuma öğleden sonra eğitim amaçlı Ankara toplantıları dışında hep (7/24!) köyde kalmak zorunda idik.

Günümüzde Ankara’nın en gözde mahallelerine dönüşen Ümitköy, Dodurga, Çayyolu, Aşağı Yurtçu, Yukarı Yurtçu, Türkobası, Alacaatlı, Ballıkuyumcu… bizim toprak damlı köylerimizdi!

Oralara kapsamlı 1. Basamak (hastaneye yatmadan) sağlık hizmeti sunuyorduk .. Gece – gündüz şevkle çalışıyorduk. Bölgede Brusella hastalığı yaygındı. Pendik Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü‘nden kendi olanaklarımızla anti-serum getirtmiştik; köylerde hastalardan kan alıyor, “el santrifüjü” ile çevirerek serumunu ayırıyor ve oracıkta lam üzerinde mikroskopla aglütinasyon bakarak Brusella’nın laboratuvara dayalı yarı-kantitatif tanısını (titrasyon yapmadan) koyuyorduk. Günümüz sağlık çalışanları bu yaşantıya, deneyime inanmakta zorluk çekecekler eminiz ama, gerçek bu!
*****
Böylesine çoook yoğun bir koşuşturma gününün (7 Temmuz 1980, Pazartesi) ardından birkaç saat da okuduktan ve Uzmanlık tezimiz üzerinde çalıştıktan sonra (Köylerimizde 30+ Yaşta Koroner Kalp Hastalığı Araştırması İzleme Araştırması-3) gece yarısı sonrası yorgunlukla yatmıştık.. Önce kapı, hemen ardından pencere camı şiddetle vurulmaya başladı, kalktık. Alışkındık, acil hastamız olmalıydı. Evimizde sabit telefon (elbette cep telefonu da!) yoktu! Ancak bu kez öyle değildi.. Karşımızda kayınbiraderimiz duruyordu ve yüz ifadesi çok hüzünlüydü. Ne olduğunu ağzından zorlukla aldık..

Babamız.. İstanbul’daki Emniyet Başkomiseri babamız Halis bey vurulmuştu!
Kayınbirader, sonuca ilişkin ipucu vermiyordu.. “Herhalde ölmüş??..” diyordu.

Doğallıkla biz de vurulduk! Karahaber ertesi güne kalmamış, yedivermişti. birkaç saatte. Hemen yola koyulmamız gerekiyordu. Ülkede akaryakıt kıtlığı vardı. 10 yaşındaki arabamızın bagajına 20 Lt benzin bidonunu da koyarak (ne büyük risk!) İstanbul yoluna koyulduk. Otoyol yoktu elbette.. 2-3 şerit karşılıklı trafik, bölünmemiş yolda akıyordu. Sağlık Ocağımızın usta şoförü Ömer, sağ olsun direksiyonu bize bırakmadı. Sabahın köründe Bahçelievler’deki evimizin kapısına vardık.. Cenaze evi idi hanemiz.. Işıklar yanıyor ve bir kalabalık deviniyor, insanlar vekarla acılarını yaşıyordu. Annemiz, 19 yaşında İstanbul Hukuk 1 öğrencisi kız kardeşimiz ve 23 yaşında Cerrahpaşa’dan 1 aylık mezun Hekim erkek kardeşimiz ve 27 yaşında 3 yıllık hekim, biz…

47 yaşındaki (1933 Hozat doğumlu) canımız babamızı, “anarşi” dedikleri canavar bizden vahşice koparıp almıştı. Şimdilerde “anarşi”ye terör, “anarşit”lere (!) de halkımız “terörist” diyor. Ölçüsüz bir acı içimizi kavuruyordu.. Bir yandan da zorunlu formaliteler vardı yürütülecek.
Evin abisi bizdik ve yük, tüm ağırlığıyla boynumuzda idi.

Babamız Emniyet Başkomiseri Halis Zeki Saltık, Sirkeci’de bir işyerinden haraç almak için gelen “örgüt” elemanlarıyla çıkan çatışmada tuzağa düşürülerek 7-8 kurşun yemiş, oracıkta kanamadan yitirilmişti. Otopsiden cenazesini aldığımızda teni kireç rengiydi.. Abondan (yaygın, şiddetli) iç – dış kanamadan gitmişti. Polis şehitliğine değil, Topkapı – Çamlık mezarlığına gömdük O’nu..

İl Emniyet Müdürü (Şükrü Balcı), Siyasi Şb. Müdürlerinden Elazığ’lı Mehmet Ağar, savcı, Vali (Nevzat Ayaz), Garnizon komutanı tümgeneral.. görüştüğümüz yetkililerdi. Katiller kaçmıştı, ellerinden geleni yapıyorlardı yakalamak için.. Sonra bu örgütün Dev-Sol olduğu bize söylendi. Yıllar sonra birileri de yakalanmıştı. Davaya karışmacı (müdahil) olduk. Ancak ilerleyen zaman, bizde bu sanıkların katil olup-olmadıkları hakkında ciddi kuşku uyandırdı ve davadan çekildik. Suç birilerine yıkılacak mıydı? Biz de suçlular cezasını buldu diye bir parça teselli mi bulacaktık? Bu da olmadı.. Kamu davası sürdü…
*****
Bir kez daha Hacettepe’den ayrıldık ve yine İstanbul Tıp Fakültesine yatay geçiş yaptık. Annemizin – kardeşimizin evine yakın bir ev kiralayarak kendimizce aileye göz – kulak olmaya çabaladık. Annemiz yıkılmıştı ve çok derin bir yas yaşıyordu. Bu koyu yası, hemen hemen ölene dek 13 yıl sürdürdü, çıkamadı… Biz uzmanlık eğitimimizi tamamladık ve Toplum / Halk Sağlığı dalında uzman hekim olduk. Yeniden Üniversiteye akademik kariyere zorlukla (yargı kararıyla!) dönene dek 6,5 yıl Elazığ’da çalıştık. Oysa Hacettepe’de kalabilseydik, Uzman olduktan sonra hemen akademik kariyere devam olanağımız olabilirdi.. İlerleyen yıllarda kız kardeşimiz hukuk eğitimini tamamladı ve avukat oldu.. Ortanca erkek kardeşimiz de İç Hastalıkları dalında uzman hekim oldu.
*****

 Halis Zeki SALTIK ( Başkomiser )

17.06.1933 AFYON KARACA doğumlu 15738 sicilli Başkomiser Halis Zeki SALTIK 07.07.1980 tarihinde İSTANBUL’da İstanbul Emniyet Müdürlüğü Bakırköy Emniyet Amirliği kadrosunda görevli iken, bir konunun takibi için Eminönü İlçesi Sirkeci’de bulunan otomotiv firmasında bulundukları sırada bu firmadan haraç isteyen şahısların yaptıkları silahlı baskın sonucu vurularak şehit olmuştur. Naaşı AFYON  ÇAY ÇAMLIK SALTIK AİLE MEZARLIĞIN’ dadır.

Yukarıdaki fotoğraf ve bilgiler İstanbul Emniyet Müdürlüğü web sitesinde yer alıyor..
(https://www.iem.gov.tr/iem/index.php?menu_id=26&detay_id=39, 07.07.2014).
Yanlışları var… Doğum tarihi 17 değil 16 Haziran 1933.. Doğum yeri Afyon değil Tunceli – Hozat Karaca köyü ve naaşı Afyon’da değil İstanbul Topkapı – Çamlık mezarlığında..

Babamız Halis bey, 1938 Tunceli olaylarında 5 yaşında iken annesini yitirmiş (öldürülmüş!); kendisi, babası ve 2 abisi ölümden kurtularak Afyon’da zorunlu oturmaya (ikamete, sürgüne) yollanmıştı. Oysa bizim Saltık ailesi hiçbir olaya / suça bulaşmamıştı 1937 ve 38 Dersim karmaşasında.. Babamız sürgünde, olağanüstü güçlükler içinde ancak ilkokulu bitirebilmiş, bir meslek ve iş edinememişti. “Sürgün” yılları bitince (İnönü affıyla) Elazığ’a dönmüş, sürgünde tanıştığı kendisi gibi sürgün annemiz ile 19 yaşında (1952’de) evlenmişti. Biz ilk çocuk olarak 14.11.1953’te dünyaya gelmiştik. Kahvelerde çaycılık yaptığını anımsıyoruz 6-7’li yaşlarımızda. Elazığ’da bir kerpiç evde kirada, çok yoksul yaşıyorduk. Şeker fabrikasında 10 (on) TL gündelik ile mevsimlik işçilik yaptığı da belleğimizde. Derken İzmir’e Polis Okulu’na eğitime gitti 1960 gibi.. 6 ay okudu, aksilikler (?!) oldu başarılı ol(a)madı.. Bu arada ailemizin geliri de yoktu… Çok zor günlerdi. 2. kez bu kursa gitti ve 1961’de Polis Memuru oldu! Biz de Elazığ’da İlkokula başlamıştık..

Gaziantep’e tayin edildik. Trenle bu kente geldik 1960 kış başlarında. Tüm ev eşyamız bir taksiye, bagajına sığdı! 1-2 “denk” ve birkaç tahta bavul.. Bir de ortanca kardeşimiz vardı 1957 doğumlu Ali Haydar.. Çok mütevazi bir ev kiraladık ve biz ilkokula, Kayacık İlkokulunda devam ettik (sonraları Fatih Sultan Mehmet İlkokulu adını aldı, Ekim 2022’de ziyaretimizde Belediyenin bir hizmet binası olarak kullanılıyordu.) 1961 sonlarında kız kardeşimiz Hülya doğdu.
*****
Bu kentte 9 yıl kaldık. Van’a, “Şark hizmeti” ne tayin olunduk. 2 yıl da orada kaldık, biz Van Atatürk Lisesini bitirdik ve Hacettepe Tıp Fakültesini kazandık. Bu 2 yılda babamız, dışarıdan Ortaokul bitirme sınavlarına devam etti ve diploma aldı. O’na, A4 daktilo kağıdını 4’e bölerek daktilo ile ders notları çıkarıyorduk, cebine koyuyor ve okuyordu her fırsatta.. 2 küçük kardeşimizin eğitimine destek oluyor ve hiçbir dersane desteği olmaksızın, Van Atatürk Lisesi’nin onca yetersizliği içinde, zorlu Üniversite sınavına hazırlanıyorduk. Yazları da aile bütçesine katkı için çalışıyorduk (gezgin satıcılık vs.).

Babamız, epey emekle edindiği Ortaokul diploması sayesinde Komiser Yardımcısı olabilmek için eğitim alma olanağı sağladı. İstanbul’da 6 ay eğitime alındı ve tamamlayarak Komiser Yardımcılığına terfi etti! Bu kez, 2 yıl Şark hizmetini tamamlamak üzere Artvin’e tayin edildi. O arada biz de Ankara Tuzluçayır’da bir gecekonduda yaşamaya başlamıştık ve Hacettepe Tıpta 1. yıl eğitimimiz sürüyordu. Artvin sonrası İstanbul’a atandı babamız ve evi de oraya taşıdı. Biz Ankara’da yurtlarda kaldık tıbbiyenin 2. sınıfında. Birçok nedenle zorlanıyorduk (başta ekonomik); 2. sınıfı bitirince İstanbul Tıp Fakültesi’ne yatay geçiş yaptık.. (Merhum Dekan, sonra Rektör Prof. Dr. Haluk Alp ve Doç. Dr. Uğur Hacıhanefioğlu empatik destekleri için sağolsunlar..)
*****
15 Haziran 1977 günü İstanbul Tıp Fakültesi’ni tam zamanında bitirdik ve mezuniyet belgesini alıp bir zarfa koyarak, 44. doğum günü olan ertesi gün, 16 Haziran 1977’de kendisine “armağan” olarak sunduk. Yaşamında bu denli sevindiğini görmemiştik. Dünyalar O’nun olmuştu. O, tüm çabasına karşın okuyamamıştı.. Her fırsatta bize “Ceketimi satar sizi okuturum, yeter ki okuyun..” derdi adeta ricacı bir tonla.

Yaşamla boğuşa boğuşa Başkomiserliğe dek gelmişti babamız Halis Zeki Saltık. Mesleğinde çok başarılı idi ve çevresinde çok seviliyordu, saygındı. Yaşam ve neşe doluydu, sağlıklıydı. 2 oğlunun tıp doktoru olduğunu görmüştü. Kızı da Hukuk öğrencisi idi. Övünç doluydu göğsü.
5 Ekim 1979’da 2 oğlunu da aynı gün evlendirmişti! 50 yaşına doğru emekli olmayı ve ticaret yapmayı kuruyordu. Çevresinde herkese çok yardımcı oluyordu..
*****
12 Mart’ın (1971…) sancılı günlerinde ”anarşit” (!) Ulaş Bardakçı’yı yakalamışlardı bir operasyonda. Kimi polis arkadaşları, “Bu …..’yi salalım, kaçıyordu diyerek arkadan vuralım..” derler. Babamız tüm gücüyle karşı koymuştu. Polis olarak onların görevi yargısız infaz değil, yakalayarak adalete teslim idi.. Hep anlatırdı bunu.. ve daha nicelerini..

Hiç torun göremedi.. 2 oğluna aynı gün çifte nikah yapmıştı ama 9 ay sonra
bir 7 Temmuz (1980) günü akşam saatlerinde görevi başında şehit edilmişti..
*****
Dostlar..

İşte ailemizin acılı – tatlı serüveni ya da öyküsü özetle böyle.. Ders ve ibretlerle dolu bize göre.. Eminiz ki, emperyalizmin pençesinde kıvrandırılan bir ülke olarak Türkiye’mizde nice daha acı yaşam öyküsü vardır.. Keşke onlar da yazılsa ve okusak, paylaşsak. Belki bu çoook acılı öyküler bizi biraz daha insanlaştırır ve asıl büyük fotoğrafı görerek birbirimizle uğraşmak yerine, hep birlikte emperyalizmi ve yerli işbirlikçilerini ülkemizden kovmak için kol kola, omuz omuza ve yürek yüreğe, akılla, bir kurtuluş savaşı vermeye koyulurduk..

1920’lerde Yüce ATATÜRK‘ün dava ve silah arkadaşlarının öncülüğünde tüm ulus (topyekun), 7 düvele karşı yaptığımız gibi..
****
Bize elveren herkese şükranla..

Tüm şehit – gazi – ölmüşlerimizi özlemle, saygıyla anıyoruz.

Bu tür acıların olmadığı – en az olduğu bir toplumsal düzenin olanaklı olduğunu çok iyi biliyor ve onu da çok özlüyor; uğrunda çoook çaba harcıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 07 Temmuz 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Not    : Yazının ilk pdf biçim için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayınız..

7_Temmuz_1980-7_Temuz_2014

ŞEHİT HALİS ZEKİ SALTIK CADDESİ
Edirne Tabip Odası’nın önündeki cadde..
Biz Edirne’de yaşarken, Şehidin büyük çocuğu olduğumuz için bu kentte adını yaşatmak üzere bir Caddeye adı verildi babamızın.. Teşekkür ederiz ilgililere.

SEHIT_HALIS_ZEKI_SALTIK_CADDESI