Etiket arşivi: Başkumandan Mustafa Kemal Paşa

30 Ağustos’un Anlamını da En İyi Atatürk Anlatıyor!

Dostlar,

96 yıl önce 26 Ağustos 1922 sabahı şafağında, Başkumandan Mustafa Kemal Paşa komutasında başlatılan BÜYÜK TAARUZ sürüyor.. 30 Ağustos’ta Yunan tahkimatının dağıtılmasının ardından süpürme ve denize dökme operasyonu devam ediyordu bugünlerde..

Henüz meydan savaşı bitmiş değildi..

Emperyalizmin maşası olarak Megali İdea (Büyük Yunanistan) hayalleri çerçevesinde kullanılan Yunanlar, Ege bölgesine asker çıkarmışlardı.. Polatlı’ya dek de gelmişlerdi. Hatta bu yüzden TBMM’nin Kayseri’ye taşınması düşünülmüştü.. TBMM’de bu bağlamda görüşme açıldığında, Dersim (Tunceli) mebusu Diyab Ağa silahını çekerek;

Biz buraya çekilmeye değil döğüşmeye geldik.. diye gürlemiş ve
TBMM’nin Ankara’da kalmasında belirleyici olmuştu.

Bu arada Saltanat da (Vahdettin ve Sadrazamı Damat Ferit), Yunan işgalini halka meşru gösterme ve kabul ettirme çabasında idi! Yunan birlikleri çekilirken yakıp yıkmayı sürdürüyordu. Köyler ateşe veriliyor, hayvan sürüleri taranıyor ve ölüleri su kuyularına doldurularak yaşam olanaksızlaştırılıyordu. Köprüler, yollar tahrip ediliyordu. 3,5 yıllık işgal dönemi boyunca (16 Mart 1919 – 9 Eylül 1922) sistematik insan kırımı ve ırza geçme yapılmış, insanlık suçu işlenmişti.

Frengili hastalarının (askerlerinin) battaniyeleri Ege köylüsüne dağıtılarak
salgın çıkarılmıştı..

Bu mezalim unutulmadı, unutulmamalı.. Kin ve düşmanlık gütme adına değil; tarihsel bilinç adına. Bir daha zayıf düşmeme ve barışın gerektirdiği güce sahip olma anlamında..

Zafer haftası sürerken, bu dizeleri ve Sn. Prof. Özer Ozankaya‘nın yazısını
paylaşmak istiyoruz ..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 03.09.2018

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com
=========================================

30 Ağustos’un Anlamını da En İyi
Atatürk Anlatıyor!

portresi

Prof. Dr. Özer OZANKAYA

Mustafa Kemal, 91 yıl önce dış ve iç sömürgeciliği dize getiren
30 Ağustos Zaferini EVRENSEL DEĞERDE İLKELERE DAYALI BİR BÜYÜK DÜŞÜNCENİN KAZANDIĞINI belirtmiş ve bu DÜŞÜNCE‘nin özellikle

  • “Ey yükselen yeni kuşak! Gelecek sizindir!„

diye seslendiği yeni kuşaklarca tam olarak kavranmasının önemini vurgulamıştı.
Bu ilkeleri şu başlıklar altında toplayabiliriz:

– “Türk yurdunu ele geçirip Türk’ü tutsak etmek düşü ardında koşanlara hak ettikleri ceza verilmiştir.„

Bugün Türk ulusuna, yurduna ve devletine aynı düşmanlığı güdenlere aynı cezayı vermek istencine sahip olabilmenin özlemi içindeyiz.

– “30 Ağustos yalnız bizim değil, tüm insanlığın tarihine yeni bir yön verecek sonuçlar doğurmuştur. „

Bugün sömürgeci ABD/AB’nin BOP ile Irak’a, Libya’ya, Mısır’a, Suriye’ye .. vahşi saldırılarına, Türk ulusunun ve yurdunun bütünlüğünü de aynı ahlaksız ve kanlı yollarla bozma çabalarına karşılık olmak üzere, uygar insanlığa, Türk Devrimi’nin her ulusa özgürlük, barış, toplumsal adalet getirici niteliklerini sergilemenin özlemi içindeyiz.

Ulusun kayıtsız ve koşulsuz egemenliği önündeki engelleri,
örneğin saltanat ve halifeliği kaldırmanın,
kadın haklarını gerçekleştirmenin,
eğitim birliği ilkesi ile laik, demokratik bir toplumun yurttaşlarını yetiştirmenin yolları
bu zaferle açılmıştır.„Bugün Türk ulusunun yaşamında gerçekten bilimsel düşünüş biçimine, kadın – erkek eşitliğine, laik devlet ve toplum düzenine her özveriyi üstlenerek sahip çıkma, tarikat, cemaat, mezhep, dil ayrımcılığı .. gibi diktacı, ortaçağcıl, baskıcı ve bölücü örgütlenmelere karşı direnme anlayışının egemen duruma gelmesinin özlemi içindeyiz.

ATATÜRK 30 AĞUSTOS’U NASIL AÇIKLAMIŞTI?

Bu özlemlerin anlam ve şiddetini kavramak üzere, 30 Ağustos’u Atatürk’ün yorumundan öğrenelim:

“Efendiler, bu pek büyük yenginin türlü etkenlerinin üstünde en önemlisi ve yücesi, Türk ulusunun kayıtsız ve koşulsuz olarak egemenliğini eline almış olmasıdır. Bu olayın tarihimizde ve bütün cihanda ne büyük, ne verimli bir devrim olduğunu açıklamağa gerek görmem. Ulusumuzun uzun yüzyıllardanberi hanlar, hakanlar, sultanlar, halifeler elinde, onların baskı ve ezinci altında ne denli ezildiğini, onların açgözlülüklerini doyurma yolunda ne denli büyük yıkımlara ve yitiklere uğradığını düşünürsek, ulusumuzun egemenliğini eline almış olması olayının tüm yücelik ve önemi gözlerimizin önünde belirir.. .”

“Saraylarının içinde Türk’ten başka ögelere dayanarak, düşmanlarla birleşerek Anadolu’nun, Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adamların Türk yurdundan kovulması, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir devinimdir.
Türk ulusunun (yurdunda) tam anlamıyla efendi olarak yaşaması, ancak o gereksiz ve anlamsız olduktan başka, varlıkları yalnızca zarar ve yıkım getiren o makamların
ortadan kaldırılmasıyla olanaklı olabilirdi.”

“.. .Efendiler, artık yurt bayındırlık istiyor, zenginlik ve gönenç istiyor. Bilim ve beceri, yüksek uygarlık, özgür düşünce ve özgür düşünüş istiyor.”

“Efendiler, ulusumuzun ereği, ulusumuzun ülküsü, bütün cihanda tam anlamıyla uygar bir toplumsal kurul olmaktır. Bilirsiniz ki dünyada her ulusun varlığı, değeri, özgürlük ve bağımsızlık hakkı, sahip olduğu ve yapacağı uygar yapıtlarla orantılıdır. Uygar yapıt ortaya koyma yeteneğinden yoksun olan topluluklar, özgürlük ve bağımsızlıklarından yoksun kılınmağa yazgılıdırlar… Uygarlık yolunda yürümek ve başarılı olmak yaşamanın koşuludur.. Efendiler, uygarlık yolunda başarı yenileşmeğe bağlıdır. Toplumsal yaşamda, ekonomik yaşamda, bilim ve uygulayım alanında başarılı olmak için tam gelişme ve ilerleme yolu budur.”
“Yaşam ve geçime egemen olan kuralların zamanla değişmesi, gelişmesi ve yenilenmesi zorunludur… Uygarlığın temeli, ilerlemenin ve güçlü olmanın dayanağı, aile yaşamındadır… Aileyi oluşturan kadın ve erkeğin doğal haklarına sahip olmaları, aile görevlerini yürütmeğe yeterli bulunmaları zorunludur.”
“Efendiler, ulusumuz burada kazandığımız zaferden daha önemli bir görevin arkasındadır. O zaferin sonuçlarının tam olarak kazanılması ulusumuzun ekonomi alanındaki başarılarıyla olanaklı olacaktır. .. Hiç bir uygar devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından önce ekonomisini düşünmüş olmasın”.

“… Çağın savaşımlarında ulusumuzu başarılı kılacak bir ekonomik yaşam sağlanmasını amaçlayan genel eğitim ve öğretim düzenlerimiz, her gün daha çok temellenecek
ve kuşkusuz başarılı olacaktır.

“Efendiler, artık bugün yaşam ve insanlık gerekleri bütün gerçeğiyle belirmiştir.
Bunlara aykırı söylentiler ahlak ve inanca temel olamaz… Uydurmalar, boş inançlar kafalardan çıkmalıdır. Her türlü yükselme ve yetkinleşmeğe yetenekli olan ulusumuzun toplumsal ve düşünsel devrim atılımlarını kısaltmak isteyen engeller kesinlikle
ortadan kaldırılmalıdır”.

  • Efendiler, kendilerine bir ulusun geleceği (talihi) güvenilip bırakılan adamlar, ulusun güç ve yeteneğini yalnız ve ancak yine ulusun gerçek ve elde edilebilir yararları yolunda kullanmakla yükümlü olduklarını bir an düşüncelerinden çıkarmamalıdırlar.”

“Efendiler, son sözlerimi yalnızca ülkemizin gençliğine yöneltmek istiyorum.

Gençler!
Yürekliliğimizi arttıran ve sürdüren sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz eğitim ve kültür ile insanlık niteliğinin, yurt sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli simgesi olacaksınız.

  • “Ey yükselen yeni kuşak! Gelecek sizindir.
    Cumhuriyeti biz kurduk, onu yüceltecek ve yaşatacak sizsiniz.”

SEVR ANLAŞMASI

Dostlar,

Web sitemizin değerli konuk yazarlarından Tarihçi Sayın G. Filiz Tuzcu hanımefendi, ricamız üzerine büyük vererek Osmanlı tarihinin yüz karası ve Batı Emperyalizminin kirli sabıkası SEVR ANLAŞMASI‘nı yazdı.. Dolu dolu 22 sayfa.. Çok sayıda kaynağa dayalı ve dipnotlarıyla desteklenen..

Bu gün, 26 Ağustos 2018.. Sevr Antlaşması’nı Osmanlı Saltanat Şurası kabul etmiş ve Anadolu da dahil işgal başlamıştı. 1. Meclis bu Anlaşmayı tanımadığını ve imza koyanları da (Osmanlı saltanatı) vatan haini ilan ederek Kurtuluş Savaşını başlattı Mustafa Kemal Paşa önderliğinde.

Bir dizi zorlu muharebe ve görkemli Sakarya Savaşından sonra sıra Büyük Taarruza gelmişti ki, o da 96 yıl önce bu gün, şafakla birlikte Kocatepe’den yönetilerek Afyon ovasında başlatılmıştı. Bu Başkumandan Meydan Savaşı’nın kazanılması sayesinde işgaller sonlandırılmaya başlanmış, Lozan Barış görüşmelerinin yolu açılmıştı.

İşte, Büyük Atatürk‘ün nitelemesi ile TÜRK ULUSUNU tarih sahnesinden silme amaçlı bu Sevr paçavrasının ibretlik içyüzünü yurtsever bir tarihçiden bir kez daha okumanın – genç kuşaklara okutmanın tam zamanı.. Elde ULUSAL EĞİTİM SİSTEMİ de kalmadığına göre, iş anababalara düşüyor, evde ulusal – bilimsel eğitim!

Tarihçi G. Filiz Tuzcu, ”SEVR Antlaşması’‘ konulu kapsamlı makalesine (monografisine) şöyle başlıyor :
******

HAÇLI EMPERYALİZMİN TÜRK MİLLETİ  İÇİN VERDİĞİ ÖLÜM KARARI: SEVR ANTLAŞMASI (10 AĞUSTOS 1920)

Filiz Tuzcu – Ağustos 2018 

GİRİŞ

SEVR Antlaşmasını gerçek boyutlarıyla kavrayabilmek için Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili “Geçmişten Günümüze Köprü Kurabilen – Tarafsız – Aydınlatıcı Ön Bilgilere” mutlak bir gereksinim vardır; şöyle ki Osmanlı Devletini kim kurdu, Osmanlı hanedanı soy – ırk olarak kimlerden oluşuyordu, zamanla yönetime hangi “yabancı unsurlar” hakim oldu ve o noktadan sonra Osmanlı zihniyeti ve siyaseti nasıl 180 derece yön değişerek “Türk Ve İslâm karşıtlığına” dönüştü ve Osmanlı Devletinin gerçek sahibi olan Türkler nasıl devlet yönetiminden tamamen uzaklaştırılarak, bir zamanlar himayesine aldığı, güvenli, refah ve mutlu bir hayat yaşattığı yabancı kökenli gayrimüslim azlıklardan aşağı bir statüye indirilerek, nasıl ezilmeye ve hor görülmeye başlandı…?

       1938 sonrası Türk Milletinden özellikle gizlenen söz konusu bu tarihi gerçekleri bilmeden, “ne Osmanlı zihniyetini, ne bu zihniyetin Türk Milleti üzerinde bıraktığı ve bugüne kadar derin izlerinin silinemediği son derece olumsuz etkilerini” anlayabilmek mümkün değildir. Bir başka deyişle “Gerçek Osmanlı Tarihini” bilmeden, Osmanlı devletinde hakim konuma gelen yabancı unsurları, onların iç ve dış politikalarını, Osmanlı İmparatorluğu’ nun çöküş süreci ve nedenlerini, Balkanlar ve Kafkaslarda yaşanan Türk Soykırımını, 1. Dünya Savaşına neden girildiğini, Osmanlıların boyun eğip, hiç itirazsız kabul ettikleri Mondros Ateşkes Antlaşmasını ve  “Türk Milletinin Onurlu Ölüm – Kalım  Mücadelesi  Olan  Kurtuluş  Savaşı Destanımızı” anlamaya imkân yoktur.
******

Sn. Tuzcu devamla                                    :

… çünkü Orhan Gazi’nin üç Hıristiyan Grek (Rum) eşleriyle – Horofira – Asporçe – Teodora- ile başlayan yabancı gayrimüslim kadınları “şehzade eşleri, anaları, babaanneleri ve akrabaları yapmak”, Osmanlıda gayet köklü ve değişmez bir gelenek halini almıştır! Söz konusu bu yabancı kadınlar Osmanlı sarayına gelirken elbette yalnız gelmemişlerdir; yanlarında rahiplerden, papazlarından, danışmanlarından, güvendikleri özel hizmetçilerden vs… oluşan kalabalık bir grupla beraber gelmişler ve Osmanlı sarayında kraliçeler gibi saltanat sürmüşleridir! Ayrıca yine bu yabancı kadınlar, memleketlerinde kalan aileleriyle, akrabalarıyla, ruhban sınıfla, soydaşlarıyla irtibat içinde olmuş ve doğal olarak her fırsatta onların çıkarlarını gözetmekten  geri kalmamışlardır.[1]

Osmanlı padişahları ise Müslüman Türkleri, mevcut durumdan şüphelendirmemek adına, yabancı cariyelerine – eşlerine – yabancı annelerinin şehzadeyken kendilerine tayin ettiği lalarına (öğretmenlerine) – nedimlerine (iç-oğlanlara – yani oda hizmetçilerine) birer Türk /Müslüman takma adı vererek ve “bunlar artık Müslüman oldular” açıklaması yaparak, Türklerin gözünü boyamışlardır! Osmanlıların ailelerine – mahremlerine – saraylarına alıp baş tacı ettikleri bu yabancı Hıristiyan veya Yahudi unsurlar içinde İslâm dinini ve Türklüğü samimiyetle benimsemiş olan bazı istisnalar olabilir! Ancak bu durum tamamen istisnadır. Çünkü genel olarak Osmanlı hanedanına ve devlet yönetimine hakim olan padişah ailesi ve devşirmelerin siyaset ve uygulamalarına baktığımızda, bu unsurların Türk ve İslâm karşıtı oldukları açıkça görülmektedir… Örneğin tarih kaynaklarında “en erken Orhan Gazi devrinde bile, İslâm’da yasaklanmasına rağmen zoraki bir ruhban sınıfının yaratıldığı ve böylece Kuran’da yer almayan hurafelerin İslâm’a sokulmasına göz yumulduğuna” dikkat çekilmiştir![2]

Osmanlıların, bünyelerine – mahremlerine aldıkları yabancıların etkisi altına girdiklerini gösteren pek çok çarpıcı örnek vardır; bunlardan biri de kendi öz babasını tahttan indirmek için ortadan kaldıran Yavuz Sultan Selim’den olma, Yahudi Helga’dan doğma Kanuni Sultan Süleyman’dır; güvenilir Tarih Kaynakları Süleyman’ın köle cariyesi – Rus papazının kızı Roksalan’ın (Hürrem’in) etkisi altına girerek, onu baş tacı ettiğini – genelde onun sözünden dışarı çıkmadığını, hatta Hürrem’in isteğiyle öz oğlunu ve öz torununu öldürttüğünü ifade etmişlerdir; ayrıca Kanuni, oda hizmetçisi – nedimi (şehzadelik yıllarından itibaren yanından ayırmadığı – özel bakımını yapan, hamamda yıkayan – tırnaklarını kesen, onu giyindiren, eğlendiren vs…) Pargalı Hıristiyan kölesini de en az Hürrem kadar çok sevdiğini ve bu kölesine de “İbrahim” adını vererek ve onu “Paşa” unvanı ile taçlandırarak koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nun başına getirdiğine, yani oda hizmetçisini “sadrazam” yaptığına, hatta bu uygunsuz davranışının sonucunda imparatorlukta düzen ve otoritenin bozulduğuna dikkat çekilmiştir![3]

[1][1] Örneğin Orhan Gazi’nin üçüncü Grek eşi Teodora’nın, adını değiştirmeye dahi razı olmadığı ve Türk topraklarında Hıristiyanlığın baş savunuculuğunu yaparak, Hıristiyanlığa ve Hıristiyanlara değerli hizmetlerde bulunduğu ifade edilmiştir.
[2] Alphonse De Lamartine, Osmanlı Tarihi Cilt  1, Sabah Yayınları, İstanbul, 1991, s. 70.
[3] Koçi Bey, Koçi Bey Risaleleri, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2008, s. 11 – 16, 81.

………
………

Anadolu Türklerinin uyanabilmesi ise ancak dört yıllık – korkunç bir 1. Dünya Savaşı sürecinde ve savaş sonrasında gerçekleşen dış güçlerin Türk topraklarını fiilen işgal etmeleri, yabancı asker ve azınlıkların saldırı ve tecavüzleriyle mümkün olabilmiştir! Büyük Atatürk konuyla ilgili şu çarpıcı açıklamayı yapmıştır; “Özellikle bizim milletimiz, milli kimliğini bilmemenin çok acı cezalarını çekmişlerdir.  [Zamanla tamamen yozlaşan, Türklükten ve İslâm’dan uzaklaşan Osmanlı padişahları ve onların devletin en üst makamlarına getirdikleri devşirme yöneticileri, Türklere binlerce yıllık köklü milli kimliğini ve tarihini kasıtlı olarak unutturmuşlardır, Türkleri ümmet anlayışı içinde pasifleştirerek, eritmişlerdir (melting pot) ] İmparatorluğun içindeki çeşitli toplumlar, hep milli kimliklerine ve inançlarına sarılarak ve milliyet idealinin kuvvetiyle kendilerini kurtarmışlardır. Bizler ise, ne olduğumuzu, onlara yabancı, onlardan ayrı bir millet olduğumuzu, sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimiz zayıfladığı anda biz hor ve hâkir gördüler. Anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmakmış. Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak, öncelikle bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı bütün davranış ve hareketlerimizle göstermemiz gerekir; bilelim ki milli benliğini bulamayan milletler, başka milletlerin avı olur.” [1]

[1] Mustafa Kemal Atatürk, Atatürkçülük: Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 2001, s. 277.

………
…………

Büyük Atatürk, Türkler için son derece vahim ve karanlık olan o sürecin “1918 – 1922” bir kısmını şöyle anlatmıştır; “Dahiliye Nazırı Damat Şerif Paşa, Sivas’ta işgalleri protesto eden ve “kahrolsun işgal” diye bağıran halkı kastederek Sivas Valiliğine yaptığı bildiride “Kahrolsun işgal” gibi yazılar, hükümetin şimdiki siyasetine uygun değildir” diyordu. Bu ne demektir baylar? Osmanlı Hükümeti, düşmanların yurdumuza girişini kötü görmeyen bir siyaset mi güdüyordu? Bunun üzerine 13 Ekim 1919’da Harbiye Nazırı Cemal Paşa’ya şu telgrafı çektim; “Ulusun gerçek duygularına dayanarak hükümetin, haksız işgalleri tanımadığını resmi siyasi bir dille bildirmesini ve Ateşkes Antlaşması hükümlerine aykırı olarak, düşmanlarımızın bugüne dek işlerimize karışmalarını protesto edilmesini beklemekteyiz.” Delegemiz ve Harbiye  Nazırı Cemal Paşa’nın verdiği yanıt çok ilgi çekicidir; (Belge: 154, 18 Ekim 1919 ) “Ulusal isteklere uygun olarak işleri yürütme sorumluluğunu yüklenen İstanbul Hükümeti, tutumunda ve yürütümünde siyasetinin gereklerini kollamak, yabancılara karşı daha konuksever ve ılımlıca davranmak zorundadır. Sayın Heyeti Temsiliye’den hükümetin yaptığı işleri daha çok destekleyici olmalarını rica ederim.”

……..
………

Sn. Tuzcu şöyle bağlıyor                                     :

Sonuçta diyebiliriz ki      :

Sevr Antlaşmasıyla” Türk Milletinin ölüm fermanını yazan birleşik emperyalist güçler, bu antlaşmayı zorla Türklere dayatmak için ellerinden gelen her zorbalığı, her saldırı ve katliamı yapmışlar ve bunun için Türk topraklarına Grek ordularını salarak, yerel Grek ve Ermeni çetelerini silahlandırarak, azınlıkları kışkırtarak Türk köylerine ve şehirlerine her türlü saldırıyı yapmışlar ve Türklere dünyada resmen cehennemi yaşatmışlardır. Ayrıca onlar, Osmanlı padişahını ve dini örgütleri kullanarak iç isyanlar çıkartmışlar, kardeşi kardeşe katlettirerek de Türk milletine çok büyük kayıplar ve acılar yaşatmışlardır. Yine işgalci güçler, Türk vatanını bir baştan bir başa tahrip etmiş, evleri, ahırları, camileri, ekinleri dahi yakmış ve yıkmışlardır. Ancak Mustafa Kemal Paşa gibi bir dahi – mükemmel bir komutan – bilge bir devlet adamı, cesur bir vatanseverin liderliğinde topyekûn bir araya gelen Milli Güçler (7’den 70’e topyekûn Türk Milleti)  – hep birlikte el  ele vererek – korkunç yokluklar, açlıklar, acılar içinde, ölümüne savaşarak bağımsızlığımızı ve vatan topraklarımızı kurtarabilmişlerdir. Bizler o acı günleri çok şükür ki yaşamadık; yaşamadık ama, yaşamış gibi empati yapabiliriz, hatta mutlaka yapmamız gerekir.

Şayet yüzlerce yılda ender yetişen bir Mustafa Kemal Paşa ortaya çıkıp, her şeyini feda ederek, “şaşkınlık – korku ve çaresizlik içinde kalmış biçare Türk Milletine sahip çıkmasaydı, dağınık bölgesel milli örgütleri biraya getirmesiydi, herkese cesaret ve umut olmasaydı, milletini aydınlığa – özgürlüğe doğru var gücüyle teşvik edip, Kurtuluş Savaşımız ve Destansı Zaferlerimizi” gerçekleştirmeseydi, işte o zaman Sevr Antlaşması, tüm hükümleriyle devreye girmiş olacaktı!  

Böylece Batı Anadolu ve Karadeniz sahil Bölgemiz Greklere, Kuzey Doğu Karadeniz Bölgemiz Ermenilere, İstanbul ve Boğazlar yabancılardan oluşan ortak bir komisyona, İstanbul Fener Bölgesi “Vatikan Modeli” özerk İstanbul Grek patrikhanesine, Güney Doğu başkalarına verilecek ve biçare Türkler ise Orta Anadolu’da, Konya merkezli, üç – beş şehir içine sıkışarak, hapsedilecekti; ancak bu kadar değil, “İngiliz gizli belgelerinde Türklere lütfen bırakılacak olan bu küçük İç Anadolu bölgesinde bile Türkler, kendi başlarına – özerk bırakılmamalı, bizden biri başlarında – yönetimde olmalı – yani manda altına alınmalılar” deniliyordu! Böylece Türk Milleti kabul edilemez bir esaret ve alçaltıcı bir zillet içinde yaşatılacaktı! Tabii ki buna yaşamak denirse!

Onun içindir ki bizler, Büyük Atatürk’ümüze ve Onun izinde gitme sağduyusu gösteren fedakâr Aziz Türk Milletimize ödenemeyecek kadar büyük minnet borçluyuz. Bu tarihi gerçekleri hiçbir zaman unutmamak ve unutturmamak dileğiyle…
====================================

22 sayfalık kapsamlı tümünü okumak için lütfen üstünde tıklayınız..

Tarihçi Sayın Güzide Filiz Tuzcu hanımefendiye bir kez daha çok teşekkür ediyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 27 Ağustos 2018, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

İzmir’in Kurtuluşu : 9 Eylül 1922..


İzmir’in Kurtuluşu (video) : 9 Eylül 1922..

Dostlar,

İzmir’den dostumuz Canerhan Tipi‘nin yolladığı İZMİR’in İşgali videosunu
dün paylaşmıştık. 
Bu gün İzmir’in 3 yılı aşan Yunan işgalinden kurtarılışının 92.
mutlu yıldönümü..

Başkumandan Mustafa Kemal Paşa‘nın orduları
Başkumandanlık Meydan Muharebesini 26 – 30 Ağustos 1922 arasında inanılmaz bir başarıyla 5 günde sonlandırdıktan sonra, aldığı kesin komutla

“ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AKDENİZDİR İLERİ!” gereği emperyalizmin maşası Yunan ordusunu süpürmeye ve Batı Anadolu’yu işgalden kurtarmaya girişmişti.
Büyük tarihsel proje ve görkemli başarı, Mustafa Kemal Paşa‘nın öngörüsünden yalnızca 1 (bir!) gün daha uzun sürmüştü ve Paşa bu gecikme için Türk Milletinden
özür diliyordu..Selam olsun bu eşsiz kahramanlara ve şehitlere..

İzlemek için lütfen tıklar mısınız??
6 dakika süreli ve çok çarpıcı fotolar var..
Özellikle kaçarken Rumların çıkardığı 4 gün süren yangın ve harap İzmir..
http://youtu.be/RdNQSxj3vHM

Preview YouTube video İzmir’in kurtarılışı

Teşekkürler Canerhan Tipi, paylaşımlarınız için..

Sevgi ve saygıyla.

9.9.2014, Afyon
Dr. Ahmet SALTIK

www.ahmetsaltik.net

İzmir’in İşgali videosu…


İzmir’in İşgali videosu…


Dostlar
,

İzmir’den arkadaşımız Canerhan Tipi çok değerli bir ileti yollamış..

İZMİR’in 15 Mayıs 1919’da işgal edilişinin videosu..

Ne yazık ki Yunan ordusu Megali İdea (Büyük Yunanistan) sanrısı (hezeyanı) içinde İngiliz emperyalizminin maşası oldu..

Büyük İyonya‘yı ihya edecekti sözde..

Trabzon yöresinde Rum Pontus Devleti dahil..

İbretle izlemeliyiz ve bu büyük oyunu bozan Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere O’nun dava ve silah arkadaşlarıyla kahramanca savaşan, şehit olan binlerce Mehmetçikleriize ölçüsüz şükranlarımızı belirtmeliyiz..

92 yıl önce bu saatlerde Başkumandan Mustafa Kemal Paşa‘nın kahraman orduları yalın ayak, düşmanı önüne katmış Ege’ye sürüyordu.. 30 Ağustos 1922 günü
Büyük zaferin kazanılmasının ardından başlayan süpürme hareketi 9. günündeydi. Fahrettin Altay Paşa’nın sınırlı sayıda süvarileri destanlar yazıyordu..

Yunan ordusu bir yandan kaçarken bir yandan da Anadolu’yu korkunç bir biçimde
tahrip etmekteydi.. Birkaç gün önce sitemizde yazdık bu utanç verici yapılanları..
Yinelemek istemiyoruz..

Lütfen tıklar mısınız izlemek için ??
12 dakika süreli.. İnsanın içini ürperten ve tam bir tarih dersi veren fotolar, açıklamalar..

İzmir’in işgaliTeşekkürler Canerhan Tipi..
Sevgi ve saygıyla.
8.9.2014, AfyonDr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Yunan Generali Trikupis, 30 Ağustos’u Anlatıyor


Yunan 
Generali Trikupis, 30 Ağustos’u Anlatıyor

portresi_SOZCU_ile

Emin ÇÖLAŞAN

Sevgili okuyucularım, tüm ulusal bayramları unutturmaya çalışan, kutlamaları bile yasaklayan
bir iktidarla karşı karşıyayız…
26-30 Ağustos arası her yıl
Zafer Haftası olarak kutlanırdı.

Bunlar ulusal kavramları unutturmak için yeni bir uygulama başlattı!
26 Ağustos’a bu yıl, 942 yıl önceki Malazgirt savaşını oturttular ve onu kutluyorlar.
Zafer Bayramından ise ses yok!
Hani 23 Nisan’ı gündemden düşürmek için o tarihe Kutlu Doğum Haftası yerleştirdiler ya, aynen onun gibi!

Ulusal bayramlarımız zaten çok az.

23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos ve 29 Ekim.

Ellerinden gelse tümünü iptal edecekler de, o kadarı şimdilik sıkmıyor.
Sadece yasaklamakla yetiniyorlar.

30 Ağustos (1922) Zafer Bayramının anlamını ve perde arkasını pek çok kişi bilmez. Ege ve Batı Anadolu’yu işgal eden Yunan ordusuyla İnönü ve Sakarya’da kazandığımız
zaferler sonrasında çatışmalar azalmıştı, cephelerde durgunluk vardı.

Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa
, Başkumandan Mustafa Kemal Paşa.

Hani bugünkü sahtekarların, zırtapozların aşağılamaya kalkıştığı iki aslan yürekli adam. Ömürleri cephelerde geçmiş, en ön saflarda vuruşmuş kahramanlar.
Üstelik 30 Ağustos zaferini kazanırken bile Meclis’teki “Muhaliflerle” uğraşmak zorunda kalmışlardı. O muhalifler, işte bugünkü iktidarın ataları idi.
* * *

Türk ordusu düşmana saldıracak ve son darbeyi vurmaya çalışacaktı. Ancak bunun
çok gizli tutulması gerekiyordu. Asker bile yeni mevzilerine gece yürüyüşleriyle gidiyordu. Ankara’da kurulan Anadolu Ajansı bir haber geçti:

“Mustafa Kemal Paşa yarın Çankaya’da bir çay ziyafeti verecek.”

Dikkatler oraya çevrilirken Mustafa Kemal Paşa Ankara’dan sessizce ayrılıp
Batı Cephesine, Afyon yakınlarına gitti. Saldırı planları hazırdı.

* * *
Türk ordusu mevzilendi, Yunan ordusuyla yerel çatışmalar 13 Ağustos 1922 günü başladı.

Bir süre sonra üstünlüğü ele geçirdik. 26 Ağustos günü Büyük Taarruz başladı.
İşgal altındaki vatan toprakları kurtarılacaktı.
İşte bu aşamada Mustafa Kemal Paşa o ünlü emrini verdi:

  • “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri.”

Uşak, Afyon, Bursa, Aydın, Manisa, her yer adım adım kurtarıldı.
Şimdi sırada İzmir vardı.

30 Ağustos günü gerçekleşen meydan muharebesini kazanıp son vuruşu yaptık. Ordularımız İzmir’e yönelmişti. Yürüyüş at sırtında veya yaya yapılıyor, Mehmetçik
o sıcakta aç ve susuz, işgal altındaki yanmış ve yıkık beldeleri tek tek kurtarıp
İzmir’e doğru ilerliyordu.

* * *
Yunan ordusunun başkomutanı Nikolaos Trikupis, 2 Eylül günü bütün komuta kademesi ve birlikleriyle birlikte teslim oldu. Sonra bu savaş ve teslim olma aşamasını “Hatıralarım” isimli kitabında anlattı. Bir bölümünü okuyalım:

“Piyadelerimiz topçularımızın etrafını sarmış, Türklere ateş açtıkları takdirde kendilerinin de bizim topçulara ateş edeceğini söylemişlerdi.
İleri sürdükleri sebep şu idi:

Savaşa Türklerle göğüs göğüse gelindiğinde girilirse Türkler onları esir alır ve
hepsini keserdi… Bu suretle son mukavemet (direnme) ümidimiz de sönmüştü.
Küçük birlik komutanlarına askerleriyle birlikte sonuna kadar mukavemet için derhal mevziye girmelerini emrettim. Fakat istisnasız bütün subaylar bana askerlerinin savaşmak istemediğini söylediler.

Mücadelenin boş olduğunu, tarafımdan gösterilecek sabrın, subayların Türklere teslim edilmesinden daha hayırlı olacağını söylediler.
Bu acıklı durumda kalınca büyük bir üzüntüyle top ve makineli tüfeklerin
tahrip edilmesini istedim. Bu emir yerine getirildi.
Türk süvarilerinin hatlarımıza yaklaşıp, mukavemet gösterdiğimiz takdirde askerlerimizin
kesileceğini anlayınca, beyaz bayrak çekmek zorunda kaldık.
* * *
Yunan ordusunun başkomutanı General Trikupis teslim olmasını kitabında
şöyle anlatıyor:

“Uşak dışında esir olup o zamanki Türk ordusunun kumandanı İsmet Paşa’nın dairesine götürüldüm. O da beni Mustafa Kemal’e götürdü.

Mustafa Kemal’in odasına girdiğim zaman o ayağa kalkarak dostane bir şekilde beni karşıladı ve Fransızca hitap ederek şunları söyledi:

  • Unutmayın ki, koca Napolyon da esir olmuştu. Siz vazifenizi tam olarak ve sonuna kadar yaptınız. Biz de sizi takdir ediyoruz, size hürmet ediyoruz. Burada esir değil misafirsiniz…

Oradan Ankara’ya, Ankara’dan da Kırşehir’e götürüldük, esaretimiz bir yıl devam etti.
Buraya (esir düşen) diğer generaller ile birçok subay da getirilmişti…”

Trikupis işin ayrıntılarına girmiyor, esir olmasını bu kadar anlatmakla yetiniyor.

* * *
Ama bir de, sonraki yıllarda gazeteci abimiz Hıfzı Topuz’a Atina’da anlattıkları var.
O sırada 84 yaşında. Özetliyorum:

“Etrafımız Türkler tarafından çevrilmişti. Esir olacağımızı anlıyorduk. Beygirim de vurulmuştu. Başka bir ata binerek çemberi yarmak istedim, fayda vermedi.
Türklerin içine düşmüştüm, esir oldum…

Bizim Anadolu’da ne işimiz vardı? Ne diye bizi oralara gönderdiler?
Şimdi itiraf ediyorum, bizim Anadolu savaşında hiçbir çıkarımız yoktu.
Yabancı devletlere alet olduk.

Ben Anadolu’da sizinle dört defa çarpıştım. İnönü, Sakarya, Dumlupınar…
Türklerin büyük hazırlık içinde olduğunu fark ediyorduk. Nihayet 26 Ağustos sabahı Türklerin beklenmedik taarruzu ile karşılaştık. Ancak cephenin çökmesine
ihtimal vermiyorduk.

En büyük korkumuz İzmir’le haberleşme ve ulaşımın kesilmesiydi. Takviye istedim,
göndermediler. Halbuki karşımızda Mustafa Kemal vardı. Neye uğradığımızı anlayamadık. Cephe çökmüş ve ordu mağlup olmuştu. Birliklerimiz perişandı.
Kimsede savaşa devam arzusu kalmamıştı. Sağ kalan birlikler dağınık halde
İzmir’e kaçmaya çalışıyordu…

Beni (esir olunca) ilk olarak Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa’nın yanına götürdüler. Kendisiyle fazla bir şey konuşmadık. Atatürk beni mert bir askere
yakışır bir şekilde kabul etti. Üzüntü ve heyecan içindeydim. İnönü beni kendisine takdim etti. Gazi’nin bu sıradaki (Fransızca söylediği) sözlerini hiç unutmayacağım:

– Üzülmeyin general, siz görevinizi sonuna kadar yaptınız. Askerlikte mağlup olmak da vardır. Napolyon da vaktiyle esir olmuştu. Size karşı büyük hürmet besliyoruz.
Burada misafirimizsiniz. Buyurun istirahat edin, yakında her şey düzelecektir…”

* * *
Yunan ordusu İngiltere’nin maşası olarak 15 Mayıs 1919 günü İzmir’e çıkmış, sonra içerilere yayılarak tüm Ege bölgesi ile Bursa ve Doğu Trakya’yı işgal etmişti.
30 Ağustos Başkumandanlık Meydan Muharebesinde yenildiler, İzmir’e doğru kaçmaya
başladılar. İzmir’e varmayı başaran artıklar limanda bekleyen İngiliz ve Yunan gemilerine binip kaçtılar. Türk ordusu 9 Eylül 1922 günü, zaferden yaklaşık 10 gün sonra İzmir’e girdi, hükümet konağına Türk Bayrağı çekildi… Yıllar süren işgal bitmişti ama Osmanlı’nın başkenti İstanbul halen işgal altındaydı… Şimdi sırada İstanbul’un kurtarılması vardı.

* * *
Sevgili okuyucularım,

Benim bu ülkede hiçbir zaman içime sinmeyen acı bir gerçek var. 1922 yılında bunlar yaşanır ve vatan kurtarılırken, günümüzde nutuk atanlardan hiçbiri henüz ana rahmine bile düşmemişti.
Onlar tarih bilmez, onlarda Allah korkusu yoktur ama Allah’ın adını o pis ve sırnaşık ağızlarından düşürmezler.
Dünyadan habersiz olan o tipler gün geldi -aynen bugün olduğu gibi- Atatürk ve İnönü’yü aşağılamaya, hatta alay etmeye kalkıştılar. Okul kitaplarından isimlerini çıkardılar.
Oysa o kahramanlar olmasaydı, dağ başlarında kelle koltukta savaşmasaydı
şimdi ya hiç doğmamış, ya da çan sesleri altında dua ediyor olacaklardı.

Evet, savaş bitmişti. Kazanmıştık.

Şimdi sırada Mondros ve Sevr antlaşmalarının yırtılıp çöpe atılması,
Lozan antlaşmasıyla egemenliğimizin kazanılması, Cumhuriyet’in ilan edilmesi ve
peş peşe devrimlerin yapılması vardı.

Her şey 30 Ağustos’la başladı!

Yarınki 30 Ağustos Zafer Bayramımız -anlayana (!)- kutlu olsun.

Emin Çölaşan

(http://sozcu.com.tr/2013/yazarlar/emin-colasan/general-trikupis-30-agustosu-anlatiyor.html, 29.8.13)