Etiket arşivi: ASELSAN

S-400 KRİZİ

S-400 KRİZİ

Suay Karaman

Ekonomik krizin iyice duyumsanmaya (hissedilmeye) başlandığı ve terörün yine azdırıldığı ülkemizde gündem sürekli değiş(tiril) mektedir. S-400 füze savunma sisteminin alınması ve ülkemize getirilmesi kimilerini sevindirirken, kimilerini de üzmüştür.

S-400 füze savunma sistemi, ülkemizin ileri savunma sistemlerinin geliştirilmesine katkı sağlayamaz. Çünkü bu sistemin üreticisi ve tüm teknolojisini elinde bulunduran Rusya’nın, yazılım kodlarını ülkemize vermesi söz konusu değildir. Böylelikle bu sistem, savunmamızda yeni bir bağımlılık sağlayacaktır. Ama bunların yanında bu sistemin, ülkemizi bölgesel olarak güçlendireceği de bir gerçektir.

Türkiye’nin S-400 tercihinde, ABD ve AB’nin ülkemize yüksek teknoloji ürünü savunma sistemlerini kısıtlama girişimlerinin de etkisi vardır. Bunun sonucunda Türkiye, S-400 füze savunma sistemine sahip ilk NATO üyesi ülke olmuştur. S-400 füze savunma sisteminin alınması, ABD ve AB’yi rahatsız etmiştir. ABD, ülkemize karşı kimi yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. ABD yönetimi, Türkiye’nin ya S-400 füze savunma sistemini ya da F-35 savaş uçağını alabileceğini, ikisine birden sahip olamayacağını bildirmiştir. ABD, Türkiye’nin S-400 füze savunma sistemini satın almasını, kendilerinin güvenlik hakkına doğrudan bir tehdit olarak algılamıştır.

Ülkemizin jeopolitik ve stratejik önemini bilen ABD, ülkemizi sömürmekten vazgeçemeyeceği için uygulayacağı yaptırımlar konusunda duyarlı yaklaşım göstermektedir. F-35 savaş uçağı eğitimi alan Türk pilotlara, eğitim vermeme kararı almış ve ülkemizi F-35 ortak savaş uçağı programından çıkarmıştır. AB ise, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yaptığı enerji sondajlarının yasa dışı olduğunu öne sürerek, ülkemize bir dizi yaptırım uygulayabileceğini açıklamıştır.

S-400 mü, F-35 mi gerilimi üzerinden Rusya ile ABD arasında kalan Türkiye, S-400 alımıyla, Rusya’nın askeri, iktisadi, teknolojik etkisine daha açık duruma gelirken; ABD yönetimiyle de iyi ilişkilerini sürdürmektedir.

Eğer kendi ulusal savunma sanayinizi kuramazsanız, dışa bağımlılığınız artarak sürecektir. 1974’te Kıbrıs çıkartması sonrasında ABD’nin ülkemize uyguladığı silah ambargosu unutulmamalıdır. O yıllarda ulusal savunma sanayimiz için girişimlerde bulunulmuş ve Aselsan, Roketsan, Havelsan, TUSAŞ gibi yerli kuruluşlarımız kurulmuştu. Bugün bu kuruluşlarla savunma sanayimizi daha da geliştirmemiz gerekirken, yine, yeniden dışa bağımlı duruma getirilmekteyiz. Bunun sevinilecek bir yanı yoktur. Ergenekon – Balyoz vb. düzmece davalarla ordumuza tezgah kuranlar, ulusal tank fabrikamızı Katar’ın buyruğuna verenler, ülkemizi sürekli dışa bağımlı duruma getirmişlerdir.

Bugün ABD’ye kafa tuttuğunu sananlar ya da iç politikaya dönük olarak bu izlenimi vermek isteyenler, Kürecik radarını ABD’den almışlardı. ABD’nin ülkemize yaptırımlarına karşı, İncirlik başta olmak üzere tüm üsleri kapatamıyorsak, ne yaparsak yapalım, dışa bağımlıyız demektir.

  • S-400 füze savunma sistemi alındıktan sonra birdenbire terör olaylarının artması da ilginçtir.

ABD ve AB’nin PKK, FETÖ, Cemalettin Kaplan ve Asala gibi terörist gruplara yıllarca yardım edip, destek verdiğini unutanların, yerli ve milli olmaları olanaklı değildir. Ege’de 18 ada ve bir kayalığımızı Yunanistan’a verenlerin, hangi sistemi alırlarsa alsınlar, yaptıkları hokkabazlıktan öteye gidemez..

EEKTRONİK KELEPÇE

EEKTRONİK KELEPÇE

Rifat Serdaroğlu
30 Temmuz 2018

Bir siyasetçinin “Devlet Adamı” olup olmadığının anlaşılması, ülkesinin bağımsızlığının tehlikeye düştüğü anlarda “karar” alabilmesiyle belli olur. Ülkesinin bağımsızlığı uğruna, kendisinin ve partisinin geleceğini düşünmeden riske eden kişi gerçek devlet adamıdır.

Yalnızca gösteriş yapan, risk taşıyan hiçbir karar alamayan, emperyalist devletlere kafa tutuyor gibi görünüp, kapalı kapılar arkasında yaltaklanan siyasetçiye ise “Partici” denir. Hele bu kişinin, açıklandığında kendisini rezil edecek bir açığı emperyalist bir devletin istihbarat örgütünün eline geçmişse, ona “Esir Alınmış Partici” denir. Gün gelir, o ülkenin Ankara Büyükelçisi, tutsak alınmış particinin makamına gelir ve küstah bir tavırla elindeki dosyaları masasına koyar!
O dosyalarda esir alınmış particinin yurtdışındaki milyarlarca dolarlık hesap örnekleri varsa, o kişinin hem boynuna hem de ayaklarına ELEKTRONİK KELEPÇE takılmış olur. Artık onun ipi tümüyle o emperyalist devletin elindedir. Kendisine çizilen sınırların bir cm dışına çıkamaz.

Örneğin, o ülke sizin can düşmanınız bir örgüte 5000 TIR dolusu silah verir ve siz yalnızca karşı çıkıyor “muş” gibi konuşursunuz. Devlet Adamı olmanın gereğini yapamazsınız, size yaptırmazlar. Artık sizin gücünüz salt kendi vatandaşlarına yeter. Elinizdeki devlet gücü ve onurunu satmış bürokratlarınızla birlikte kendi insanlarınıza zulüm edersiniz…

Tarihimizin tam da bu noktasında yani 30 Temmuz 2018 günü, T.C. Devletini yöneten Sayın Erdoğan’a ve şartsız destekçisi Sayın Bahçeli’ye bir sorum olacak. Umarım yanıt verecek kadar yürek ve bilgi sahibidirler;

ABD Başkanı ve Başkan Yardımcısı, günlerdir T.C. Devletine en ağır hakaretlerde bulunup sömürge ülke muamelesi yapıyorlar, bu tavırlarını da ısrarla sürdürüyorlar. Türk Milletinin onuruyla oynuyorlar.
Siz ne yapmayı düşünüyorsunuz? Bu ağır hakaretlere nasıl yanıt vereceksiniz? Boş-boş konuşup bu hakaretleri yutacak mısınız?

Ne yapacağınızı bilmiyorsanız, sizlere yakın tarihimizden bir örnek vereyim, belki siz de aynısını yaparsınız. O zaman tüm desteğimiz sizlerle olacaktır.

14 Temmuz 1974’te Türkiye, Kıbrıs’taki soydaşlarımızın yaşamlarını kurtarmak için, haklılığı sonradan Yunan Temyiz Mahkemesi tarafından kabul edilen, Kıbrıs Barış Harekâtını gerçekleştirdi.
-ABD, 5 Şubat 1975’te Türkiye’ye 3 yıl sürecek silah ambargosu başlattı. Türkiye, ilk tepki olarak ABD’ye nota vererek (müzik notası değil) Savunma İşbirliği Anlaşmasını yürürlükten kaldırdı.
-31 Mart 1975’te rahmetli Demirel, rahmetli Türkeş ve rahmetli Erbakan ile 1. Milliyetçi Cephe Hükümetini kurdu. ABD’den ambargoyu kaldırmasını istedi. ABD kabul etmeyince,

  • 25 Temmuz 1975’te Türkiye’deki 21 ABD üssünü kapattı. ABD Bayrakları indirildi,
    yerine Türk Bayrakları çekildi. İncirlik üssü, ABD’ye kapatılıp, NATO’ya açık tutuldu…

-Yunanistan, Kıbrıs Barış Harekâtını önlemedi diye NATO’dan ayrıldı. Yunanistan’ın tekrar NATO’ya alınması için 12 Eylül 1980 darbesini yapan Kenan Evren’in yönetime el koyması beklendi. Kenan Evren, Türkiye’nin elindeki bu büyük kozu, karşı koşul öne sürmeden Yunanistan’a armağan etti.
Halbuki planlanan, Yunanistan’ın NATO’ya dönmesi karşılığında Türkiye’nin AB’ye kabul edilmesi idi. Darbeciler bu tarihi fırsatı harcadı.
-Türkiye kendi silah sanayisini kurmaya başladı. Aynı yıl ASELSAN kuruldu…

Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli;
Sizler rahmetli Demirel’i hiç sevmezsiniz. Hatta, “her sıkıştığında şapkasını aldı kaçtı” diye alay edersiniz. Hadi işte meydan!
Türkiye’nin yönetimi sizin ellerinizde! Demirel kadar cesur olun ve onun yaptığını siz de yapın.
-Lider olarak kabul ettiğiniz Türkeş ve Erbakan kadar yürekli olun,

  • Türkiye’deki ABD üslerinin hepsini kapatın.

Eğer “Devlet Adamı” statüsüne yükselmek istiyorsanız bunu yapın. Yapamayacak kadar güçsüzseniz bilin ki yarın Rusya da, İngiltere de, Fransa da, Almanya da aynısını size yapacaktır.

Ben sizlerin ne yapıp ne yapamayacağınızı çok iyi biliyorum. Çünkü sizleri ciğer röntgeninize kadar tanıyorum.
Türk Milletinin, özellikle AKP’ye oy veren AKP’yi destekleyen vatandaşlarımın ve Atatürk’e hakaret edildiğinde evinde gizlice gözyaşı döken vatanseverlerin de görmesini istediğimden bu yazıyı yazıyorum!

Yapacağınız iş basit. Derhal bir adet Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yayınlayıp, Türkiye’deki ABD üslerinin tümünü kapatıp, el koyun.

Hadi yapın, elinizi tutan mı var? Ama yapamazsınız. İsterseniz yazıyı baştan bir daha okuyun. Sizin yapacağınız, Türk Milletinin onurunu bir Papaza karşı bile savunamamak olacaktır. İnşallah bu kez yanılırım!

Not; Keşke, Demirel’de olan zekânın, bilginin, yüreğin, proje kafasının, vatan sevgisinin kırkta biri sizlerde olsaydı…

Sağlık ve başarı dileklerimle.

”HELİKOPTER KAZASI”

”HELİKOPTER KAZASI” *

Onur ÖYMEN

Terörle mücadelede çok önemli bir vatan hizmeti yaparken Şırnak’taki helikopter kazasında şehit olan değerli askerlerimizi saygıyla ve rahmetle anıyoruz.
Bu kazayla ilgili olarak akla gelen sorular ve olasılıklar konunun uzmanı olan askerlerimizce medyalarda dile getirildi. Helikopterin yüksek gerilim hatlarına çarparak düştüğü konusunda kuşku belirten yok.
Basında, düşen helikopterde elektrik telleri gibi engelleri saptayıp pilotları uyaran sistemler bulunmadığı, yıllarca önce başlatılan bir ihalenin henüz sonuçlandırılamadığı yolunda bilgiler yer alıyor. Bazı haberlerde bu sistemlerin çok ağır olduğu için monte edilmediği iddiaları da var.
İnternette yapılacak küçük bir araştırmayla bu konuda bazı bilgilere ulaşmak mümkün. Anlaşıldığına göre dünyadaki askeri ve sivil helikopter kazalarının %16’sı yüksek gerilim hatlarına çarpma sonucunda gerçekleşmiş. Örneğin 1994 ile 2003 arasında 34 Amerikan askeri helikopterleri elektrik tellerine çarparak düşmüş.
Bu gibi kazaları önlemek için ileri teknoloji kullanan uyarı sistemleri geliştirilmiş. Ancak bazı uyarı sistemlerinin görece ağır olduğu ve bunların bedellerinin 100,000 doları aştığı ifade ediliyor. Ancak daha yakın tarihlerde üretilen ve eskilerinden çok daha hafif olan sistemlerin bulunduğu, WSPS denilen sistemlerin askeri helikopterlerde etkili biçimde kullanıldığı,
PDS sistemlerinin de oldukça hafif olduğu belirtiliyor.
Yaşanan vahim kazanın ve yukarıdaki bilgilerin ışığında akla gelen bazı sorular şunlar:

– Çok sayıda yüksek rütbeli subayın aynı helikopterde seyahat etmeleri güvenlik kurallarımıza
uygun mudur?
– Helikopterin o uçuşta mühimmat da taşıdığı iddiası gerçek midir? Basında yer alan bu iddia doğruysa bu durum o hassas bölgede uçuş güvenliği açısından risk arttırıcı bir etmen
değil midir?
– Diğer gelişmiş ülkelerin, örneğin NATO ülkelerinin askeri helikopterlerinde hangi uyarı sistemleri kullanılmaktadır?
– Pek çok konuda ileri teknoloji kullanarak ulusal savunma ihtiyaçlarının karşılanmasına büyük katkı sağlayan ASELSAN gibi kuruluşlarımızın bu amaçla milli bir uyarı sistemi geliştirilmesi için yürüttükleri bir proje var mıdır?
– Geçmişte de yaşadığımız benzeri kazaların ileride yaşanmaması için ne gibi önlemler alınmaktadır?
– Bu konularda bir Meclis Araştırması yapılmasının önerilmesi düşünülmekte midir?

Bu ve benzeri soruların cevaplarını aramak yaşanan acıları dindirmese bile zor koşullarda büyük fedakarlıklarla savaşan kahraman askerlerimizin güvenliğine katkıda bulunabilir ve yeni acılar yaşanması olasılığını azaltabilir.

(https://www.facebook.com/Onur-%C3%96ymen-Resmi-Sayfas%C4%B1d%C4%B1r-184615704945843/?fref=nf)

========================================
* (Yazı başlığını biz koyduk.. Dr. A. Saltık)

ELEKTRONİK İSTİHBARAT

ELEKTRONİK İSTİHBARAT

portresi

Nurullah AYDIN
7 Mayıs 2016-ANKARA 

İstihbarat örgütleri; dünya pazarlarında rekabet eden uluslararası şirketler, organize suç örgütleri hatta sıradan vatandaşlar bile bugün teknolojik yöntemlerle bireylerin ya da kurumların iletişimine müdahale edebilmektedirler. Gelişen teknoloji; bireylerin adam adama markaj yöntemiyle izlenmesi metodu yerine teknik takip ya da elektronik harp denilen metotları öne çıkarmıştır. 

Elektronik takip, İşitsel takip, (taşınabilir minyatür vericiler, telefon dinleme aygıtları, gizli mikrofonlar ve kaset kaydediciler).

Görüntülü takip (fotoğraf makineleri, kapalı devre ve kablolu televizyon, gece görüş araçları veya uydular) ve

Algılayıcılarla takipte ise, manyetik algılayıcılar, sismik algılayıcılar, gerilim algılayıcıları, kızılötesi algılayıcılar ve elektro manyetik algılayıcılar kullanılmaktadır. 

Silahlarımıza hedef saptırılabilir.

Atış kontrol sistemlerimizin modernizasyonunun asla İsrail’e yaptırılmamalıdır.

Atış kontrol sistemlerimizin modernizasyonunun zulüm ile anılan ülkelere yaptırmak büyük yanlıştır. Motor yurtdışından zaten temin ediliyor. Montajı burada yapılacaktır. Yani büyük bir sorun olmaz. Bu sistemler programlanabilir. Yani bizim bilgimiz dışında yazılımlar ve programlar yüklenirse bir savaş durumunda verilen sinyaller ile hedeften sapması sağlanabilir. Öte yandan sinyaller aracılığıyla hareketleri modernizasyon yapan ülke tarafından kontrol edilebilir. Hedefler vurulmaz, komuta kontrol sistemleri bir yerlere kod gönderebilir. O bir yerlerde terör ile anılan İsrail olunca tehlikenin boyutu iyice artmış olur. 

Savunma sanayimiz bunun üstesinden gelir

Atış kontrol sistemi elektronik optik esaslı olup tankların en önemli ve teknolojik yeridir. Bu daha önce tank modernizasyonu kapsamında İsrail’e yaptırılmıştı. Oysa Türkiye’de bu teknoloji mevcuttur. Savunma firmalarımız bu işin üstesinden gelecek durumdadır..

Türkiye’nin bu elektronik araç ve gereçler açısından 1951 yılında NATO’ya girmesi ile (AS: 1952 olacak) birlikte ABD askeri ağına fiilen girdi. Türkiye göbekten İsrail, ABD ve İngiltere’ye bağlanmıştır. 

Komple bir paket olarak başta tank modernizasyonu olmak üzere araçlarımızın bakım onarımları emperyalist ülkelere yaptırılmamalıdır. 

Şifreler ellerinde

NATO doğrultusunda yapılan askeri anlaşmalar ile teknik donanım haberleşme ve tüm iletişim faaliyetlerinin ortak NATO şifreleme sistemine göre şekillenmiştir.

Ağırlıklı olarak hava ve deniz araçlarındaki yazılımlar ABD firmalarınca dizayn edilmiştir. Türk yazılım firmaları bu konuda yer almamıştır. 1990’dan sonra ise İsrail teknoloji transferi ile özellikle hava kuvvetlerinde elektronik mekanizma İsrail teknolojisine dayanmış kara birliklerinde ise tank modernizasyonu İsraillilere verildiği için tank atışlarındaki mekanik yapı şifreleme kodu yine İsrail’in eline geçmiştir.. 

İnsansız uçak anlaşması da belli ülkelerle yapılmıştır.

2005 yılında ise insansız uçak anlaşmasının da İsrail ile yapıldı. İsrail ve ABD insansız uçak olayını Lübnan, Filistin, Irak ve Afganistan’da uygulamaktadır. Yalnızca iddia edildiği gibi bir coğrafi alan fotoğraflaması için değil, silah ile donatılarak yerdeki hedefleri de yok etmektedir. Irakta birçok kişi bu yolla katledilmiştir.. 

MİT’in araç gereçleri de ülkemiz için risk oluşturan gizli servisler tarafından sağlanıyor. 

MİT’in tüm istihbarat araç gereçleri tümüyle İsrail-MOSSAD, ABD-CIA, İngiltere-MI6 ağına göre dizayn edilmiştir (AS: tasarlanmıştır). Dolayısıyla TSK’nın, Emniyet Teşkilatının ve MİT’in ABD, İngiltere ve İsrail elektronik ağı içinde olduğu bir durumda bunlardan ayrı bir şekilde hareket kabiliyetimiz yoktur. İşte Türkiye’nin elini kolunu bağlayan budur. Türkiye hareket edememektedir.

  • Askeri casus uyduları ile Türk güvenlik güçlerinin hareket alanı belirlenebilmekte koordinatları tespit edilebilmekte ve PKK’ya rahatlıkla yansıtılabilmektedir. 

Güvenlik güçlerinin büyük yitiklerinin nedeni budur. Ulusal yazılım için ASELSAN artık devreye sokulmalıdır. 

Dış güdümlü elektronik sistemlerin denetim dışı bırakılacak, uydu müdahalesini bertaraf edecek (AS: dışlayacak) yeni elektronik sistemleri geliştirilerek silahlı gücümüz millileştirilmelidir.. 

Günün Sözü: Olan biteni doğru kaynaktan öğren ki yanılmayasın.

==============================================================

Dostlar,

Sayın Nurullah Aydın’ın uyarıları son derece yerinde..
AKP hükümeti gereğini yapar mı, yaptırır mı ki??
Genelkurmay yeterince ağırlığını koyabilir mi??
Ulusal güvenliğimiz ve şehit – gazi olan vatan evlatlarının vebali, bu zorunlu ulusal politikaları uygulamayan – uygulatmayanların olacaktır.

Sevgi ve saygı ile.
09 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Aselsan cinayetlerinin izini sürmek..

 

Olayların arkasındaki sır perdesini çözmesi gereken başta MİT ve polis teşkilatımız
olmak üzere devletimizin ilgili güvenlik teşkilatlarıdır. Mühendislerin ölümleri ile ilgili soruşturmalarda gerekli özen gösterilmedi, kayıtlara kaza veya intihar olarak geçirilerek,
hemen aceleyle ilk dosyaları kapatıldı. Daha sonra tekrar açılan dosyalara farklı bilgiler girdi. Her süreçte gizli bir elin devrede olduğu anlaşılıyor. Aslında ilk ölümler, 2004 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve TÜBİTAK’ta çalışan iki uzmanla başladı. Aselsan Cinayetleri adlı bir kitap yazan, Melik Duvaklı, savunma sanayinin tarihi gelişiminin ardında yaşanan güç savaşını ve büyük rant kavgalarından bahsetmektedir (1). Duvaklı’ya göre; askeri casusluk soruşturulmaları derinleştirilirse, savunma sanayinde yaşanan cinayetler de aydınlatılır. Türk Silahlı Kuvvetleri, TÜBİTAK, Havelsan, Aselsan, GES Komutanlığı gibi tüm stratejik kurumlarda birilerinin hücre sistemi ile örgütlenerek, projeler ve ilgili kişiler hakkında bilgi ve belge toplandığını ve bunların yabancı güçlere verildiğini açıklıyor. Aselsan olayları kapsamında hükümet kanadında öyle bir hava estiriliyor ki 2004’den itibaren hükümet savunma sanayini millileştirmiş de Batılılar karşı çıkmış, bu yüzden mühendislerimiz öldürülüyormuş. Cemaat kesimi ise 1998’de Orgeneral Çevik Bir tarafından belirlenen büyük satın alma projeleri böylece iptal olduğundan, Kemalist kesimden hiç ses çıkmıyor diyerek yeni bir algılama yönetimi yapıyor ve gene bu cinayetlerin üstü örülecek diye veryansın ediyordu (2).Konu bu noktaya gelince, önce işe kısa bir savunma sanayi özeti ile başlayacak, sonra bu olayların arkasında kimler olabileceği ile ilgili görüşlerimizi açıklayacağız.

Türk Savunma Sanayi’nin millileştirilme çalışmaları

Türkiye’de savunma sanayinin millileştirilmesi çalışmaları daha Cumhuriyetin kurulmasından önce Atatürk ile başladı ve ilk dönem 1950 yılına kadar devam etti. Atatürk, tam bağımsız bir Türkiye için milli bir savunma sanayi yaratmanın bilincinde idi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin NATO İttifakı’na katılması ile başlayan ve kısa süre içinde artış gösteren askeri yardımlar, henüz kuruluş aşamasında bulunan savunma sanayinin gelişmesini durdurmuştur.1963 ve 1967 Kıbrıs bunalımları ile 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ve bunun sonucunda Türkiye’ye uygulanan silah ambargosu, ulusal bir savunma sanayi gereğini tekrar ortaya koymuştur.Aselsan ve Otomarsan gibi şirketler yanında TSK Güçlendirme Vakfı’nın kurulması savunma sanayinin gelişiminde önemli adımlar oldu. Türkiye, silah sanayine ilişkin olarak 1985’de başlattığı 10 yıllık modernizasyon programı ile silah üreten bir ülke olma yolunda ciddi adımlar attı. 20 Haziran 1998 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan
“Türk Savunma Sanayi Stratejisi ve Politikası” ile Silahlı Kuvvetlerin ihtiyaçlarının güvenli ve istikrarlı biçimde karşılanması amacıyla yüksek teknolojiye sahip harp silâh ve araçlarının yurt içinde üretilmesi hedeflendi (3). Böylece Türkiye’de savunma sanayini geliştirme gayretleri hızlanmış ve bugünkü gelişmelere önayak olmuştur.Büyük bir gayretle yürütülen bu çalışmalar sonucunda toplam AR-GE harcamaları 700 milyon ABD dolarına ulaşmış, TSK ihtiyaçlarının yurtiçinden karşılanma oranı %54’ü geçmiştir. Bugün itibariyle savunma sanayinde ulaşılan seviyeye bakıldığında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyaç duyduğu ana silah sistemlerinin birçoğu artık ülkemizde geliştirilmekte ve üretilebilmektedir (4).

Öte yandan, ABD, Türkiye’nin en önemli savunma sanayi tedarikçisi oldu ancak hiçbir zaman Türkiye’nin kendisinden bağımsız ve kontrolü dışında bir teknolojiye sahip olmasını istemedi. Örneğin bize sattıkları F-16’ları ABD’ye ya da Yunanistan’a karşı kullanamazdık, elektronik harp sistemi olmayan F-16’lar bir tabuttan ibaretti. Gece görüş sistemleri olmadığı için F-16’lar ile hava harekâtı yapamıyorduk. Bu teknolojiyi 1990’ların ortasında İsrail ile yakın ilişkilerimiz sayesinde edindik. Karşılığında onlara Konya üzerinde eğitim imkânı verdik. Ancak, böylece bugün Irak’ın kuzeyini gece de bombalayabiliyoruz. On yıllardır hava savunma sistemi istememize rağmen, bir gün bana karşı kullanır diye vermeyen ABD, Çin’den almaya kalktığımızda, Çinliler NATO sistemine sızacak diye yaygara kopardı. Ellerindeki en eski ve işe yaramaz patriotları, fahiş fiyata ve sonu belli olmayan bir zamanda bize satma projesi sundular. Hâlbuki o sistemler Yunanistan’da var ve daha iyisini de Ruslardan aldılar. Eğer ihaleyi ABD’ye verirsek, ne zaman ve hangi şartlarda alabileceğimiz gene günün koşullarına bağlı olacaktır.
Çok değil, Ocak 2015 başında ABD Kongresi, daha önce söz verdiği savaştan kalma donanma gemilerinin Türkiye’ye verilmesini reddetti. Karara gerekçe olarak, Türkiye’nin İsrail’e karşı giderek artan düşmanca tutumu ve Kıbrıs yakınlarında doğal gaz araması yapan Amerikan şirketlerine karşı takınılan tavır öne sürüldü (5).

ABD için kriptografinin önemi ve NSA

ABD için tarihsel olarak kriptolama yani şifreli haberleşme en önemli ulusal güvenlik alanlarından biri olagelmiştir. Haziran 1942’de Pasifik’teki Midway deniz savaşında Japon donanmasını deniz haberleşme şifresini çözerek tuzağa düşürmüşlerdi. Eğer o savaşı kazanamasalardı, Pearl Harbor’a denizaltı sokmaları bile mümkün olmayacaktı. Şifre çözme ile Japon savaş planı da büyük ölçüde açığa çıkmıştı ama Japonlar bunun farkında değildi. Böylece Pasifik’te savaşın yönü hep ABD lehine gelişti. ABD, Almanya karşısında da kriptografi avantajını kullandı, Alman haberleşmesine sızıldı. II. Dünya Savaşı’ndan beri Amerikan güvenliğinin kurgulanmasında Pearl Harbor ve kriptografi hep hafızanın bir kenarında bakış açılarını etkiledi. Soğuk Savaş boyunca James Bond tipi ajanlar hep gizli bilgiler ve şifreler peşinde iken film çevirmişlerdi. Kripto çözümü ABD tarafında bir takıntı haline geldi ve mümkün olan herşeyi öğrenmek için Ulusal Güvenlik Ajansı’na (NSA) (6) saldırgan yöntemler kullanmaya başladı (7). Savaş sonrası ABD istihbaratı yapılandırılırken 1951’de kurulan NSA, diğer ülkelerin gizli haberleşmelerini takip ve deşifre etme görevi verilmişti. NSA; esas olarak gizli telefon dinlemelere angajedir ve şifre çözme, kripto ve sinyal istihbaratından sorumludur. Sadece askerleri değil, karşı istihbarat ve karşı terörizm unsurları ile önemli müttefikleri de destekleyen NSA sinyal istihbaratı ve bilgi güvenliği de sağlamaktadır. NSA bünyesinde matematikçiler, fizikçiler, istihbarat analistleri, dil bilimciler, kripto-analistler, bilgisayar mühendisleri gibi bilim adamları çalışmaktadır

ABD istihbarat servisleri içinde en gizlilerinden biri müşterek NSA-CIA gizli sinyal istihbaratı (SIGINT) birimi olan Özel Toplama Servisi (SCS) (8) oldu.Eski NSA çalışanı Edward Snowden’in ortaya çıkardığı bilgilerin başında ABD’nin tüm dünyayı nasıl dinlediğini ifşa eden bir “telekulak haritası” var. Alman Der Spiegel dergisinde yer alan söz konusu harita NSA-CIA ajanlarının dünyanın çeşitli yerlerindeki 90 adet SCS birimini kullanarak aralarında 35 ülke liderinin de bulunduğu milyonlarca kişiyi dinlediğini ortaya koyuyor. ABD diplomatik temsilcilikleri içindeki bu birimler binaların çatılarındaki özel alanlara yerleştirilen ‘Eistein’ kod adlı çok güçlü antenler kullanmaktadır. İstanbul ve Ankara’nın haritadaki renkli farklıdır. Der Spiegel, bunun nedeninin buralardaki dinleme faaliyetlerinin gayri resmi olarak yürütülmesi olduğunu böylece olayın ortaya çıkması halinde bir kriz yaşanma ihtimalinin azaltıldığını belirtiyor. ABD, dinleme yapmak için ilgili ülkede özel bir istihbarat ekibi kurmaktadır.NSA-CIA’nın birlikte oluşturduğu bir SCS’ler, sadece izleme yapmamakta, seçilen hedeflere örtülü operasyonlar da düzenlenmektedirler. Örneğin Türkiye gibi bir ülkede sadece dinlemekle kalmayıp, bu kayıtları değiştirebilir, ya da sahte bilgileri kayıtların içine de karıştırabilir, ya da CIA ile birilerini öldürebilirler.Son yıllarda Ergenekon operasyonlarına yansıyan ses kayıtları ve belgelerin kaynağını tahmin etmek zor değildir. Der Spiegel’in yayınladığı haritaya göre ABD adına dinlemeleri yürüten ekibin Türkiye’deki ayakları İstanbul ve Ankara’daki diplomatik temsilcilik binalarıdır. Türkiye’deki Ergenekon komplosu başlamadan önce gelen 35 Amerikalı istihbarat görevlisinin Türkiye’ye gelişi ile bilgiler, böylece yerine oturmaktadır.Bugün de ABD ve İngiltere, Türkiye’nin de arasında olduğu bazı ülkelerin halkının duyarlılık analizi ile meşguller. Amaç, Türkiye’nin de fitilinin ateşleneceği zamanı ayarlamaktır.

ABD-Türkiye ilişkilerinin arka yüzü..

Türkiye’nin ABD ile ilişkileri Soğuk Savaş döneminin başlangıcından bu yana ağırlıklı olarak güvenlik kaygıları ile şekillenmiştir. Türkiye, Sovyet faaliyetlerinin izlenmesinde önemli üsler sağladı. Türkiye NATO’ya 1952’de girmişti ama daha 1947’de Amerikan dinleme vasıtaları Yeşilköy’deki MAH tesislerine yerleşmiş, Soğuk Savaş boyunca Türkiye’nin pek çok yerinde kurulan ABD dinleme üsleri işlerini görmeye başlamışlardı.Türkiye’deki dinleme servisleri tamamen bunları kuran Amerikalıların eline geçmişti. Amerikalılar buralarda çalışanları özellikle de telefon dinlemesinde görev yapan memurları maaşa bağlamıştı. Tabii ki Menderes’in telefonu da dinleniyordu. MAH’a hâkim olan Amerikalılar, İstanbul’daki MAH Okulunu, İstanbul teşkilatını ve Yeşilköy’deki soruşturma teşkilatını kendi paralarıyla döndürüyor, paralar doğrudan ilgili servis amirine ve çalışanlarına zarf içinde veriliyordu. Türkiye’de birçok askeri darbenin arkasındaki güç olan Amerikan gizli servisleri, Türkiye’nin dış politikasının bütün çizgilerini belirlemeye çalıştıkları gibi, iç politikaya yönelik müdahalelerde de bulunmaktan çekinmemişlerdir. CIA’nın devlet kurumlarımız içinde etkin bir yapılanması ya da daha doğru bir ifade ile sızması söz konusudur.ABD, 1990’lı yıllardan itibaren Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni kendisi için NGO ve sivil toplum örgütü üssü haline getirdi. Böylece devlete güvensizliğin ve sivil itaatsizliğin alt-yapısı örüldü.12 Eylül 1980 ile birlikte, Kenan Evren’in aklına sokulan Türk-İslam Sentezi çalışmaları ile birlikte ABD’nin hazırlamakta olduğu Gülen oyununun başlangıcı idi.

Ne oldu ise 1990’larda oldu. 14 Ocak 1991 günü, Cudi Dağı’nda kıstırılan PKK’lılara Diyarbakır’dan kalkan ve Çekiç Güç’e bağlı ABD helikopterlerinin malzeme attığı, Genelkurmay Başkanlığı’nca tespit edildi (9). Amerikalıların faaliyetlerini yakından izleyen Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis Paşa’yı 17 Şubat 1993 tarihinde Ankara’dan Diyarbakır’a götürecek uçak kalktıktan kısa bir süre sonra düştü. Irak’ın kuzeyinde ABD’nin PKK ile alış-verişine ve Kürt devleti kurulması ile ilgili projelerine ilişkin kesin kanıtlar çıkması üzerine önce Özel Kuvvetler Komutanlığı’na bir düzen verildi ve doğrudan Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı olmasının yarattığı başıboşluğun önüne geçmek için Harekât Başkanlığı’na bağlandı. Ardından MİT içinden tasfiyeler başladı ve Amerikancı eğilimleri olanlar daha az önemli şubelere kaydırılmaya başlandı. ABD’nin buna tepkisi kendine çöreklenmek için yeni bir kurum bulmak oldu ve böylece polis teşkilatı hedef seçildi.Gülen’in küresel hizmet (!) hareketi, 1990’lı yılların ortasından itibaren ise Orta Asya’da CIA’ya örtü vazifesi gördü ve sadece bu dönemde Kırgızistan ve Özbekistan’da 130 kadar CIA ajanına yataklık yaptı. CIA’nın İslam dünyasına sızmak için Truva atı olan cemaat, Türkiye’deki operasyonları için de örtü sağlayacaktı. 1990’lı yıllarda Gülen Cemaati, ülke içinde de TSK, MİT ve özellikle EGM içine sızma konusunda önemli adımlar atmaktaydı. AKP’nin iktidara gelmesi ile birlikte cemaatin gücü Emniyet içinde görünür hale gelmeye başladı. Emniyetteki Fethullahçı oluşum 2006 yılına gelindiğinde “Emniyette F Tipi yapılanma” şeklini aldı. Ergenekon operasyonlarının ilk sonucu Türk ordusunun Kürt projesi karşıtı politikalara son vermesi ve istenmeyen general ve subayların tasfiyesi oldu. Diğer bir dolaylı sonuç ise Gülen cemaatinin Türkiye içinde meşrulaştırılması idi. Ergenekon ile Türk Polisi, Türk Silahlı Kuvvetleri ve ulusalcı diye adlandırdıkları aydınların karşısına dikildiler.

Aselsan cinayetlerinin perde arkası..

Ergenekon ve Balyoz operasyonları ile TKS.nın gizli bilgileri, çok gizli savaş planları mahkeme dosyalarına düştü, ABD’ye servis edildi. Türkiye’ye 2008’de gelen 35 kişilik CIA-Pentagon karma heyeti, Emniyet Genel Müdürlüğü istihbaratının Yıldız bürosunda üslenerek, yapılan tertipler ve operasyonlar bu merkez vasıtasıyla emniyet istihbaratı üzerinden yürütüldü (10). ABD Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, Ergenekon operasyonlarında Emniyet İstihbaratı ile Amerikalı üst düzey subay-ajanların işbirliği, ABD-Türkiye arasındaki “karşılıklı istihbarat paylaşımı” ve “teröre karşı işbirliği” işlerinden sorumlu idi. Bu işler için Büyükelçilik içinde olan, başında bir Tümgeneral’in bulunduğu Savunma İşbirliği Ofisi (ODC) (11), bir operasyon merkezi olarak işlev gördü. Bütün tertipler bu merkez tarafından planlandı. İç İşleri Bakanlığı ile bir yandan “karşılıklı istihbarat paylaşımı” diye Ergenekon operasyonları tezgâhlandı. Diğer yandan ise “teröre karşı işbirliği” mekanizması içinde demokratik açılım için yönlendirme yapıldı. Türkiye’ye gelen kontrol dışı dinleme cihazlarının, düzenlenen sahte CD ve belgelerin, kaset komplolarının arkasında paralel devlet ile işbirliği yapan NSA, CIA ve onların sözleşmeler yaptığı Amerikan özel istihbarat şirketleri vardı. Amerikan Hava Kuvvetleri İstihbaratı (AFOSİ) personeli de Deniz Kuvvetleri’ni hedef alan Kafes ve Poyrazköy tertiplerinde yer aldı.

ABD,Türkiye’nin istihbaratından bakanlıklarına, medyasından her yanını saran ABD, Türkiye’nin kendine ait gizli bir şeyini hele özel bir şifreleme sisteminin olmasını istemiyor. ABD istihbaratının önceliği her zaman hedef ülkelerin gizli bilgileri olmuş, dost diye içinde yapılandığı ülkelerin dahi bağımsız bilgi ve şifreleme sistemlerine müsaade etmemiştir. Örneğin 1966 yılında Fransa’nın NATO’nun askeri kanadından ayrılma nedeni kendi nükleer silah sistemlerinin şifrelerinin ABD tarafından kontrol edilmesine razı olmaması idi. ABD, size şifresini kontrol etmediği bir teknoloji vermez. Örneğin size verdiği kriptolu telefonları kendisi mutlaka çözüyordur ve daha gelişmiş bir teknolojisine sahiptir. Son yıllarda telefonlarımızdan bilgisayarlarımıza her yanımızı kontrol eden ABD, Türkiye’de bilgi güvenliğini yok denecek seviyeye getirmiştir. 2007 yılından itibaren ortaya çıkmaya başlayan kasetler, ses kayıtları, komplo CD.leri cemaat-CIA işbirliğinin sonucu idi. Genelkurmay Başkanlığı yaşanan büyük sızıntılar nedeni ile önemli travmalar yaşadı. Devletin en gizli görüşmeleri internete düştü. Bunların hepsinin arkasında cemaati kullanan CIA yani ABD vardı. Giremediği Özel Kuvvetler Karargâhı’nın kozmik odasına da cemaat sayesinde girmiştir. Sıra genç subaylara geldiğinde onlar için casusluk ve fuhuş senaryoları tezgâhlandı. Başta MİT olmak üzere, kilit yerlerde çalışan pek çok subay, bu suçlamalarla tasfiye edilirken, yerlerine cemaatçiler geldi.2007’den sonra Cemaatin, hükümeti kullanarak TSK.nın özellikle tayin ve terfilerin yapıldığı personel başkanlıklarında etkin bir yapılanma sağladığı görüldü. AKP ve cemaatin arası açıldıktan sonra, hükümetin verdiği cemaatçi subaylar listesine henüz nasıl bir işlem yapıldığı bilinmiyor.

ABD yaklaşık 10 yıldır Rusya-İran ve Türkiye’de bilim adamlarını öldürüyor!

Rusya’da yazılım uzmanları, İran’da nükleer fizikçiler, Türkiye’de kriptocular öldürülmektedir. 1990’lı yıllarda ABD’ye giden istihbaratçı ve askerlere TÜBİTAK ve Aselsan gibi kurumlarda tanıdığı olup-olmadığı soruluyordu. 2003 yılından itibaren TÜBİTAK, Aselsan, Havelsan gibi kuruluşlar hükümetin dikte ettiği isimleri işe almak zorunda kaldıklarında aslında cemaatin yapılanması başladı. TÜBİTAK içinde oluşturulan cemaatçi yapılanma ile Türkiye’nin araştırma bütçesi bir yandan belirli üniversite hocalarına verilen projeler ile cemaate aktarılırken, başta kripto teknolojileri olmak üzere TÜBİTAK’ın güvenirliği oldukça zedelendi. Özetle söylemek gerekirse Aselsan cinayetlerinin izleri; başta Aselsan, TÜBİTAK ve MİT olmak üzere devletin en önemli kuruluşları içine sızmış olan cemaat uzantıları ve bunların CIA bağlantıları üzerinden bulunmalıdır. Bu bulunduğu takdirde Türkiye’deki habersiz dinlemelerin, kasetlerin, telefon kayıtlarının, kumpasların ve Türkiye’nin bilgi güvenliğinin arkasındaki casusların izi bulunmuş olacaktır. Bugüne kadar cemaat üzerinde yapılan operasyonlar, henüz değil kuklacıya, kuklalara bile ulaşamamıştır. MİT kurulduğundan beri en büyük zafiyetimiz hep kontr-espiyonaj yani casuslarla mücadele ve bilgi güvenliği oldu. Bu durum bugün her zamankinden daha acil ve hayati bir güvenlik sorunu olarak önümüzde duruyor.

@DocDrSaitYilmaz

Kaynakça-Dipnot
(1) Melih Duvaklı, Aselsan Cinayetleri, Profil Yayıncılık, İstanbul, 2013.
(2) Zaman, Aselsan Dosyasını ‘İntihar’ Deyip Kapatacaklar, (05 Mayıs 2013).
(3)Savunma ve Havacılık Dergisi: “Değişen Savunma Stratejileri ve Türkiye”, Milli Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu ile söyleşi, Sayı: 4/2001, (Ankara, 2001), 19.
(4) Murad Bayar: Sunuş Yazısı, Savunma Sanayi Dergisi, (Aralık 2010), s.6-10.
(5) Cihan H.A., ABD Kongresi, Türkiye’ye ‘Savaş Gemisi’ Verilmesini Reddetti, (5 Ocak 2015).
(6) National Security Agency
(7)George Friedman, Keeping the NSA in Perspective, Stratfor, Geopolitical Weekly, (April 22, 2014).
(8)Special Collection Service.
(9) Ferruh Sezgin: Helikopter Olayının İçyüzü, Ortadoğu Gazetesi, (4 Şubat 1992).
(10) Aydınlık:Tertipleri 35 kişilik CIA-Pentagon Heyeti Yönetiyor, (16 Mart 2008)
(11)Office of Defense Cooperation.

POSTMODERN HUKUK’UN BALYOZU…


POSTMODERN HUKUK’UN  BALYOZU…

portresi2

 

 

Dr. Noyan UMRUK

 

 

Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür. Belleğimizi tazelemekte yarar var.
Birinci Balyoz iddianamesinin temeli, Cumhuriyet Savcılığına değil de, kuryelik ya da muhbirlik işlevini üslenen gazeteciye (AS: Mehmet Baransel) sunulan(!) bir bavuldan çıkan CD’ler…Bu bavulda 16’sı davayla ilgisiz toplam 19 CD vardı. Geriye kalan
3 CD’den biri ünlü11 Nolu CD. Malum gazeteci, 30 Ocak 2010 tarihinde bu CD’leri Beşiktaş Adliyesine teslimi ile başlayan soruşturma  250’si tutuklu 365 kişinin yargılandığı Cumhuriyet tarihinin en büyük siyasal davalarından birine dönüştü.

Ve nihayet, 29.03.2012 tarihli duruşmada savcılık “Türkiye cumhuriyeti hükümetini cebren ıskat ve vazife görmekten men etmeye teşebbüs suçuyla” sanıklar hakkında
15 yıldan 20 yıla dek hapis cezası istedi. Hafta başında da (AS : 09.10.13) Yargıtay kimi makyajlarla davayı onadı.

YARGI SÜRECİNDE GÖRMEZDEN GELİNEN ÖNEMLİ ÇELİŞKİLER

Davanın temeli olan 2003 yılında üretilen CD’de ekleme çıkarma, bozma, değiştirme, güncelleme yok. Ama 1500’e yakın çelişki, yanlış veya mantık hatası var…
Örneğin;
– CD’deki Avrupa Şafak Hastanesi bu ismi 2004 yılında, Medical Park Sultangazi Hastanesi bu adı 2008’de, Yeni Recordati adlı ilaç fırması bu adı 2009’da almıştır.
– Planın ana belgesinde adı geçen TGB 2006’da kurulmuştu.
ASELSAN çalışanı olarak geçen 3 kişinin, bu kurumda 2006 yılında çalışmaya başladığı, belgelerde adı geçen 115 kişinin o tarihte HAVELSAN’da çalışmadığı
anılan kurumlarca açıkça bildirmişti.
Dijital verilerde yer alan 22 üniversiteye mensup toplam 279 öğrencinin 2002 – 2003 yıllarında herhangi bir üniversiteye kayıtlı olmadığı, varolduğu iddia edilen dershane ve özel yurtlardan 56 tanesinin, fişlendiği iddia edilen 8 vakfın o tarihte faaliyet göstermediği saptandı.

 Kendilerine suç yüklenen dönemlerde Cem Gürdeniz Karadeniz özel görevinde, yani denizde, Nuri Alacalı Amerika’da eğitimde, Mehmet Örgen Norfolk (ABD) SACLANT’da, Sinan Topuz Gemlik Fırkateyni ile
Girit Adasında, Barboros Büyüksağnak Roma’da EUROMARFOR karargahında görevli.

– Şüpheli Hakan Büyük’ün 21 Şubat 2011’de Eskişehir’deki evine yapılan bir baskında bulunan taşınabilir bellekte bulunan verilerin baskından 7 gün önce polis tarafından yazıldığı ortaya çıktı.

imagesCAJKJ7RX.jpg

BİLİRKİŞİ RAPORLARI:

Savunma 11 ve 17 Numaralı CD’leri Amerika’daki adli bilişim uzmanlarına inceletti. Arsenal Forensics‘te bu CD’lere ilişkin bir raporunda11 ve 17 numaralı CD’lerde bulunan en az 76 dokümanın tarih ve zamanlarında sahtecilik yapıldığı sonucuna varıldı. Çünkü, 11 ve 17 numaralı CD’lerde yer alan 76 doküman, 2003’te olmayan ilk kez Microsoft 2007’ye dahil edilen Calibri yazı tipine ve XML Şemalarına referansta bulunuyor.

Bitmedi, Yıldız Teknik Üniversitesi rapruna göre de “11. ve 17. CD’ler ancak 2007 yılı içinde ya da daha sonra, geçmiş tarihli olarak hazırlanmış olabilir, daha önceden hazırlanmış olmaları mümkün değildir. 11. ve 17. CD imajlarına ilişkin olarak bu CDlerin içinde yer alan dosyalar kesin delil niteliğinde değerlendirilemez.”

YARGI SÜRECİNDE CİDDİ USULSÜZLÜKLER:

–  Savcılar savunmadan 11 ay boyunca yaklaşık 6 klasör belge sakladı.
–  Savcılar ASELSAN ve HAVELSAN gibi kurumlardan gelen cevapları
değişik bir şekilde mahkemeye sundu.
–  Savcıların görevi lehe ve aleyhe bütün delilleri toplayıp, maddi gerçeğe ulaşmakken,
davada sanıklar lehine olan ancak kullanılmamış tam 1466 hata, çelişki, aykırılık vardır.

SONUÇ:

imagesCAOZBN1D.jpg

Mahkeme sormadı ama kamu vicdanı soruyor:

– Sanıklar lehine argümanlar içeren bilirkişi raporları neden dikkate alınmadı ?
– Darbeyi önlediği iddia edilen KKK ile dönemin Genelkurmay Başkanı ve öbür kimi
önemli sanıklar neden dinlenmedi?
– Neden sanıkların yalnıza %14’ü bu darbe amaçlı olduğu iddia edilen seminerin
katılımcıları?
– Genelkurmay Başkanlığı Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’ne değil,
Başbakanlığa bağlı. Dolayısı ile Başbakan ve sıralı amirlerin 2003 yılında YAŞ’ta
terfi ettirdikleri personelin darbe  girişiminden haberleri var mıydı?
Varsa neden gereği yapılmadı? Yoksa neden yok?

Millet acilen bilgilenmek istiyor…

Aksi takdirde, daha davanın başlangıcında seminere konu olan Egemen Harekat Planının Balyoz darbe planına dönüştürülmesiyle ortaya çıkan Cumhuriyet tarihimizin en ağır cezaları içeren siyasal davalarından biri olarak bu dava,
ABD-BOP-Cemaat-İktidar-12 Eylül Referandumu ile oluşturulan HYSK,
ÖYM’ler, Yargıtay yapılarına değin uzanan bir yapılanmanın TSK’ni tümüyle etkinsizleştirme (pasifize etme) kurgusu olarak milletin vicdanını derinden yaralamayacak mı? (
AYDINLIK, 13.10.2013)