Etiket arşivi: Montrö Antlaşması

Saltanat günleri

Saltanat günleri

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen

 

Son zamanlarda yaşanan olaylar bile Türkiye’nin büyük bir felakete sürüklendiğinin habercisidir.

  • HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun dokunulmazlığının hukuk dışı gerekçelerle kaldırılması;
  • yıllardır seçime giren ve bugüne kadar yasal bir parti olarak görülen HDP için, siyasetçilerin talimatıyla, sözde yargı üyeleri tarafından kapatma davasının açılması;
  • laikliğe ve ulusal egemenliğe karşı hükümet darbelerinin rutin politikaya dönüştüğü bir dönemde, okullarda okunan ulusal andın, sözde yargı tarafından kaldırılması;
  • Türkiye’nin, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddeti önlemeye yönelik İstanbul Sözleşmesinden, TBMM’nin onayı alınmadan, “cumhurbaşkanı” kararıyla çekilmesi;
  • köktendinci medyanın hilafet çağrıları yapması;
  • Ayasofya’daki bir imamın, anayasadan laiklik ilkesinin kaldırılması gerektiğini açıklaması;
  • Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki bir komutanın tekke ve tarikat üyesi olduğuna dair görüntülerin ortaya çıkması;
  • harp okullarına girebilmek için var olan “irticacı faaliyet içinde olmamak” koşulunun kaldırılması;
  • mülkiyeti İstanbul Belediyesi’nde olan Gezi Parkının hukuk dışı yollarla gasp edilmesi;
  • İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının egemenliğini Türkiye’ye devreden Montrö Antlaşması’ndan, Türkiye’nin, “cumhurbaşkanı” kararıyla çekilebileceğinin TBMM “başkanı” tarafından ifade edilmesi;
  • Kanal İstanbul adlı ucube projenin gerçekleştirilmesi çalışmalarına hız verilmesi;
  • Katar ile ne olduğu belli olmayan “suların yönetimine” dair bir antlaşmanın yapılması;
  • halk Covid-19 pandemisinden dolayı kısıtlamaya tabi tutulurken AKP kongrelerinde bu önlemlerin uygulanmaması;
  • Merkez Bankası başkanının bir gece yarısı operasyonuyla görevden alınması; Türk Lirası’nın bir günde dolar ve Avro karşısında %15 dolayında değer kaybetmesi; bu olaylara dair örneklerdir.
    ***

Kurtuluş Savaşı’nın lideri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve aydınlanma devrimlerinin öncüsü Mustafa Kemal Atatürk, saltanatı, 1922 yılında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de onayıyla kaldırmıştır. Böylece bu topraklarda, padişahlık ve sultanlık yönetimi sona ermiştir. Bu devrimle birlikte, monarşi yıkılmıştır ve cumhuriyetin temelleri atılmıştır.

Atatürk 1924 yılında da TBMM’nin de onayıyla, halifeliği kaldırmıştır. Bu devrimle birlikte, teokrasinin sona erdirilmesi ve laikliğin benimsenmesi doğrultusundaki en önemli adımlardan birisi atılmıştır.

Bunları içine sindiremeyen cumhuriyet, laiklik ve demokrasi düşmanı AKP iktidarı, 21. yüzyılda, saltanatçılık ve halifecilik oyunu oynamaktadır.

İrtica 21. yüzyılda, Türkiye’de iktidardadır!

  • “Cumhurbaşkanı” ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, padişah olduğu sanrısıyla ülkeyi yönetmektedir.
  • “Diyanet İşleri Başkanı” Ali Erbaş, halife olduğu sanrısıyla İslam dinini tekeli altına almıştır.
  • Ayasofya’daki fetihçi imam Mehmet Boynukalın, şeyhülislam olduğu sanrısıyla, laik rejimi yıkma çağrısı yapmaktadır.

***
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Erdoğan’a, Erbaş’a, Boynukalın’a ve AKP’ye göre, saltanat ve halifelik devam etmektedir.

Sanrıların, sanıların ve gerçeklikte karşılığı olmayan inançların, iktidarı geçici olarak ele geçirenler tarafından, bir topluma ve ülkeye, takıntılı bir biçimde, zorla dayatılması durumunda, o toplumun ve ülkenin ne kadar büyük felaketlerle karşılaşabileceğini tarih kanıtlamıştır.

Ancak tarihe de siyasete de olgular üzerinden değil, kurgular üzerinden yaklaşan AKP’nin, bunu kavrayabilecek bir kapasitesi yoktur. Bu AKP’nin doğasına, yapısına, özüne aykırıdır.
***

Uygarlık tarihi, belli başlı hakların elde edilmesinin yüzlerce yıl sürebileceğini, ancak bu haklar elde edildikten sonra, birilerinin kazanılan hakları gasp etmesiyle sonuçlanan despotik yönetimlerin, sürdürülebilir olmadığını göstermektedir. AKP hükümeti de bir gün mutlaka sona erecektir ve kazanılmış hakları vatandaşların elinden alanlar, bunun hesabını hukuk önünde vereceklerdir.

Zulüm yapan insanlar aslında, cesur insanlar değillerdir. Zulüm yapan insanlar o nedenle eşit ve özgür koşulları sevmezler. Ancak zulüm yapan insanlar buna rağmen, zulüm yapmak cesaretini, zulüm yaptıkları insanların korkaklığından alırlar.

Bunu toplum olarak kavradığımız zaman, zulüm yapanlar yenilgiye uğrayacaklardır.

Boğaz’a Paralel Kanal İhaneti


Dostlar
,

Türkiye Gündemini işgal ediyorlar bildik oyunlar ve manevralarla..

Hep yazıyoruz :

  • Asker – sivil yurtseverlerimiz yıllardır zindanda tutuksuz yargılanıyor (!)….
    Hâlâ!
    Onları asla unutamayız, unutmamalıyız..

Bu bağlamda Sayın Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen son derece önemli bir konuya
dikkat çekiyor.

“Kanal İstanbul” adlı 25 milyar $ portföylü fantastik proje,
gerçekte 1952 tarihli ve ABD’ye ait..

Ayrıca Montrö Boğazlar Sözleşmesi bakımından da ciddi,
kabul edilemez sakıncalar taşıyor..

Sayın Ölçen’e, bu çok önemli uyarısı için teşekkür borçluyuz. Makale aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
17.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================
Boğaz’a Paralel Kanal İhaneti

portresi

 

Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN

 

Karadeniz’i Marmara’ya bağlayacak olan kanal tasarımının, ekonomik, çevresel ve de top­lumsal iç göç sorununu tetikleyen olumsuz etkilerinin yanı sıra en büyük sakıncası, Montreux (Montrö) antlaşmasını yok sayan bir tasarım olmasıdır.

Lozan Antlaşması’nda Boğazlar sorununa çözüm getirilemediği içindir ki,
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bu konudaki egemenliği, dış kay­naklı kimi koşullarla sınırlanmıştı. Örneğin, Bo­ğazların kullanımı ve bir komisyonun deneti­mine verilmişti. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında, buna karşı çıkmanın ve çare bulmanın güçlüğü ancak
13 yıl sonra Montreux (Montrö) Antlaşma­sıyla 23 Temmuz 1936 günü aşılabildi.
O Ant­laşma ile “Boğazlar Komisyonu” kaldırıldı, yet­kisi Devletimize tanındı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Devleti, Montrö Ant­laşmasıyla Boğazlardaki deniz trafiğinin denetimini ve de “Savaşta ve barışta asker ve sivil deniz kuvvetlerinin Boğazlardan geçmesine izin vermesi ya da vermemesi yetkisini elde et­miş oldu.
Savaş durumunda eğer ülkemiz tarafsız kalırsa yalnızca tecimsel ge­milerin geçmesine ola­nak sağlayabileceğimizi emperyal güçlere kabul et­tirmiştik.

Özetle Montrö Antlaşmasıyla, Bo­ğazlar üzerindeki egemenliğimizi
Mustafa Ke­mal Atatürk’ün Devleti, emperyal güçlere kabul ettirmeyi başarmıştı.
Ne yazık ki; 76 yıl sonra R.T. Erdoğan’ın Karadeniz’i Mar­mara’ya bağlayacak olan
ka­nal tasarımının, Montrö Antlaşması’nda Devletimizin edindiği egemenlik hak­kını ortadan kaldıracağının

AKP iktidarı ya farkında değil ya da umursamıyor.

R.T. Erdoğan, o kanal projesinin kendi tasarımı olduğunu açıklarken, asıl gerçeğin
ne olduğunu ulusumuzdan gizlemiştir. Marmara’yı Karadeniz’e bağlayacak olan kanal aslında İhanet Projesidir. Çünkü Sn. İlhan Dülger’in internette iletime sunduğu bilgiler (bkz. ilhan_dulger@hotmail.com, 9.6.2013).

  • Marmara’yı Karadeniz’e bağlayan kanal projesinin 1952’de ABD’de
    Military Mission tarafından hazırlanmış olduğunu göste­riyor.

R.T. Erdoğan, BOP eşbaşkanı olarak ABD’nin Montrö Antlaşması‘nı yok sayan o projeyi kendi tasarımı olarak açıklamıştı. Oysa 1952’de ABD’de hazırlanan o kanal projesinin gerekçesinde “Komünist Rusya’nın olası saldırısına karşı Türkiye’ye yardım planı” olarak hazır­landığı belirtilmişti. Gerekçede yer alan tümcenin İngilizcesi şöyleydi :

  • “Aid to Turkey reflect early cold war American expectation about
    how the communist would attack Turkey.”

Oysa bugün kuzeyimizde Sovyet Sosyalist Birliği yok, yeni ve farklı bir Rusya var.
O devletin başkanı Putin, 2013 yılı Haziran’ın ilk günlerinde “Akdeniz’in kendi gü­venlik alanı olduğu”nu dünya kamuoyuna açıklamıştı. Söz konusu çirkin kanal açıldığında
Tür­kiye’nin ABD ile Rusya arasında sıkışıp kalmayacağını ve ne tür felaketin içine sürüklenip sürüklenmeyeceğini kim ileri sürebilir? Çan­kaya’da ve de AKP iktidarında böylesi bir kaygının izlerine rastlayan var mı? Yok.

ABD’nin 1952’de hazırladığı o kanal projesi Sovyet Rusya’nın ülkemize olası saldırısına karşı ülkemize yardımda bulunacağını ileri sürerken, güdümündeki NATO sözleşmesinde (tam tersi) bir maddeyle Türkiye’yi savunma alanının dışında bırakmıştı.

  • O kanal, ABD savaş Gemilerinin Karadeniz’e ül­kemizin oluru olmaksızın girişini sağlayacak olan bir projedir ve Komünizmi bırakan yeni Rusya’nın buna nasıl tepki göstereceğini bugün hiç kimse bilemez.

Ve o ülkenin savaş gemileri de kanaldan geçerek Akdeniz’de girmek isteyecektir.
Söz konusu çirkin ihanet kanalında ABD ve Rusya’nın savaş gemileri birbirlerini selamlayarak mı geçecekler? AKP iktidarı ne düşünüyor; ne yapıyor iç kar­gaşayı körüklemenin dışında?

Marmara’yı Karadeniz’e bağlayacağı tasarlanan o ihanet kanalının ayrıntıda olan
kimi sakıncalarını da şöyle sıralayabiliriz:

1. 2012 yılı sonunda Libya’da Kaddafiye yönelik savaş gemilerini harekete geçirirken, NATO’nun Akde­niz’i kendi yetki alanı içine alması ve İzmir kentimizde NATO
Kara Kuvvetleri Karagahı’nın kurulması ve patriot füzelerinin ülkemizde konuşlanması
eğer işgal değilse bunun açıklanması nasıl yapılabilir?

2. O Patriot füzelerini gönderme yetkisini kendi Parlamento­sundan alırken
Almanya, o patriotlar TBMM’nin kararı ve bilgisi olmadan topraklarımıza gi­rebilmektedir.
Dünyanın hangi demokratik ülke­sinde böyle bir parla­mentoya ve böyle sorumsuz bir siyasal ikti­dara rastlanabilir?

3.Karadeniz’i Marmara’ya doğal olarak bağla­yan Boğaz trafiği, aşırı öl­çüde artışa uğradığı için mi yeni bir kanal bağlantısına gereksinim doğdu? Buna AKP iktidarında
hiç kimse olumlu yanıt veremez. O ne­denle ekonomi dışı siyasal tutsak­lık projesidir
o ve Tür­kiye’mizi Montrö Antlaşması’nın dışına itekleyecek­tir. Bitmedi:

4.Montrö konferansında tartışma konularından biri, antlaşmanın geçer­lilik süresiyle ilgiliydi ve Sovyetler Birliği ile İngiltere bu konuda düşün birliğine varamamıştı.
Sovyetler Bir­liği, Montrö Antlaşması’nın 50 yıl için geçerli olmasını ileri sürerken, İngiltere delegesi sü­renin 12 yıl ol­ma­sını önermekteydi. Söz ko­nusu “çılgın kanal” aslında Montrö’nün ge­çerlilik süresini de orta­dan kaldıracak mı?

5.Kanalın yapımını bir ABD firması üstlenir ve ABD kredisi devreye gi­rerse,
Milli Gelirine ya­kınlaşan ağır dış borç yükü altındaki Tür­kiye, öylesi koşullara karşı çıkacak direnci gösteremeyecektir.

Yukarıda açıkladığımız 5 temel sakıncayı içinde taşıyan bu projeye karşı çıkmak
her yurtsever bireyin görevi olmalıdır.

T.C. Ali Nejat Ölçen