Etiket arşivi: Nazi dönemi

Türkiye ve Doğan Özlem

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

Demokratik ülkelerde anormal olarak nitelendirilen olaylar, Türkiye’de normal hale gelmiş durumda. Ne kadar anormal durum varsa, Türkiye’nin normali ve rutini konumunda.

Hükümetin Aleviliği bir dinsel mezhep, cemevini bir ibadethane olarak tanımaması ve buna bağlı olarak cemevlerini Diyanet İşleri Başkanlığı yerine, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlamaya çalışması; muhalefetteki CHP yönetiminin, partinin Kurultay tarafından kabul edilen parti programındaki laiklik ilkesini, program ve tüzük ihlali yaparak, fiilen ortadan kaldırması ve başörtüsü, kara çarşaf gibi ortaçağ zihniyetini yansıtan açılımlar yapması; bir zamanlar CHP’de milletvekili olan birisinin, partisinde mücadele edeceğine veya bağımsız kalacağına, ilkesizlik ve fırıldaklık rekoru kırarak AKP’ye transfer olması; AKP hükümetinin, Nazi döneminde Almanya’daki uygulamalara benzeyen bir sansür yasasını devreye sokarak seçimlere fiili olağanüstü hal ve baskı ortamında girmeye çalışması ve seçimleri onurlu, namuslu, şerefli bir biçimde, özgür bir ortamda hak ederek kazanacağına, kurnazlıkla ve baskıyla kazanmaya çalışması; “cumhurbaşkanı”nın, Amasra’da meydana gelen maden faciasını yine kaderle ve fıtratla açıklaması; son haftaların anormalliklerinden sadece (yalnızca) bir demet.

Böyle bir ortamda, bu anormalliklerden uzaklaşarak daha derin konulara girmek, Türkiye’nin düşünce yaşamına büyük katkı yaptığı halde, görmezden gelinen insanları anmak ve hatırlamak, daha önemli ve anlamlı bir hale gelebiliyor.
***
Geçen ayın sonunda, Türkiye’nin en önemli ve değerli felsefecilerinden birisi olan Doğan Özlem, yaşamını yitirdi.

Doğan Özlem, mütevazı, insancıl ve sevgi dolu karakteriyle, mücadeleci kimliğiyle, analitik ve sistematik zekâsıyla, üretken yapısıyla, eserleriyle, Türkiye’de felsefenin ve kültürün gelişmesine büyük bir katkı sağladı.

“Tarih Felsefesi”, “Bilim Felsefesi”, “Dilthey Üzerine Yazılar”, “Kant Üzerine Yazılar”, “Mantık”, “Metinlerle Hermeneutik Dersleri”, “Hermeneutik ve Şiir”, “Evrensellik Mitosu”, “Max Weber’de Bilim ve Sosyoloji”, “Tarihselci Düşünce Işığında Bilim, Ahlak ve Siyaset”, “Anlamdan Geleneğe, Kimlikten Özgürlüğe”, “Kavramlar ve Tarihleri”, “Türkçede Felsefe”, “Tartışmalar”, “Siyaset, Bilim ve Tarih Bilinci”, “Söyleşiler”, “Kavram ve Düşünce Tarihi Çalışmaları”, “Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi”, “Persona”, “Etik”, “Felsefe ve Doğa Bilimleri”, “Bilim, Tarih ve Yorum”, “Felsefe Yazıları”, “Felsefe ve Tin Bilimleri” adlı kitapları yazan Doğan Özlem, popüler kültürün dayatmalarına karşı her zaman direndi, popüler olmak için kurnazlık peşinde koşan sahte felsefecilerin cirit attığı bir ortamda, bir felsefecinin nasıl olması gerektiğini ortaya koydu.
***
Doğan Özlem aynı zamanda, “Felsefe zenginlerin işidir” efsanesini yıkan felsefecilerden birisi oldu.

Aslında tarihte bunun örneği çoktur. Sokrates, Spinoza, Hume, Rousseau, Kant, MarxNietzsche buna dair (ilişkin) örnekler arasında sayılabilirler. Söz konusu filozoflar yaşamları boyunca veya yaşamlarının belli dönemlerinde çok büyük ekonomik sıkıntılar çekmişlerdir ve birçoğu geçimini sağlayabilmek için felsefeyle ilgisiz işlerde çalışmak zorunda kalmışlardır.

Doğan Özlem de uzun yıllar, kunduracı kalfalığı, tezgâhtarlık, işçilik, memurluk, muhasebecilik, yöneticilik, sendikacılık gibi işlerde çalışarak hayata tutunmaya çalışmıştır; zor koşullarda mücadele ederek üniversitede öğretim üyeliğine ve profesörlüğe kadar yükselmiştir; binlerce öğrenci yetiştirmiştir; 2005 yılında, TÜBA-Türkiye Bilimler Akademisi Hizmet Ödülü’nü almıştır.

Felsefe Sanat Bilim Derneği’nin de üyesi olan, derneğin Assos’ta Felsefe, Zigana Zirvesi, Halikarnas Akademisi, Adalarda Felsefe ve Edebiyat gibi sempozyum etkinliklerinde sık sık konuşmacı olan Doğan Özlem, tezleriyle, antitezleriyle ve sentezleriyle, Türkiye’nin diyalektik düşünce yapısına çok önemli bir hareket kazandırmıştır.
***
Türkiye, tüm olumsuzluklarına rağmen (karşın), böyle güzel, özel ve değerli insanları da yetiştirmiştir. Belki de bu insanlar, Türkiye’nin olumsuzlukları sayesinde yetişmiştir. Kim bilir?

Onlar hiçbir zaman ölmeyeceklerdir; eserleriyle, yarattıklarıyla yaşamaya devam edeceklerdir.

ONUR ÖYMEN :Halk TV’de Soma maden felaketi ile ilgili olarak söylediklerim..


Halk TV’de Soma maden felaketi ile ilgili olarak söylediklerim.. 

Portresi_ATA_ile

 

Onur ÖYMEN

 

 

 

Dün akşamki (AS: 18 Mayıs 2014) Halk TV yayınında Soma’da yaşanan
maden felaketi ile ilgili olarak söylediklerim
özetle şunlar:

-Bu olayın başka ülkelerde de benzerleri her zaman görülen sıradan bir kaza olduğu söylenemez. İstatistiklerinn tutulduğu 1375 yılından bu yana, yani 600 yılı aşkın zamandan beri bu büyüklükten daha büyük kaza sayısı 23’tür. Bu kazaların da büyük bölümü grizu patlamasından kaynaklanmıştır. Maden yangını sonucunda bu denli çok insanın yaşamını yitirdiği kazaların sayısı çok azdır.

Bu olayın teknik ve yönetseli boyutları üzerinde duruluyor ama siyasal sorumluluk boyutu biraz geri planda bırakılıyor. Oysa çağdaş ülkelerde son zamanlarda yaşanan ve
çok sayıda insanın yaşamını yitirdiği kimi kazalarda Başbakanların doğrudan siyasal sorumluluğu üstlenerek istifa ettikleri görülüyor.

– Örneğin Japonya’da Tsunami faciasından sonra bir nükleer reaktörün hasara uğraması (AS: 11 Mart 2011, Fukuşima) ve insan sağlığını tehdit edecek radyasyon sızıntısının ortaya çıkmasından sonra Başbakan istifa etti. O bu tesisin doğrudan sorumlusu değildi. Ama gerekli önlemleri daha önceden yeterince alınmamasının
siyasal sorumluluğunu üstlendi..

Güney Kore’deki Feribot kazasından sonra Başbakan istifa etti.
O da feribotun kaptanı veya kurtarma ekibinin başı değildi ama siyasi sorumluluğu üstlendi.

-Letonya’da bir alışveril merkezinin çatısının çökmesi üzerine başbakan istifa etti.
O da bu binanın mimarı veya mühendisi değildi ama gerekli denetimlerin yapılmamasından kendisi siyaseten sorumlu gördü.

– Muhalefetin kimi Bakanları eleştirirken Başbakanın sorumluluğunu ön plana henüz çıkartmamış olması bence eksikliktir. Böyle bir yaklaşım bu felaketten siyasal avantaj sağlama girişi olarak değerlendirilemez. Üstelik Türkiye’nin Avrupa ülkeleri arasında
iş kazalarından ölümlerde 1. sırada yer alması mutlaka siyasal sorumluluk doğurmalıdır.

-Ayrıca Uluslararası Çalışma Örgütü‘nün devlete ve maden sahiplerine sorumluluklar yükleyen Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Konusundaki 176 sayılı Sözleşmesini Türkiye’nin hala imzalamamasının bir siyasal sonucu olmalıdır.
İlgili bakanın “Bizim mevzuatımız bu Sözleşmeden ileridir..” yolundaki sözlerini
kabul etmek olanaklı değildir. Sözleşmeyi imzalayan 26 ülkenin yasaları acaba Türkiye’nin gerisinde olduğu için mi o ülkeler bu sözleşmeyi imzalamışlardır?

-Başbakanın bu olay vesilesiyle iki gazeteciyi suçlayıcı ifadeleri ve bunların görevden alınması için gazete sahibine çağrıda bulunması çağdaş demokrasilerde örneği
pek görülmeyen bir durumdur. Benzeri drumlara ancak totaliter devletlerde rastlanıyor. Nazi döneminde Almanya’da 1300 gazeteci görevden alınmıştı. 2. Dünya Savaşından sonra Amerika’da McCarthy‘nin estirdiği baskı ortamında da pek çok aydın, sanatçı
ve gazeteci sıkıntı çekmişti. Ancak McCarthy döneminin sona erdirilmesinde özgürlüklere sahip çıkan gazetecilerin büyük rolü olmuştu. Önemli olan basının
siyasal baskılara direnme gücünün olup olmamasıdır. Ne yazık ki, kimi kez, yansız sayılan basında da baskılara boyun eğme işaretleri görülüyor. Cumhuriyetin değerlerini savunanların görüşlerine medyada pek rastlanmıyor. Kendi kendine sansür yaklaşımları yaygınlaşıyor.

-Gazetecileri değerlendirme görevi hükümetlere değil, okuyuculara ait bir görevdir.

Başka ülkelerde büyük maden kazaları olduğu zaman ileri teknolojiye sahip ülkelerden yardım istenmesi doğaldır. Şili, sağladığı dış tekniik yardımların katkısıyla
33 madenciyi 69 gün yer altında yaşatmayı ve sağ salim kurtarmayı başarmıştı.

  • Acaba Soma faciasında Hükümet yabancı ülkelerin yardım tekliflerini
    niçin reddetti?
  • Acaba madendeki eksiklerin yabancılar tarafından görülmesi
    arzu edilmediği için mi?

Başta siyasal sorumluluk konusu olmak üzere, bütün bu konular muhalefet partilerince gecikmeden ve ülkenin gündemi değişmeden ele alınmalı ve gerekli girişimlerde bulunulmalıdır. 

Saygılar, sevgiler.
Onur Öymen