Etiket arşivi: Cenevre Sözleşmesi

Türkiye’nin düzensiz göçmen sorunu: Afganlar

Cumhuriyet, 11 Mayıs 2022

Bilindiği üzere ülkemiz son zamanlarda hızlanarak artan Afgan göçü ile birlikte büyük bir düzensiz göç sorunuyla karşı karşıya.

Afganistan’da 1990’lardan bu yana süregelen çatışmalar ve bunun sonucunda ortaya çıkan iç karışıklık 2000’lerin başından itibaren (bu yana) bölgede yaşayan Afganların ülkelerini terk etmesine yol açtı. 2001’de Amerika’nın El Kaide’yle mücadeleyi bahane ederek Afganistan’a müdahale etmesi sonrası ülkeden göç edenlerin sayısı artarak devam etmiş, 2021’de Taliban’ın Afganistan’da egemenliğini ilan etmesi sonucu doruk noktasına ulaşmıştır. Afganlar bu süreçte Pakistan ve İran başta olmak üzere Türkiye, Tacikistan, Özbekistan gibi ülkelere göç etmiştir ve bu göç günümüzde de sürmektedir.

HUKUKSAL DURUM

Türkiye özellikle Suriye iç savaşının başlangıcıyla birlikte (2011) büyük bir sığınmacı problemiyle karşılaşmış, bu süreçte Suriye’den Türkiye’ye daha önce benzeri görülmemiş büyüklükte bir göç gerçekleşmiştir. Göç İdaresi Başkanlığı tarafından 21 Nisan 2022’de açıklanan verilere göre Türkiye’de kayıt altına alınmış geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı toplam 3.7 milyon-dur. Bu kişiler, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 91. maddesi ve Geçici Koruma Yönetmeliği gereğince “Geçici koruma statüsündedir”.

Bu statü, YUKK’nin 91. maddesine göre kitlesel olarak Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına gelen ve uluslararası koruma talebi bireysel olarak değerlendirmeye alınamayan yabancıların uluslararası koruma ihtiyacının sağlanması için acil çözümler bulmak üzere geliştirilen korumayı ifade etmektedir. Bu düzenleme, Suriyelilerin durumu özelinde uluslararası hukuktan bağımsız olarak oluşturulmuş bir iç hukuk düzenlemesidir. Bu düzenlemeyle Suriyeli sığınmacılar kayıt altına alınmış ve kendilerine geçici bir kimlik kartı verilmiştir.

Afganistan’dan ülkemize gelenlerin durumu ise Suriyeli sığınmacılardan farklıdır. Bu kişilerin büyük bölümü kayıt dışı ve hukuki statüsü bulunmayan düzensiz (kaçak) göçmenlerdir ve bu kişiler için uluslararası koruma süreci başlatılması da hukuken mümkün değildir.

‘KAÇAK GİRİŞ’

Bunun sebebi Türkiye’nin taraf olduğu Cenevre Sözleşmesi ve YUKK’de bulunan düzenlemelerdir. YUKK’nin 74. maddesi,

“Başvuru sahibinin, sözleşmeye uygun korumayla sonuçlanabilecek bir uluslararası koruma başvurusu yaptığı veya başvurma imkânının olduğu güvenli üçüncü bir ülkeden geldiğinin ortaya çıkması durumunda başvuru kabul edilemez olarak değerlendirilir ve güvenli üçüncü ülkeye gönderilmesi için işlemler başlatılır” demektedir.

Afganistan’dan gelenler Türkiye’ye gelmek için yine Cenevre Sözleşmesi’ne taraf ülkelerden olan İran’dan geçmekte ve buradan Türkiye’ye varmaktadır. Dolayısıyla bu kişilerin İran’da uluslararası korumaya başvurma imkânı (olanağı) bulunmaktayken bu sürecin işletilmeden Türkiye’ye giriş yapmaları “kaçak giriştir”. Türkiye’nin, sınırlarından kaçak giren bu kişiler için uygulayabileceği bir koruma statüsü bulunmamakla birlikte, YUKK’nin 74. maddesi bu durumda uygulanması gereken hukuksal işlemi açıkça göstermektedir.

SINIR DIŞI EDİLMELİLER

  • Türkiye’de Afganistan’dan gelerek ülkeye kaçak giriş yapan yaklaşık 1 milyon düzensiz göçmenin bulunduğu tahmin edilmekte ve bu sayı giderek artmaktadır.

Bu aşamada, tehlikenin başka bir boyutuna dikkat çekmek için Afganistan’dan gelen kişilerin, Suriye’den gelen sığınmacılardan farklı olarak geçmişte ülkesinde savaşmış olan savaşçılar olduklarını ve daha siyasi nedenlerle Afganistan’dan kaçtıklarını belirtmekte fayda var. Bu durum ülkemiz için hem bugünümüzü hem de yarınımızı tehdit eden büyük bir güvenlik sorunudur.

Bütün bunlar göz önüne alındığında;
– sınırlarımızdaki kaçak göçmen geçişine karşı bir an önce gereken tedbirler alınmalı ve
– ülkemize kaçak giriş yapanlar için YUKK’nin 74. maddesi işletilerek bu kişiler sınır dışı edilmelidir!

AV. ARİF ANIL ÖZTÜRK

DİSK: Mültecileri ticari meta haline getirmek insani bir yaklaşım değildir

DİSK

DİSK:
Mültecileri ticari meta haline getirmek insani bir yaklaşım değildir

Devrimci İşçi Sendikaları Federasyonu (DİSK), Türkiye’nin sığınmacılar için sınır kapılarını açmasının ardından yaşanan insani krizle ilgili “AB ve hükümet, mültecileri siyasi ve ekonomik pazarlık konusu yapmaktan vazgeçmeli.” dedi.

DİSK, yaptığı yazılı açıklamada sınırlara akın eden göçmenlerin yaşadığı zorluklara dikkat çekerek,

  • “AB ile Türkiye arasında yapılan anlaşma ve pazarlıklar mültecilerin insan olduğunu yok sayan, bir meta olarak gören zihniyetin ürünüdür.” ifadesini kullandı.

DİSK’in açıklaması şöyle: 

“Bu manzaranın sorumlusu elbette ki öncelikle bölgedeki nüfuz alanlarını genişletmek için iç savaşları kışkırtan emperyalist güçler ve onların işbirlikçileridir. Bölgede savaş politikalarından, akan kandan, yakılan yıkılan kentlerden, ülkelerden güç devşiren her kim varsa, burada yaşanan trajedinin sorumlusudur.

Mültecilerin yaşadığı büyük insani krizin en esaslı çözümü, emperyalizmin bölen-parçalayan politikalarını boşa çıkararak, bölge halklarının bir arada, barış içinde, kardeşçe yaşaması için çaba harcamaktan geçmektedir.

‘İNSANLIK TARİHİNDE KAPKARA LEKE’

Öte yandan, varolan savaş ve çatışma durumu sürerken yaşananlar, insanlık tarihinde kapkara bir leke olarak geçmiştir.

  • Öncelikle, mülteciler savaştan kaçan ve uluslararası korumaya ihtiyaç duyan insanlardır.

Dünyanın büyük bölümünün bir iki kuşaklık soy ağacında savaşlardan, yoksulluktan, şiddetten, çaresizlikten göç edenler bulunmaktadır.

  • Dünyada işçilerin önemli bir bölümü göçmenlerden ve mültecilerden oluşmaktadır.

Ancak göçe ve mültecilere ilişkin insanlığın kazanımı olan evrensel kabuller ve değerler son yıllarda ayaklar altına alınmaktadır.

Bugün hükümet, Suriye’deki gelişmeleri gerekçe göstererek sınırları kapatmaktan vazgeçtiğini duyurmuş, insanlar otobüslerle kıyılara ve sınır boylarına taşınmış, insan kaçakçıları açıktan medyaya röportaj verecek ölçüde kendilerini “özgür” hissetmiştir.

Bu durum utanç vericidir!

Karşılıklı anlaşmaya dayanmadan, tek yanlı olarak, tehlikeli yollarla insanları sınırı geçmeye teşvik edenler, denizlerin daha büyük bir mezarlığa dönüşmesinin vebalini de üstlenmişlerdir.

AB’nin mültecileri meta olarak gören yaklaşımı ne denli insanlık dışı ise, bebeklerin ve çocukların da aralarında olduğu mültecileri siyasal, askeri ve diplomatik destek almak adına şantaj malzemesi olarak kullanmaya kalkmak da insani bir yaklaşım değildir.

DİSK atılması gereken adımları ise şöyle sıraladı                 :

Yunanistan hükümetinin mültecilere yönelik saldırıları derhal son bulmalı, sınırlar açılmalı, AB ülkeleri mültecileri kabul etmeye ve entegrasyonlarına yönelik acil önlemler almalıdır.

-Türkiye’de kalan sığınmacıların entegrasyonu için önlemler alınmalı,
– Cenevre Sözleşmesi’ne konan çekince kaldırılarak mülteci statüsü tanınmalı,
ILO’nun “Göçmen İşçiler” hakkındaki 143 Sayılı Sözleşmesi onaylanarak gereği yerine getirilmelidir.

Son olarak da, insanların evlerine dönebilmeleri için bölgede savaşları, çatışmaları şiddetlendirecek politikalara son verilmeli, diyalog ve barış güçlendirilmelidir.

Tarihimizde 17 Şubat Olayları…..

Tarihimizde 17 Şubat Olayları…..

Yıl Açıklama
1923 İzmir’de 1. İktisat Kongresi düzenlendi. 7 işçi, 1 çiftçi kadın katıldı. İlk günkü oturumu 500 kadının izlediği kongrede kadın işçilere doğum öncesi ve sonrasında 8 haftalık izin verilmesi, kadınların madenlerde çalıştırılmalarının yasaklanması, işyerlerinde emzikhaneler açılması gibi kararlar alındı. Kongrenin kapanış konuşmasını Rukiye Hanım yaptı.
1925 Aşar Vergisi kaldırıldı. Köylü aşar yükünden kurtuldu. Basın, aşarın kaldırılmasını büyük bir devrim olarak sundu.
1926 Medeni Kanun kabul edildi. Böylece erkeğin çok eşliliğini ve tek taraflı boşanmasını kabul eden şeriat hukukuna dayalı aile düzeninin yerini, bu konularda eşitlik getiren ama yerine erkeğin “reis” olduğu, kadının ev işlerinden sorumlu tutulduğu, ikametgah seçimi, çocukların velayeti konusunda karar verme hakkı gibi belli başlı hakların sadece erkeklere ait olduğu bir aile düzeni getirildi.
1934 Avusturya’da sosyal demokratlar gösteri düzenlediler. Güvenlik güçleri göstericilere müdahale etti; birçok gösterici öldürüldü. Hükümet sıkıyönetim ilan etti.
1939 Hatay Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını, Hatay kanunları olarak kabul etti.
1957 Ordular arası futbol karşılaşmalarında Türkiye takımı rekor kırdı;
Amerika ordu takımını 19-0 yendi.
1959 Başbakan Adnan Menderes ve beraberindekileri Londra’ya götüren uçak Gatwick Havaalanı yakınlarında düştü; Başbakan Adnan Menderes kurtuldu, 16 kişi öldü.
1967 Milli Eğitim Bakanlığı, Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) Genel Başkanı Feyzullah Ertuğrul’u Elazığ’ın bir köyüne atadı.
1968 Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Çetin Altan Meclis’te Adalet Partililere “Çoğunluğunuz var, ama ağırlığınız yok” dedi. Bunun üzerine Meclis’te kavga çıktı.
1968 Milletvekilleri Meclis’e gelen mini etekli kadınlardan şikâyetçi olduklarını bildirdiler.
1973 Petrol Ofisi genel müdürlüğüne bir kadın atandı. Şeyda Okyatmaz Türkiye’de ilk kez bu düzeye yükseltilen kadın yönetici oldu.
1983 Dört Filistinli gerilla Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nce yeniden ikişer kez ölüme mahkum edildi. Filistinli gerillalar Mısır’ın Ankara Büyükelçiliği’ni basarak
iki güvenlik görevlisini öldürüp içeridekileri 45 saat rehin tutmuşlardı.
1984 Avusturya’da yapılan Avrupa Güzellik Yarışması’nı Türkiye güzeli Neşe Erberk kazandı.
1986 Barış Derneği davasından tutuklu 6 kişi tahliye edildi. Tahliye edilenler arasında
Reha İsvan ve Gencay Şaylan da yer alıyordu. Ali Sirmen, Erdal Atabek, Ali Taygun, Ergun Elgin, Hüseyin Baş, Orhan Taylan’ın tahliye talebi ise reddedildi.
1987 12 Eylül askeri darbesinden sonra toplatılan 39 ton ağırlığındaki kitap, dergi, günlük ve haftalık gazete SEKA’da imha edildi. Kağıt hammaddesi olarak kullanılacak yayınlar
5 kamyonla taşındı.
1993 Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis‘in bulunduğu askeri uçak,
Ankara Güvercinlik alanından kalktıktan hemen sonra düştü. Eşref Bitlis ile beraberindeki 3 subay ve bir assubay da öldü.
1993 Dev-Sol ve TİKKO (Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu) üyesi 18 siyasi tutuklu, kazdıkları 35 metre uzunluğundaki tünelden yararlanarak Nevşehir E Tipi Kapalı Cezaevi’nden firar etti.
1994 Özgür Gündem gazetesi bölücü yayın yaptığı gerekçesiyle 1 ay süreyle kapatıldı.
1994 Demokrasi Partisi (DEP) Suruç İlçe Yönetim Kurulu Üyesi Ömer Akpolat kimliği belirsiz kişilerce öldürüldü.
1994 Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Anayasa ve Adalet Komisyonu Refah Partili Hasan Mezarcı’nın dokunulmazlığının kaldırılmasını kararlaştırdı.
1996 Cumhuriyet Halk Partisi İzmir Milletvekili Sabri Ergül, Manisa Emniyet Müdürlüğü’nün kapısına, “Bu işyerinde işkence vardır” yazılı bir tabela astı.
2002 Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk,”26 Aralık 2000’de süresiz açlık grevine katılanların sayısı 1596, ölüm orucuna katılanların sayısı 432 iken, 7 Ocak 2002’de süresiz açlık grevine katılanların sayısı sekize, ölüm orucuna katılanların sayısı 142’ye düşmüştür” dedi. F Tipi Cezaevleri’ne karşı başlatılan ölüm oruçları ve cezaevlerine müdahale nedeniyle bugüne kadar 85 kişi yaşamını yitirdi.
2003 Britanya’nın başkenti Londra’da kent merkezine araçlarla girişin ücretlendirilmesi uygulaması başladı. 07:00-18:30 saatleri arasında kent merkezine araçlarıyla girenler
5 sterlin (13 milyon lira) ödeyecek. Londra Belediye Başkanı Ken Livingstone, toplanan paranın toplu taşımaya harcanacağını açıkladı.
2003 NATO Askeri Komitesi, olası Irak savaşı için Türkiye’nin taleplerini karşılama konusunda uzlaştı. İttifakın kurucu anlaşmasının 4. maddesi ilk kez işletildi.
2004 Türkiye’yi ziyaret eden ilk İsveç Başbakanı Göran Persson Ankara’ya geldi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la AB, Kıbrıs, Irak ve ikili ilişkileri görüştü.
2005 Paraguay’ın eski Devlet Başkanı Raul Cubas’ın kaçırılan kızı,
beş ay sonra ölü bulundu. Cecilia ödenen fidyeye karşın bırakılmamıştı.
2005 Turist Rehberleri Meslek Yasası’nın çıkmasını isteyen Turist Rehberleri Birliği (TUREB) Galata Kulesi’nin önünde faklı dillerden pankartlar taşıyarak
eylem yaptı.”Turizm emekçisiyiz ama hiç bir sosyal güvencemiz yok’ dediler.
2006 BM İnsan Hakları Komisyonu, ABD’nin 500’e yakın esiri Cenevre Sözleşmesi‘nin uyulmadan dört yıldır tuttuğu Guantanamo üssünün derhal kapatılması ve tutsakların yargılanması ya da serbest bırakılmasını istediği bir rapor açıkladı.
2006 İtalya Reform Bakanı Roberto Calderoli’nin Hz. Muhammed karikatürü basılı tişört giymesi Libya’nın Bingazi kentinde protesto edildi.1000 kişi İtalya Konsolosluğu’na yürüdü. Polisin müdahalesiyle çatışma çıktı; 11 kişi öldü, 35 kişi yaralandı.
2007 İtalya’da çoğunlukla sol gruplardan oluşan göstericiler Vicenza kentinde
ABD’ye ait askeri üssün genişletilmesini protesto etti.
2008 Kosova, Sırbistan’dan ayrılarak tek taraflı bağımsızlık ilan etti. 
2009 ABD Başkanı Barack Obama, Afganistan’a 17 bin takviye asker gönderilmesine
onay verdi.
2010 Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklandı
2011 Tunus ve Mısır’da yaşananlardan ilham alan Libyalı muhalifler hükümet karşıtı protestolara başladı.
2012 Yunanistan’ın Olimpiya kentinde eski olimpiyatlarla ilgili antik eserlerin sergilendiği müze silahlı kişilerce soyuldu; 70 dolayında eser çalındı.
2012 Adı bir konut kredisi skandalına karışan ve görevini kötüye kullandığı iddia edilen Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff istifasını açıkladı
2012 TBMM Genel Kurulu’nda, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Kanunu’nda değişiklik yapan kanun teklifi kabul edildi. Yeni kanuna göre, belirli bir görevi yapmak üzere Başbakan tarafından görevlendirilen kamu görevlileri ve MİT mensuplarına soruşturma açmak için Başbakan’ın izni gerekecek.

(http://bianet.org/tarihte/17/2, 17.02.2017)
===========================================
Dostlar,

Merhum Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis‘in uçağına ABD – NATO gladyo – kontrgerillasının yaptığı sabotaj, aynı zamanda Türkiye’nin PKK sorununu insancıl ve barışçı çözümüne de sabotaj oldu.. Aradan 24 uzun yıl geçti..

Sözde “Kürt sorununu” yapay biçimde yaratan ve PKK’yı kurup silahlandırarak üzerimize süren dış güçler ve içerideki işbirlikçileri, günümüze dek bu sorunu istismar ederek ülkemizde kardeş kanı dökmeyi ve çirkin siyasete alet etmeyi sürdürüyorlar..

17 Şubat, yakın tarihimizde oldukça önemli olaylara sahne oldu. Yoksul Türkiye Cumhuriyeti, daha 1,5 yaşında bile değilken, onca yoklukla boğuşurken, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde devimci yönetim, yoksul köylünün belini kıran ve ürünün 1/10’u biçiminde mal olarak alınan aşar/öşür (Ondalık) vergisini büyük bir özveri ile kaldırdı. Bu vergi, Bütçe gelirlerinin neredeyse 1/4’ünü oluşturuyordu.. İşte halktan yana – halkçı yönetim budur..

Ayrıca, Osmanlı’nın şeriata dayalı 1850 maddelik Mecelle adlı temel yasası kaldırılarak,
büyük bir devrimle laik temelli Medeni Kanun kabul edildi TBMM’de.. 4 Ekim 1926’da da yürürlüğe girdi. Lozan’da tanınan Gayrımüslim azınlıklar (Ortodoks Rumlar, Musevi Yahudiler öbür Hıristiyanlar) bu kadarını beklemiyorlardı. Lozan’da sağladıkları ayrıcalıkları bırakıp, dilekçe vererek Türk Medeni Kanunu’na tabi olmak istediklerini bildirdiler.. Anadolu halkı böylece birarada yaşama kültürü inşa ediyordu. Günümüzde ise yöneticiler “bunlaaaaar…” diye başlayıp etnik kümeleri sık sık ve uzun uzu sayarak neye hizmet ediyor? Bunca aymazlık olur mu, kasıt mı aramak gerekir??

İnsanlığın onuru, gönenci, barışı, yücelmesi için bilimsel akılcılıkla ve insan sevgisi ile
çaba gösteren herkese bin selam olsun..

Sevgi ve saygı ile. 17 Şubat 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Uygarlığın sonu mu geliyor?


Dostlar,

12 Eylül gerici – faşist darbesinin 34. yılında,
en az 3 onyıldır ekilen gericiliğin – irticanın – etnik ve inanç ayrımcılığının
“semeresini” (!) Türkiye deriyor..

Prof. Korkut Boratav‘dan, adına yaraşır bir derlemeyi,
12 Eylül gerici darbesinin sorumlularının yüzüne 34 yıl sonra
boş bir eldiven gibi çarpıyoruz.. 

Sevgi ve saygıyla.
12.9.2014, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Not     : 12 Eylül Dönemi MGK’sının Genel Sekreteri merhum Org. Haydar Saltık‘ı büyük ölçüde bu ağır sitemimizin dışında tutuyoruz. Nedeni, aynı soyadını taşıyacak ölçüde yakın akrabalık ilişkilerinin derin duygusallığı değil..
Paşa’nın bize kurduğu bir tümce (mealen – yaklaşık) :

  • “Ahmet’ciğim, elimden geldiği ölçüde frenliyorum..
    İyi ki (!) buradayım ve burada kalmalıyım…”

================================================

Uygarlığın sonu mu geliyor?

 Portresi

 

 

Prof. Dr. Korkut Boratav

 

http://www.sendika.org/2014/09/uygarligin-sonu-mu-geliyor-korkut-boratav/, 12.9.14


Çağımızın bilgelerinden Prof. Noam Chomsky
, dünyanın haline bakmış; sorgulamış ve 4 Temmuz 2014 tarihli In These Times’ta Tarihin Sonu mu?” başlıklı bir yazı yayımlamış. Kısaltarak, toparlayarak aktarıyorum:

  • “Yaklaşık on bin yıl önce uygarlık, Dicle ve Fırat havzasında doğdu.
    Günümüze yaklaştıkça bu topraklarda ölçüsüz dehşetler yaşandı.
    2003’teki George W. Bush ve Tony Blair saldırısı, Iraklıların birçoğu tarafından
    13. yüzyıldaki Moğol istilasına benzetilir. Bu öldürücü darbeden hemen önce
    Bill Clinton’un başlattığı Birleşmiş Milletler yaptırımları gelmişti. Yaptırımları uygulayan iki diplomat (Halliday ile von Sponeck), bunları ‘soykırım benzeri’ olarak nitelendirmiş ve istifa etmişlerdi. Bu yıkımdan arta kalan varlıkların çoğunu da Bush-Blair saldırısı yok etti. 2003’te farklı kimliklerin aynı mahallelerde
    yan yana yaşadığı Bağdat, bugün sınırsız bir nefret girdabı içindedir;
    mezhepler ayrı, kuşatılmış bölgelere sığınmıştır. ABD-Britanya istilasının tetiklediği korkunç çatışmalar, tüm bölgeyi paramparça hale getirmektedir.”

Chomsky, karanlık gözlemlerini Suriye’ye, Lübnan’a, Mısır’a, Filistin’e taşıyor ve
Gazze kıyımını anımsatıyor.

İnsanlık tarihinin beşiğini oluşturan Mezopotamya coğrafyasının on bin yıl sonunda sergilediği enkaza bakan Chomsky hüzünleniyor:

  • “İnsan uygarlığının kısa, tuhaf çağı galiba son bulmaktadır.”

********

Chomsky’nin gezindiği enkaz coğrafyası çok sınırlıdır.
Batı’ya doğru küçük bir adım atalım ve Libya’ya bakalım.

Libya’dan söz ettikçe, gözümün önüne iki görüntü gelir. Birincisi, Muammer Kaddafi’nin 20 Ekim 2011’de, tarifsiz işkenceler sonunda linç edilmesini gösteren video filmi;
ikincisi ise bu ölüm haberinden hemen sonra ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un
TV kanallarına böbürlenerek verdiği “zafer demeci”:

Veni, vidi and he’s dead…”  

Bayan Clinton birilerine öykünmektedir: Belki, Bağdat’ın düşmesinden sonra,
1 Mayıs 2003’te bir uçak gemisinin güvertesine pilot giysileriyle çıkıp
görev tamamdır…” diyen George W. Bush’a…

Belki de Zile’de Pontus Kralı Farneke’yi yendikten sonra veni, vidi, vici…”
sözleriyle de tarihe geçen Roma İmparatoru Julius Sezar’a…

Ne var ki Sezar düşmanını öldürmemişti ve “geldim, gördüm, yendim” diyordu; Clinton ise, “geldim, gördüm, O öldü…” 

Kaddafi sağ yakalansaydı açıklayacağı çok şey olduğu için öldürülmeliydi…
Linç ise taşeronların katkısı idi. Ayrıca bunlarda düşmanı öldürme tutkusu da var. Kaddafi’den yaklaşık altı ay önce Obama ve Bayan Clinton Beyaz Saray’da bir başka düşmanlarının (Usame bin Ladin’in) Pakistan’da öldürülüşünü canlı yayından izlediler. Usame silahsızdı. Talimat gereği öldürüldü; cesedi de (Arjantin cuntasının solcu tutsaklara yaptığı gibi) denize atıldı. Amerika’da “niçin getirip yargılamadınız?” diye
bu eylemi yalnızca birkaç solcu (örneğin Michael Moore) protesto etti.

Bizler, yok olmakta olan bir başka geleneğin izlerini taşıdığımız için, Timur’un ve Mustafa Kemal’in savaş tutsaklarını (Bayezid’i ve General Trikopis’i) anımsarız.

Vietnam’la savaşırken, bombalarken tutsak düşen Amerikan askerleri aklımıza gelir. Bunlardan biri, altı yıl boyunca Kuzey Vietnam’da tutsak kalan (ve yıllar sonra
ABD Başkan adayı olan) John McCain idi. Cenevre Sözleşmesi söz konusu değildi; zira ABD Kuzey Vietnam’a savaş ilan etmemişti.

***

Peki, Kaddafi’yi öldürdüler de ne oldu?

“Sosyalist ve laik” Libya Arap Cemahiriyesi tarihe karıştı.
Devleti ve ülkesi ile Libya da yok oldu. Ülke aşiretler ve çeşitli İslamcı gruplar arasında paylaşıldı. Türkiye üzerinden Suriye’ye geçen cihatçı çetelerin ana kaynaklarından
biri oldu. Kaddafi’nin ölümünden bir yıl geçmeden ABD Bingazi Konsolosluğu’nu basan çeteler, büyükelçi Stevens’i (ve üç Amerikalıyı) öldürdü. 26 Temmuz 2014’te
ABD Libya’daki büyükelçiliğini kapattı. Batılı diplomatlar canlarının derdine düştü;
topluca ülkeyi terk etti. İslamcı milisler, Trablus’taki ABD büyükelçiliğine yerleşti.

Peki, bu Orta Çağ yobazlığına batmış olan Libya’da “laik” Türkiye Cumhuriyeti’nin
hâlâ ne işi var? Bu soruyu sormamın nedeni, 28 Ağustos tarihli
Defense and Foreign Affairs dergisinde çıkan bir yazıdır. Yazıya göre;

  • Türkiye ve Katar, Müslüman Kardeşler’le bağlantılı cihatçılarla işbirliği yapmakta; Batı Libya çöllerinde bir Özgür Mısır Ordusu oluşturmaya çalışmaktadır.

Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri bu nedenle Libya’daki cihatçı gruplara karşı
Ağustos’ta iki hava saldırısı düzenledi ve ABD tarafından uyarıldı.
25 Ağustos tarihli New York Times da bu bilgileri bir ölçüde doğrulamaktadır.

***

Galiba Chomsky’nin hakkı var. Uygarlığın harcında yer alan bütün pozitif normların, değerlerin utanmazca çiğnendiği; bu harca karışmış tüm pisliklerin ortaya çıktığı; kaderlerimize hükmettiği bir dönemdeyiz.

“İnsan insanın kurdu” olmakta; “kıyamet alametleri” artmaktadır.

Peki direnenler?

Bu yazının karanlık coğrafyasına, Ortadoğu’ya, Türkiye’ye bakalım.
Emperyalizme, sömürüye karşı, programı ve kadroları bakımından birçoğu laik;
bazen de sosyalist öğeler içeren direnme hareketleri yerine;
Katar, Suudi, bazen İran devletlerinin parasıyla, silahıyla “sözde düşmanlara, ötekilere” cihat açan mezheplerin, tarikatların, güruhların vurucu güçleri öne çıktı.

Laik, ilerici Filistin Kurtuluş Hareketi’ne katılan, can veren Türkiyeli devrimciler
ilk dönemin; kelle kesmek üzere Suriye’de IŞİD’le buluşanlar
ikinci dönemin Türkiye’deki simgeleri olarak düşünülebilir.

CKD Başkanı Dr. Canan Arıtman’dan BAŞBAKANA AÇIK MEKTUP


CKD Başkanı Dr. Canan Arıtman’dan BAŞBAKANA AÇIK MEKTUP    


BAŞBAKANA AÇIK MEKTUP   
                                                                                                           

Sn. R.T. Erdoğan T.C. Başbakanı

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı günü 7 dilde,
2 Ermeni lehçesinde yayınladığınız “Ermeni Mesajı”; analarımızı ağlatmıştır.

Biz kadınları yaraladınız!
Türk Milleti’nin yarasına tuz biber ektiniz.

T.C. Başbakanı’nın ülkesinin tarihini, özellikle de yakın tarihini iyi bilmesi gerekir.

1915’te Ermeni isyanlarını, tecavüz ve katliamlarını ve tüm cephelerde 7 düvele karşı vatan savunması yapan askerlerimizin arkadan vurulmasını önlemek için yapılan ; “Zorunlu Göç ve İskan Kanunu” gereğince uygulanan, hukuksal ve haklı tehciri, yabancılara karşı “gayri insani” olarak nitelemenizi kabul edilemez buluyoruz.
Bu nasıl “gayri insani” bir zorunlu göç ve iskandır ki; her kişiye günlük yevmiye verilmiş, yardım kuruluşlarının her türlü denetim ve yardımlarına izin verilmiş, eli silah tutan çocuklar dahil her erkek cephelerde savaşırken bile konvoyların güvenliği
sağlanmaya çalışılmış, hastalar hastanelerde tedavi edilmiş, çocuklar koruma altına alınmıştır. Konvoylara saldırı düzenleyen gaspçılardan yakalananlar mahkemeye verilmiş, 67 kişi idam edilerek 1500 dolayında suçlu da ağır hapis cezalarına çarptırılmıştır. Ayrıca bu tehcir, ülke sınırları içinde ilden ile yapılmıştır.

Tehcir uygulaması, savaş dönemlerinde dünyadaki tüm hukuk düzenlerinde haktır
ve meşrudur.

Günümüzde Cenevre Sözleşmesi‘nin Ek 2 Protokolü’nün 17. maddesi
tehcir uygulamasını, tüm devletlere bir hak olarak vermektedir.

1915’te tehcir uygulaması zorunlu kılınan illerimizde 518 bin Müslümanın
Ermeniler tarafından öldürüldüğünü de biliyor olmanız gerek.
Onların torunlarına da taziyelerinizi sunmanızı bekliyoruz.

Ayrıca ASALA terör örgütünce şehit edilen diplomat ve devlet görevlilerimizin ailelerine de taziyelerinizi iletmenizi diliyor ve bir özür borçlu olduğunuzu düşünüyoruz.

Çünkü hepsini ağlattınız!..

  • 1915 olaylarının, soykırım olduğuna ilişkin ulusal ve uluslararası hiçbir yargı kararı yoktur. Tam aksine soykırım olmadığına ilişkin yargı kararları vardır.

İngiliz Kraliyet Başsavcılığının yürüttüğü Malta Yargılaması ve en yenisi
AİHM’in 17 Aralık 2013 Perinçek Kararı bu doğrultudadır.

Türk Milleti 100 yıldır büyük bir iftiraya maruz kalıp soykırımla suçlanırken,
büyük bir saldırı altındayken AİHM’in Perinçek Kararı, Türkiye’nin haklılığını kanıtladı ve uluslararası düzlemde elini rahatlattı derken; sizin mesajınız, yargı sürecini ülkemizin, milletimizin aleyhine gelişebilecek bir noktaya taşıdı.

Çok iyi bildiğiniz gibi; davalı İsviçre tarafından AİHM Perinçek Kararı, bir üst mahkemeye götürülmüştür. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, “Bu süreçte İsviçre’ye destek olacağız.” derken, en büyük destek ne acıdır ki, sizden, T.C. Başbakanı’ndan geldi.

Millet olarak kendimizi ihanete uğramış hissediyoruz!..
Bu vahim hatanızı derhal düzeltmenizi bekliyoruz.

1915’te yaşamını yitiren Ermenilerin torunlarına özel taziyenizi, Zorunlu İskan Yasası’nın uygulanmasını gayri insani bulmanızı şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.

Devam eden AİHM yargı sürecini aleyhimize etkileyecek açıklamanızı da
derhal tevil etmenizi bekliyoruz.

Türk Milleti tarih boyunca pek çok halka, kavime, millete hükmetti; imparatorluklar yönetti. Ama hiç kimseye soykırım uygulamadı. Yitirdiğimiz topraklardan, Balkanlardan, Kafkasya’dan göçe zorlanan, katliamlara uğrayan milyonlarca insanımızı yitirdik, soykırımlara uğradık ama kimseye kin gütmedik, soykırım ise asla uygulamadık.

Fatih Sultan Mehmet’in idaremiz altındaki gayr-i Müslimlerin dini, ticari, insani haklarının ve kültürlerinin korunması konusundaki 1578 (AS: 1478 olacak, Fatih’in ölümü 1481) tarihli Fermanı, Magna Carta’dan (AS: 1215) sonraki ilk insan hakları bildirgesidir ve Türk Milletinin insancıl hasletlerini ortaya koyar.

Hiç kimse atalarımıza, çocuklarımıza, gelecek kuşaklarımıza “soykırımcı” diyemez.

Buna izin vermeyeceğiz. 

Ülkemizin Başbakanı olarak sizden Türk Milleti’nin, Türk Devletinin haklarını, çıkarlarını korumanızı ve Aziz Milletimizin soykırımcı olmadığını dünyaya haykırmanızı bekliyoruz.

Ayrıca tüm şehitlerimizin, Ermeni katliamlarında yaşamlarını yitiren yurttaşlarımızın torunlarına, Türk Milletine taziyelerinizi iletmenizi, bundan böyle Milletimizin acılarını paylaşmanızı istiyoruz.

  • Ermeni açılımını 23 Nisan’da, Kürt açılımını 10 Kasım’da yaptınız. 

Milletimizi yaralayan açılımlarınızı, Milletimiz için önemli olan özel günlerde
yapmanızı da kabul edilemez buluyoruz.

ÖZÜR DİLEMENİZİ BEKLİYORUZ…

Biz, Cumhuriyet Kadınları Derneği olarak önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Milletimizin acılarını paylaşan, Yurttaşlarımızın, Devletimizin haklarını, çıkarlarını koruyan, YURTSEVER BİR CUMHURBAŞKANI seçmek kararlılığındayız.

Bu profile uymayanların adaylığına karşı çıkacağımızı beyan eder,
saygılarımızı sunarız. (30.4.14)

Dr. Canan ARITMAN
Cumhuriyet Kadınları Derneği

Genel Başkanı