Etiket arşivi: Julius Sezar

Rubicon’u geçmek…

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

 

Rubicon’u geçmek…

Julius Sezar’ın, “Artık zamanı geldi. Geri dönüşü olmayan bir noktadayız” anlamına gelen o ünlü slogan ile (alea iacta est) Kuzey İtalya’daki ünlü Rubicon Nehri’ni geçmesi olayını hatırlattı bana olanlar.

Batı dillerine “Rubicon’u geçmek” şeklinde bir deyim olarak yerleşen bu “tarihi eşik atlama” olayına atıfta bulunmama, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun çarşamba gecesi yaptığı konuşma neden oldu.

  • Zamlar geri alınana kadar, elektrik faturalarımı ödemeyeceğim” diyen Kemal Bey,

uzun bir süredir kitlelerin bir muhalefet liderinden beklediği “İsyan Bayrağı” tavrını sonunda hayata geçirme kararı mı almıştı?
***
Öyle ya, bugüne dek sadece “Adalet Yürüyüşü (2017 Haziran – Temmuz)”nde sergilediği bu aktif kitlesel başkaldırı önderliğini yıllardır unutmuş görünüyordu. Dahası, basın toplantısı veya Meclis konuşmaları, kimi zaman da video veya sosyal medya mesajları dışında “kitleleri aktif olarak harekete geçirecek ve onlara önderlik edecek bir çıkış“tan imtina ediyordu. Bunu yapmayı da “Bizi sokağa çekmek istiyorlar. Onların istediği de bu zaten. Provokasyona gelmeyiz” diyerek, demokratik hak arayışlarını, tam da iktidardaki gerici – faşist zihniyetin bakış açısı ile adeta “Şiddet eylemi ve yasadışı kalkışma” olarak gören bir anlayışa hapsediyordu.

Son haftaların ve ayların giderek büyüyen hayat pahalılığı yangını ve somut olarak en belirgin tezahürü “fatura zulmü“nün dayanılmaz bir hal alması, anlaşılan CHP Lideri’ni de “tam da bu noktada aktif tavır alarak kitlelere öncülük etmek” konusunda cesaretlendirmiş görünüyor.

Çarşamba sabahı önce CHP’nin 81 ilde ve İstanbul’un 39 ilçesinde aynı anda gerçekleştirdiği basın açıklamaları, bir ana muhalefet partisinden beklenen tam bugünün ruhuna yakışacak “sol muhtevalı” bir tavırdır. CHP’nin kendisini ideolojik yelpazenin neresinde konumlandırdığı ve kitlelerin bu partiyi nerede gördüğü tartışmasından bağımsız olarak, geniş emekçi kitlelerinin takdirini kazanmaya adaydır.

  • Halkın her kesiminin (işçi, esnaf, öğrenci, emekli, emekçi) bağrına birer hançer gibi saplanan, açgözlü enerji patronlarının yolladığı faturalar,

böylesine bir isyanın en önemli ve haklı gerekçesidir. Ekonomik buhranın inim inim inlettiği emekçi kitlelerin, kozmetik, sahte ve yetersiz ücret zamları ile bu buhranın altından kalkamadıkları iyice belli iken, ülkenin dört bir yanında yükselen emekçi direnişleri ve hak arama eylemleri de, iktidara bu işin böyle yürümeyeceği mesajını vermesi açısından tam zamanında ve yerinde uyarılardır.
***
Muhalefet partileri, bir kenarda oturup da “Halk sallasın, bunlar düşsünler, biz de gider sandıkta meyveleri toplarız” demek lüksüne sahip olmadıklarını artık anlamalıdırlar.

Kapitalizmin “DNA’sında” bulunan bu açgözlü sömürü dalgasına, bu vicdansız fatura bombardımanına karşı ayağa kalkmamanın, isyanı dillendirmemenin ve somut eylem gerçekleştirmemenin faturası, muhalefete de sandıkta büyük bir “hayal kırıklığı” olarak geri dönecektir.

Şu aşamada aldıkları tavırla CHP yönetimi bunun bilincine varmış görünmektedir. Bu da olumlu bir gelişmedir.
***
Çünkü enerji faturalarının yarattığı ve daha da derinleştireceği anlaşılan bu “derin yoksulluk“, asla tek başına bir “fatura sorunu“ndan ibaret değildir. Ağır bir halk sağlığı sorunu niteliğini taşımaktadır. İnsanların bu kışta kıyamette yaşayacağı ciddi sağlık sorunlarını zaten söylemeye bile gerek yoktur. Buna ek olarak, faturaları ödeyebilmek adına vazgeçilecek başka temel ve zorunlu harcamalar üzerinden, yaşam kaliteleri düşecek, ailelerin ve çocuklarının gelecekleri kararacaktır.

Zamlı faturalarda yapılacağı vaat edilen ve yandaş besleme medya tarafından üfürülmeye çalışılan “makyaj” niteliğinde ayarlamalar çare değildir.
***

  • Zamlar bir an önce geri alınmalı ve vatandaşın üzerindeki yük (hafifletmek değil) kaldırılmalıdır.

Yoksulluk sınırının altına itilen on milyonlarca insanın talebi, utanmazca kayırılan bir avuç açgözlü enerji dağıtıcısı patronun çıkarlarının önüne geçirilmelidir. Halkın haklı isyanı, asla bazı iktidar sözcülerinin tercüme etmeye çalıştığı gibi “yıkıcı – yasadışı” bir kalkışma olarak görülmemeli, kulak verilmelidir.

Rubicon Nehri geçilmiş, meşru hak arayışı dalgası büyümektedir.

Herkes safını belli etmeli ve utanmazca sömürüye, fatura zulmüne bir son verilmesi için sesini yükseltmelidir.
===============================
Dostlar,

Biz de Sn. Arapkirli’ye bu çok yerinde yazısı için teşekkür ederken,

Cem Uzan‘ın, FAHİŞ ZAMLARIN, AKP tarafından elektrik üreten – dağıtan yandaş şirketleri (TEÜAŞ – TEİAŞ) kayırma amaçlı yapıldığını belgeleyen kısa video kaydını ekleyelim.

İbretliktir! AKP iktidarının ikiyüzlülüğü bir kez daha çok net ve belgeli olarak ortadadır.

Zanka TV ve Ferit Atay’a da teşekkür ederiz.

  • AKP = Sermayenin iktidarı!
    (Gerçekte çok daha öte ama suç olarak nitelenmesin diye yaz(a)mıyoruz..) 

Dr. Ahmet SALTIK
13.02.2022

Sosyal demokrasi mi halkçılık mı?

Sosyal demokrasi mi halkçılık mı?

portresi

 

Yıldırım KOÇ
AYDINLIK
, 14.03.2015

 

Emperyalist güçler ve yerli işbirlikçileri Türkiye’yi parçalamak istiyor.
Parçalayamayacaklar! 
Peki, bu saldırıya karşı bizim programımız ne?
Sosyal demokrasi mi, halkçılık ve devletçilik mi?

Sosyal demokrasi Türkiye’de yeterince bilinmiyor. Bu konuda yazanların önemli bir bölümü de Batı Avrupa’nın emperyalist ülkelerinin “ilerici” gözüken yazılarını özetliyor.

Sosyal demokrasi ne? 

Yüz yılı aşkın süredir sosyal demokrasi, emperyalist ülkelerin egemen sınıflarının
kendi işçilerini ehlileştirmek için kullandıkları anlayış ve uygulamalardır. Gelişmiş kapitalist ülkelerde işçi sınıfları, 19. yüzyılın ilk yarısında kapitalizmin mezar kazıcılarıydı.

Emperyalist ülkelerin işçi sınıflarına emperyalist sömürüden pay verildi.
İşçi sınıfları, emperyalizmin ve kapitalizmin destekçilerine, payandalarına dönüştürüldü.
Sosyal demokrasi bu anlayış ve uygulamanın adıdır.

Hakim sınıfların dış sömürüyle iç barışı sağlamasının geçmişte de örnekleri vardı.

ROMA’DA DIŞ SÖMÜRÜ

İki bin yıl önce Roma İmparatorluğu’nda patrisyen (asil) aileler (AS: patriciler)
ülke ekonomisinde ve yönetiminde belirleyici güce sahipti. Ayrıca küçük üretici köylülerden oluşan “pleb”ler vardı. Bunların dışında mülk sahibi olmayan özgür Romalılara da “proletarii deniyordu. M.Ö. 1. yüzyılda Roma’nın özgür yurttaşlarının nüfusu 3.3 milyonken,
kölelerin sayısı 2 milyona ulaşmıştı.

Roma egemen sınıfları, fethedilen yeni topraklara yoksul plebleri ve proleterleri yerleştirerek onların Roma’da karışıklık çıkarmasını engelliyordu. Ancak genişleme durunca iç sorunlar artmaya başladı. Özellikle M.Ö. 73 yılında başlayan ünlü Spartaküs ayaklanması
Roma’yı sarstı.

Julius Sezar M.Ö. 44 yılında öldürüldü. Ardından Gaius Octavius tek başına iktidara geçti, Roma İmparatorluğu’nu kurdu, Augustus adını aldı, “Roma Barışı”nı (AS: Pax Romana) sağladı ve ülkeyi M.Ö.27-M.S.14 yılları arasında yönetti. Roma Barışı’nın önemli unsurlarından biri, Roma’daki patrisyenlerle plebler ve proletarya arasında barış sağlanmasıydı. Augustus bunu sağlayabilmek için Roma’nın yoksul özgür yurttaşlarına (pleblere ve proletaryaya) ucuz ve daha sonra da bedava buğday dağıttı. Nil vadisinden getirilen bedava buğday, Roma’nın egemenliği altındaki bölgelerden gelen haracın bir bölümüyle finanse ediliyordu. Asiller,
Roma proletaryasını, sömürü sonucu elde edilen bedava buğdayla ehlileştirdiler ve kullandılar.

BİZANS’TA DIŞ SÖMÜRÜ

İstanbul’a, yaklaşık 1000 yıl boyunca Bizans İmparatorluğu egemendi. 1500 yıl önce İmparator Jüstinyen yeni vergiler koydu. 13 Ocak 532 günü yoksul halk büyük bir ayaklanma başlattı. “Nika Ayaklanması” sırasında kentin yaklaşık yarısı yakıldı, Ayasofya tahrip edildi,
binlerce kişi katledildi. İki hafta süren ayaklanma sonrasında da 30 bin dolayında isyancı öldürüldü. Bu ayaklanmadan sonra Bizans imparatorları İstanbul’da yaşayanlara ucuz buğday sağlamaya başladı. Bu uygulama, kitlelerin imparatora karşı ayaklanmasını önledi.
Ucuz buğday dağıtma uygulaması 12. yüzyıla dek sürdü. 12. yüzyılda bu uygulama kaldırılınca kent yoksullarının sınıf çıkarları temelindeki ayaklanmaları yeniden başladı.

TÜRKİYE’DE ÇÖZÜM 

  • Sosyal demokrasi, emperyalist sömürü sayesinde, emperyalist ülke işçi sınıflarının, emperyalizmi ve kapitalizmi destekleyerek hak ve özgürlüklere, yüksek yaşam standardına ve sosyal güvenceye kavuşmasıdır.  

Halkçılık ve devletçilik ise emperyalist sömürünün önlenmesi sayesinde kaynakların
ülke işçi sınıfı ve halkı için kullanılması anlayışıdır.

Çözüm sosyal demokrasi değil; halkçılık ve devletçiliktir.

===================================

Dostlar,

Türkiye’nin yüzakı devrimci aydınlarından dostumuz Sayın Yıldırım KOÇ
çok önemli bir yazı kaleme aldı AYDINLIK‘ta. 14 Mart 2015 günü Gazete’de yayımlandı. Sayon Koç, ustaca – özlü bir tarihsel irdeleme ile sorunsalı günümüze taşımakta ve şu önemli tanımı yapmakta :

  • “Sosyal demokrasi, emperyalist sömürü sayesinde, emperyalist ülke işçi sınıflarının, emperyalizmi ve kapitalizmi destekleyerek hak ve özgürlüklere, yüksek yaşam standardına
    ve sosyal güvenceye kavuşmasıdır.”  

Hemen ardından Devrimci seçeneği vermekte :

  • “Halkçılık ve devletçilik ise emperyalist sömürünün önlenmesi sayesinde
    kaynakların 
    ülke işçi sınıfı ve halkı için kullanılması anlayışıdır.”

Sayın Koç, reçeteyi de çok net koymaktadır :

Çözüm sosyal demokrasi değil; halkçılık ve devletçiliktir.

Dolayısıyla bu 2 önemli ilke; HALKÇILIK ve DEVLETÇİLİK mutlaka anımsanmalıdır ki; Mustafa Kemal Paşa’nın “6 Ok”u’ndan 2’sidir. Yine dolayısıyla diyelim; Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün kurduğu parti olan CHP, sosyal demokrat bir parti olarak kurulmuş değildir!

CHP Atatürk’ün Partisi olarak kalacaksa, -ki siyasal ahde vefa bunu gerektirir-
kılavuzu, anayasası, rotası “6 Ok” tur. Bu Ok’larla oynamak, siyasal manevralarla dışlayıp etkisizleştirmek siyasal ahlaka da sığmaz, tarihsel mirasa saygıya da..

Sosyal Demokrasi, kapitalizmin sömürdüğü emekçi katmanlara (sınıflara) sömürüsünden bir miktar pay (Rüşvet!) vererek bu katmanları teslim almasıdır. Sömürücü ve rüşvetçi bir düzeni  meşrulaştırmaya araçtır; bu yüzden de Ahlak dışı (immoral) bir siyasal ideoloji ve rejimdir.

Büyük Devrimci ATATÜRK, bu çarpıcı olguyu daha 1920’lerde kavramış bir insandı.
Bu yüzden Liberalizmi reddetmişti :

“T.C. Devleti, Türk vatanında yüzyıllardan beri bireysel ve özel girişimle yapılmamış olan şeyleri bir an önce yapmak istedi ve  görüldüğü gibi kısa zamanda yapmayı başardı. 

BİZİM İZLEDİĞİMİZ YOL, GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ LİBERALİZMDEN BAŞKA BİR SİSTEMDİR.”

Yıllar önce Edremit’te, ADD adına bir Aydınlanma konferansımızda dinleyiciler arasında olan ADD Edremit Şubesi kurucularından meslektaşımız Sayın Dr. Hasan İleri, bize çok önemli bir belge fotokopisi vermişti. Bu fotokopide Kasım 1925’te (belleğimizde kalan),

  • Atatürk’ün de imzasını içeren bir Bakanlar Kurulu (Hükümet) kararnamesi ile
    SOSYAL DEMOKRAT Partinin kapatıldığı
    yazılı idi.

Sayın Dr. İleri bu tezini daha sonra da hep yineledi, yazdı, TV’lerde dillendirdi ve
bildiğimiz ölçüde bir yalanlama da almadı. Biz de öyle..
Bu belgeye arşivimizde eriştiğimizde, sitemizde paylaşacağız..

Ayrıca bu sitede, Kemalist Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN‘in “Kemalizm ve Sosyal Demokrasi” başlıklı kapsamlı irdelemesine (8 sayfa) yer verilmişti (9.8.2012). Aşağıdaki erişkeden (linkten)
bu önemli ve kapsamlı makale okunabilir..

http://ahmetsaltik.net/2012/08/09/kemalizm-ve-sosyal-demokrasi/

Değindiğimiz önemli makale şöyle bağlanıyor :

  • “Bütün bilimsel kaynaklar, Avrupa kıtasında gerçek anlamda bir sosyal demokrasi olamayacağını ortaya koymaktadır. Türkiye’de Avrupa Birliği dışında bırakıldığı için Atatürk’ün ülkesinde gerçek anlamda bir sosyal demokrasi uygulaması mümkün görünmemektedir. Devletin kaynaklarının yabancılara devredilmesi, artan nüfusun talepleri ve Türkiye’nin kendine özgü koşulları, gerçek anlamda bir Sosyal Demokrasiyi bu ülkede mümkün kılmamaktadır. O zaman, bugünün koşullarında sosyal demokrasi diye ortaya çıkanlar,
    küresel emperyalizmin bütün dünyaya dayatmış olduğu yeni demokrasi ilkelerini uygulayacak bir neo-liberal programı üstü örtülü bir biçimde uygulamaya yönelecektir. O zaman,
    Türkiye Cumhuriyeti’nden ve Atatürk’ün devlet modelinden geriye bir şey kalmayacağı anlaşılmaktadır. Artık bu konuda Türk Ulusu’nun bir karar vermesinin zamanı gelmiştir.
  • Ya Türkiye Cumhuriyetini ve ulusal – üniter devleti yaratan Kemalizm ya da
    küresel emperyalizmin merkezi coğrafyaya egemen olmasını sağlayacak
    Sosyal Demokrasi görünümlü yeni demokrasi…
  • Türk ulusu için var olma ve yok olma mücadelesi bugünün koşullarında da devam etmektedir. Kemalizm ve Sosyal Demokrasi tartışmalarının arkasında yatan gerçekler bunlardır.”

*****

“Sosyal Demokrat” dostlarımıza, CHP’ye… kritik “bilgi notu” olarak sunarız.
7 Haziran 2015 “kritik” genel seçimleri öncesinde zamanlayarak, özellikle..
Bir kez daha düşünülsün diye..

Sevgi ve saygı ile, 15.03.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com