Etiket arşivi: orta gelir tuzağı

ORTA GELİR TUZAĞI NEDİR? NELER YANLIŞ YAPILDI?

ORTA GELİR TUZAĞI NEDİR?
NELER YANLIŞ YAPILDI?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Önceki Dekanlarından

(AS: Yazının sonunda hocamızın bir de şiiri var!)

Orta gelir tuzağı, önce hızlı bir büyüme sürecine giren ülke ekonomisinin daha önce yakalamış olduğu büyüme dinamiklerini, çeşitli nedenlerle, giderek yitirmesidir. Daha sonra da, ekonominin mevcut büyüme dinamiklerinin giderek yavaşlaması, sonra da kaybolmaya yüz tutması, mevcut ekonomi çarklarının patinaja geçmesi ve işlerin tersine gitmeye başlamasıdır.

İktisatçıların yapmış oldukları saptamalara göre önce orta gelir tuzağı başlar. Sonra da giderek ulusal gelir ve kişi başına gelir değerlerinde küçülmeler; ulusal gelir yapısında ve dağılımda da bozulma sürecine girilir.

Peki orta gelir tuzağına yakalanmak bir zorunluk mudur? Hayır, böyle bir zorunluk yoktur. Orta gelir tuzağı, bilerek ya da bilmeyerek, ülke yöneticilerinin yapmış oldukları bir dizi ekonomik, hukuksal, siyasal ve sosyal yanlışların birikimli sonucu olarak kendini gösterir. Aynı yanlışlar yapılmaya devam edildikçe bozulmalar daha da hızlanır.

Bu bozulmanın başlıca temel ve tetikleyici etmenleri olarak şunlar söylenebilir.

1_ Piyasanın rekabetçi dinamik kurallarına uygun olarak, rekabetçi bir ekonomik yapı ile ulusal ve uluslararası ölçekte yaşayabilen bir özel sektör kurmak yerine; devlet destekli ve sırtını siyasal iktidarlara ve devlet fonlarına dayamış, rantçı bir özel sektörün ortaya çıkması.

2_Bankacılık başta olmak üzere, iç ve dış finansal kaynakların, yine devlet ya da siyasal iktidarlar eliyle, çok büyük bir payının, piyasada rekabetçi olamamış iktidar yanlısı verimsiz işletmenlere aktarılması.

3- Ülkenin ve toplumun geleceği hakkındaki duyarsızlıklar. Başta enerji sektörü olmak üzere, ülkedeki yeraltı ve yer üstü doğal kaynak rezervlerinin aşırı kullanılması, büyük çevre kirlenmeleri, tarım alanlarının, su kaynaklarının, ormanların ve toprağın, tarımsal arazinin amaç dışı ya da hor kullanılması.

4_ Hukuk, adalet, liyakat ve ahlak sisteminin yozlaşması. Siyasal iktidarlara mensubiyet ve yaķınlığın her alanda bir avantaja dönüşmesi. Nepotizm, yani yetenek ve liyakat gözetilmeksizin, aile, akraba, eş, dost ve yandaş kayırma konusunda ortaya çıkan toplumsal kanaat.

5_ Ülkenin giderek ekonomi ve teknoloji yapısının rekabetçi, üretken ve yüksek verimli bir düzeye ulaşamaması. Montaja yani ithal ikamesine dayalı, dışa bağımlı, yeterli döviz kazancı sağlayamayan, fakat döviz savurganlığına ve ithalatı özendiren, istihdam yaratmayan, sürekli olarak işsizliği artıran bir ekonomik yapı.

6- Toplumun tümünün enerjisini birleştirip sinerji etkisi oluşturmak; ülke içinde, kardeşçe, adil, bütüncül, kucaklayıcı hakkaniyete dayalı bir siyaset anlayışı yerine; kavgacı, ötekileştirici, dışlayıcı, hatta yer yer cezalandırıcı RÖVANŞİST görünümlü bir siyaset ve yönetim biçimi.

7_ Yabancı sermaye ve dış borçlanma ile ilgili hatalı politikalar. Ülkenin uluslarası sermaye ve risk priminin aşırı yüksek olmasına bağlı olarak, üretken fiziksel yabancı yatırımların ürkekliği. Dış borçlanma maliyetinin olağandan fazla olması. Bu iki etmene bağlı olarak, ülkeden dışarıyla aktarılan kâr ve faiz transferlerinin yabancı sermayenin ülkeye yapmış olduğu reel ekonomik katkıdan daha yüksek olması.

8- Eğitim sisteminin yaz-boz tahtasına dönmesi. Yükseköğretim kurumları da dahil, ülkedeki eğitim ve öğretim politikalarının ekonomik ve toplumsal refah (AS: gönenç) düzeyini daha yukarılara çekmek yerine, giderek ideolojik amaçlar ya da hedeflere göre düzenlenir olmaya başlaması…

Eğer Türkiye‘nin toplam Ulusal Geliri yaklaşık 980 Milyar Dolardan 760 Milyar Dolara, kişi başına Ulusal Geliri de yine yaklaşık 10.000 Dolardan 7500 dolara gerilemişse, yani topyekun yılda 2500 dolar (20.000 TL), yoksullaşmıs isek (AS: yoksullaşTIRILMIŞ isek), gelir dağılımı bozulmuş, inşaat ve ithalat sektörü dışında, başta tarım sektörü olmak üzere, öbür tüm sektörler çok ümitvar görünmüyorsa; ekonomi ve ekonomi politikaları üzerinde iyice kafa yormak gerekir.
================
Sayın hocamız Prof. Çivi, bir de şiir eklemiş sağolsun…..

YUH BORUSU ÇALMAK GEREK.

Cehalet karanlığına,
Güneş gibi doğmak gerek.
Toplumun gidiş yolunu,
Aydınlığa boğmak gerek.
X x x
Döşeyip bilim taşını,
Çoğaltıp halkın aşını,
Mağrurların dik başını,
Akıl ile eğmek gerek.
X x x
Halkını küçük göreni,
Düşmanca gönül kıranı,
Birliğe balta vuranı,
Gönüllerden kovmak gerek.
X x x
Irkı, cinsi ayıranın,
Zorbaları kayıranın,
Çeteleri doyuranın,
Zekåsına gülmek gerek.
X x x
Din ayırıp can yakanı,
Hemcinsine hor bakanı,
Adalete kör bakanı,
Adalete vermek gerek .
X x x
Milletini sevmeyene,
Düşmanlığı kovmayana,
Haram aşa doymayana,
Yuh borusu çalmak gerek.
X x x
Gerçek diyerek yalanı,
Meşru gösterip talanı,
Devlet malını çalanı,
Defterlerden silmek gerek.
X x x
Vicdanları kuruyanın,
Gözünü kin bürüyenin,
Mal hırsıyla eriyenin,
Servetine bakmak gerek.
X x x
Temiz, duru akmayanı,
Hukuk, yasa takmayası,
Şer işlerden bıkmayanı,
Hapislere tıkmak gerek.
X x x
Halil Çivi işin özü,
Esirgeme hakça sözü,
Açılsın milletin gözü,
Gerçekleri bilmek gerek.
X x x

Prof. Dr. Halil Çivi.

20 Aralık / 2020/ Çiğli İZMİR.

 

Kişi başına gelir 2002’de 5900 dolardı

Kişi başına gelir 2002’de 5900 dolardı

Ege CANSEN
SÖZCÜ, 17 Mayıs 2018 

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

İktisadi konularda yazan veya televizyonlarda yorum yapan “ölçme bilmez” mümtaz kişileri ikaz ediyorum. Hem 2017’de GSMH %7.3 büyüdü hem de AKP iktidarının ilk 6 yılında kişi başına milli gelir 3 katına çıktı diye konuşmayın veya yazmayın. Birinci cümlede geçen %7.3 büyüme “sabit TL” ile yapılan hacimsel ölçmedir. İkinci cümlede geçen 3 katına çıkma “cari dolar kuru” ile yapılan bir hesaplamadır.  Ya birini ya da diğerini kullanın. Daha doğrusu büyüme oranlarını “cari dolar kuru” ile hesaplamayın. Bu yanlıştır. Bilerek böyle konuşmak ise yalancılıktır.

DOLAR ORADAYSA HESAP BURADA

Resmi rakamlara göre 2017 yılı itibarıyla, Türkiye’de kişi başına milli gelir cari dolar kuruyla, kabaca 10 600 Amerikan Doları’dır. Yurdumuzda sürekli ikamet eden ve iktisadi faaliyete, dolayısıyla milli gelir yaratılmasına katkıda bulunan mülteci sayısı da 3.5 milyon dolayındadır. Bildiğim kadarıyla kişi başına milli gelir hesabında bu mülteciler nüfusa dahil edilmiyor. Halbuki mülteci veya vatandaş herkes milli gelirden pay aldığına göre, doğru sayıyı bulmak için “kişi başına milli gelir” hesabında, paydaya 3.5 milyon mülteci eklenmeli ve nüfusumuz 84.3 milyon kabul edilmelidir.

Şimdi 2002 hesabını birlikte yapalım: Türkiye’nin toplam milli geliri 15 yılda (2002 hariç 2017 dahil) “yeni seri” denilen resmi hesaplara göre %129 artmıştır. Aynı dönemde mülteciler dahil nüfusumuz %27 çoğalmıştır. Dolayısıyla kişi başına milli gelir 1.8 katına çıkmış veya %80 artmıştır (2.29 bölü 1.27 eşittir 1.8). Muhasebe ilkelerine göre (değişim doğru algılansın diye) geçmiş yıllara ait rakamlar son yılın fiyatına getirilir. Yani 2002 yılının kişi başına milli geliri de 2017 yılının doları ile ifade edilmelidir. Türkiye’nin 2017’de 10 600 $ olan kişi başına milli geliri, 15 yıllık artış kat sayısı olan 1.8’e bölünürse, 2002’nin kişi başına milli geliri bulunur. Bu da 5 888 dolardır.

ORTA GELİR TUZAĞI

“Türk ekonomisi, orta gelire hızlı geldi ama oradan ileri gidemiyor” şeklinde konuşmak moda oldu. Bu ifade de yanlıştır. Türkiye zaten orta gelir düzeyinde bir ülkeydi, halen de aynı yerdedir. Yukarıda sunulan hesaba bir ek yapayım. 2000’li yılların başında kişi başına milli geliri 4-5 bin Dolar (2017 fiyatlarıyla 6000 $) dolayında olan ülkelere “orta gelirli” denirdi. Bugün bu rakam 10 bin Dolardır. Bizimle kıyaslanabilecek Latin Amerika veya Doğu Avrupa ülkelerinde de bizdekine benzer gelişmeler olmuştur. Mal ve para hareketlerinin serbestleştiği yıllarda orta gelişmiş ülkelere sıcak para girişi artmıştır. Bunun sonucunda o ülkelerde devalüasyon oranı, enflasyonun altında kalmıştır. Bu durum cebirsel olarak “cari kurdan” yapılan milli gelir tercümelerinde, reel milli gelir artışından yüksek büyüme rakamları çıkmasına neden olmuştur. Burada mucize falan yoktur. Ayrıca bilinsin ki, önümüzdeki yıllarda da gelişmekte olan ülkeler, milli gelirlerini hem reel hem de nominal olarak gelişmiş ülkelerden daha yüksek oranda artıracaktır. Bu bebeklerin çocuklardan, çocukların da gençlerden hızlı boy atması gibi tümüyle normal bir durumdur.

Son söz: Dolarla büyüdüğüne inanıyorsan, küçüldüğüne de inan.
===========================================

Dostlar,

Erdoğan hep kişi başına ulusal geliri 3500 Dolardan aldıklarını ve 3 katına  eriştirdiklerini söyleyip duruyor. İşin iktisat matematiği açısından çözümlemesi yukarıda. Yetkin Ekonomist Sn. Cansen çok net olarak bu artışın 15 yılda salt 1,8 kat olduğunu, yani Erdoğan’ın şişirdiğinin yarısı olduğunu ortaya koyuyor.

Bir boyut daha var dikkate alınması gereken : O da ülke borçlarının nereden nereye geldiğidir. Erdoğan’ın AKP’si Kasım 2002’de iktidar olduğunda Türkiye’nin toplam dış borcu (kamu + özel) 230 milyar $ idi. Günümüzde ise 250 milyarı özel sektörün, 450 milyarı da kamunun olmak üzere toplam 700 milyar $ ülke borcu vardır. Bu rakam, 2018 sonunda erişebileceğimiz toplam ulusal gelire çok yakın olabilir. 2017 sonunda 850 milyar $ dolayında GSYİH sağlanmıştı. Dolar’daki muazzam değerlenme, daha doğrusu TL’deki dayanılmaz erime sonucunda 2018 sonunda 2017 sonu ulusal gelir rakamını bile yakalayamayabiliriz yüksek olasılıkla. Ulusal gelir, artan gelir dağılımı adaletsizliğine karşın 15 yıllık tek başına AKP iktidarında salt 1.8 kat büyümüş, ancak Türkiye’nin toplam borcu 700/230 = 3+ kat büyümüştür.

TÜİK verileriyle 26 milyonu aşkın insan yoksulluk sınırının altındadır (Mayıs 2018).

Yine TÜİK verileriyle gençlerde işsizlik Türkiye ortalamasının 2 katıdır; % 20,8!

2018 içinde 185-190 milyar $ ödenmesi gereken kamu + özel sektör borcu, yaklaşık 55 milyar dolar da (artmazsa!?) cari açığın finanse edilmesi gerekmektedir. 240 milyar Dolardan az olmamak üzere sıcak – nakit döviz gereksinimi söz konusudur. Erdoğan geçtiğimiz hafta apar topar, uluslararası finans baronlarının üssü Londra‘ya neden gitmiştir? Küresel patronlarla ne konuşulmuş, neyin pazarlığı yapılmıştır, bilmiyoruz.. Ekonomideki ağır yangının hiç olmazsa seçime dek 1 ay hafifletilmesi / ertelenmesi AKP = Erdoğan için yaşamsal önemdedir. Üstelik uğruna katlanılmayacak ödün olmaksızın!.. Ne var ki bu ödünler ülkemiz için “beka sorunu” doğurabilecek nitelikte olabilir. “Millete beka” diye lütfedercesine saçma sloganlarla açılıp – saçılan MHP – Bahçeli ne buyururlar acaba Cumhur ittifaklarının ortak CB adayı Erdoğan’ın bu girişimleri hakkında??

  • Erdoğan, 2002 ayarlarına mı dönmekte / döndürülmektedir??Bu arada bir gündem sakızı daha yakalanmış görünüyor.. Filistin’deki kırım ve Kudüs sorunu.. Öylesine acımasız sömürülüyor ve kamuoyunda algı yönetimi yapılıyor ki tarifi olanaksız! Yenikapı’da yarım milyonluk (?!) zorlama miting, hemen her cümlede kullanılan “asla” sözcükleri.. ağır duygusal tonlar, Ramazan iklimi, bol Arapça dualar.. ABD-İsrail’e çatmalar..

    Sevgi ve saygı ile. 18 Mayıs 2018, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Ekonomi İçin Ufukta Zor Günler

Ekonomi İçin Ufukta Zor Günler

Portresi

Mahfi Eğilmez
Kendime Yazılar..

08 Aug 2015
Koalisyon mu olur erken seçim mi yapılır diye tartışarak geçen her gün ekonomi elimizden daha çok kayıyor. Öyle bir noktaya doğru gidiyoruz ki iktidar olmak mı iyi muhalefette kalmak mı iyi yanıtlamak zorlaşıyor.

Eldeki verileri ve bilgileri sıralayalım ve buna göre durum tespiti yapalım. Önce kısaca siyasal duruma, jeopolitik risklere, terör meselesine ve dünya konjonktürüne bakalım.

Siyasal durum karışıklığını koruyor. Diyelim ki erken seçim oldu ve AKP 280 milletvekiliyle tek başına iktidar oldu. Bu kadar zayıf bir iktidar yapısal reformları yapabilir mi?
Bana olası görünmüyor. Jeopolitik riskler ve terör tehdidi en yüksek düzeye çıkmış durumda.
Sınırda çatışma devam ediyor, ayrıca terör tırmanıyor. Düne kadar çözüm süreci
bu olayların panzehiri gibi takdim ediliyordu, bugün işler tersine döndü çözüm sürecinden vazgeçilmesi bu gidişin panzehiri gibi sunulur oldu. Yani Türkiye’nin bu konularda kafası karışık, net bir çözümü ve yaklaşımı yok.

Dünyada konjonktür iniş yolunda devam ediyor. Risk iştahı giderek azalıyor, likidite bolluğuna karşın gelişme yolundaki ülkelere ilgi azalıyor, tam tersine bu ülkelerden para çıkışı oluyor. Bunun temel nedeni de Fed’in faiz artıracağına ilişkin beklenti. Son 15 gün içinde Eylül ayında faz artırımı bekleyenlerin sayısı ikiye katlandı. Yıl bitmeden faiz artırımı olacağı konusunda görüş belirtenlerin oranı ise % 80’in üzerine çıktı. Fed, faiz artırdığında “kusursuz fırtına” başlayacak gibi görünüyor. Çünkü bu artırım bir kezlik bir artırım olmayacak.
İlk artırım, olayın artık süreceğinin de sinyali olacak. Hatta şimdi asıl merak konusu;
Fed’in 2. faiz artırımını ne zaman yapacağı oldu.

Şimdi de Türkiye ekonomisiyle ilgili eldeki veri ve bilgileri sıralayalım :

1. Büyüme art arda üçüncü yıldır potansiyel büyüme oranının altında kalıyor. İşsizliğin yüksek olduğu bir ekonomide bunun bedeli giderek ağırlaşıyor. Her ne kadar Haziran ayı sanayi üretimi verisi umut yaratmış görünse de bu gelişmenin kalıcı olması beklenmiyor.

2. Büyümede yapılan büyük fedakârlığa karşın cari açık hala %5’in üzerinde kalmaya devam ediyor. Bunun temel nedenlerinden birisi GSYH’nın da Dolar cinsinden düşmüş olması.

3. Enflasyon, yaz aylarının etkisiyle düşme eğilimi gösterse de yılsonu beklentisinin %8 dolayında olduğu ortada.

4.  Türkiye’nin dış finansman bağımlılığı devam ediyor. Önümüzdeki bir yıl için yaklaşık 165 milyar Doları ödeme zamanı gelen dış borç, 35 – 40 milyar Doları da cari açık olmak üzere toplam 200 milyar $ dolayında dış finansman gereksinimi var. Bu büyük finansman ihtiyacı Türkiye ekonomisini kırılgan hale getiriyor.

5. İhracat peş peşe 7 aydır düşüyor. Temmuz ayında, çok uzun süredir ilk kez görülen
bir durum ortaya çıktı: İhracattaki gerileme oranı ithalattaki gerileme oranını geçti.

6. İhracattaki kadar vahim olmasa da turizm gelirlerimizde de düşüş var.

7. Bütün bunlara paralel olarak TL, yabancı paralar karşısında değer yitiriyor.
İşin kötüsü bu kayıp ihracat artışı getirmiyor, maliyet artışı getiriyor ve
enflasyonu yükseltiyor.

8. Türkiye, son 6 yıldır orta gelir tuzağına takılmış kalmış durumda.
Kişi başına geliri, dolayısıyla refahı artıramıyor.

9. Türkiye’nin risk primi yükselmiş durumda. CDS primi 240’ın üzerine çıktı (bu yıla girerken 184 idi.) Yabancı yatırımcıların raporlarında Türkiye, riskleri giderek artan bir ekonomi olarak değerlendiriliyor. Böyle bir ortamda inşaat dışında yeni yatırım yapılmıyor.

10. Türkiye, tasarruf oranını artıramıyor. 2000’ler öncesindeki kaos ortamında bile tasarruf oranı %20’lerde olan Türkiye bugün %14 dolayındaki tasarruf oranıyla, dışa bağımlı,
sıkıntılı bir durum yaşıyor.

Siyasal durum, jeopolitik durum, dış dünyanın durumu ve Türkiye’nin ekonomik durumu kabaca böyle görünüyor. Bu durum son derecede sıkıntılı bir görünüm ortaya koyuyor.
Bu sıkıntılı durumu aşabilmek için iç siyasetten dış politikaya, çözüm sürecinden
yapısal reformlara dek pek çok konuda kararlı ve net adımlar atılması gerekiyor.

Bu aşamada artık kimin, nasıl, ne zaman ve niçin iktidar olacağının hiçbir anlamı yok.

Böyle bir ortamda iktidar olmak da iyi bir şey midir orası da net değil.
Kimsenin birbirini yenerek kazanç sağlayamayacağı bir noktadayız.
Bir Çin Atasözü diyor ki:

‘Kör, körü yenerse birlikte suya düşerler.’

2001 krizinden bu yana göreli olarak ileri gitmiş göründüğümüz tek alan ekonomi.
Orada da şu anda elimizde devasa bir sorunlar yumağı var. Her geçen gün hastalık ilerliyor. Müdahale geciktikçe hastalık iyileştirilmesi çok zor bir yönelime giriyor. Her geçen gün yaşananlar, her gecikilen müdahale adımı Merkez Bankası’nın faizi daha fazla artırmasına yol açacak biçimde gelişiyor. Merkez Bankası’na sürekli faiz düşürme çağrısı yapanlar, Fed faizi artırdığında bu kez faiz artırmada geç kaldığı için Merkez Bankası’nı eleştirmeye başlayacaklar.

Ağustos ayındayız. Kusursuz fırtına artık çok yakınımızda bulunuyor.

Bir Çin Atasözü diyor ki:

‘Uçurumun kenarında atın yularını çeksen de yararı olmaz.’

===================================

Dostlar,

Ne yazık ki acı ama gerçekçi bir irdeleme..

Dr. Mahfi Eğilmez ülkemize yol göstermeyi ve uyarmayı sürdürüyor..
Bu denli mi ustalıkla ve anlaşılır, etkili biçimde ağır tablo sergilenir??

Durum hiiiç iç açıcı değil..

Yaşasın 13 yıllık tek başına AKP iktidarı!
Bir de Bay RTE öve öve, şişirme rakamlarla halkımızı ve kendini kandırmaya çabalamaz mı??

Dileriz, ancak deneme – yanılma yöntemiyle öğrenebilen, okulda kalma süresi 6.5 yıl dolayında olan (ya giderek dincileştirilen ezberci eğitimin niteliği?) necip milletimiz
daha çok gecikmeden ve sona yaklaşan AKP darbesi ile tam teslim alınmadan,
“yinelenecek seçimde” AKP’den kurtulacak yönde oy kullanır…

Sevgi ve saygı ile.
11 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com