Etiket arşivi: Başbakan Necmettin Erbakan

28 Şubat davası

Osman YAŞAR
ONURSAL YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ BAŞKANI

Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 14 general ve amiral hakkında, “hükümeti cebren ortadan kaldırmak ya da görevini cebren engellemek (darbe)” suçundan, 765 sayılı TCK’nin 147. maddesi uyarınca hükmolunan müebbet hapis cezalarının onanmasına karar vermiştir.

Ceza dairesi gerekçesinde öz olarak “28 Şubat’ta, birtakım sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra basın-yayın kuruluşlarının, üniversitelerin, sendikaların, sermaye çevrelerinin, sivil bürokrasinin, yargı mensuplarının desteği sağlanarak 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararların hükümete dayatıldığı, koalisyon ortağı parti milletvekillerinin baskı, tehdit, şantaj ve ikbal vaadiyle istifa ettirildiklerinin öne sürüldüğü, nihayetinde seçilmiş bir hükümetin işlevsiz hale getirilerek istifaya zorlandığı, 4 Şubat 1997 tarihinde Ankara’nın Sincan ilçesinde Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı’na bağlı motorlu konvoyun ilçe sokaklarından Akıncı Üssü’ne yürüyüşünün gerçekleştirildiği, 28 Şubat tarihli MGK toplantısında, Refah Partisi’ni irticai faaliyetleri yürüten unsurlar kapsamında iç tehdit olarak değerlendirildiği, alınan kararlar kurulun sivil üyelerine dayatıldığı, askeri müdahale olabileceği tehdidiyle dönemin Cumhurbaşkanı dahil olmak üzere sivil unsurlarının inisiyatif almalarının engellendiği, Başbakan Necmettin Erbakan’ın ülkenin zarar göreceği kanaatiyle kurul kararlarını imzalamak zorunda kaldığı, bir kısım sanıkların postmodern darbe’ olduğunu söylediği süreçte, Başbakan’ın 18 Haziran 1997’de istifasını sunmasıyla 54. Hükümet döneminin sona erdiği, elverişliliğinde tartışma bulunmayan 4.2.1997 günü, tankların Sincan’da yürütüldüğü” belirtilmiştir. Gerekçeli karar 46 sayfalık ayrıntılı biçimde yazılmıştır.

Gerekçede yer alan olayların bütününün kanıtlandığını bir an için kabul ettiğimiz takdirde, iki sorun karşımıza çıkmaktadır. Bunlar “suçta ve cezada kanunilik” ilkesine uyulup uyulmadığı, hareketlerin “elverişli” olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

CEZA YASALARI GERİYE YÜRÜMEZ

4721 sayılı Medeni Kanun’un 1. maddesinde “Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir hüküm koyacak idiyse ona göre karar verir.” denilmektedir.

Ceza hukukunda durum bunun tersinedir. 5237 sayılı TCK’nin 2. maddesinde “Kanunun açıkça suç saymadığı, bir fiil için kimseye ceza verilemezKanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.” şeklinde ifade edilmiştir. Ceza yasası, açıkça suç sayılmayan bir eylemin, genişletici yorum ve kıyaslama yapılarak suç sayılmasını yasaklamıştır.

Anayasanın 13. ve 38., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 7. maddesinde “kanunilik” ilkesi ve hukuksal öngörülebilirlik güvence altına alınmıştır. (1) “Hukuk devleti, bireyleri, yalnızca ceza hukuku aracılığıyla korumaz. Ceza hukukuna karşı da korumalıdır. Böylece suç ve cezanın kanunla korunması (AS: konması?) ilkesi, devletin ceza vermesi yetkisinin de sınırını oluşturmaktadır.” (2)

Kanunilik ilkesi, çağdaş ceza hukukunun en temel ilkelerinden birisidir. Bu ilkenin kabul edilmesindeki asıl neden, kişilerin yasaklanan ve işlendiği zaman cezalandırılacağı eylemleri önceden bilmelerini sağlamaktır. Kişiler ancak bu şekilde davranışlarını düzenleme imkânını bulabilirler ve ancak bu durumda o kişiyi işlemiş olduğu eylemden dolayı kusurlu ve sorumlu saymak mümkün olabilir.”(3) “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” kuralı, ceza hukukunda, devlet ve yargıç karşısında, bireylerin kamu haklarının teminatıdır.”(4)

İlke, yönetme gücünü elinde bulunduran otoritenin, keyfi davranışlarının önlenmesi amacını taşımaktadır. Yargıçların, yasadaki suç tanımında gösterilen unsurları taşımayan bir eylemi suç saymamasını ya da eylem bir suçun tanımına uyduğu halde, tanımın dışına çıkarak başka bir suça uyduğunu kabul etmemesini gerektirmektedir. Böylece bireyler de suç teşkil eden veya hangi suçu oluşturuyorsa o suçu oluşturan eylemleri önceden bilirler ve buna göre kendilerini ayarlamış olurlar.

765 sayılı TCK’nin 147. maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men edenlerle bunları teşvik eyleyenlere idam cezası hükmolunur” denilmektedir. İdam kalkmıştır. Suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nin 312. maddesinde ise “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.” biçiminde düzenlenmiştir. Kısmen engelleme ve cebirle birlikte şiddete de yer verilmiştir.

Suç tarihinde 765 sayılı TCK’nin 147. maddesi yürürlüktedir. Suç seçimlik iki hareketten biriyle işlenmektedir. Hükümetin ortadan kaldırılması veya görevinin engellenmesi failin suçla elde etmek istediği amacıdır. Her iki durumda da “cebir” şartı koşulmuştur. Madde, 312. maddeye göre net ve belirgindir. Cebir güç, kuvvet ve zor kullanma anlamındadır. Suç, Bakanlar Kurulu’nun varlığına fiziki güç kullanılarak son verilmesi ya da zorla görevini yapamayacak hale getirilmesiyle oluşmaktadır. Şiddet ve tehdit maddenin kapsamında bulunmamaktadır.

Tehdit suçu önceki ve sonraki ceza yasalarında ayrıca düzenlenmiştir. Cebirle birlikte bir suçun öğesi olduğu takdirde de açıkça belirtilmiştir. Örneğin 765 sayılı TCK’nin 258. maddesinde öngörülen “memura aktif mukavemet” suçunda “Bir memura veya ona yardım edenlere memuriyetine ait vazifeleri ifa sırasında cebir ve şiddet veya tehdit ile mukavemet eden kimse… hapis cezasıyla cezalandırılır” denilmiştir. Cebir, tehdidi içermemektedir.

28 Şubat’ın alışılagelmiş bir darbe olmadığı, postmodern olduğu, darbe korkusu ya da tehdidiyle gerçekleştirilen bir darbe olduğu ifade edilmektedir. Ancak bu durumlar “cebir” niteliğinde olmayan hareketlerdir. Maddenin kapsamında da yoktur. TBMM’nin dışındaki kurumların da eklemeye yetkileri bulunmamaktadır. Tabii ki ceza yasaları geriye yürümez.

DAYANAKSIZ ÇIKARIM

Sanıkların olayların darbe suçunu oluşturduğunu bilmedikleri, öngörmedikleri kanısındayım. “Bilmiş ve öngörmüş olsalardı, görevi sivil hükümetin devir alması yerine, o zamanlar zorlanmaksızın, alışılagelmiş darbeyi yaparak yönetimi ele almayı, anayasaya da yargılanmayacaklarına dair hükümler koydurmayı tercih etmezler miydi?” diye bakılabilir.

TCK’nin 2. maddesine karşın genişletici yorum yapıldığını, 147. maddenin çizdiği sınırın dışına çıkıldığını düşünüyorum. Hukuk devleti, hukuk kurallarına uygun hareket eden, yurttaşlarına hukuksal güvenlik sağlayan devlettir. Ceza hukukuyla karşılaşan bireylerin, önceden haberdar olmadıkları, açıkça tanımlanmamış bir eylemden dolayı sorumlu tutulmamaları gerekmektedir.

İkinci soruna gelince ceza dairesi, tankların Sincan ilçe merkezinde yürütülmesini hükümete yönelik “elverişliliğinde tartışma bulunmayan” cebir niteliğinde hareket olduğunu kabul etmiştir. TCK’nin 35. maddesinde “Kişi işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamazsa teşebbüsten cezalandırılır.” denilmektedir.

Suçu tamamlamaya ve sonucu oluşturmaya uygun olmayan hareketlerin, suça kalkışma olarak kabul edilmesi olanaklı değildir. Hükümetin düşürülmesi ya da görevinin engellenmesi için güç, kuvvet ve zor kullanmaya ihtiyaç vardır. Bakanlar Kurulu üyelerinin bir yerde tutulması, bir yere götürülmesi ya da fiziki güç kullanılarak çekilmek zorunda bırakılması gerekir. Bu durumları sağlayacak adımların atılmasına başlanmasıyla, kalkışma söz konusu olabilir. Bundan sonra tehlike ve neticenin gerçekleşme olasılığı ortaya çıkar.

Tankların yürütülmesinin eğitim amacıyla olduğu savunulmaktadır. Bir an için gösteri maksatlı yürütüldüğü kabul edilse bile, bunun suçu tamamlamaya ve sonucu elde etmeye elverişli olmadığı açıktır. Tankların Başbakanlığa doğru yönlendirilmesi ve önlenmesi gibi bir durum olmamıştır.

SİYASİLER ŞİKÂYETÇİ OLMAMIŞLARDI

Dava 16 yıl sonra açılmış ve 24 yıl sonra onama kararı verilmesiyle sonuçlandırılmıştır.

Suç tarihinde başbakan olan Prof. Dr. Necmettin Erbakan, başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı olan Prof. Dr. Tansu Çiller’in suçu ihbarı ve şikâyetleri olmamıştır. Eski Başbakan Çiller mağdur-tanık sıfatıyla mahkemede verdiği ifadede, “Ben şikâyetçi olmadım, gelmek de istemedim. TSK bizim gözbebeğimizdir. Menderes’in hüzünlü fotoğrafı siyasetçilerin hafızasındadır. Keşke bugün burada bir ceza hukuku platformunda değil, özgürce, mağdur edenle edilenler bir araya gelebilseydi, hata edildiği kabul edilseydi, hep birlikte evrensel değerlerde kucaklaşacaktık.” demiş, davaya katılmak istememiş ve ileriye bakılmasını söylemiştir.

Sivil toplum kuruluşlarının, sendikaların, üniversitelerin, basının sürece katıldığı kabul edildiği halde, haklarında dava açılmamıştır. Dava, Silahlı Kuvvetler ve birkaç sivile yönelik olmuştur.

Anayasal kurum olan Milli Güvenlik Kurulu’nda alınan kararlar, kurula katılan Cumhurbaşkanı, Başbakan, Başbakan Yardımcısı, bakanlar, Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve Genel Sekreter tarafından imzalanmıştır. Hükümet 28 Şubat 1997 tarihinden sonra 18.6.1997 tarihine kadar 3 ay 18 gün süreyle görevine devam etmiştir. Erbakan’ın istifasından sonra, kimi milletvekilleri DYP’den ayrılıp başka partilere geçmişlerdir. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel hükümeti kurma görevini Mesut Yılmaz’a vermiş, Yılmaz hükümeti kurmuş ve TBMM’den güvenoyu almıştır.

Sonuç olarak:

  • Başka görüş ve düşüncelere saygılı olmakla birlikte, 28 Şubat darbe suçunun maddi ve manevi öğelerinin oluşmadığı kanısındayım.

 

(1) Prof. Dr. Ersan Şen, “28 Şubat Davasında Kanunilik Sorunu”, https://www.hukukihaber.net/28-subat-davasinda-kanunilik-sorunu-makale,9229.html
(2) Bahri Öztürk, Mustafa Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, 10. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2008, s.37.
(3) Sulhi Dönmezer, Sahir Erman, Nazarî ve Tatbikî Ceza Hukuku, C.II, 14. Bası, Beta Yayınevi, İstanbul, 1999, s.17.
(4) Faruk Erem vd., Ceza Hukuku Genel Hükümler, 1. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 1997, s.99.

İşte, 28 Şubat kararları

İşte, 28 Şubat kararları

Bugün, “28 Şubat kararları”nın 15. yıldönümü. Milli Güvenlik Kurulu’nun 14 saat süren toplantısı 28 Şubat 1997 tarihinde gerçekleşti ve çok önemli kararlar alındı. Sıkça gündeme gelen, ancak çoğu kişinin içeriğini bilmediği o kararların altında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Necmettin Erbakan, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, İçişleri Bakanı Meral Akşener,  Kuvvet Komutanları Hikmet Köksal, Güven Erkaya, Ahmet Çörekçi ile Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman’ın imzaları bulunuyor.

Başbakan Erbakan “gereği yapılmak” üzere 14 Mart’ta kararları bakanlıklara gönderdi. İlk kapsamlı genelgeleri İçişleri Bakanı Meral Akşener, Adalet Bakanı Şevket Kazan tarafından yayımlandı. Milli Güvenlik Kurulu’nu, genel sekreterliğini, 28 Şubat Sürecinin bilinmeyenlerini belgelerle, andıçlarla, çok gizli kayıtlı yazışmalarıyla Doğan Kitaptan çıkan Kemal Yurteri ile birlikte yazdığımız “MGK” isimli kitabımızda yer aldı.
Siz, hangisine karşısınız?
28 Şubat sürecinde, kimi komutanlardan kaynaklanan olumsuzluklar da yaşandı. Eğer baskıysa, o günkü baskılar, bugüne göre çok masum kalıyor. 28 Şubat kararları sıkça duyuluyor ama bu kararlar gerçekten “öcü” kararlar mıydı? Erbakan’ın yazısının ekinde, MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç imzasıyla gönderilen “Rejim Aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler” şöyle sıralanıyordu:
1. Lâiklik ilkesi büyük bir titizlikle korunmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler   yapılmalıdır.
2. Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Milli Eğitim Bakanlığına devri sağlanmalıdır.
3. Genç nesillerin dimağlarının öncelikle Cumhuriyet, Atatürk, Vatan ve Millet sevgisi, Türk Milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinden korunması bakımından:
(a)  8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı,
(b) Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği Kuran kurslarının Milli Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve denetiminde faaliyet göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
4. Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına sadık aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü. Milli Eğitim kuruluşlarımız, Tevhidi Tedrisat   Kanunu’nun   özüne   uygun  ihtiyaç düzeyinde  tutulmalıdır.
5. Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini tesisler belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmamalı.
6. Yasa ile yasaklanmış tarikatların ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli.
7. İrticai faaliyetleri nedeniyle TSK’dan ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK’ni dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları denetim altına alınmalıdır.
8. TSK’nden ilişkileri kesilen personelin öbür kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna olanak verilmemelidir.
9. Türk Silahlı Kuvvetlerine aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşlarında da uygulanmalıdır.
10. İran İslâm Cumhuriyeti‘nin ülkemizdeki rejim aleyhtarı faaliyet. tutum ve davranışlarına mani olunmalı, tedbirler paketi yürürlüğe konulmalıdır.
11. Mezhep ayrılıklarını körükleyip milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak  faaliyetler yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmelidir.
12. Anayasa ve yasalara aykırı olarak sergilenen olaylar önlenmeli.
13. Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye’yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara engel olunmalı, kamuda titizlikle uygulanmalıdır.
14. Silah ruhsat işlemleri yeniden düzenlenmeli, kısıtlamalar gidilmeli, pompalı tüfeklere olan   talep dikkatle değerlendirilmelidir.
15.  Rejim aleyhtarı, örgüt ve kuruluşların deri toplanması engellenmeli, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır.
16. Yasa ile öngörülmemiş bütün özel üniformalı korumalar  kaldırılmalıdır.
17. Ülke sorunlarının çözümünü “Millet” kavramı yerine “Ümmet Kavramı”yla sonuçlandırma girişimleri önlenmelidir.,
18. Büyük Kurtarıcı Atatürk‘e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki kanunun istismar edilmesine fırsat verilmemelidir.
İşte, “28 Şubat kararları” denilenler bunlar…
Siz, bunların hangi maddesine karşı çıkıyorsunuz?

========================================

Dostlar,

Bu gün, 28 Şubat Kararlarının 19 yılı bitiyor.. 28 Şubat 1987 idi tarihler bu Bildiri MGK’da karar altına alındığında. Yukarıda imza koyan MGK üyelerinin adları da var. Cumhurbaşkanı Demirel’den başlayarak Başbakan Erbakan, Genelkurmay Başkanı Kradayı ve öbür yasal MGK Kurulu üyeleri..

Sayın Saygı Öztürk, 4 yıl önce köşesinde yayımladığı yukarıdaki makalesini pek yerinde olarak;

– Siz, bunların hangi maddesine karşı çıkıyorsunuz?

diye bitirmekte.. Biz bir kez daha dikkatle okuduk ve karşı çıkacak madde bulamadık.
Hatta bu Kararların gereği -yeterince- yerine getirilmediği için günümüzde içine sürüklendiğimiz bataklığı gözönüne almak gerekir. Eğer bu Kararlar gereğince uygulanabilse idi ne AKP iktidar olurdu ne de RTE ülkemizin ve Ortadoğu bölesinin 1 numaralı sorunu olurdu..

Kopartılan kıyamete pabuç bırakmamak gerekir.
TSK, Anayasal ve Yasal görevini yerine getirmiş ve MGK’da, Anayasal zeminde öbür üyeleri ikna ederek bu Kararların çıkmasını sağlamıştır. Apaçık Anayasal yasal görevini yapmıştır. Siyaset kurumu her şeyi berbat edecek ve ülkenin geleceğini – güvenliğini göz göre göre tehlikeye sokacak ve devletin kurucusu bir Ordu olarak TSK buna kayıtsız kalacak..

Geçiniz efendiler geçiniz..
Org. İsmail Hakkı Karadayı‘dan sonra Genelkurmay Başkanlığı görevini üstlenen
Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, 2 yıl kadar sonra yine bir MGK toplantısında aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır :

– “Anayasa’nın 3’üncü maddesindeki temel kuralları aşındırmaya yönelik faaliyetler içinde bulunan bir partiye ve onunla işbirliği içinde olanlara ve sonuçta da irticai faaliyetlerin her gün şiddetini artırmasına karşılık olarak laik T.C.’ni korumak amacııyla yapılmış bir harekettir. Bunun başka izahı yoktur efendim. Diğerlerinin hepsi safsatadır… 28 Şubat’ı TSK yapmamıştır, 28 Şubat kararları TSK tarafından alınmamıştır…. 18 karar, MGK’nın aldığı kararlardır. Bunların bir kısmı mevcut kanunların uygulanmasıdır, bir kısmı yeni kanunların çıkarılması maksadına yöneliktir, bir kısmı da uygulamalara yönelik kararlardır. 28 Şubat, bunların uygulanması suretiyle ‘irtica’nın ortadan kaldırılması veya asgariye indirilmesini, etkisinin azaltılmasını hedef almıştır. Esas maksadı budur.”

Keşke 28 Şubat süreci, irtica tehdidi sürdükçe gerçekten 1000 (bin) yıl yürürlükte kalabilseydi..
Yine de bütünüyle devre dışı olduğunu hiç ama hiç düşünmüyoruz.
Türkiye’nin 29 Ekim 1923’ten bu yana 92-93 yıldır ve 5 kuşağı bulan bir laiklik birikim ve deneyimi vardır ve şeriat özlemcilerinin kursaklarında kalacaktır şeriata dayalı bir Türkiye hevesi. AKP – RTE’nin dindar (ve kindar!) nesil’ yetiştirme tasarımı tarihsel gerçekliğe aykırıdır.
Suyu tersine akıtamazsınız.. Şu ya da bu inanca dayalı din kurallarının toplumların yönetiminde kural koymasının zamanı geçmiştir. Çağın genel geçeri seküler toplum düzenleridir.

Ülkenin Aydınlık kesimleri tarihsel görevlerini eksiksiz ve işbirliği içinde yürütmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
28 Şubat 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

MAĞDURE..

RİFAT SERDAROĞLU



MAĞDURE

Başbakan Erbakan’ın yardımcısı Tansu Çiller, Salı günü ifade vermek üzere Savcılığa gitti. Ankara Başsavcı Vekili O’nu Adliyenin kapısında;

“Hoşgeldiniz Sayın Başbakanım” diye karşıladı. Tıpkı Genelkurmay Başkanını ve Orgenerallerini; “Hoşgeldiniz Sayın Komutanım” diyerek karşıladıkları gibi !…

Çiller; “Geldim, belgelerin tümünü gördüm. Açıklamamı TBMM Komisyonunda yapacağım.” diyerek, ifade vermeye değil, savcının ifadesini almaya geldiği havasını verdi…

Özel Yetkili Savcı Mustafa Bilgili’ye yardımcı olmak üzere düşüncelerimi sizlerle de paylaşmak isterim. Tansu Çiller açıklamasını 7 Kasım’da TBMM Darbeleri İnceleme Komisyonu’nda yapsın, ben de o zamanki DYP Genel İdare Kurulunda ve DYP Meclis Grubunda yapılan konuşmaları ve bildiklerimi sizlere anlatacağım.

Sayın Savcı;

*Devleti yöneten Başbakan-Başbakan Yardımcısı gibiler “Dürüst, namuslu ve Şeffaf” olmadırlar.
*Servetlerinin hesabını Yargıya ve Kamuoyuna açık-net-doğru olarak vermelidirler.
*Servetlerini, “Çıkına-Annesinin yastığının altına- Çocuklarının pipisine” bağlamamalıdırlar.
*Hizmetçilerinin üzerine çiftlik alıp, önce inkar edip sonra kabul etmemelidirler.
*Başka ülkenin vatandaşı olmamalıdırlar. Yabancı ülkeye vatandaş olurken,
öncelikle “o ülkenin menfaatlerini koruyacakları” yeminini etmemelidirler.
*Servetleriyle ülkelerine yatırım yapmalıdırlar. Başka ülkelere yatırım yapmaları, ülkelerine güvenmedikleri anlamına gelir.
*Birbirlerini “Hırsızlıkla-Mürteci olmakla” suçladıktan sonra,
“TBMM Komisyonlarında aklanmayı” hükümet kurmanın öncelikli şartı yapmamalıdırlar.
*Genel Seçim öncesi vatandaşa verdikleri sözlerin aksine, kendilerine oy verenlerin iradelerini yani “Milli İradeyi” satmamalıdırlar.
*Uluslararası Bankerlerin oyununa gelip, ülkeyi ekonomik krize sokarak, kendi servetleri kat-kat arttırırken, milletin servetini bir gecede yarı yarıya azaltmamalıdırlar.
*Cesur olmalıdırlar. Milli irade yara aldığında susup, koltuklarına yapışmadan konuşmalılar, tavır almalıdırlar. Aradan 15(ON BEŞ) yıl geçtikten sonra konuşmamalıdırlar. Kendi ayıplarını ve yüreksizliklerini bilip, susmalıdırlar.
*Bu kişiler kooperatif ve imar planlarında yapılan yasa dışı oynamalarla bir günde 500 Milyon Dolar rant sağlamamalı ve sağlatmamalıdırlar.
*Bu kişiler, “Milletvekilleri ikna odası”, “Milletvekilleri Borsası” konusunda ne biliyorlarsa isim-isim konuşmalıdırlar. Herkesin haysiyet ve namus anlayışının kendilerinki gibi olmadığını anlamalıdırlar.
*TBMM’de ettikleri yemine (Devletin varlığı ve bağımsızlığı + Atatürk İlke ve Devrimleri + Lâik Cumhuriyet ilkesine uymak) sadık olmalılar ve ettikleri yemini, siyasi çıkarları uğruna çiğnememelidirler…

Sayın Savcı;
Şevket Kazan’ı da dinleyecekmişsiniz. Ona, Çiller hakkındaki söylediklerini ve elindeki Çiller dosyalarını sorunuz. Bu belgeler gazetelerde ve televizyonların arşivlerinde de mevcuttur.
Ayrıca Anayasamızın 174. Maddesi ve bu madde ile ilgili kanunlar yürürlükte iken, Başbakanlık Konutundaki Tarikat-Cemaat önderlerinin davetini ve Erbakan-Çiller Hükümeti zamanındaki “Lâiklik İlkesi” aleyhine verilen beyanatların da sorulması, Anayasa Mahkemesi kararlarının incelenmesi
sizlerin yolunuzu açacak ve adaletin tecellisi sağlanmış olacaktır…

Sayın Savcı;

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temelini oluşturan Anayasamızın ilk üç maddesine gönülden bağlı(!) “Erbakan-Çiller” Refahyol Hükümetinin gerçek yüzü, Savcılığınızın yapacağı titiz araştırma sonucu mutlaka ortaya çıkacaktır. Aylardır tutuklu olarak yargılanmayı bekleyen Profesör Kemal Gürüz ve öbür Askerler de suçlarını öğrenmiş olacaklardır. Çalışmalarınızda başarılar dilerim.

Sağlık ve başarı dileklerimle. 05 Ekim 2012

RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
twitter.com/rifatserdaroglu
0 532 211 00 11