Etiket arşivi: Lütfü Kırayoğlu

Tarihin Kilidi Çanakkale


Dostlar,

ADD GYK üyesi Sayın Lütfü Kırayoğlu’nun nefis bir yazısını paylaşmak istiyoruz.
18 Mart yazılarının hepsini aynı günde vermek istemedik. Bu yazı 19 Mart’a kaldı.
Sayın Kırayoğlu’nu kutlayarak ve teşekkür ederek..

Sevgi ve saygı ile.
19 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===================================

Tarihin Kilidi Çanakkale

portresi

Lütfü Kırayoğlu

Bu gün Çanakkale Zaferinin 99. yıldönümü. Çanakkale için “tarihin kilidi” kavramını ilk kim kullandı? Bilmiyoruz.
Bu denli yerli yerine oturan bir kavram daha zor bulunur. Belki de Çanakkale’ye tam anlamını verdiği için yerini bulmuş bir kavram. Bu adla yapılmış bir de belgesel film var.

Çanakkale tarihte kaç kez kilit rol oynadı? Belki sayısını tam olarak bilmiyoruz.
Ancak tarihin hiçbir döneminde 99 yıl önceki değerde kilit rolünü oynamamıştır.
Akka’lılar Troya önlerine geldiğinde de, Haçlı seferlerinde de, İslam donanması
Bizans seferine çıktığında da, Çaka Bey Ege sularında cirit attığında da,
Venedik donanması Akdeniz’i haraca bağladığında da, Barbaros’un donanması
haçlı donanmasına kök söktürdüğünde de.. Çanakkale bu denli önemli değildi.
Ama her zaman tarihin kilidi oldu.

99 yıl önce ise tarihin akışını tümden değiştirdi.

Alman donanmasına ait 2 zırhlı gemi Goeben ve Breslau (Yavuz ve Midilli)
Çanakkale kilidinin bu tarafına geçerek kendilerini kovalayan İngiliz donanmasından kaçarak kurtuldu. İstanbul limanına geldiklerinde Türk bayrağı çekerek Karadeniz’e açıldılar. Osmanlı üniforması giymiş Alman denizciler, Rusya’nın Odessa ve Sivastopol’ünü bombaladı ve böylece Osmanlı devleti fiilen büyük savaşa dahil oldu.

Her ne kadar kimi tarihçiler savaşa girişimizi İttihat ve Terakki önderlerinin hatası olarak görseler de bu kaçınılmaz bir sondu. Çünkü zaten savaşın esas nedeni
“Osmanlı Devletinin nasıl paylaşılacağı” idi.

Tarihin en kanlı boğuşmalarından biri bir kez daha Çanakkale’de başladı.

Emperyalizm çağının gelmiş geçmiş en büyük donanması, o güne dek görülmüş en ileri teknoloji, Çanakkale önünde acze düşerek çelik yığınına dönüşen hurda olarak
Boğazın sularına gömüldü.

Birinci Paylaşım Savaşı‘na müttefik olarak giren İngiltere, Fransa ve İtalya donanması Boğazları aşıp öbür müttefikleri Rusya ile birleşemeyince tarihin akışı değişerek
Çarlık Rusyası devrildi. Yerine yepyeni bir rejim, Sovyet Devrimi doğdu.
(AS: Ekim 1917)

Çanakkale’den geçit vermeyen Osmanlı Devleti bu görkemli başarıya karşın
savaştan yenik çıkınca da, tarihin ilk Ulusal Kurtuluş Savaşını veren Kemalistler, yeni Sovyetler Birliği’nin desteğini de alarak Emperyalizmi yenilgiye uğrattılar.

Çanakkale önünde başlayan savaş, tarihe 2 yeni devlet, 2 yeni devrim armağan etti.
2 ülke birbirinin yazgısını belirledi. Emperyalizm, bu 2 ülkede 7 yıl içinde 4 büyük yenilgi gördü.

İlkinde 1915’te Çanakkale önlerinde Türk kuvvetlerine yenildi. İkincinde Çanakkale kilidini aşamayan müttefikler Çar kuvvetleri ile birleşemeyince Rusya’nın işçilerine yenildi. Üçüncüde, Beyaz Ordu, Sovyet Kızıl Ordusuna yenildi. Dördüncüde ise
Mustafa Kemal önderliğindeki milli kuvvetler işgal ordularını yendi.

Çanakkale Savaşını en iyi anlatan, İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy’dur. Ne yazık ki ülkemiz devrimcilerinin önemli bir bölümü Ersoy’un dinsel duygularının yoğunluğu nedeniyle O’nu anlayamamışlar, Mehmet Akif Ersoy’a çok bağlı olduğunu
ileri süren kimi dindarlar ise Çanakkale savaşının anti-emperyalist özünü kavrayamamışlardır.

Mehmet Akif, emperyalist güçleri şöyle tanımlamaktadır:

Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!

Ve savaştan yıllar sonra savaşın ortaya çıkardığı büyük kahraman Mustafa Kemal Atatürk, Çanakkale’de yaşamını yitiren işgal güçlerinin yitikleri için tarihin gördüğü
en insancıl ağıdı kitabe olarak savaş alanına ve onların geldiği topraklara dikmiştir.

Kendi topraklarını işgale gelmiş orduların askerleri için 1934’te Atatürk’ün kaleme aldığı sözler savaş tarihinin unutulmaz sayfalarında yerini şöyle almıştır:

  • “Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçikle yan yana, koyun koyunasınız.
    Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar; göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra
    artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

Savaştan yalnızca 19 yıl sonra işgalcileri böyle yüce bir gönülle anabilmişiz.
Şimdi savaştan 99 yıl sonra bir kez daha anımsatıyoruz:

  • Yine gelirseniz, yine aynı sonla karşılaşırsınız.
    Sizin için yine aynı kitabeyi dikeriz…

(http://www.add.org.tr/index.php/dosyalar/sabit-manset/1472-tarihin-kilidi-canakkale-luetfue-k-rayoglu, 17.03.2014)

Soygun Nasıl Yapılır?

Soygun Nasıl Yapılır?

Lütfü Kırayoğlu 

Kimse heyecanlanmasın; Soygun yapmayı öğretecek değilim.
Amacım nasıl soyulduğumuzu anlatmak.

17 Aralık (2013) sonrası ortaya çıkan büyük rüşvet ve yolsuzluk rezaletinde,
kamunun milyonlarca dolarlarının nasıl çalındığının bir örneği ortaya çıktı.
Bunun hesabı mutlaka sorulacak. Ama bir de hiç farkında olmadan her gün, çalınan
ve çalınmaya devam eden lira, hatta kuruş düzeyinde paraların toplam değerini hesapladığımızda ortaya muazzam bir soygun çıkıyor.. Yakın zamanda bir polisiye filmde izlemiştim. Soygunu yapanlar arasında şöyle bir diyalog geçiyordu:

  • “Bir kişinin hesabından 10 milyon $ çalarsan herkes peşine düşer.
    Ancak 10 milyon kişinin hesabından 1’er $ çalarsan hiç kimse
    peşine düşmez.”

Yolsuzluk soruşturmaları sırasında ortaya dökülen yasal telefon dinleme kayıtlarında en büyük rezalet AKP korumasındaki iş adamı
Mehmet Cengiz’in sözleri
yle ortalığa döküldü. Sabah-ATV gurubunun
satın alınmasıyla ilgili oluşturulan havuza para sağlamak için yapılan konuşmalarda Cengiz, hiç sıkılmadan

  • “Milletin …na koyacağız” diyebiliyordu.

Mehmet Cengiz’in yaptığı terbiyesizlik ne yazık ki, yalnızca küfür aşamasında kalmadı. Eyleme dönüştü. Yıllardır süren bir soygun düzeni ile bu ve benzeri iş (?) adamları tarafından soyulmaya devam ediliyoruz.

Millete küfreden işadamının şirketi ilk büyük vurgunu Seydişehir Alüminyum tesislerinin özelleştirmesinde yapmıştı. 2005 yılında yapılan özelleştirme ile Seydişehir Alüminyum tesisleri 305 milyon $ karşılığında
Ce-Ka adlı Cengizlerin liderliğindeki guruba verildi. Bu tarihte Alüminyum tesislerinin yıllık net kârı 26,5 milyon $ idi. Ancak özelleştirmede bir hile yapılarak, şartnamede olmadığı halde Oymapınar Hidroelektrik Santralı da
bu guruba bağışlandı!

Türkiye’nin en harika barajı olarak nitelenen Oymapınar, 540 MW
kurulu gücünde ve yıllık üretimi 1,6-2,6 milyar kWh arasında değişiyordu. En ucuz toptan elektrik satış fiyatı 15 kuruş/kW üzerinden yıllık kazancı 320 milyon lira dolayında idi. Özelleştirmenin yapıldığı 9 yıldan bu yana buradaki vurgun yaklaşık 3 milyar liradır…

Elektriğin karaborsa satıldığı puant saatlerindeki fahiş fiyatlar bu hesaba dahil değil. Bir de üretilen elektriğin kendi tesislerinde Alüminyum üretiminde kullanıldığını ve bu nedenle rakiplerine karşı sağladığı avantajı da düşünün.

Bu özelleştirme Danıştay tarafından önce durduruldu. Sonra iptal edildi. Ancak yargı kararları uygulanmadığı gibi, 2011 seçimleri öncesi AKP iktidarı bir kararname ile Hükümete yargı kararlarını gerekli gördüğü hallerde uygulamamak gibi bir yetki verdi. O tarihten bu yana vurgunlar pervasızca sürdürülüyor.

Esas büyük vurgun ise elektrik dağıtım ihalelerinden sonra faturalardaki küçük tutarlarla milyonlarca insanın her ay soyulmasına yol açıyor.

Ülkemizde 33 milyon dolayında elektrik abonesi var. Şehirlerde oturanlar her ay, kırsal kesimdekiler 2 ayda bir fatura ödüyor. Karmaşık faturalama yöntemi ile her ay abonelerden fazladan alınacak 1 TL ile 12 ay boyunca 33 milyon aboneden 400 milyon TL gibi muazzam bir tahsilat yapmak olası.

Dağıtım ihalelerinde aynı Cengizler gurubunun ne denli pay kaptığı ise biliniyor. Geçmiş yıllarda yalnızca sayaç değişimi ile toptan fiyatı 15 TL dolayında olan bir sayacın 50-60 TL gibi fiyatlarla ve zorla nasıl değiştirildiğini ve milyonlarca vatandaşın soyulduğunu hep birlikte yaşadık.

Yine son günlerde faturaların son ödeme tarihleri ile oynanarak çalışanların maaş gününden önceye denk getirilmesi ve otomatik ödeme talimatlarının işlevsiz bırakılması ile 19,90 TL gibi açma-kapama bedellerinin vatandaştan alınması,
üstelik bu işlemin elektrik kesilmeden yapılması nasıl bir soygun düzenidir?

İletim bedelleri, dağıtım bedelleri, sayaç okuma bedelleri, tüketim vergisi,
verginin vergisi gibi karmaşık yöntemlerle vatandaş nasıl soyulduğunu bile
fark etmiyor.

Böylelikle çok küçük paralar milyonlarca vatandaşın cebinden alınıp
AKP zenginlerinin cebine aktarılıyor. Bu durumda AKP iktidarının
elde tutmak istediği Sabah-ATV gurubu için adam başı 100 milyon $ ödemek, bu iş adamlarına dokunmuyor bile..

Amerikan sinemasının senaryo yazarları Türkiye’deki soygun düzenini yeterince incelemediği için soygun konusunda geride kalıyor.

AKP destekli iş adamları Millete ettikleri küfürleri söylemden eyleme dönüştürdüler; ne yazık ki halkın olan bitenden pek haberi yok.…

Yatağan – Yeniköy ve Kemerköy işçileri aslında
özelleştirme adı altında yürütülen bu soyguna karşı direniyorlar..

Öküzüm Torbadan Düştü Gördün mü?

Öküzüm Torbadan Düştü Gördün mü?

LÜTFÜ KIRAYOĞLU

Halk ozanlarının mizahi eserleri çok. Bunların içinde bestelenip türkü ve şarkı yapılanları da var.
Anonim olup yazarı bilinmeyenleri de…
En ünlüsü ise halk arasında “tiridine bandım” olarak bilinen “Manda yuva yapmış söğüt dalına” türküsü.
Muzaffer Sarısözen tarafından derlendiği söylenen türkünün sözleri şöyle:
Aşağıdan gelir Türkmen koyunu
Selviye benzettim yarin boyunu
Amanın yandım
Amanın amanın yandım
Tiridine tiridine bandım
Bedava mı sandın para verip aldım
Tiridine tiridine tiridine bandım
Bedava mı sandın para verip aldım
Sabahınan erken çifte giderken
Öküzüm torbadan düştü gördün mü
Amanın yandım
Amanın amanın yandım
Tiridine tiridine bandım
Bedava mı sandın para verip aldım
Tiridine tiridine tiridine bandım
Bedava mı sandın para verip aldım
Manda yuva yapmış söğüt dalına
Yavrusunu sinek kapmış gördün mü
Amanın yandım
Amanın amanın yandım
Tiridine tiridine bandım
Bedava mı sandın para verip aldım
Tiridine tiridine tiridine bandım
Bedava mı sandın para verip aldım
Bu türkünün sözlerini yazan halk ozanı elbette insanları kandırmak değil, eğlendirmek amacındaydı.
Tıpkı Adanalı Aşık Kara Mehmet’in “Karpuz” adlı mizahi şiirinde olduğu gibi:
Güzel karpuz verir bizim burası
İnanmayan gelsin karpuz sırası
Birisi yarılmış aktı şiresi (şırası)
Suyu ile dokuz varil doldurdum
Satın almak için çok tüccar geldi
Kırkı ortak olup beş karpuz aldı
Birisini oyduk bir cami oldu
İçinde bir hafta namaz kıldırdım
Birisini kestik yetti bir köye
Bir dilim hediye gönderdim beye
Çok korktum yerinde kalacak diye
Vinç getirdim teker teker kaldırdım.
Şimdilerde siyasal iktidar da tıpkı bu ozanlar gibi inanılmaz öyküler anlatıyor.
Ancak bizleri eğlendirmek için değil kandırmak için.
Ayakkabı kutusunda para saklayan banka müdürünün vakıf paralarını koruduğunu, İçişleri Bakanının oğlunun evinde bulunan birkaç kuruşun yaklaşık 1,5 milyon (trilyon) lira olduğunu, yine İçişleri Bakanının oğlu hiçbir iş yapmadığı halde dairesinin aylık kirasının 60 bin (milyar) lira olduğu, Urla’daki villaların havuzlarının konukseverlik nedeniyle RTE’nin kızının isteğiyle genişletildiğini, 95 metre boyundaki gemilerin aslında gemicik olduğunu, yine RTE’nin çocuklarının (erkek çocuklar dahil) türban yasağı nedeniyle
ABD’de okuduğunu söylüyorlar.
Tıpkı “karpuz” şiirinde olduğu gibi 3-5 kuruş maaşı da halkımız yiye yiye bitiremiyor.
Şimdi halk ozanlarına bu palavraları bestelemek kalıyor.
Elbette bestenin sonuna en son palavrayı da ekleyerek…
“Türbanlı bacımızın üstüne belden yukarısı çıplak, elleri eldivenli, kafaları bandanalı, 50 erkek birden saldırdı. Taciz ettiler. Üzerine idrarını yaptılar”
Yakışır…
http://add.org.tr/index.php/basindan/1341-oekuezuem-torbadan-duestue-goerduen-mue, 15.02.2014

3-5 Kuruş..

Üç Beş Kuruş…

LÜTFÜ KIRAYOĞLU

Bir polis yakaladığı suçluyu kurtarmak için akıl öğretebilir mi?
Ya bir Başkomiser “şöyle şöyle ifade verirsen kurtarırsın” diyebilir mi?
Ya bir Emniyet Müdürü… Emniyet Genel Müdürü?
Herhangi bir demokratik ülkede böyle bir şeyi aklınıza bile getiremezsiniz. Bazı filmlerde senaryo gereği belki.
Ama bizde oluyor. Hem de İçişleri Bakanı düzeyinde oluyor. Elbette AKP döneminde…
İçişleri Bakanı, evi polislerce basılmış bir zanlıya poliste vereceği ifadeyi öğretirken telefon dinlemesine takıldı.
CHP lideri Kılıçdaroğlu Salı günkü gurup toplantısında mahkeme kararıyla yapılmış bir telefon dinlemesinin bant kaydını dinletti. 17 Aralık sabahı başlayan ve bakan çocuklarını da kapsayan büyük yolsuzluk operasyonunda evi basılan Barış Güler, İçişleri Bakanı olan babası Muammer Güler ile telefonla görüşme yapıyor. Barış Güler’in telefonuyla ilgili dinleme kararı olduğundan görüşme kaydediliyor.
Ülkemiz açısından ibret verici bir görüşme aynen şöyle:
“Barış Güler: 6 buçukta geldiler Celal Kara diye bir savcı arama kararı çıkarmış…
Muammer Güler: Ne var oğlum senin evinde?
Barış Güler: Hiçbir şey yok baba..!
Muammer Güler: Para ne var.?
Barış Güler: Kendi param, üç beş kuruş kalan param.
Muammer Güler: Kaç para?
Barış Güler: Sen biliyorsun…
Muammer Güler: Kaç lira oğlum?
Barış Güler: 1 trilyon civarı param var o kadar…
Muammer Güler: Evet evet. Tamam oğlum. El koydular mı paraya?
Barış Güler: Yok arama yapıyorlar.
Muammer Güler: Senin şimdi anladığım kadarıyla Rıza Zarrab’la bir rüşvet ilişkisinden bahsediyorlar. Diyeceksin ki bir danışmanlık işim var. Gayr-ı resmi yapıyorum. Benim alacaklı olduğum dayımın oğlu bunların yanında çalışıyor.”
Buradan sonrasını kamuoyu zaten biliyor. Barış Güler’in evinden para sayma makinesi,
7 adet şifreli çelik para kasası ve onların deyimiyle “üç beş kuruş” yani “bir trilyon civarı” para çıktı.
Paranın miktarı o kadar çok ki, net bir rakam bile verilemiyor. Aslında çıkan paranın miktarı Türk lirası ve Euro olarak 1 milyon 421 bin Türk Lirası. Yani yine onların ölçüsü ile 1 trilyon 421 milyar.
O tarihten bu yana Euro’daki değer artışı hariç…
Kaynağı belirsiz ve hesapsız olunca miktarını bile bilemiyorlar.
Aynı Muammer Güler’in İstanbul Kapalıçarşı Halk Bankası Şubesindeki hesabından çalınan 906 milyar lirasının peşine düşmediği yolundaki ciddi iddialara da henüz yanıt gelmedi.
Bakan bey baskın sırasında paranın kaynağı olarak Rıza Zarrab’ın yanında çalışmakta olan dayısının oğlundan alacaklı olduğunu ve “gayr-ı resmi” danışmanlık yaptığını söylemesini öğretiyor. Ancak bu görüşmeden sadece 4 gün sonra gazeteci Candaş Tolga Işık’la görüşüyor ve bu sefer paranın kaynağı olarak oğlunun İstanbul Bahçeşehir’de sattığı villanın karşılığı olduğunu söylüyor. “Güvenilir” gazeteci Fatih Altaylı’ya ise oğlunun “pinti” olduğunu bu nedenle paralarını evinde sakladığını söylüyor.
İşte bunların üç beş kuruş dediği para kendi deyimleriyle “1 trilyon civarı”
On yıllardır yoksulluk ve işsizlikle boğuşan çilekeş yurttaşlarımız maaşlarına yapılacak gerçek anlamda
üç beş kuruş zamma sevinçten göbek atıyor. Bir paket makarnaya ya da 1 torba kömüre namusu olan oyunu satmak zorunda kalan milyonlarca vatandaşımız var.
Aslına bakarsanız soyup soğana çevrilen halkımız o kadar çaresiz bırakılıyor ki,
elinde makarna ve bulgurla değişeceği oy’dan başka paraya dönüştüreceği bir şey kalmıyor.
Bir de elindeki oy silahını diktatörleri devirmek için kullanabileceğini öğrenseler…

http://add.org.tr/index.php/basindan/1330-uec-bes-kurus, 13 ŞUBAT 2014

Her Şey Fakültesi

“Her şey Fakültesi”

Lütfü Kırayoğlu

Adam “Her şey Fakültesi” mezunu.
Her şeyi O biliyor.
Hem de en iyisini.
Son olarak gazetecilik ve televizyonculuk alanındaki dehasını da gördük. Açıyor telefonu, “o alt yazıyı çıkar”, “bu haberi koyma”, “ötekini öne çıkarma” komutları veriyor.
Köşe yazarlarını zaten çoktan hizaya sokmuş. Kimi köşe dönmüş, kimi cezaevi köşelerinde çürüyor. Muhabirlere, TV sunucularına sorunun nasıl sorulacağını O öğretiyor. Öğrenmeyen ertesi gün kendini kapının önünde buluyor.
Kısaca iletişim uzmanı. Ülkedeki her türlü iletişime O bakıyor, internet yazışmalarını bile denetim altına alabiliyor. Telefonlar dinleniyor. Bu alandaki tek eksiği kendi telefonlarının dinlenmesini engelleyememesi.
Pazarlamacılık zaten eski mesleği. Bisküvi, çikolata pazarlamacılığını, makarna bulgur, kömür dağıtıcılığı ile geliştirmiş. Pazarlamacılığı ülke pazarlaması ile en üst düzeye yükseltmiş. “Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” diyor. Komşu ülkenin petrolünü oradaki korsan devlet yardımı ile pazarlama anlaşmaları imzalıyor.
Şehircilik en sevdiği uzmanlık alanı. “Ben eski belediyeciyim” diyerek, en büyük şehrin belediye başkanlığını, ülkenin tüm illerinin belediye başkanlığını üstlenerek geliştirmiş. Helikopterine atladığı gibi toplu konut nereye yapılacak, yeni stadyum nereye yapılacak, alışveriş merkezi nereye yapılacak? O karar veriyor. Bir zamanlar “3. köprü cinayettir” dediği halde 3. köprünün yerini de O tayin ediyor. Bununla yetinmeyip üzerine köprüler yapılacak yeni “boğaz” yapıyor. Adına da “asrın projesi” deniyor.
Tekneye atladığı gibi Ege denizinin muhteşem koylarını dolaşıp nerelere otel yapılacağını O belirliyor. Bu arada sevmediği insanlara ait yıkılacak yapıları da tespit ediyor.
Tekne demişken unutmayalım. Baba tarafından kaptan, oğlu tarafından armatör, diğer oğlu tarafından pırlantacı. Bakan arkadaşları tarafından ayakkabı kutusu ve para sayma makinesi uzmanı.
Nikah memuru… Tanıdığı herkesin çocuklarının nikahını kıyıp, evlilik danışmanlığını da gönüllü olarak üstleniyor. Kaç çocuk yapacaklarına O karar veriyor. Aynı zamanda uzman jinekolog. Doğumun nasıl yapılacağına da O karar veriyor, kürtaja da…
Hukukçu…
Şimdilerde “kumpas” olarak ilan ettikleri davanın savcısı olmakla gurur duyuyordu. Savcıları, hakimleri O tayin ediyor. Cezaevleri artık insan almıyor. İşsizliğin en üst seviyede olduğu şehirlere cezaevi yaparak övünüyor. Zaten adına üniversite bile var. Adını taşıyan üniversite kendi adını taşıyan balık türleri bile keşfetti.
Spor ise tam uzmanlık alanı. Spor kulüplerinin başkanlarından teknik direktörlere hatta TV spor yorumcularına kadar O tayin ediyor. Beğendiği sporcuları milletvekili, yorumcu yapıyor. Sonradan “ihanet” etse bile…Hizaya getiremediği kulüp yöneticileri cezaevini boyluyor. Maşlarda kendisini protesto etmesi muhtemel izleyiciler stada alınmıyor.
Futbolda tek seçici. Tek seciciliğini partisinin milletvekillerini, bakanlarını il başkanlarını seçerken de kullanıyor.
Ekonomik dehası dillere destan. Faiz lobilerini kokusundan anlıyor. Parasını bankada tutuyor.
Askerlik derseniz, zaten kantin subaylığından gelme. Önünde ayağa kalkmayan generaller soluğu Silivri zindanında alıyor.
Din alanında ise tam bir ulema. “Ulemaya sorun” derken kendini kastediyor.
Dış politikada “dünya lideri” BOP Eşbaşkanı olduğu için hangi ülkenin iktidarı devrilecek? Hangi ülkede yapılan darbe iyidir? Hangisinde kötü? O tayin ediyor. Deviremediği liderlerin ülkesine silahlı çeteler ile silah yolluyor.
NATO konusunda uzman. “NATO’nun Libya’da ne işi var” dedikten birkaç gün sonra Türk uçak ve gemilerini NATO emrine verip Libya’ya gönderiyor.
“Eyyy Birleşmiş milletler” diye bağırarak bütün dünyaya ders veriyor.
Sayamayacağımız kadar çok alanda uzman. Adeta “Herşey Fakültesi” mezunu. Bu kadar çok şeyi öğrenirken tevazu, insanlık, özeleştiri, tahammül gibi konulara önem vermediği anlaşılıyor.
Tek eksiği kendisi gibi komple uzmanları yetiştirecek “Herşey Fakültesi” kurmamış olması. Çünkü kendinden başka birilerinin herhangi bir şey bilmesine tahammülü yok.
Sanatçı Mazhar Alanson yıllar önce “Sen Neymişsin Be Abi” şarkısını adeta O’nun için yapmış.

Peki peki anladık
Her şeyden sen anlarsın
Peki peki anladık
Her şeyi sen bilirsin
En güzel grubu sen kurdun
En güzel ritmi sen buldun
En iyi dalgıç sensin
En güzel filmi sen çektin
Peki peki anladık
Peki peki anladık
En güzel sen bakarsın
Peki peki anladık
En güzel sen ağlarsın
İlk önce sen başlattın
En önce sen yavaşlattın
En uzağa sen gittin
En çabuk da sen döndün
Peki peki anladık
Sen neymişsin be abi!
Peki peki anladık
En güzel sen gülersin
Peki peki anladık
En güzel sen söversin
En güzel yemeği sen yaptın
En güzel kızı sen kaptın
En güzel tumbayı sen çaldın
En güzel şarkıyı sen yazdın
Peki peki anladık
Sen neymişsin be abi!
Peki peki anladık
Her şeyden sen anlarsın
Peki peki anladık
Her şeyi sen bilirsin
En güzel grubu sen kurdun
En güzel ritmi sen buldun
En iyi dalgıç sensin
En güzel filmi sen çektin
Peki peki anladık
Sen neymişsin be abi!
http://add.org.tr/index.php/basindan/1323-hersey-fakueltesi, 06.02.2014