Etiket arşivi: İş Yasası

İş güvencesi var mı?

İş güvencesi var mı?

Engin Ünsal

Dr. Engin Ünsal
enginunsal35@gmail.com
AYDINLIK, 27 Eylül 2015

Yasaların ve toplu sözleşme düzeninin amacı çalışanlara güvenli bir çalışma ortamı sağlamaktır. Ekonomik yönden güçsüz olan çalışanı güçlü olan işverene karşı korumaktır. Bu güvenin tüm devletlerde sağlanması için Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) adına sözleşme (convention) denilen uyulması zorunlu kurallar belirler ve bu kuralara uyulmasını sağlamaya çalışır. İşte bu kurallardan en önemlisi 158 sayılı İşçinin Feshe Karşı Korunması adını taşıyan ve yaygın adı ile İş Güvencesi Sözleşmesi olarak bilinen Sözleşmede tanımlanmıştır. Buna göre işçinin iş sözleşmesinin sona erdirilmesi için

– işverenin geçerli bir nedene dayanması
,
– bu nedenin somut olarak var olması,
– işçinin savunmasının alınması..

gibi işçiyi koruyucu hususlar öngörülmüştür. ILO üyesi ülkeler ILO Sözleşmelerini kendi iç mevzuatlarında yaşama geçirmek zorundadır, yoksa ILO tarafından kara kitaba (AS: Listeye) alınarak uluslararası alanda zor durumda bırakılabilmektedir.

İŞ YASASININ PERİŞAN DURUMU
ILO tarafından işçileri yeterince koruyamadığı gerekçesi ile çok sık eleştirilen Türkiye, 2003’te kabul edilen 4857 sayılı İş Yasası’nın 18-22. maddelerinde 158 sayılı ILO Sözleşmesinin ilkelerini iç mevzuatına katmak zorunda kalmıştır. Bu zorunluk, işverenlerin güdümündeki hükümet tarafından şahane bir aldatmaca ile sözde yerine getirilmiş ama özde işçilerin iş güvencesi yok edilmiştir. Yapılan kurnazlık ve aldatmaca sendika yöneticilerinin gözleri önünde yapılmış ve işçi çıkarlarını korumakla görevli sendikacıların kalesine müthiş bir gol atılmıştır. Neydi bu yapılan kurnazlık? Yasanın getirdiği güvenceden kimlerin yararlanacağı 18. maddenin 1. fıkrasında iş güvencesinin ancak 30’dan çok işçi çalıştıran işyerlerinde, 6 aylık kıdemi olan ve ancak belirsiz süreli iş sözleşmesi ile çalışan işçiler için var olacağı hükmü getirilmiştir. Bu düzenleme ILO’ya karşı yapılan büyük bir aldatmaca ve dostlar alış-verişte görsün türündendir. Bu oyuna sendikacıların nasıl geldiğini bugün bile anlayabilmiş değilim. Oysa iş güvencesi hükümleri hiçbir ayırım yapılmaksızın tüm çalışanlar için var olması gereken bir kavramdır. ILO Sözleşmesi bizdeki ayırımlara destek olacak hiçbir hükme yer vermemiştir.

18. MADDENİN TERCÜMESİ NEDİR DERSİNİZ?

Yukarıda belirtiğimiz sınırlamaların rakamlarla tercümesini yaparsak ortaya korkunç bir gerçek çıkmaktadır. 4857 sayılı yasanın 18-22. maddelerinde öngörülen düzenleme, ILO’ya ve ülkemiz çalışanlarına karşı sergilenmiş şahane bir aldatmacadır ve bu düzenleme ile ülkemizde çalışan işçilerin önemli bir bölümü için iş güvencesi yok edilmiştir. Nasıl mı? Ülkemizde 30 işçiden az sigortalı işçi çalıştıran işyeri sayısı 1.545.647’dir ve sayı ülkemizdeki toplam işyeri sayısının % 96’sını oluşturmaktadır. Başka bir anlatımla iş güvencesi, ülkemizdeki işyerlerinin ancak %4’ünde çalışan işçiler için vardır. Bu güvence burada çalışan işçilerden 6 aydan çok kıdemi olan ve belirsiz süreli sözleşme ile çalışan işçiler için var olacaktır. Buna Türkçemizde, “ölme eşşeğim ölme..” derler.

YAVAŞ İŞLEYEN ADALET

Yasanın 20. maddesinin 3. fıkrası işçinin feshin geçersiz olduğu iddiası ile mahkemeye yapacağı itirazın seri (AS: hızlı) muhakeme (AS: yargılama) usulüne göre yapılacağını, iki ay içinde sonuçlandırılacağını ve kararın temyizi durumunda Yargıtay’ın bir ay içinde kesin karar vereceğini söylemektedir. Bu hüküm de uygulamada büyük bir yalana dönüşmüştür. Konu ile ilgili avukatların belirtiğine göre davalar beş yıla dek sürmekte ve hak arama büyük bir işkenceye ve haksızlığa dönüşmektedir.

4857 sayılı İş Yasasında ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi yasasında çalışanlar aleyhine o denli çok kural var ki; bu konuda neler yapılabileceğini ve nelerin yapılması gerektiğini bir başka yazıda ele alacağız.

===============================

Dostlar,

Kıdemli sendikacılık uzmanı Dr. Engin ÜNSAL‘a bu yazısı için teşekkür borçluyuz.. Bu arada 1475 sayılı İş Yasası’nın değiştirilerek 4857 sayılı yasanın yerine konuşu 2003’tedir ve AKP ürünüdür. Büyük Atatürk döneminde 1921’de çıkarılan 151 sayılı Amele Birliği Yasası‘nı ilk olarak ele alırsak, 1936’da ILO yardımıyla edinilen (üyeliğin 4. yılında, 3330 sayılı yasa) 2. İş Yasası ve derken 2003’te 4. İş Yasası’na sahip olduk ama çalışma yaşamını bir türlü emeğin haklarını koruyan bir içeriğe kavuşturamadık.. ILO’yu arkadan dolanmayı hüner sayabiliyoruz!?

30.6.2012 tarihli 6331 sayılı İş Güvenliği Yasası da öyle.. Birkaç yıl içinde ne çok değiştirildi!Çünkü ülkemizde gerçek egemen SERMAYE! 

Hele küresel sermaye ile eklemlendikten sonra yerel sermaye daha da güçlendi..
Gerçek vesayet sermayenin.. Askeri vesayet, elitlerin vesayeti kocaman birer yanılsama aracı..
Siyaseti finanse edenler, siyasilere yapılacakları da dikte ediyor..
Türkiye demokrasisiciliğinin özü, ne yazık ki, 21. yy. başında hala bundan ibaret..

Türkiye’de etnik siyasete soyunanlarla onlara akıl hocalığı yapan sözde akillerin dikkatine :

İşçi – emekçi sınıfının sorunları bitti de 1. sırayı sözde “Kürdara azadi” mi aldı efendiler??

Tarih daha büyük aydın ihanet gördü mü, hatta görecek mi Türkiye örneğindeki gibi??

Asıl sorun TAM BAĞIMSIZLIK sorunu efendiler TAM BAĞIMSIZLIK!
Sonra da ekonomik temelli politik demokrasi..
Mustafa Kemal Paşa
boşuna mı hançeresini yırtarcasına haykırıyordu :

– İSTİKLAL-İ TAMME, İSTİKLAL-İ TAMME, İSTİKLAL-İ TAMME….
 
Hukukun üstünlüğü” de çoğu retorik (takiyye) gibi çok hünerli değil mi??
Şimdi “Hangi hukukun üstünlüğü?” diye sorarsak muzırlık mı olacak?

Biz “emeğe saygılı hukukun üstünlüğü” diyoruz, “sermeyenin hukukunun üstünlüğü” yerine!

Kim yapacak? Sermayenin iktidarları mı, hadi canım sen de..
Elbette emeğin iktidarında, önce ulusal temelde.. sonra evrensele uzanarak..

Selam olsun en yüce değer EMEĞE!

Lütfen tıklar mısınız ?

TÜRKİYE ve DÜNYADA İŞÇİ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ..

http://ahmetsaltik.net/2014/05/14/turkiye-ve-dunyada-isci-sagligi-ve-guvenligi/

Sevgi ve saygı ile.
03 Ekim 2015, Ankara
 
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Taşeronlaşma işçi kıyımıdır


Dostlar
,

4857 sayılı İş Yasası (2003) tümüyle işverenlerin çıkarları doğrultusunda biçimlendirilmiştir.
Esnek ve kuralsız çalışmayı, işçileri başka işverenlere kiralamayı, taşeronlaştırmayı yasal duruma getiren, kıdem tazminatlarını, fazla mesai ücretlerini, sendikal hak ve yetkileri budayan bu yasa yerine, bütün tarafların katılımı ile yeni bir demokratik iş yasası çıkarılmalıdır. 
– İş mevzuatı, ekseni “insan” olan çağdaş bir yapıya kavuşturulmalıdır.

TMMOB de bizimle benzer görüştedir.
(09.05.08, 22. İSAGÜ Haftası, www.mmo.org.tr/)

Çalışma Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın Zonguldak’ta -2’si maden mühendisi-  30 madencinin yaşamını yitirdiği “kaza” raporunda, Ocaktaki eksikliklere dikkat çekildi.
Rapor ile Çalışma ve S.G. Bakanı Ömer Dinçer’in belirttiği gibi işçilerin
güzel ölmediği büyük bir ihmal sonucu öldükleri anlaşıldı.

Anımsanacağı üzere Başbakan RT Erdoğan da, bu mesleğin (madenciliğin) kaderinde “ölüm” olduğunu belirtmişti!

Böyle yaklaşılırsa nasıl önlem alınacak??

Rapora göre asıl iş veren TTK Genel Müdürlüğü %30, alt işveren = taşeron Yapı-Tek İnşaat Sanayi ve Ticaret AŞ’% 70 kusurlu; işçilerin hiçbir kusuru yok!

Sevgi ve saygı ile.
14.4.13, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===================================

Taşeronlaşma işçi kıyımıdır

Yasalarda “alt işveren” diye geçiyor. Yaşamdaki karşılığı, güvencesizlik,
12 saati bulan esnek çalışma saatleri, eksik iş güvenliği, üzerine yatılan
kıdem tazminatı… Taşeronlaşmaya dair kesin bir sayı vermek olanaklı değil ancak milyonlarca çalışanı etkilediği kesin. Üstelik AKP, İş Yasası’nda yapacağı değişiklikle taşeronlaşmanın önünü daha da açmayı planlıyor. İşçiler yaşadıklarını ve isteklerini anlatıyor…

Taseonluk_kolelik

Modern dönem köleliği: Taşeronlaşma

Kölelik 19. yüzyılın başlarında yasaklanmadan önce, savaşta tutsak düşenler,
borcunu ödeyemeyenler ve korsanlar tarafından kaçırılanlar için geçerliydi.
Ticareti resmen yasaklandıktan sonra onlara bir de gün ithaf edildi.

  • 23 Ağustos “Köle Ticaretini Yasaklama Günü”

olarak tüm dünyada kabul gördü. Gümüzde artık gemilere doldurulup pazarlarda satılan kölelerden söz etmek olanaksız. Onun yerini taşeron şirketlerde emeği üç on paraya satılan köleler aldı. İzin hakkı yok ya da yeni efendisinin insafına bağlı.
Ücreti ancak karın doyurmaya yetiyor. İş güvencesi ve kıdem tazminatı ise sıfır.

Koç Üniversitesi’nde birkaç haftadır hararetli günler yaşanıyor. Gündemde, üniversitede taşeron olarak çalışan ve işten çıkarılan işçiler var. Aslında her şey bir işçinin,
kötü çalışma koşullarına dikkat çekmek için imza toplamasıyla başladı. Hastayken çalıştırıldıkları, iş kaynaklı sağlık sorunları yaşadıkları, çanta arama, zorla belgelere imza attırma, savunma yazdırma gibi muamelelere maruz kaldıkları yazıyordu
imza metninde. Yaka paça dışarı atıp “ücretli izne” yolladılar işçiyi. Sonra da işten attılar. Taşeron firmayla Koç Üniversitesi’nin anlaşamaması üzerine 161 işçiye ulaştı çıkarmalar. İşçiler, konuya tepki gösteren bir grup öğrencinin, öğretim üyelerinin ve yönetsel personelin desteğini alarak harekete geçti. Tek istekleri okuldaki işlerine üniversite bünyesinde kadrolu olarak devam etmekti. Siz bu satırları okurken verilen söz tutulmuş olacak mı bilemiyoruz ama üniversite işçilere yarın işe döneceklerine ilişkin
söz verdi.

Taşeronlaşmanın mağdur ettiği işçiler salt onlar değil… Trabzon’da belediyede taşeron işçi olarak çalışıyordu Mustafa Canbakkal. 12 Şubat’ta işten çıkarıldı. Kırk yaşından sonra nerede, nasıl iş bulacaktı. Çıkmazdaydı. Belediye binasının çatısından kendini atmaya karar verdi. Belediye Başkan Yardımcısı Ergin Aydın tarafından ikna edildi. Ancak geçen hafta yine belediye önündeydi Canbakkal, elindeki pet şişede bulunan benzini üzerine döküp çakmağına bastı… Kurtarıldı ama şimdilik…

DİSK Araştırma Enstitüsü’nün (DİSK-AR) araştırmasına göre,
Türkiye’de altı milyon insan iş güvencesinden yoksun bir şekilde taşeronlar eliyle çalıştırılıyor ve taşeronlaşma tüm işkollarının yaklaşık % 60’ına yayılmış durumda. Üstelik en çok da inşaat, maden gibi “iş cinayet”lerinin yoğun yaşandığı sektörlerde var.

Anlayacağınız;

– 2010’da Zonguldak Karadon’da 30 işçiyi diri diri madene gömen de,

– İstanbul Esenyurt’ta bir şantiyede işçi yatakhanesi olarak kullanılan çadırlarda çıkan yangında 11 işçinin diri diri yanmasına neden olan da o.

İş hukukunda “alt işveren” olarak adlandırılan taşeron işverenler, her alanda faaliyet gösteriyorlar. Oysa İş Yasası’nın 2. maddesi diyor ki,

“Asıl işveren kendi asıl işini taşeron işverene devredemez. Sadece asıl işe yardımcı nitelikte olan; temizlik, taşıma, güvenlik, yemek gibi işler ile asıl işin teknik anlamda uzmanlık gerektiren kısmını taşerona devredebilir.”

Ama ne yazık ki, bırakın özel sektörü, pek çok kamu işi de “hizmet alımı” adı altında ihale yöntemiyle taşeronlara devrediliyor. Milli Eğitim Bakanlığı’na 2003-9 arasında alınan 478 bin personelin 150 bini sözleşmeli, 240 bini ise taşeron firmalar eliyle çalıştırılan geçici personel statüsündeydi örneğin. AKP’nin 2003’ten bu yana yürüttüğü “Sağlıkta Dönüşüm Programı” çerçevesinde sağlıkta hizmet alımı ile temin edilen personel sayısı 11 binden 116 bine çıktı.

Eski DİSK Genel Başkanı Erol Ekici’nin 2013’ü taşerona karşı kadrolu, sigortalı, sendikalı bir iş isteminin haykırış yılı olacağını dile getirmesi boşa değil. Üstelik AKP,
İş Yasası’nda yapmayı planladığı değişiklikler taşeronlaşmanın önünü daha da açacak.

Taşeron İşçileri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Cemal Bilgin ve
dernek çalışmalarında yardımcı olan İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan durumu, taşeron işçilerse yaşadıklarını anlatıyor. Söz Bilgin ve Kılıçaslan’da :

– Önce dernekle başlayalım. Taşeronlaşma pek çok iş alanında mevcut, çalışma koşulları kötü, hak gaspı çok olduğu halde işçiler ancak son birkaç yıldır örgütlenmeye başlayabildi. Ancak taşeron işçileri derneklerinin büyük bölümünün iktidar çevreleri tarafından desteklenerek kurulduğu söyleniyor. İstanbul’da Taşeron İşçileri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ni kurma fikri nasıl gelişti? 

Prof. Zeki Kılıçarslan : Evet, Anadolu’da pek çok yerde bakanlık destekli dernekler kurularak konu çarpıtılmaya çalışılıyor. İşçi bile olmayıp yalnızca örgütleme amaçlı çalışan elemanları var. Açılış kurdelelerini bakanlıktan yetkililer kesiyor, düşünün.
İktidar süreci yönetmek istiyor, çünkü taşeronlaşmanın ne denli can yakıcı bir konu olduğunun farkında. İstanbul Üniversitesi’nde 2001’den başlayarak ciddi bir taşeronlaşma başladı. Ne yönetimin, ne burada yetkili iki sendikanın, ne öğretim üyelerinin haberi vardı bu taşeron işçilerden. Mücadele ederek seslerini duyurdular.”

Cemal Bilgin: 1998’den beri İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nde hasta bakıcı olarak çalışıyorum. Çalıştığım firmanın sayısını hatırlamıyorum, o kadar çok değişiyor ki, son üç yılda on firma değiştirdim örneğin. Her değişimle haklarımız gasp ediliyordu. Düşünün, son on yılda bir kez bile yıllık izin kullanamadım. Bu kötü koşullarımıza karşın sendikalar bize dönük bir örgütlenmede bulunmuyordu. Biz de kendi aramızda bir örgütlenmeye gidelim dedik. Nasıl bir köy derneğinde 3-5 kişi bir araya gelip dayanışıyor, öyle bir şey oluşur, diye düşünmüştük. Ama üyelerimiz 150’ye çıktı,
her gün de artıyor. Dernek büyük bir gizlilik içinde oluştu. Başta baskılar çoktu ancak kalabalıklaşınca gücümüzü gördüler. Şimdi rahatlıkla basın açıklamamızı yapıyor, sıkıntılarımızı dile getiriyoruz.”

– Üyeleriniz daha çok hangi sektörlerden?

C. Bilgin: Sağlıktan, belediyelerden, Emniyet’ten, adliyeden, karayollarından işçiler yoğunlukta. Ancak taşeronlaşma bu alanlarla sınırlı değil, çalışma şartlarından ve olanaksızlıklardan dolayı henüz her sektöre ulaşamadık. Yoksa taşeronlaşma artık yaşamın her alanında. İş Yasası’nın 2. maddesi “asli işler taşerona verilemez” dediği halde taşeronlaşma artık denetlenemeyen bir güç.

Prof . Z. Kılıçarslan : Evet, bu 2. madde kilit bir öneme sahip.
AKP oradaki “asli işler” ibaresini kaldırıp her işi taşerona vermeye çalışıyor.

C. Bilgin: Meclis görüşmelerimiz oldu. Dört partiye de gittik. Hepsi taşeron sorununu ele aldığını söyledi. Ancak dördüne de güvenmiyoruz. Seçim zamanında “taşerona son” vaatlerinde bulunuyorlar ama sonra temsil bulamıyoruz.

– Taşeronlaşmadaki tıkanma nerede başlıyor?

C. Bilgin: Önce şunu söylemeliyim, derneğin amacı taşeronu iyileştirmek, maaşımız düzenli yatsın filan değil; biz taşeron kaldırılsın istiyoruz. Taşeron firmalar son 10-15 yıldır çok arttı; bir patronun 5-10 firması var. Hızla birini kapatıp, yenisini açıyorlar. Böylece maaşlarımız ödenmese bile muhatap bulmakta zorlanıyoruz.

Prof. Z. Kılıçarslan : Çapa Tıp Fakültesi’ndeki taşeron işçilerin açtıkları davalar bu konuda bir dönüm noktası niteliğinde aslında. İş müfettişlerinin tuttuğu rapor sonucunda mahkemeden 1112 kişi için asli iş yaptıkları, dolayısıyla üniversitenin çalışanı olmaları gerektiğini belirten karar çıktı. Yargıtay da onadı. İşçilerin tescilinin İstanbul Üniversitesi’ne yazılması gerektiği belirtildi bu kararla. Ancak hâlâ yapılmadı bu.
Çünkü iktidardan baskı var, düşünün Bakanlar Kurulu’nda bile bu karar tartışılmış
çünkü bu tüm kamu kuruluşlarına örnek oluşturacak. Bunu nasıl durdurabiliriz
diye düşünüyorlar. Yakında yeni yasa yapılacak.

C. Bilgin: Daha önceleri davalar taşerona açılıyordu. Bu karar,  muhatabımızın doğrudan İstanbul Üniversitesi olduğunu ortaya çıkardı. Öbür çalışanlar için de
ana firmaya dava açabilme yolu açıldı. Ancak 2011’de alınan karar hâlâ uygulanmadı. Üniversiteyle toplantı yaptığımızda hukuk profesörleri “Sonuna kadar haklısınız ama bizim yapacağımız bir şey yok, hükümet bunun önüne geçiyor.” diyorlar.
Yerel seçim sürecine girilmişken eylemlerimizi yükseltip bunu kamuoyunun gündemine sokmak istiyoruz.

ESRA AÇIKGÖZ
esraacikgoz@cumhuriyet.com.trCumhuriyet Pazar Dergi, 14.4.13