Etiket arşivi: cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrası

“Hadi canım sen de!”

“Hadi canım sen de!”

Gülsün BİLGEHAN
İNÖNÜ VAKFI BAŞKAN YARDIMCISI
22-24-25-26. DÖNEM ANKARA MİLLETVEKİLİ
AVRUPA KONSEYİ PARLAMENTER MECLİSİ ONUR ÜYESİ
Cumhuriyet, 25 Aralık 2020

Atatürk’ün en yakın silah ve dava arkadaşı,
Kurtuluş Savaşının Batı Cephesi Komutanı,
Lozan Barış Antlaşmasının usta diplomatı,
Cumhuriyetimizin kurucularından,
İkinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’yü,
ülkemizi ve dünyayı sarsan COVID-19 nedeniyle bu yıl farklı anacağız.

SALGINDA İNÖNÜ’YÜ ANMAK

Anıtkabir’deki devlet töreni, sosyal mesafe kuralları gereği kısıtlı katılımla yapılacak.
Biz, yüzyılımızın en korkunç salgınını yaşarken, Miralay İsmet Bey bu tehlike ile Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminde, mütareke sonrası işgal altındaki İstanbul’da karşılaşmıştı. Avrupa’da, “İspanyol Nezlesi” (AS: İspanyol Gribi) denilen bir hastalık yayılmış, her geçtiği yerde kurbanlar alarak ilerliyordu.

Çok geçmeden Osmanlı başkentinde de görülmeye başlandı. Bir akşam, Harbiye Nezaretindeki görevinden Süleymaniye semtindeki evine dönen İsmet Bey, genç eşi Mevhibe Hanım’ı hasta görünce deliye döndü. Bütün gece başında bekleyip, sabah erkenden çıkıp, yanında kumral, ince yapılı bir askeri doktorla geri geldi. Miralay, hastanın yattığı pirinç karyolaya yaklaştı:

“Hanımcığım, arkadaşım Doktor Refik Bey geldi, sana bakacak” dedi.

Genç doktor hastayı dikkatle inceledi ve teşhisini koydu.

“Şiddetli bir grip geçiriyor. Vereceğim tedavi ile kısa sürede iyileşir.”

Bu genç doktor, Refik Saydam, kısa bir süre sonra yeni kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’ nin ilk Sağlık Bakanı olacak ve ülkede mucizeler yaratarak bütün bir ulusun hastalarını iyileştirecekti.

Daha Kurtuluş Savaşı sırasında kurulan Sağlık Bakanlığı, cephedeki askerlere kolera aşısı yapmaya başlamış, Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra kurulan Hıfzısıhha Enstitüsü yerli aşı üretimine geçmiş, Salgın Hastalıklar Daire Başkanlıkları ülkeden tifüs, kolera, çiçek, verem, trahoma gibi hastalıkları silebilmişti.

  • Hıfzıssıhha Enstitüsü 2011 yılında kapatıldı.

MÜZİKLE ANMAK

İsmet İnönü’nün ölüm yıldönümlerinde CSO ve diğer Senfoni Orkestraları tarafından yurtiçinde gerçekleştirilen “İnönü Konserleri” de bu yıl pandemi nedeniyle yapılamayacak. Ünlü devlet sanatçımız Gülsün Onay, müzik hayranı ve koruyucusu İkinci Cumhurbaşkanımızı anma görevini çevrimiçi üstlendi ve 25 Aralık akşamı anlamlı bir piyano resitali sunacak.

1916 yılında evlenen Miralay İsmet Bey’le Mevhibe Hanım’ın birliktelikleri 21 gün sürmüştü. Diyarbakır Cephesi’ne tayin edilen İsmet Bey giderken genç eşine alışılmadık bir hediye almıştı, 30 altına bir piyano! Savaş günlerinde hasret, Mevhibe Hanım’ın piyano günleri ile hafifleyecek, yeni evliler müzik sevgisini birlikte keşfedeceklerdi. İsmet Bey, iyi çalamayacağından endişe eden eşini mektuplarında teselli ediyordu:

“Piyano dersleri alaturka ve alafranga diye üzülüp duruyorsun. Nasıl kolayına gelirse öyle öğren! Fakat sık değiştirme ki vakit beyhude geçmesin. Ben alafranga öğrenesin fikrindeyim. Ama nasıl devam ediyorsa öyle kalsın. İnşallah hepsini öğrenirsin!”

İsmet Paşa çoksesli Batı müziğine bir Osmanlı subayı olarak görev aldığı Yemen çöllerinde alışmıştı. Demiryolu yapmak için orada bulunan Fransız şirketinde çalışanların ayrılırken bıraktığı taş plakları dinleye dinleye sevmişti:

“Yemen’de müzik ihtiyacına karşı derin bir hasret içindeydik. Gramofon bize bulunmaz bir nimet gibi geldi. Akşam üzeri karargâhtan yattığımız eve geldiğimiz vakit hep beraber gramofon başına koşardık. Plakları tecrübe ederdik. Senfoni, arkasından opera parçası, serenat… Yavaş yavaş alışkanlık hasıl oldu.”

İnönü, Atatürk’ün önderliğinde yeni bir devlet kurma çabaları içinde Batı müziğinin yaygınlaşması, öğrenilip sevilmesi, Türkiye’ye nitelikli, ünlü solist ve orkestraların, şeflerin gelmesi için elinden geleni yaptı. Yeni kurulan Konservatuvarın, Devlet Opera ve Balesi’nin konser ve temsillerini kaçırmadan izledi. Kendisi de viyolonsel dersleri aldı.

Üstün yetenekli çocukların yurtdışında eğitim görmesini sağlayan Harika Çocuklar Yasasını çıkardı. Hayatının sonuna kadar Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın konserlerini izledi. İsmet Paşa ile Mevhibe Hanım hem Beethoven hem de Münir Nurettin Selçuk hayranı oldular.

Geçenlerde 24 yıldır yapımı süren yeni CSO Salonu açıldı.

6660 Sayılı yasa yürürlükte olmasına rağmen, son 18 yılda hiçbir harika çocuk destek görmedi.

DUALARLA ANMAK

İsmet İnönü geleneksel olarak her ölüm yıldönümünde, evinde okutulan dua ve düzenlenen Mevlid-i- Şerif’le anılırdı. 25 Aralık günü, Anıtkabir’deki resmi törenden sonra İsmet Paşa’yı sevenler, aile dostları, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni temsilen Kuvvet Komutanları eşleri Pembe Köşk’te bir araya gelirdi. Koronavirüs nedeniyle yapılamayacak bu toplantı yerine bu yıl, İnönü’nün başbakanlığı sırasında eşi Mevhibe İnönü’nün katkıları ile yapılan Çankaya Merkez Camii’nde Yasin-i Şerif okutulacak.

DEĞİŞMEYENLER

Değişmeyen alışkanlıklara gelince… İnönü’nün “bu bir yenilgi değil, benim en büyük zaferimdir” dediği 1950 seçimlerinden sonra başlayan ve her birine hayattayken cevap verdiği saldırılar, asılsız iddialar, tarih saptırmaları, vicdansız iftiralar devam ediyor. Hayatının son dönemlerinde, yine karşı karşıya kaldığı bu tip sataşmalardan birine, dayanamamış, Hadi canım sen de! demişti.

Ölümünün 47. yılında, eskisi kadar yenilemez İsmet İnönü’yü en iyi yine bir sağlık emekçisi, halen bu zor pandemi koşullarında aktif çalışan çocuk doktoru Burhan Topal anlatmış:

“Aramızdan ayrılışının yıldönümünde nasıl anlatılabilir? Hangi birini anlatabilirsin, anlatabiliriz?

Muharebe meydanlarını, yazdığı defterlerini, çektiği acı ve ıstırapları, isyan edenlere isyanlarını; entrikacılara karşı savaşlarını; demokratik rejim diye tükettiği ömrünü, kendi arkadaşları tarafından yaralandığını; ayağa kalkıp tekrar savaşa devam ettiğini; bindiği atları, yaptığı çivilemeleri, kurtardığı Topkapı hazinesini, takip ettiği klasik müzik konserlerini, savaşta teslim aldığı düşman kumandanlarını; barışta tuş ettiği İngiliz, Amerikan ve Rus devlet başkanlarını, Türkiye’ye çarpmak üzere olan Almanya’nın yönünü değiştirebilmesini… Daha neler neler.

Işıklar içinde yatsın. Seni anlayan, anlayabilenlere selam olsun.”
====================


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TÜRKİYE’DE SANATÇILAR, KÜLTÜR VE SANAT EMEKÇİLERİ

TÜRKİYE’DE SANATÇILAR, KÜLTÜR VE SANAT EMEKÇİLERİ

Image result for Refik Saydam

Refik Saydam
Aydınlık Gazetesi, 19.01.2020

KÜLTÜR ve sanat, bir ülkede yaşayan insanları ulus yapan en önemli değerler arasındadır. Ulusların aydınlık yüzüdür. Kültürün temel ögelerinden güzel sanatların toplumsal gelişmişlik düzeyi ve devrimlerin başarısı açısından anlamını büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk şu sözlerle vurgulamıştır:

  • “Güzel sanatlarda başarı, bütün devrimlerin başarıldığının en kesin kanıtıdır. Bunda başarılı olamayan milletlere ne yazıktır! Onlar, bütün başarılarına rağmen uygarlık alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima yoksun kalacaklardır.

MUSIKÎ MUALLİM MEKTEBİ

Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra 3 Mart 1924’te Üç Devrim Yasası yaşama geçirilirken Atatürk’ün gündeminde Müzik Devrimi de vardır. 1826’da kurulan Muzikayı Hûmayun’un devamı olan Saray Orkestrası 11 Mart 1924’te Ankara’ya getirilir, konserler verir. Orkestra, 27 Nisan’dan başlayarak “Riyaseti Cumhur Filarmoni Orkestrası” (Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) adını alarak Ankara’ya taşınır. Aynı günlerde Orkestra Şefi ve İstiklâl Marşı’nın bestecisi Osman Zeki Üngör’le görüşen Atatürk, nitelikli müzik eğitimcisi ve sanatçısı yetiştirecek bir okul açma kararı alır. Türkiye’de henüz (Harf Devrimi dahil) pek çok devrim yapılmadan, okullar açılmadan önce Cumhuriyet’in çağdaş müzik eğitiminin ve sanatının temellerini oluşturacak olan Musıkî Muallim Mektebi, 1 Kasım 1924’te Osman Zeki Üngör’ün yönetiminde Ankara’da açılır.

Bugünkü müzik eğitimcisi ve sanatçısı yetiştiren eğitim öğretim kurumlarımızın, devlet senfoni orkestralarımızın, opera, bale kuruluşlarımızın, korolarımızın, bandolarımızın, tiyatrolarımızın, yetişen eğitimci ve sanatçı birikimimizin temelinde Musıkî Muallim Mektebimiz ve onu izleyen öbür kurumlarımız vardır. Müzik ve sahne sanatlarımızın yanında plastik sanatlar, sinema sanatı, yazınsal sanatlar ve güzel sanatların öteki alanlarında da çok önemli kurumlar yaratılmış, gelişme sağlanmıştır. Devletin sanatla ve sanatçılarla ilgili görevleri Anayasal düzlemde ifadesini bulmuştur. Yürürlükteki Anayasamızın “Sanatın ve sanatçının korunması” başlıklı XII. Bölümünde bu alanla ilgili aşağıdaki hüküm yer alır:

  • Anayasa madde 64 Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır.”

Bu Anayasa maddesi, sanatın ve sanatçısın korunmasının yanında aynı zamanda halkın nitelikli sanatı yaşama hakkının devlet tarafından güvenceye alınmasının somut ifadesidir.

EMEKÇİLERİNİN ÖRGÜTLERİ

Devlet kurumlarında veya özel sanat kurumlarında ücretli olarak görev yapan sanatçılarımız ve kültür sanat emekçilerimiz, ülke nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan emekçi halkın bir parçasıdır. Geleceği, haklarının korunması ve kazanılması, hem kendi içinde örgütlenmesine hem de istemlerini emekçi halk ile ortaklaştırmasına ve dayanışmasına bağlıdır. Sanatçıların ve sanat emekçilerinin örgütlenmesinin önünde her bir sanat kurumunun bağlı olduğu yasalar, yönetmelikler, istihdam biçimleri, sendikaların işkolu sınıflaması vb. nedenlerden kaynaklanan önemli sorunlar vardır. Aynı türden sanat kurumlarında örneğin senfoni orkestralarında, bu orkestraların bağlı olduğu kurumlara (Kültür ve Turizm Bakanlığı, belediyeler, üniversiteler, özel kuruluşlar vb.) bağlı olarak; memur, sözleşmeli, işçi, öğretim üyesi sanatçı. geçici görevlendirme, konuk sanatçı vb. istihdam biçimleri vardır. Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı senfoni orkestraları, devlet opera ve baleleri, korolar, topluluklar, devlet tiyatrolarında kadrolu olarak görev yapan sanatçılar ve kültür sanat emekçileri; 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanununa göre “Kültür ve Sanat Hizmetleri İşkolu”nda kurulu bulunan kamu çalışanı sendikalarına üye olmaktadırlar.

Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının Temmuz 2019 İstatistiklerine göre bu işkolunda görev yapan 16.844 sanatçının ve kültür sanat emekçisinin %66.84’ü bir kamu çalışanı sendikasına üyedir. Kültür sanat çalışanlarının üye olduğu sendikalar arasında %32.94 oranla Kültür Memur Sen, %16.72 oranla Kültür Sanat Sen, % 14.40 oranla Türk Kültür Sanat Sen, % 1.25 oranla Kültür Sanat İş ve % 0.83 oranla öbür 4 sendika bulunmaktadır. İşçi kadrosuyla devlet kurumlarında veya özel kurumlarda görev yapan kültür sanat emekçileri de 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununa göre, “Ticaret, Büro, Eğitim ve Güzel Sanatlar İşkolu”nda kurulu bulunan sendikalara üye olabilmektedir. 2019 verilerine göre işkolundaki toplam 3 587 328 emekçinin ne kadarının güzel sanatlar alanında çalıştığı açıklanmamıştır.. Bu nedenle müzik, sinema, oyunculuk gibi yalnız güzel sanatlar alanında çalışan emekçileri örgütleyen sendikaların, 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 41. Maddesinde öngörülen “Kurulu bulunduğu işkolunda çalışan işçilerin en az % 1’inin üyesi bulunması şartı”nı yerine getirebilmesi olanaklı görülmemektedir. Sendikaların dışında dernekler, vakıflar, meslek birlikleri de sanatçıların ve kültür sanat emekçilerinin örgütlendiği kuruluşlar arasında yer almaktadır.

KURUMLARIN GERÇEK SAHİPLERİ

Cumhuriyetimizin özellikle kuruluş döneminde kültüre ve sanata verdiği öneme ve yukarıda vurgulanan Anayasa hükmüne karşın bugün sanat kurumlarımız hem sayıca yetersizdir hem de bu kurumlara yıllardır yeterli sayıda kadro istihdamı yapılmamıştır. Bu durum doğal olarak sanatsal gelişmenin ve sanatçı yetiştiren kurumlardan mezun olan gençlerin istihdamının önünde engel oluşturmaktadır. Siyasal iktidar bu sorunlarla ilgilenmek, halkın sanatı yaşama hakkını geliştirmek bir yana belirli aralıklarla ısıtıp gündeme getirdiği yasa taslaklarıyla sanatçıların var olan iş güvencelerini ortadan kaldırma, sanat kurumlarını devletin sorumluluğundan çıkararak adeta yok etme girişimlerinde bulunmuştur. Bu girişimler sanatçıların ve sanatsever örgütlerinin platformlar (AS: örgütler) kurarak yürüttüğü kitlesel mücadelelerle durdurulmuştur. 2004-2007 arasında yaklaşık 20 kuruluştan oluşan Kamu Kültür ve Sanat Platformu ile 2014-2017 arasında 35 kuruluşun girişimiyle yaratılan Türkiye Sanatçılar Hareketi, sanat kurumlarını tasfiye etmeye yönelen TÜSAK vb. yasa girişimlerini önleyebilmiştir.

Bugün de sanat kurumlarıyla ilgili yönetmelik ve “gerekli görülmesi halinde yeni Kanun ve Yönetmelik taslağı hazırlığı yapmak” gündemdedir. Bu konuyla ilgili olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü içinde oluşturulan bir komisyon çalışmalarını sürdürmektedir. Var olan yasaların, yönetmeliklerin günün gereksinimleri doğrultusunda gözden geçirilmesi, geliştirilmesi elbette düşünülebilir. Ancak burada öncelikle yapılması gereken, alanda görev yapan tüm sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin, sanat kurumlarının temsilcilerinin katılımlarını sağlamak olmalıdır. Yine aynı öncelikle Anayasa’nın 64. maddesi ve Cumhuriyetimizin hedefleri doğrultusunda 657 sayılı yasada ve özel yasalarda var olan haklardan, özellikle iş güvencesi hakkından asla geri adım atılmamalıdır.

Kültür ve sanata ayrılan bütçe artırılmalı, özellikle büyük kentlere açılacak yeni sanat kurumlarıyla, yaratılacak yeni istihdamlarla kültür ve sanatın gelişmesinin önü açılmalıdır. Bu konuda öncelikle 2002 öncesinde Sayın Hüseyin Akbulut’un Müsteşar yardımcılığı döneminde açılma kararı ve kadroları verilen Gaziantep, Van ve Sivas Devlet operaları, daha çok bekletilmeden hizmete açılmalıdır. 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde bir üretim devriminin eşiğine gelmiş bulunan ve Cumhuriyetimizin; yarattığı çok önemli bir kültür ve sanat birikimine sahip olan Türkiye’ye yakışan da bu olacaktır.

https://www.aydinlik.com.tr/turkiye-de-sanatcilar-kultur-ve-sanat-emekcileri-refik-saydam-kose-yazilari-ocak-2020

Yeni Yıla Girerken Kültür – Sanat Yaşantımız Ne Durumda?

Dostlar;

Sayın Hüseyin Akbulut keman sanatçıcı ve Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı yapmş bir kültür – sanat üst düzey yöneticisi, kıdemli bir T.C. yurttaşıdır. Bu sitede daha önce, hepsi de birbirinden öğretici ve düşündürücü 4 yazısına ve bir de kitap yanıtımına yer vermiştik.. (Daha fazlasını aşağıdaki kitapta bulabilirsiniz..)

Turkiye'nin_Kultur_ve_Sanat_Siyaseti

 

 

 

 

 

Aşağıdaki yazı da öyle..
Bir sanat – kültür adamının, aydın bir Cumhuriyet yurttaşının deyim yerinde ize feryadıdır, çığlığıdır.

Sn. Akbulut, tüm Türkiye’yi uyarmak istemektedir, alarm çanları çalmaktadır.

Biz de apaçık uyaralım               :

  • AKP, bilerek ve isteyerek Cumhuriyetin sanat – kültür temelini çöketmek stemektedir!
  • Çünkü kurmak istediği Anadolu Federe İslam Devleti için gereksinim duyduğu “mürit” tir; Cumhuriyetin sanat – kültür -bilim kurumlarının yetiştirdiği aydın yurttaş değil!

Bu bağlamda AKP’nin Cumhuriyet’e, başlattığı tehlikeli satrançta “Şah” dediği bile savlanabilir.

Bu bağlamda AKP iktidarını bu tehlikeli oyundan geri çekilmeye ve

“Türkiye Sanat Kurumu ile Sanatın Desteklenmesi Kanun Tasarısı” (TÜSAK) nı hemen geri çekmeye çağırıyoruz.

AKP’nin bunu kendiliğinden yapacağını umacak denli saf da değiliz.

Tolumsal direnişi bu hatta da örmek zorundayız..

Sayın Akbulut bu savaşımı ile bize kadim Melih Cevdet Anday’ın “Uyuyamayacaksın..” şiirini çağrıştırdı..

Uyuyamayaksin_Melih_Cevdet_Anday

Sayın Akbulut “uyumuyor”, “Uyuyamıyor..”

Bir sis çanı gibi gecenin karanlığında

Sade, vakur, metin, dirneç ve onurla “çalıyor”..

Ya Türkiye??

Sevgi ve saygı ile.
02.01.14, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================

Yeni Yıla Girerken
Kültür – Sanat Yaşantımız Ne Durumda?

portresi
Hüseyin Akbulut
ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi

 

 

Yeni bir yıla girerken kültür ve sanat alanımızı irdeleyen bir yazıyı iki, üç sayfalık bir makaleye sığdırmak kolay değildir. Çünkü söz konusu bu alan yaşantımızın tümüdür, ürettiğimiz her şeydir.

Buna, bir de ülkenin içinden geçtiği ve her şeyin tersine çevrildiği bugünkü süreci eklersek durumun zorluğu daha da anlaşılır.

Ancak biz yine de düşüncemizi özetle ve belli spotlarla aktaralım. Kuşkusuz bunu yaparken de öncelikle yaşamsal değerdeki alanın önemini veCcumhuriyetin gerçekleştirdiği “devrimi” ortaya koyarak, sonunda da günümüzdeki yıkımı aktaralım.

Başlık “kültür ve sanat” olunca, konu daha da önem kazanıyor. Kültür; sanıldığı gibi yaşantımızı dekore eden, günlük haftalık işlerimizden sonra gereksinim duyup başvuracağımız bir nesne (obje) de değildir, insan ve toplum için merkezi bir alandır.

  • Kültür; biz nasıl bir insan olacağız,
    nasıl bir ülke olacağız, nasıl bir toplum inşa edeceğiz sorunudur.

Konunun öbür önemli yanı, kültürün ulusal kimliğin ve birliğin oluşumunda başta gelen etmen olduğu geçeğidir. Her toplum sahip olduğu kültür değerleriyle kimlik kazanır ve ancak bu ortak değerler paylaşılınca toplumsal birlik sağlanabilir. Şimdi yaşandığı gibi Cumhuriyet kültürümüze yönelik bu saldırılarla ortak kültürümüz ortadan kaldırılarak toplumun kimliği ve birliği yok edilince, konunun yaşamsal değeri daha da açıklıkla
gün yüzüne çıktı.

Cumhuriyet, bu gerçeklerle kültür – sanat alanına olağanüstü bir duyarlılıkla yaklaşmış, alana olağanüstü önem vermiştir. Cumhuriyetin kuruluşunda yeni bir toplum
inşa ederken de, işe her şeyden de önce kültür – sanat atılımıyla başlanmıştır.

  • Cumhuriyet bu yönüyle büyük bir “kültür devrimi” gerçekleştirmiştir. 

Yeni bir toplum inşa etmekten söz etmişken, kültür tarihimizin öbür toplumların tarihlerine benzemeyen niteliğinden söz etmek gerekiyor.

Özgün ve katmanlı bir kültüre sahibiz.

Uzun bir tarihsel yürüyüşümüz vardır. Bu yürüyüş aşamalarında yarattığımız ve etkilendiğimiz sayısız kültürler vardır. Orta Asya’da yarattığımız kültürler ve orada etkilendiğimiz Çin ve Hint kültürleri, İslam dini ile aldığımız İslam kültürü ile etkilendiğimiz Arap, Fars kültürleri, Anadolu’ya yerleşirken karşımızda bulduğumuz
yerel Anadolu kültürleri ile Avrupa diye adlandırdığımız Batı kültürü…

Bu uzun tarihsel yürüyüşümüz ve katmanlı kültürümüz gerçeğiyle de öz yitmiştir.
Bu nedenle, Cumhuriyetin kuruluşundaki kültür anlayışı; yitirilen “özü arayış”, “
öz”den yola çıkarak “çağdaşlaşmayı” öngören bir kültür anlayışı olmuştur.

Cumhuriyet; Arap Abecesi yerine yeni Türk Abecesini alırken, Türk Dili’ni Arap ve Fars dillerinin etkisinden kurtararak arı Türk Diline yönelirken, dini – inancı hurafelerden, Arap ve Acem kültüründen kurtarmak için Kuran’ın Türkçe tercümesini yaptırırken,
Türk Tarihi üzerindeki çalışmalarıyla da sürekli bir biçimde yitirilen özü aramış,
öze ve kaynağa dönmeyi amaçlamıştır.

Bu kültür anlayışında; özellikle vurgulamak istediğim 4 ana başlık bulunmaktadır :

1. Bunlardan birincisi ‘öz’ü arayış ve ‘öz”e dönüş’ anlayışıdır.

2. İkincisi; özden yola çıkarak “çağdaşlaşma, çağın üzerine çıkma” anlayışıdır. Bu kavram uygarlığın gelişimine kayıtsız kalmayı değil, ona katılmayı, ondan feyiz almayı ve onu geliştirerek, çağdaşlaşarak ilerlemeyi tarif etmektedir.

3. Üçüncüsü; kültür- sanat alanında “kurumlaşmaya” olağanüstü önem verme yaklaşımıdır.

4. Dördüncüsü ise bu kurumlaşmayı; üniversitenin kurulması, demiryollarının inşası, demir – çelik sanayisinin kurulması, sanatın kurumsallaşması, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi vb. anlayışı ile birlikte gerçekleştirmeye çalışan
“bütüncül bakış” anlayışıdır.

Cumhuriyet; kuruluş tarihi 1923’ten başlayarak kültür ve sanat alanında hızlı ve yoğun bir kurumlaşmaya sahne olmuştur.

Türk Dil Kurumu,
Türk Tarih Kurumu,
Musiki Muallim Mektebi,
Üniversite,
Konservatuar,
Halkevleri,
Köy Enstitüleri,
Devlet Tiyatroları,
Devlet Operası,
Devlet Balesi,
Senfoni Orkestrası…

gibi kültür – sanat alanındaki hızlı ve yoğun kurumlaşma atılımı, bu anlayışın
ve Cumhuriyetin kültür temeli üzerinde yükseldiğinin en belirgin ölçütüdür.

  • Atılımlar içinde; kültürün yaratıcı çalışmalar bütünü “sanat”a verilen değer
    dikkat çekicidir.

Kuruluşundan 6 ay sonra Ankara’ya getirilerek yüce makama bağlanan bugünkü Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası saltanattan alınan tek kurumdur
(Mızıkayı Hümayun)..

  • Musiki Muallim Mektebi Cumhuriyetin 1924’te kurduğu ilk yüksek okuldur. 

Yaratıcı, icracı sanatçı yetiştirmede yetersiz kalınınca 1934’te Milli Musiki ve
Temsil Akademisine yöneliş, İlk Türk Operası Öz Soy’un icrasında yaşanan yetersizlik üzerine 1936’da Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kuruluşu ve Konservatuvar kaynağından tiyatronun, operanın, balenin doğuşu sanata verilen değerin örnekleridir.

  • Cumhuriyeti kuranlar;
    sanatı toplumsal değişmenin,
    gelişmenin ve ilerlemenin vazgeçilmez etmeni olarak düşündüler.

Bu kültür anlayışıyla ve kurumlaşmayla da “uluslaşmanın” ve “laik – çağdaş toplumu yaratmanın” yolu açılmıştır. Laikliğe yol açan bu Aydınlanma anlayışı 1937’de
Anayasa’ya girse de, çok daha önce 1926 yılında yürürlüğe konan ve yaşamı doğumdan ölüme dek miras hukukunu da düzenlediği için ölüm sonrasını da düzenleyen
Yurttaşlık Yasası”nda (AS: Meceller  yerine Türk Kanun-u Medenisi,
4 Ekim 1926) tanımını bulmuştur.

Konuya o denli önem verilmiştir ki, Atatürk 9 Mart 1935’te partinin dördüncü kurultayında yaptığı konuşmada, gerçekleştirilen kültür devrimini, cumhuriyetin
“varlık nedeni” görüyor:

  • “Geçen kurultaydan bugüne başardığımız işler; Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal çehresini kesin çizgileriyle ortaya çıkarmıştır. Yeni harfleri,
    ulusal tarihi, öz dili, güzel sanatlar, bilim; müzik ve teknik kurumlarıyla kadını erkeği her hakta eşit, modern Türk sosyetesi bu son yılların eseridir. Türk Ulusu, ancak varlığını derin ve sağlam kültür sınırları ile çevreledikten sonradır ki, onun yüksek kapasitesi ve erdemi uluslar arasında tanınır.”
    diyordu.

Kısa zamanda Ankara’da yoğunlaşarak süren bu kültür – sanat hareketi,
ilerleyen zamanla ne ne yazık ki aynı hızla sürdürülemedi ve giderek bir karşı harekete dönüştürüldü. Aslında kültür başkenti Ankara’da başlatılan bu hareket,
yeniden inşa edilen Türkiye’ye örnek olmak üzere gerçekleştirilmekteydi.

Türkiye, bugün 5–6 il merkeziyle sınırlı bir kültür – sanat yaşamına mahkûm edilmiştir.

İlçelerimizi, köylerimizi biryana bırakalım, geride kalan yaşamdan kopartılmış 70’i aşkın il merkezimiz bile çağdaş kültür – sanat yapılanmasından yoksundur.
Oysa Cumhuriyet; kasabalarda bile kültürel çalışmaları içinde barındıran
4710 Halkevi ve Halkodası açmıştı.

  • 90 yıl sonra, 2014 yılına girerken, büyük emeklerle yaratılan kültür – sanat yaşantımızın yok edildiği bir süreci yaşıyoruz.

– Cumhuriyete ve kurucularına yöneltilen akıl almaz saldırılar,
– Uulusal bayramlara getirilen utanç verici yasaklar,
– Her gün karalanan ve unutturulmaya, yok edilmeye çalışılan tarihimiz,
– Siyasallaştırılan din ve inanç sistemi ve
– 4+4+4 gerici medrese eğitimiyle, dine ve etnik yapıya dayalı bir Ortadoğu devleti, bir Ortaçağ toplumu yaratılmak istenmektedir.

Kuşkusuz bu saldırıdan sanat alanı da payını almaktadır.

Yaşanan bu süreci, “Tturizm”e eklenen “Kültür Bakanlığı” anlayışıyla, yıkılmasına
karar verilen Atatürk Kültür Merkezi örnekleriyle, Mehmet Aksoy’un “İnsanlık Anıtı”na yapılan utanç verici saldırıyla, yayınlanmamış kitabı toplayan iktidarın sanat anlayışı örnekleriyle çoğaltabiliriz.

Günümüzün iktidarı, hazırladığı Türkiye Sanat Kurumu “TÜSAK” yasa tasarısıyla ülkenin sanat varlığını; tiyatroyu, operayı, baleyi, orkestrayı, geleneksel koroları,
güzel sanatları kapatabilme eylemine dek vardırmıştır.

  • Cumhuriyeti yıkmak için onun üstünde yükseldiği kültürü ve sanatı
    ortadan kaldırılmaktadır.

Bu yıkımla ulusal ortak tarihimiz, dil birliğimiz, ortak inanç sistemimiz, bizi çağa taşıyan bilim ve sanatımız yok edilerek; kimliğimiz, birliğimiz ve geleceğimiz yok edilmektedir.

Yaşanan süreci birkaç örnekle ortaya koyalım:

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin işbaşına geldikten sonra, bu alanda kurumsal anlamda attığı ilk köklü adım, Kültür Bakanlığı’nı kapatıp, bu alanı turizme eklemek olmuştur.

Bağımsız Kültür Bakanlığının kapatılması tam anlamıyla bir darbedir.

Doğu ve Batı olarak adlandırılan tüm kültürlerin kesiştiği bu coğrafyada,
dünyanın en zengin ve katmanlı kültürüne sahibiz. Bu gerçeklikle dünyada
Kültür Bakanlığı’nı özenle ve önemle yapılandıracak birkaç ülke varsa,
bunlardan birincisinin Türkiye olması gerekirken, kültür ve sanatı ortadan kaldırmak için bu alan kapatılmıştır.

Kültür ve sanat alanını turizm ile birleştirmek ise büyük yanlıştır.

Çünkü kültür de, turizm de yürütmede bağdaşmaz iki alandır.
Birisi sanat, öbürü ticarettir. Birisi duygu ve düşünce dünyamızdır; öbürü maddedir, paradır. Birisi korumacılıktır, öbüründe ise korunacak yere bile tesis yapmaktır.

Bu nedenlerle bağdaşmaz iki alandır. Bu işleyişle Bakanlık, kültür ve sanatı
görev alanından çıkartmıştır.

Bu dönemde kültür – sanata indirilen darbenin başka bir örneği,
İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’ni (AKM) yıkma kararı ve bu alanda yaşanan faciadır:

Atatürk Kültür Merkezi (AKM); 1 Haziran 2008 tarihinde kapatılmıştır.
Kapatma kararı ile birlikte AKM’ de görev yapan tüm sanat kurumları; sanatçıları ve çalışanları ile birlikte adeta sokağa bırakılmıştır. Dahası, Türkiye’nin en büyük kentinin ana arterinde sergilenen kültür sanat etkinliklerini izleyen, her yıl yaklaşık bir milyon insan kültür- sanat yaşamından uzaklaştırılmıştır.

Tam da bu dönemde, Türkiye’nin kültür sanat alanı daha da büyük bir yıkıma sahne oldu ve sıra Ankara’daki AKM’ yi yok etmeye geldi!

Yıkım; TBMM’ye sunulan “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanuna” sıkıştırılan bir iki madde eliyle gerçekleştirilmektedir.

AKP’nin çıkarttığı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanunu” ile ülkenin tüm alanları, kültür ve tabiat varlıkları ile yasanın gerekçesiyle hiçbir ilgisi yokken Ankara Atatürk Kültür Merkezi alanı da temizlenerek Şehircilik Bakanlığı’na,
TOKİ’ye ve Büyükşehir Belediyesi’ne sunulmaktadır.

2013 yılının Mayıs ayı ortalarında icra sanatları bağlamında, günümüze dek eşi görülmemiş bir yasal düzenleme daha ortaya çıktı. Müzik ve sahne sanatları alanında bugüne dek yarattığımız tüm sanat varlığımızı ortadan kaldıracak bu yeni yasa taslağı,

  • “Türkiye Sanat Kurumu ile Sanatın Desteklenmesi Kanun Tasarısı” (TÜSAK) başlığını taşıyor.

Türkiye Sanat Kurumu Yasa Tasarısı (TÜSAK); sanat alanı bağlamında, Cumhuriyet tarihimiz süresince gündeme getirilebilen en korkunç, en ağır bir düzenlemedir.

Gündeme getirilebilmesi bile cesaret isteyen bir tasfiye tasarısıdır.
Tiyatroyu, orkestrayı, operayı, baleyi, koroları, güzel sanatları ortadan kaldıran tasarı yasalaşırsa, olay

  • “Cumhuriyetin Kültür ve Sanat Devrimi”ni ortadan kaldırmak,
    Cumhuriyet öncesine dönmek anlamındadır.

Olay, yakın zamanda Afganistan’da yaşanan çağdışı anlayışı ve bu anlayışı anımsattı. Dünya kültür mirası antik anıtları bombalarla, toplarla yıkan Taliban iktidardan indirilince, radyolarda ilk kez müzik yayını başlamıştı. Bilindiği gibi, Taliban ülkede müzik yayınını da yasaklamıştı. Çünkü müzik Dünyalı yapar, insan yapar.

Kültür – sanat alanındaki bu yıkımı, bir de kamunun bu yaşamsal alana ayırdığı bütçe verileriyle, dünya ve Türkiye örnekleriyle ortaya koyarsak, alana verilen değer ve
kültürel yıkım daha da anlaşılır:

2011 yılında Almanya’nın kültür hizmetlerine ayırdığı bütçe 8,3 milyar Euro, Fransa’nın 12 milyar, İtalya’nın 6,7 milyar, İspanya’nın 5,1 milyar, İngiltere’nin 8,8 milyar Euro dur. Bu rakamlar; Almanya’nın kültür harcamaları için kişi başına 101 Euro, Fransa’nın 197 Euro, İtalya’nın 112 Euro, İspanya’nın 119 Euro, İngiltere’nin 143 Euro kamu kaynağı harcama ayırdığını ortaya koyuyor.

Türkiye’de durum nasıldır? 2012 yılının Kültür ve Turizm adındaki 2 bakanlığın bütçesi
1 510 066 000 TL, yani yaklaşık 690 milyon Euro’dur. Kısaca Türkiye kültür ve turizm gibi iki alan için kişi başına yalnızca 9 Euro’dan da az kaynak ayırıyor.
Yıkımı anlamak için başka bir örnek gerekir mi?

2014’e girerken Türkiye siyasetinde ortaya çıkan geçek gün gibi ortadadır.
Kültür ve sanat alanına yapılan saldırılarla, hazırlanan yasa tasarıları ve tasfiyeyi öngören düzenlemelerle, günümüzün siyasal iktidarı cumhuriyet kültürünü yok ederek;
kültürsüz ve sanatsız bir Türkiye yaratmak, çağdaş Cumhuriyeti ortadan kaldırmak istemektedir.

10 Bin Kişilik Japon Korosu ve Çağrışımları

Dostlar,

Hava kurşun gibi ağır..
İçimiz yanıyor ülkemizi kuşatan sorunlara..
CHP’nin Tandoğan eylemi bir toplumsal uyanış kıvılcımı olabilir.
27 Mart 2012 Salı günü öğlen saatlerinde Tandoğan’da olmak gerek.. Şafak, örgütlü ve azimli, özveril, akıllı çabalarımızla mutlaka sökecek..

Biraz nefes alma adına bir sanat yazısı yamak istedim.
İlgi ve bilginize sunuyorum. 25.3.12, Ankara

Sevgi ve saygı ile.

****************

10 Bin Kişilik Japon Korosu ve Çağrışımları..

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı

www.facebook.com/profsaltik
profsaltik@gmail.com, 25.3.12

“Sanatsız kalmış bir ulusun,
yaşam damarlarından biri kopmuş demektir.”

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

GEREKÇE :
Bu yazı, Ülkemizin ve dünyanın bunaltan gündeminde bir nefes almak ve güç toplamak için yazılmıştır.

Görkemli bir orkestra ve konser..

Bu tür bir etkinliğin, o ulusun dünya ölçeğinde bir iddiası olmak anlamına geleceğini düşünüyorum önce..

Japon ulusunun özgüvenine, takım olma bilincine ne çok katkı verdiği / vereceği düşüncesi de üşüşüyor hemen usuma.

Ve de 2011’in yıl sonu Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) konseri geliyor gözümün önüne..:
Mekan : ARENA..
Fiyasko adından başlıyor..
Gladyatörleri mi birbirine boğazlatacağız, ya da aslanlara yem mi edeceğiz?
Çok sesli müzik mi icra edeceğiz? Yaratcılığımız bu denli mi dumura uğradı?

Neden Ulusal Konser Salonu (Londra, “National Concert Hall”, “Houston Concert Hall”.. gibi)
anlamlı bir adı olmaz ??

Cumhurbaşkanlığı makamındaki yüksek zat ne yapar? Kendi adını taşıyan, “yüksek himayelerinde!”
CSO’na yaraşır bir salon neden yapılmaz?

Eski salon küçük, yetersiz teknik olarak..

Oysa kollektif söylenen müzik yapıtları, spor ve öbür sanat etkinliklerinin o kitlelere ve izleyen ulus üyelerine neler kazandırdığını kavramak için uzman olmak gerekmiyor..

Konseri bilgisayar ekranımdan izliyorum.. En küçük bir detonaj yakalayamıyorum. Crecendo ve decrecendoları şef ve 10 bin kişilik sanırım dünyanın en büyük korosu bu denli mi ustalıkla götürür. Üstelik crecendo ve decrecendoların periyodisitesi sık ama çok da regüler değil.

Dahası, ritm çok hızlı, soprano ve tenorlar sanırım 5-6 oktava dek çıkıyorlar, salon da!..

Salonun akustiği -ses mühendisliği- de şu anda duyduğum alkışların önemli bölümünü hak ediyor.

Alman şair Friedrich von Schiller’in ne yazdığını anlayamıyorum ama Ludwig von Beethoven’ın bu sözleri bestelemeye değer bulması yeterli bir ölçüt içeriğin coşkusu bakımından..
9. senfoninin 4. bölümünü hiç böyle keyifle izlememiştim (dinlemek demiyorum..).

Ritmik, tınısal ve ezgisel -içeriği anlamamakla birlikte- üçlü, kompozisyonun başarımını (performansını) doruğa taşıyor.

(Bu arada, Schiller’in bestlenen söz konusu SEVİNÇ TÜRKÜSÜ başlıklı şiirinin Türkçemize Selahattin Eyuboğlu tarafından yapılan çevirisini bir dostumuz gönderiyor; şimdi konseri izlemek daha da anlamlı oluyor; aşağıda bu çeviriyi sunuyorum….)

Şiirde / bestede bir nakarat çok dikkati çekiyor ve çok anlamlı.. Japonların ağzına da yakışıyor
doğrusu..

Kardeş oluverir bütün insanlar..
Milyonlarca insan, kucaklayın birbirinizi,

* * * *

“Süngülerle, silahlarla ve kanla kazandığımız
askeri zaferlerden sonra, kültür, bilim, fen ve ekonomi alanlarında da zaferler kazanmaya devam edeceğiz.”

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Bize gelince; Ahmet Adnan Saygun’un oratoryosunu, -üstelik “Yunus Emre” adlı- bile halkımıza tanıtamadık, sevdiremedik. Birlikte şarkı söyleyen bir toplum, şiddeti unutur, takımın uyumlu ögesi (elemanı) olur.

“Biz” leşir “ben”leşmek yerine. Çoğulculuğu, -çoğunlukçuluğu ve çoğunluk baskısını değil- demokrasiyi öğrenir.

Çok sesli müziği, koroları, takım sporlarını ve etkinliklerini bilinçle işlemeliyiz.. Sözel içeriklerle, koreografik ögelerle, ezgilerle… ulusumuza pek çok olumlu davranış kazandırabiliriz..

Bu bağlamda, Büyük ATATÜRK’ün;

“Yurtta Barış, Dünyada Barış” özleminin ve hedefinin araçlarından biri idi 1932’de açılan Ankara Devlet Opera ve Balesi..

Dünya başkenti olmaya aday İstanbul’da AKM kaç yıldır kapalı??! Niçin ??

Yine bu bağlamda, Köy Enstitülerinde, o inanılmaz kıt olanaklarla, neden herkesin bir müzik aracını çalmayı öğrenmeye güdülenmelerini de, çok mütevazi korolarını da daha iyi değerlendirebiliyorum..

Uzatmayayım, kapitalizmin, özellikle “Jewish Society” nin kendi sanatçılarını, sporcularını, yazarlarını, bilimcilerini.. şaşılası bir ustalıkla pazarlama başarılarını da göz ardı edemiyorum.

Son not; MÜZED’in (Müzik Eğitimcileri Derneği) konuğu olarak,

HALK SAĞLIĞI AÇISINDAN MÜZİK EĞİTİMİ ve
SANATIN ÖNEMİ..

başlıklı bir konferansım olacak 2 Nisan 2012 Pazartesi günü.. (Gazi Eğitim Fakültesi konser salonu, 15:30…)

Bir de, 4 yıl önce yazdığım bir makalemi çağrıştırdım..
(www.ahmetsaltik.com’da yayımlanmıştı ama o site artık yok..)
Facebook sitemde ayrı bir yazı ile onu da paylaşmak isterim..
(Bu sitede sözcük sayısı sınırlı bir dosyada.. )

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en temel uyarılarındandır;

“Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temeli Kültürdür..”

Gerçekten öyle olmalıdır.

* * * * * * * *

Alman şair J. C. Friedrich von Schiller’in
“ODE AN DIE FREUDE“ özgün adlı şiirinin çevirisi:

SEVİNÇ TÜRKÜSÜ

Sevinç, güzelim kıvılcımı tanrıların,
Cennetin kızı,
Yanıp tutuşarak coşkunluktan
Giriyoruz göklerdeki tapınağına senin.
Büyülerin birleştiriyor yeniden
Zamanın kıyasıya ayırdıklarını:
Temiz kanatlarının süzüldüğü, her yerde
Kardeş oluverir bütün insanlar.
Kim ermişse yüce mutluluğuna
Bir dost ile dost olmanın,
Kim kazanmışsa yüreğini bir soylu kadının,
Evet, kim bu yeryüzünde,
Bir cana canım diyebilmişse,
Gelsin katılsın sevincimize!
Ama kim tadamamışsa bunu ömründe,
Çekilsin gitsin aramızdan ağlayarak.

Bütün varlıklar içer sevinci
Doğanın memelerinden,
Bütün iyiler, bütün kötüler
Yürür, güller serpili yolunda sevincin.
Öpüşleri verdi, asmayı verdi bize;
Ölesiye bağlı bir dost verdi
Şehveti en küçük solucana da verdi,
Kerubi de verdi önüne Tanrı’nın.
Sevinçle nasıl uçar güneşler
Engin ovasında göklerin;
Koşun yolunuza kardeşler sevine sevine,
Zafere koşan yiğitler gibi!
Sevinç, güzelim kıvılcımı tanrıların,
Cennetin kızı,
Yanıp tutuşarak coşkunluktan
Giriyoruz göklerdeki yurduna senin.
Büyülerin birleştiriyor yeniden
Zamanın kıyasıya ayırdıklarını;
Temiz kanatlarının süzüldüğü her yerde

Kardeş oluverir bütün insanlar.

Milyonlarca insan, kucaklayın birbirinizi,

Bütün dünyayı sarsın öpüşmeniz;
Kardeşler, yıldızlı kubbenin üstünde
İyi yürekli bir baba otursa gerek.
Yerlere kapanmıyor mu milyonlarca varlık?
Koca dünya, sezinliyor musun Yaradanı?
Yıldızlı kubbenin üstünde ara onu,
Yıldızların ötesinde, konağı orda olsa gerek.

Milyonlarca insan, kucaklayın birbirinizi,

Bütün dünyayı sarsın öpüşmeniz.
Sevinç, güzelim kıvılcımı tanrıların,
Cennetin kızı,
Yanıp tutuşarak coşkunluktan
Giriyoruz göklerdeki yurduna senin.
Yerlere kapanmıyor mu milyonlarca varlık?
Koca dünya, sezinliyor musun Yaradanı?
Yıldızlı kubbenin üstünde ara onu.
Kardeşler! Kardeşler!
Yıldızlı kubbenin üstünde
İyi yürekli bir baba otursa gerek.

Sevinç, cennetin kızı,
Büyülerin birleştiriyor yeniden
Zamanın kıyasıya ayırdıklarım;
Temiz kanatlarının süzüldüğü her yerde
Kardeş oluverir bütün insanlar.

Milyonlarca insan kucaklayın birbirinizi,

Bütün dünyayı sarsın öpüşmeniz;
Kardeşler, yıldızlı kubbenin üstünde
İyi yürekli bir baba otursa gerek.
Kucaklayın birbirinizi,
Bütün dünyayı sarsın öpüşmeniz.
Sevinç, güzelim kıvılcımı tanrıların.
Cennetin kızı.
Sevinç güzelim kıvılcımı tanrıların.

Çev. Sabahattin Eyüboğlu