Kategori arşivi: SİZİN İÇİN SEÇTİKLERİMİZ

Bizim yazdıklarımız, oluşturduklarımız dışında değişik kaynaklardan alarak paylaşılmasını uygun bulduğumuz dosyaları içermektedir.

Türkiye ekonomisinin geleceği dıştan gelecek kaynağa bağlı

Cumhuriyet 14.08.2012

Profesör Korkut Boratav,
Avrupa’da giderek ağırlaşan krizin ülke ekonomisi üzerindeki
olası etkilerini değerlendirdi

Türkiye ekonomisinin geleceği dıştan gelecek kaynağa bağlı

Sorun kapitalist sistemde “Kapitalist sistemdeki bu ağır krizi aşmak için
kapitalist sistemin bazı temel parametrelerini baştan aşağıya dönüştürmek lazım.
Bunun da şu anda dünyayı yöneten egemen güçler tarafından kabul edilmediğini
iyi bilmek gerekir”.

Önlem alma şansı yok

“Ali Babacan’ın ekonomi yönetimi mevcut risklerin farkında ama alabilecekleri
hiçbir önlem yok. Çünkü Türkiye ekonomisinin tüm ivmeleri, kısa vadeli
iniş çıkışları, durgunlaşma ve daralmaları dış dünyadan gelen kaynak akımına bağlı.”

Uluslararası piyasalardaki Avrupa merkezli “Kara Eylül” beklentisini değerlendiren
Prof. Dr. Korkut Boratav, “fünyesi her an ateşlenme riski ile karşı karşıya bulunulan” istikrarsız bir ortamda olunduğuna vurgu yaptı. Boratav, Türkiye ekonomisinin ise
dış dünyadan gelen kaynak akımına bağlı olduğuna dikkat çekerek,
risklerin farkında olan ekonomi yönetiminin yapabileceği hiçbir şey olmadığını,
“endişe ile beklediklerini” söyledi.

Prof. Dr. Boratav, uluslararası piyasalara ilişkin sonbahar beklentilerini değerlendirdi.

Dünya ekonomisinde genel bir endişe olduğuna işaret eden Boratav, özellikle
Avrupa’da yaşanan borç ve finansal sistemdeki tıkanmanın halkalarının
bankacılık sistemi aracığılıyla ABD’ye yansıdığına dikkat çekerek, ağır risklerin Avrupa’nın geleceğini de belirsiz kıldığını söyledi. Krizden kurtulmak için
doğru dürüst bir çıkış modeli de öngürülmediğini belirten Boratav,

“Kapitalist sistemdeki bu krizi aşmak için kapitalizmin bazı temel parametrelerini
baştan aşağıya dönüştürmek lazım. Bu da şu anda dünyayı yöneten egemen güçler
tarafından kabul edilmiyor.” dedi.

Boratav, krizin Türkiye’ye olası etkilerine ilişkin değerlendirmelerde de bulundu. Türkiye’deki ekonomi yönetiminin bu risklerin farkında olduğunu vurgulayan Boratav,
“Ali Babacan’ın başında bulunduğu ekonomi yönetimi için bunu söylüyorum.
Riskleri algılamamak ile ilgili eleştiri söz konusu değil, ama buna karşın
alabilecekleri hiçbir önlem de yok.” diye konuştu.

‘İşsizlik artar, gelirler daralır’

Boratav, bunun nedenini de şöyle açıkladı:

“Çünkü Türkiye ekonomisinin tüm kısa vadeli iniş ve çıkışları, genişleme,
durgunlaşma ve daralma ivmeleri dış dünyadan gelen kaynak akımına bağlı.
Sözünü ettiğimiz riskler kaynak akımını kösteklediği anda ekonomi durgunlaşmaya başlar. Çok ağır sermaye çıkışı olursa da krize dönüşme olasılığı ortada ve bu da algılanıyor. Burada hükümetin de yapabileceği, yapmayı göze alabileceği hiçbir şey yok.
Bu yüzden endişe ile bekliyorlar. Eğer Türkiye ekonomisi normal büyüme koşullarında
yani % 4-5 oranlı büyüme koşullarında dış denge sağlayabilen bir yapıda olsaydı
dış dünyadan bol kepçe kaynak geldiği zaman kaynak girişini kısıtlayan önlemler alabilirdi. Ancak bunu göze alamıyor. Ekonominin ayakta durabilmesi için
dış dünyadan kaynak aktarımına ihtiyacı var. Yani kaderini dış dünyadan gelecek kaynaklara teslim etmiş durumda.”

Boratav, 2001 ve 2009 yıllarında yaşanan krizlere de dikkat çekti. Olumsuz ortamın
şu veya bu şekilde siyasete de yansıdığına işaret eden Boratav, 2001’deki bunalımın sosyal yansımalarının 2002’ye kadar ağır bir şekilde devam ettiğine vurgu yaptı.

Boratav, 2001’deki krizin “sadece bir iktidarı değil, bir parlemontuyu tasfiye
ettiğine” dikkat çekti. 2009’daki krizin etkilerinin daha hafif geçiştirildiği
halde yerel seçimlerde büyük gerileme meydana getirdiğini belirten Boratav,

“Ekonomik bunalımlar, halkın siyasi iktidarı sorumlu tuttuğu tepkileri tetikler. Dolayısıyla siyasete de yansır. Halka yansıması ise işsizlik, gelirlerdeki daralma şeklinde olur. Bu da var olan sosyal gerilimlerin sosyal bunalımlara dönüşmesi
anlamına gelir.” dedi.

Rıza Güner’den mektup..

Riza_Guner’den_Ahmet_Saltik’a_mektup_12.9.2010

PKK NASIL ORTADAN KALKAR; KÜRT SORUNU NASIL ÇÖZÜLÜR?

a> 1951′ de doğmuşum. İlk ve ortaöğretimim Malatya’da… Yüksek eğitimim, o zamanlar adı Basın ve Yayın Yüksekokulu olan İletişim Fakültesi’nde Ankara’da…
Alevilere iş verilmediğini, Alevilerin açlığa mahkum edildiğini okulu bitirdikten ve 12 Eylül’den sonra öğrendim.
İlhan Selçuk ve diğer Bekçi Murtaza Atatürkçülerini tanıdktan sonra; Tevfik Fikret ve Emile Zola tavrı takındım.
Her gerçeği olduğu gibi kabul ediyor ve hiçbir gerçeğe karşı görüş ileri sürmüyorum. Tevfik Fikret gibi, “YALANIN YOK OLMASINA/ YALNIZCA İKİ YÜZLÜLÜKLE APTALLIK AĞLAR” diyorum.
Saygılar…[/caption]

PKK_NASIL_ORTADAN_KALKAR_Riza_Guner

Kürt Sorunu, Dış Politikamız ve CHP

CHP Milletvekili Prof. Dr. Hurşit Güneş :
Hükümet bilmeli ki, Türkiye’nin güvenilir olması için müttefiklerinin her istediğini yapması gerekmez. Kimi zaman açıkça “bu konuda ulusal çıkarlarım nedeniyle yanınızda olamayacağım.” demesi yeterli olabilir. Asıl en yanlışı “yanınızdayım” deyip aksine davranması ya da daha sonra bunu telafi etmek için fütursuz bir payandalığa girişmesidir.

Cumhuriyet 14.08.2012

Kürt Sorunu, Dış Politikamız ve CHP

Prof. Dr. Hurşit GÜNEŞ
CHP Kocaeli Milletvekili

Hükümet bilmeli ki, Türkiye’nin güvenilir olması için müttefiklerinin her istediğini yapması gerekmez. Kimi zaman açıkça “bu konuda ulusal çıkarlarım nedeniyle yanınızda olamayacağım.” demesi yeterli olabilir. Asıl en yanlışı “yanınızdayım” deyip aksine davranması ya da daha sonra bunu telafi etmek için fütursuz bir payandalığa girişmesidir.

CHP’nin TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırması, gerek komşumuz Suriye’de
gerçekleşen son gelişmeler gerekse PKK’nin Şemdinli’de egemenlik kurmaya
kalkışmasını değerlendirmek açısından aslında son derece yerinde bir siyasal girişim. İktidar partisinin ve çoğu zaman onun uysal izleyicisi olarak kalmayı yeğleyen MHP’nin bu girişime katkıda bulunmaması ise hiç iyi olmadı. Türkiye’nin her türlü sorununun çözülme, en azından tartışılma zemini olan Parlamento, ağır bir darbe almış oldu. Özellikle ulusal sorunlarımızı Meclis çatısı altında tartışarak ve uzlaşarak çözemeyeceğimiz izlenimi doğmaya başladı ki, bu daha da endişe verici.

Meclis’teki anayasa uzlaşma süreci ve akil adamlar projeleri sanki suya düşürülüyor.

Dış ekonomik dengelerin gitgide kırılganlaştığı, Türkiye’nin AB’den uzaklaştığı
ve baskıcı bir rejime dönüştüğü görüntüsünün yanı sıra, şimdi bir de bölgesinde istikrarsızlık unsuru haline gelmesi hiç de iç açıcı değil. Bu anlamda CHP’ye
çok daha ağır yükler, sorumluluklar düşüyor.

PKK’nin Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ü kaçırması karşısında da CHP’nin ağırbaşlılığını koruyarak hükümeti sorumluluğa davet etmesi gerekiyor.
Sorun bölgesel Kürt sorunu (kimileri pek farkında olmasa da) giderek çözülmesi
daha zor bir hale geliyor ve bölgesel niteliği belirginleşiyor.

İşin en üzücü yanı, kimi Kürt kökenli yurttaşlarımız arasında devlete olan
gönül bağları zayıflıyor. Birçoğumuz kabul etmekte zorlansak, işi PKK’nin
silah dayatmasına bağlasak da (ki kısmen de öyle), sonuçta kafa karışıklığı
içinde olan ve liderliği İmralı’da gören bir toplumsal kesim gelişiyor.
Bu da çok vahim bir durum. Kürt sorununun temelinde elbette farklı etnik yapıda
olan yurttaşlarımızın anadillerini kullanabilme, kimliklerini yaşayabilme, kendilerini ifade edebilme gibi birçok demokratik eksik bulunuyor.

Kuşkusuz sosyokültürel haklar çok önemli. Ancak 25 yıl önce “Kürtçe televizyon
resmen TRT tarafından kurulacak” denseydi, inanamazdık. Sonunda oldu ama
pek de bir şey değişmedi.

Terör aynı hızıyla sürüyor. Açıkçası, Bingöl’ün Genç ilçesinin Çötele
Yaylası’ndan hiçbir ergen çoban “özgürce Kürtçe konuşamıyorum” diye
Kandil Dağı’na çıkmaz. O zaten Kürtçe konuşur.

Ne 1990’lı yıllardan bu yana sürdürülen silahlı mücadele, ne bölgeye yapılan
yatırım hamleleri ne de demokratikleşme açılımları terörün azalmasını sağladı.

Oysa neoliberal kesim Kürt kökenli yurttaşlara tanınacak demokratik gelişmelerin terörü durdurabileceğini savunuyordu. Terörün ilk belirdiği yıllarda askeri
gücümüzün bunu fazlasıyla bertaraf etme kapasitesinde olduğu tezinin de
(ki MHP hâlâ aynı çizgide) kısırlığı anlaşılmış oldu.

Her gün bir ya da birkaç askerimiz şehit düşüyor, yürekler parçalanıyor.
Kürt sorununu İrlanda ya da Bask örneğine benzetmek de ciddiyetle bağdaşmaz.

Bu sorun aslında 1990 yılında Saddam’ın Kuveyt’i işgali ile başka bir boyuta geçmiştir. ABD güçlerinin Irak’a askeri müdahalede bulunduğunda Irak’ı
(36. Paralel’den başlayarak) fiilen bölen bir bölge yarattığı göz ardı edilemez.

Bu bölünme, etnik farklılığa dayandırıldı ve o tarihten bu yana Türkiye’de terör, kendi sınırları dışında odaklandı ve yönetildi. Böylece dış güçlerin cirit attığı
bir hal aldı ve Saddam’ın tümüyle devrilmesine dek çok ciddi bir kuluçka dönemi olarak da sürdü.

Rahatsızlığın artan boyutu

Artık bugün Kuzey Irak’ta Kürt özerk bölgesi var ve bu gelişme karşısında
Türkiye’nin kendi sınırları içinde bir siyasal hareketliliğin olmaması düşünülemez. Benzer bir biçimde Kuzey Suriye’de Kürtlerin egemen olduğu bir bölge oluşuyor
ve bu oluşumun da ABD tarafından tasarlandığı görünüyor. Bu aşamada Türkiye’ye güvenceler verilebilir ama gerçek değişmeyecektir; cin şişeden çıkmıştır.
Haliyle Türkiye içindeki rahatsızlık daha da artacaktır.

ABD’nin bölgede izlediği politikayı yalnızca enerji kaynaklarına bağlamak da
doğru değildir. ABD bu coğrafyada İran ve İsrail parametreleri arasında denklem çözmeye çalışırken, Arap olmayan Müslüman ya da Arap olsa da Şii olmayan
(yani Sünni) unsurları aktive etmektedir.

1 Mart 2003 tezkeresiyle birlikte ABD içinde birçok kesim katında güven yitiren Türkiye, şimdi başta Suriye olmak üzere ABD’nin tüm stratejilerinde
koşulsuz destekle, bunu yeniden kazanmaya çalışıyor. Ama kimi zaman da bu, Türkiye’nin egemenliğini riske sokuyor.

Uzun vadeli ve gerçekçi olmayan bir dış politika kümesinin sonuçlarına katlanıyoruz.
Türkiye’nin içinde bulunduğu Kürt sorunu karşısında -ki bu aynı zamanda
terör olarak yaşanmaktadır- bu hükümetin kavraması gereken en önemli gerçek,
dış politikada çeşitli aktörlerle doğru ve güvenilir bir zeminde anlaşmaya çalışmaktır. Kürt sorunu yalnızca bir iç güvenlik sorunu olmadığı gibi,
sosyoekonomik yahut sosyokültürel ya da demokratik gelişmeyle ilgili de değildir.

Bunların hepsinin yanı sıra, sorunun temelinde bölgede yeni bir
siyasal tasarım yürümektedir ve Türkiye bu konuda gafil avlanmıştır.

Hükümet bilmeli ki, Türkiye’nin güvenilir olması için müttefiklerinin
her istediğini yapması gerekmez. Kimi zaman açıkça“ bu konuda ulusal çıkarlarım nedeniyle yanınızda olamayacağım” demesi yeterli olabilir. Asıl en yanlışı, “yanınızdayım” deyip aksine davranması ya da daha sonra bunu telafi etmek için fütursuz bir payandalığa girişmesidir.

 Türkiye, bölgedeki gücünün bilincinde, müttefikleriyle net, güvenilir
ve uzun vadeli opsiyonları ortaya seren bir müzakereye girmedikçe;
kendi içindeki terör sorununu çözmede de yetersiz kalacaktır.

CHP’nin yıllardır hükümeti uyardığı en kritik nokta da budur.

Unutmayalım, aslında kendi içinde dengesini yitirmiş bir Türkiye
Batı için de bir kâbustur.

“BİRKAÇ MEHMET ÖLDÜ DİYE…”

KURTULUŞ İÇİN (9)

“BİRKAÇ MEHMET ÖLDÜ DİYE…”

Em. Albay Cemil Denk
denk.cemil@gmail.com

CHP, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplanmasını, kendi milletvekilini kurtarmak için değil, PKK’nın, Şemdinli, Hakkari bölgesinde, Suriye’de yaşanan vatanımızı bölme girişimlerini tartışmak için istemiştir.

Bu istem üzerine, bakalım kimler neler söylemişler:
AKP sözcüsü Hüseyin Çelik, bağışlanmayacak bir konuşma yaptı:

“PKK birkaç MEHMETİ şehit etti diye TBMM’sini toplayamayız.” dedi.

Biz de molla Hüseyin’e soralım;

Sayın AKP milletvekili Hüseyin Bey, Meclis’i toplamanız için
kaç MEHMET şehit olsun istiyorsunuz?

Allah’ göstermesin, şehit olan birkaç MEHMET’ten biri sizin çocuğunuz olsa,
böyle konuşur muydunuz? Müslümanlığı kimselere bırakmayan AKP milletvekili Hüseyin Bey,

Unutma ki; her MEHMET bir Muhammet’tir. MEHMETÇİK sayı ile ifade edilmez,
O, Ana Kuzusudur, Namustur, Vatandır.

CHP’nin, ‘Milli İrade’nin yani, TBMM’nin toplanarak, bu isyana karşı bir çözüm bulmasını istemesine; “Biz Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) Eşbaşkanlarından birisiyiz,
bu görevi yapıyoruz.” diyen Başbakan Erdoğan:

“PKK’ya; “Ben istersem TBMM’ni de toplatırım.. dedirtmem.” dediniz.
Hükümet olarak, elimizden gelen her şeyi yapıyoruz.” dediniz.
Biz de size diyoruz ki; gerçekten elinizden gelen çok şey yaptınız,
işte yaptıklarınızdan birkaçı;

* 4 Temmuz 2003’te de K. Irak’ta Türk askerlerinin başına Çuval geçirildi.
Bunun üzerine size, “NOTA” vermeyecek misiniz” diye soran gazeteciye;

“Ne Notası Kardeşim, Müzik Notası mı?” dediniz! Yetmedi;

* Türk Askerinin kafasına çuval geçiren Amerikalı Komutanı,
bando-mızıka ile karşıladınız.
• PKK’nın militanlarını Habur’da krallar gibi karşıladınız (!)
• MİT Müsteşarınız Hakan Fidan’ı – İmralı’da el bebek gül bebek beslediğiniz! (!)
“Sayın Öcalan’a(!) – saygılarınızı ve selamlarınızı sunarak (!) –
Norveç’in başkenti Oslo’ya gönderdiniz.

Eli silahlı PKK TERÖR ÖRGÜTÜYLE pazarlık masasına oturttunuz,

• Filistin, Somali, Libyalı aşiretlerle, Suriyeli muhaliflere birkaç milyar doları bulan silah ve parasal yardımlar yaptınız, Yaralı Mehmetçiği,
evine otobüsle gönderdiniz,
• Türkiye terörle sarsılırken, sınırlarımızda kıyamet koparken,
her gün sayısız şehitler verirken, eşiniz Emine Hanımı, kızınız Sümeyye Hanımı
Türkiye’de hiçbir şey yokmuş, herkes huzur ve refah içinde yaşıyormuş gibi
haritada yerini bilmediğimiz Myanmar’a, Müslümanlara yardım dağıtmaya gönderdiniz!

Ne ala, paralar devletten, DİN TİCARETİ sizden!

• Açlık çeken insanlara, normal bir akşam yemeği yedirmek için yapılan
iftar yemeğini; ini Siyasetin Emrine Vererek-, binlerce Süper Zenginle iftar yemeği yediniz, camiden çıktınız siyasi konuşmalar yaptınız,
• Şehitlere “KELLE” dediniz, eli kanlı Terörist başına “SAYIN” dediniz!
• Şemdinli kuşatıldı, kaymakam adayı, polis dahil, sayısız kamu görevlisi,
sayısız asker kaçırıldı, aradan 1 yıl geçti onların nerede olduklarını bile bilmiyorsunuz.

Hükümetiniz, bunlarla ilgili ne yapmıştır?
• Bunlar çıkarlarına dokunmayan hiçbir şeyi umursamıyorlar.
• PKK’nın, Şemdinli, Hakkari bölgesinde, vatanımızı bölme girişimlerini soran gazetecilere;

“Ülkenin her metre karesine hakimiz..” dediniz ve bir gün geçmeden bir milletvekili
PKK tarafından kaçırıldı. Bu ne biçim hakimiyettir? Açıklayabilir misiniz?

“Böyle Şeyler bekliyorduk” dediniz. Bekliyordunuz da neden önlem almadınız?
Sizin göreviniz salt TESPİT yapmak değildir, ÖNLEM almaktır.
Önlem de en azından teröristleri, saldırmadan evvel, belirlemek ve onların saldırıya geçmelerini önlemekle olur. Önlem almanın da, ilk ve en önemli yolu;
OHAL, ya da SIKIYÖNETİM ilan etmektir.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, PKK’nın, Şemdinli, Hakkari bölgesinde, vatanımızı bölme teşebbüslerine bakalım ne diyor :

“PKK’nın yaptıkları, ‘Milli İrade’ye kafa tutmaktır.”
“Bu ‘Milli İrade’ye alçakça bir saldırıdır.” diyor, ama milletvekillerini,
‘Milli İrade’nin tecelli ettiği TBMM’ne, yetkisi olduğu halde, çağırmıyor!

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül; televizyonlarda, soğuk soğuk ve de boğuk boğuk
konuşacağına, ‘Milli İrade’nin tecelli ettiği TBMM’ni toplanmaya çağırmalıydı!

TBMM’nin toplanmasını AKP isteseydi, – aslında o istemeliydi- MHP koşa koşa gelirdi,
gelmesi de çok normaldir. Ama çağrı CHP’den mi geldi, sonu iyi olsun kötü olsun,
MHP hemen AKP gibi düşünmeye başladı Sayın Devlet Bahçeli:

Önce; PKK’nın yaptıklarına;

“Bu yapılanlar, Türk milletinin ‘İRADESİ’ne hakarettir..” diyor, sonra devamla;
CHP’nin, ‘Milli İrade’nin TBMM’nin toplanarak, bu isyana karşı bir çözüm istemesini, PKK’nın Ekmeğine Yağ Sürmek!!! olarak, açıklıyor ve bu toplanma çağrısını
geri çekmesini istiyor.

Bu nasıl muhalefet, anlaşılamadı!

Sayın Devlet Bahçeli, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!
Önce, ‘Türk Milleti’nin iradesinin tecelli ettiği TBMM’ne hakaret edilmiştir.’ diyorsunuz, sonra da, bu ‘Milli İrade’nin toplanıp,
teröre bir çözüm aramasının gerektiğini söyleyen Ana Muhalefet Partisi’ne,
“yaptığın yanlıştır ‘Çağrından Vazgeç!’ diyorsunuz!

“Biz Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) Eşbaşkanlarından birisiyiz, bu görevi yapıyoruz.” diyen Başbakan Erdoğan’a ve hükümetine kızamıyorum, çünkü onlar, birilerinden aldıkları,
TÜRKİYE’Yİ BÖLME görevlerini yapıyorlar. Esas kızmamız gerekenler; bizler, sizler;

BOĞAZINDAN ve BEYNİNDEN TUTSAK edilmiş HALKIMIZ, “YETMEZ AMA EVET” diyen
ÇAKMA AYDINLARIMIZ da içinde olmak üzere, laik demokratik Cumhuriyet’ten yana
Tüm Halkımız;

İktidardan yakınmacı olan Bireyler, Gruplar ve Partiler
Bunlardan kurtulmanın birkaç yolundan ilk ikisi şunlardır:

1. MEDYA, bunların yaptığı yanlışları 1 hafta yazsın; AKP dayanamaz çöker.
2. UYUYAN DEV daldırıldığı derin uykudan uyanmalıdır.

UYUYAN DEV yani halkımız, OYLARINI, önümüzdeki seçimlerde,
Laik, demokratik Cumhuriyet’ten yana bir partide birleştirmelidir.

Ben inanıyorum ki; bu Halk, bu hükümetin, her yaptığını alkışlayan bu ‘UYUYAN DEV’ önümüzdeki seçimlerde UYANACAK, kendisine bu acıları çektirenleri tanıyacak
ve kendilerine gereken dersi sandıkta verecektir.

CEMİL DENK, (E. Albay – Ankara ) 15 Ağustos 2012
Atatürk’ün, Din’e, Laiklik’e ve Kadına Bakışı” konusunda Araştırmacı Yazar
0 532 217 88 11 denk.cemil@gmail.com

BALYOZ Davası Kanıtları Sahte..

“Zanlılar mahkemede aklanırlar.
Bırakın adalet yolunu bulsun.”

Diyenler için sesleniyorum. Bu mahkemelerden bir yarar gelmez.
Kimse de aklanmaz. Göz göre göre adil yargılama ilkesi çiğnenmektedir.
Bunu yapan da doğrudan mahkemenin kendisidir.

Sahte kanıtlar, yalan bilirkişi raporları, tutarsız ifadeler bir sürü kez ispatlandığı halde bunları sorgulamayan, bu suçları işleyen kişi ve kurumları da ayrı ayrı yargılamayan adalet sisteminin hiçbir davasına, mahkemesine, kararına güvenilmez.

* Siz hiç sahte kanıt uyduran polisler hakkında yapılmış bir
işlem duydunuz mu?

* Siz hiç yalan ifade verdiği saptanmış tanık, itirafçı hakkında
bir işlem yapıldığını duydunuz mu?

* Ya da bütün bu saçmalıklara göz yuman bir hakim, savcı,
emniyet müdürü hakkında yapılmış yasal işlem duydunuz mu?

Bütün bu suçlar ve suçlular himaye edilecek, ondan sonra
adalet bekleyeceğiz… Çok beklersiniz.

Balyoz kanıtları sahte…

Kamuoyunda bilinen adıyla Balyoz Davası kapsamında halen 250 emekli ve muvazzaf subay tutuklu olarak yargılandığı davada, kanıtlar ili ilgili şaibeler konuşulmaya devam ediyor.

Tutuklamaya gerekçe olarak gösterilen kanıtların tümü ise dijital kayıtlardan ibaret.
Ancak bu dijital kayıtların manüplatif bir niteliğe sahip bulunduğu, Türkiye ve
ABD’den alınmış olan raporlarla kanıtlanmış durumda.

Şimdi bu kanıtlara bir yenisi daha eklendi.

Almanya’da Berlin mahkemelerine Adli Bilişim alanında bilirkişilik hizmeti veren
Gramberg & Vogel Bilişim Bürosu tarafından yapılan incelemeleri raporlaştıran
Bilgisayar Yüksek Mühendisi Bernhard Gramberg şu saptamayı yaptı:

“Özet:

Calibri yazı tipine dair
Calibri yazı tipi 2004 yılında hazırlanmış ve 2005 yılında kamuya açıklanmıştır.
Ancak Vista programıyla birlikte (2006 sonu) işbu yazı tipi yaygınlaşmıştır.
Word/ Office 2007’de Calibri Word dosyalarında kullanılmaktadır.

Calibri yazı tipi olan Word dosyaları

Aktarılmış olan CD’lerde/ Samsung sabit diskinde en azından 67 dosyada Calibri yazı tipi yer almaktadır, hâlbuki dosyalar 2003 (veya daha erken) bir döneme aittir.

Değerlendirme

Calibri yazı tipi 2003 yılından çok daha sonra (yaklaşık 2006/2007 yılından başlayarak kullanıma girdiği için, Calibri yazı tipini içermekte olan Word dosyaları da
2003 yılından çok daha sonra işlenmiş olmaktadır.

2003 yılında Calibri yazı tipi içeren Word dosyalarının bulunmuş olması
mümkün değildir.”

Raporun Tam metni için EKİ İNDİRİNİZ..

Bir başka ifadeyle Gramberg & Vogel Bilişim Bürosu tarafından yapılan inceleme neticesinde elde edilen bulgularda, 11,16 ve 17 Nolu CD’ler ile Gölcük Donanma Komutanlığı’nda el konulan 5 Nolu Hard Disk içinde kayıtlı dijitallerin 2003 yılına
ait olamayacağı söyleniyor.

Tüm bu bilimsel gerçekler ortada dururken davaya bakmakta olan İstanbul 10.
Ağır Ceza Mahkemesi sahte dijitallerle tutukluluk halinin devamına karar vermekte.
Muvazzaf subayların durumları ise Yüksek Askeri Şura toplantısı öncesinde
başka bir öneme sahip.

Adil Yargılanma Hakkı’nın hiçbir kuralına uyulmaksızın devam eden yargılama sürecinde,
bu kişilerin sahte dijital dokümanlarla tutuklu tutulması, masumiyetleri bilimsel verilerle ispatlanmış olan bu kişilerin belki de yıllarca emek verdikleri
Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişkilerinin kesilmesine kadar gidebilecek bir sürecin de tetikleyicisi olabilecek.

Şu ana dek Boğaziçi Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Arsenal Consulting Inc. Adli
Bilişim Şiketinin yapmış olduğu incelemeler sonucunda, TÜBİTAK tarafından
“2003 yılında oluşturulduğu ve sonrasında hiçbir değişiklik yapılmadığı”
belirtilen dijital dokümanların 2007 yılına ait bir teknolojiyi
içinde barındırdığı saptanmıştı.

Av. Hüseyin Ersöz konu ile ilgili yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Tüm bu bilimsel gerçeklere karşın 250 kişinin halen tutuklu tutulması,
adil bir yargılama yapıldığına olan inancı ortadan kaldırmaktadır.
Devam eden yargı süreci tüm evrensel hukuk değerlerinin göz ardı edildiği
bir kara hukuk uygulamasıdır.

Kendisini çağdaş, demokratik ve hukuk devleti olarak tanımlayan bir
ülkede benzer bir durumla karşılaşılması olanaklı değildir.

Başbakan’ın dahi ‘Devlet içinde devlet oldular‘ diyerek eleştirdiği eski adıyla
Özel Yetkili yeni adıyla Geçici Yetkili Mahkemeler temel hak ve özgürlükleri
ortadan kaldırarak varlığını sürdürmeye devam etmektedir.

Bu şekilde süren ve Savunma Hakkı’nı tümüyle ortadan kaldıran İstanbul
10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin adil bir karar vereceğine ilişkin tüm inancımızı yitirmiş bulunmaktayız.”

Av. Hüseyin ERSÖZ

Çetin DOĞAN, Süha TANYERİ, Dursun ÇİÇEK, Kadir SAĞDIÇ, Nedim ULUSAN, Hakan BÜYÜK,
Ahmet Bertan NOGAYLAROĞLU, Mehmet Fatih ILGAR ve Ahmet Zeki ÜÇOK savunmanı, Odatv.com

Londra 2012 Olimpiyatları bitti..

Londra_2012_Olimpiyatlari_bitti_Ali_Ercan

Dostlar,

Prof. Ali Ercan hocamız yine temel matematik kullanarak ne çok anlamlı ve
nesnel sonuca ulaşmış..

Keşke insanlarımıza kutsal kitapları anlamadan Arapça ezberletmek yerine
(bunun benzerini İngilizler Hindistan’da kuşaklar boyunca Hint çocuklarına
logaritma cetvelleri ezberleterek yaptılar.. Ama ne oldu, harami bezirgan düzeni
önünde sonunda yıkıldı ve Hindistan günmüzde dünya devlerinden biri olma yolunda..)
matematiksel düşünmeyi, soru sormayı, merak etmeyi.. BEYNİNİ KULLANARAK İNSANLAŞMAYI öğretebilsek..Mürit-mensup olmak yerine özgür birey olsa, insanlaşsa..

Türkiye’de de bu 4+4+4 deli gömleği yırtılacak elbet..

Sevgi ve saygı ile. 15.8.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Yılmaz ÖZDİL : Bi kaç Mehmet…

Bi kaç Mehmet…

Mehmet Yıldız
Mehmet Kılıç
Mehmet Ağgedik
Mehmet Çetin
Mehmet Tangüner
Mehmet Kaz
Mehmet Topraksüren
Mehmet Çakır
Mehmet Akdemir
Mehmet Kaya
Mehmet Kıran
Mehmet Bostanoğlu
Mehmet Soyuer
Mehmet Ali Ünal
Mehmet Akbaş
Mehmet Yerlikaya
Mehmet Ulusoy
Mehmet Bozkurt
Mehmet Boşnak
Mehmet Tosun
Mehmet Tez
Mehmet Birlik
Mehmet Çelik

*

Sadece son iki senede şehit olan “bi kaç Mehmet” bunlar.

*

Gerçi “bi kaç Mehmet” diyen Hüseyin bey haklı… Çok Mehmet var.
Hatta, Mehmet’ten bol bi şey yok. TÜİK’in verilerine göre,
2 milyon 639 bin 891 Mehmet bulunuyor memlekette.

*

Kadınları, kızları çıkar… 13 kişiden 1’i Mehmet.

*

ABD’ye ihraç ediyoruz. Mehmet Öz mesela…
Basketbolcu gönderdik, Mehmet Okur. Brezilyalıyı Türk yaptık,
Mehmet Aureilo oldu. İngiltere’den maliye bakanı getirdik, adı Mehmet.
Almanya’daki keriz feneri’nin elebaşısı olarak enselenen, Mehmet.
Papa’yı vurdu, Mehmet Ali… Bakın, Mehmet Ali dedim aklıma geldi,
Mehmet Ali Birand, Mehmet Altan, Mehmet Barlas bile Mehmet, düşün gari.

*

Sarı çizmeli? Mehmet ağa! Kim olduğunu bilmiyorsan… Kesin Mehmet’tir yani.

*

MİT’çi Mehmet Eymür, tanık, polis Mehmet Ağar, sanık, profesör Mehmet Haberal, tutuklu, Fenerbahçe Başkanı’nı içeri tıkan savcı, Mehmet Berk.
Osmanlı başa çıkamamış birader, hangisi hangi Mehmet’ti aklında tutamamış,
birinci Mehmet, ikinci Mehmet, beşinci Mehmet diye numara koymuş.
İstanbul’u fetheden, Mehmet, İstiklal Marşı’nı yazan, Mehmet.

*

E bu kadar Mehmet dururken…

*

“Hüseyin” beyin “bi kaç Mehmet için Meclis’i toplayamayız” dediği dakikalarda…
Meclis’te 48 tane mebus Mehmet varken, mebus “Hüseyin”in kaçırılması,
kaderin cilvesi olsa gerek! (Hürriyet 15.8.12)

45 kg’ı geçen tüm vatan evladı Mehmet’ler yurt savunması için silah altına alındı Çanakkale savunmalarında. Bizim de mezunu olduğumuz (1977) İstanbul Tıp Fakültesi’nin 1. sınıfındaki tüm tıbbiyeliler de.
18 Mart 1915 Çanakkale deniz utkusuna kan ve canlarını verdiler; hepsi şehit oldular. 6 yıl sonra 1921’de “Tıbbiye” hiç mezun veremedi.. Gözyaşları sel olmuştu.
Bu gözyaşları, Bay Hüseyin Çelik’in taşlaşmış vicdanına hiç etkimemiş anlaşılan. O’nun yerine çocukları utanacak gelecekte..

Bay Çelik Yunus Emre’nin şu sözlerini okumalı :
Söz ola kese savaşı / söz ola kestire başı/
söz ola ağulu aşı / yağ ile bal ede bir söz..

Ve RT Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun çok isabetle nitelediği üzere, “ucubelerini” susturmalı.
Bir CHP sözcüsü Sn. Prof. Dr. Haluk Koç’a bakın, bir de AP sözcüsü
Doç. Dr. Hüseyin Çelik’e.. fazla söze gerek var mı? “Birkaç çelik” 1 koç eder mi acaba?

Tüm Mehmetlere – 6. Mehmet Vahdettin gibi hain padişah vb. dışında- selam olsun!
Sevgi ve saygı ile 15.8.12, Dr. Ahmet Saltık, www.ahmetsaltik.net

Emin Çölaşan : Eller Mars’a biz yaya

Emin Çölaşan – Eller Mars’a biz yaya

Myanmar rezaleti
Nevzat Bölügiray’ın kitabı

SEVGİLİ okuyucularım, ABD’nin Mars gezegenine gönderdiği uzay aracı en sonunda
yerine ulaştı ve dünyamıza fotoğraf göndermeye başladı.
Mars’ın yüzeyini o fotoğraflardan görmeye başladık.
El alem bunlarla uğraşırken, bilim giderek yükselirken, acaba bizim ahalimizin
bir bölümü ne yapıyor?

Şimdi Ramazan ya, onlar akıllarındaki soruları gazete ve televizyonlarda boy gösteren din adamlarına ve Diyanet’e sormakla meşgul.
Soruların çoğu günah ve oruçla ilgili.
İşte size yayınlanmış sorulardan bazıları:

– Karım regl durumda iken ona yaklaşırsam günaha girer miyim?

– 63 yaşındayım.
Komşumuzun oğlu vedalaşırken beni iyi niyetle yanağımdan öptü.
Bu durumda orucum bozulmuş oldu mu?

– Hanımla birlikte çocuğuma doğum günü yapsak ve arkadaşlarını çağırsak günah
işlemiş olur muyuz?

– Evimde ayaklarımı kıbleye doğru uzatıp oturduğumda günaha girmiş olur muyum?

– Zekat verdim ama eşimin haberi yok.
Bu durumda zekatım kabul edilir mi?

– Namaz kılarken kafam çok bozuktu, aklım başka bir şeye kaydı.
Namazım geçerli mi, geçersiz mi?

– Kadınların denize ve havuza açık mayolarla girmesi günah değil mi?

– Tatil yaparken plaja gittim, bikinili kadınları görünce aklıma çok fena şeyler geldi.
Orucum bozulmuş olabilir mi?

– Hükümetimiz zina yapmayı suç olmaktan çıkardı.
Bildiğim kadarıyla dinimizde zina günahtır.
Acaba hükümet bunu kanundan çıkarınca günah olmaktan çıktı mı?

– Geçenlerde melekler hakkında kötü bir söz söyledim.
Bunu affettirmek için ne yapmam gerekir?

– Doktor kulak damlası verdi.
Orucum bozulur mu?

– Banyo yapınca orucum bozulur mu?

– İmsak vakti sonrasında âdet halim geçti.
Oruç tutabilir miyim?

– Karım bana cehennem azabı çektiriyor.
Ona “Boş ol” desem boşanmış olur muyuz?

– Bizim bir çocuğumuz var.
Sayın başbakanımız üç istiyor.
Dinimizde üç çocuk şartı var mı?

– Kadın olarak kuaföre gitmem ve saç kestirmem caiz midir?

– Ağda yaptırdım, arkadaşım günah olduğunu söyledi.
Bu doğru mu?

– Dini nikâhımız var.
Karım sürekli olarak benim ağzıma küfrediyor.
Bu durumda dini nikâh düşmüş sayılır mı?

– Kilisede namaz kılsam geçerli olur mu?

– Ölünün ağzında bulunan altın dişleri sökmek caiz midir?

– Kocam ayyaş.
Onun cebinden para alsam günaha girer miyim?

– Tuvalete girince konuştum.
Günah mıdır?

– Almanya bankalarında yatan param var ve gavurdan faiz alıyorum.
Caiz midir?

– Müslüman kadın pantolon giyebilir mi?
Pantolonla namaz kılabilir mi?

– Avrupa’da iş bulabilmek için Müslüman olmadığını söyleyen biri dinden çıkar mı?

Bir vatandaşın sorusu ise çok ilginç:

“Hocam, ben dinimizin beş şartını da yerine getiremeyen, ama günah işlemeyen iyi bir insanım. Çevremde din ticareti ve din sömürüsü yapan ve bu yolla oy avcılığına soyunan
sahtekâr siyasetçileri görüyorum. Yalan bunlarda, her üçkağıt bunlarda.
Bu durumda onlar mı cehennemde yanacak, ben mi?”

Elalem Mars’a uzay aracı gönderdi, 21.yüzyılda bizimkilerin nelerle uğraştığına
bakar mısınız!

* * * * *
Myanmar rezaleti

DAVUTOĞLU Ahmet, karısı, Eminanım ve Sümeyye devletin uçağına atladılar, yandaşlarla birlikte tam kadro Myanmar’a, Arakan Müslümanlarını kurtarmaya (!) gittiler.

Başta iktidar borazanı TRT olmak üzere, medyadan açıklamalar yapıldı:

“Myanmar’a toplanan yardım iki trilyonu geçti.”

Dün konuştuğum işadamı anlattı:

“Emin Bey, bizim şirketleri de yardıma dâhil etmişler.
Önce haber gönderip istediler, sonra parayı vermek zorunda kaldık.
Miktarı onlar belirliyor.
İstersen verme, ertesi hafta vergicileri üzerimize salıp duman ederler.
Dikkat ettiyseniz, toplanan yardım miktarını açıklıyorlar ama verenlerin
isimlerini gizli tutuyorlar.”

İşadamına kendisiyle kimin konuştuğunu sordum, yanıt vermek istemedi.
“Onu söylersem açığa çıkarım” dedi.
Korkuyordu, haklıydı.

* * * * *
Nevzat Bölügiray’ın kitabı

EMEKLİ Korgeneral Nevzat Bölügiray ’ı ben önce kitaplarından tanıdım.
Sonra dostluğumuz ilerledi. Emekli general kimliği ile bana bazen mektuplar yazardı.

Okurdum, her seferinde içlerinde ilginç hususlar yer aldığını görür ve köşemde yayınlardım. Sonra bana yazdığı o mektupları “Çölaşan’a Mektuplar ve Sonrası”
adıyla kitap yaptı.

Bölügiray 12 Eylül öncesinde anarşi ve terörün kol gezdiği, Emniyet Müdürünün bile öldürüldüğü Adana’da sıkıyönetim komutanı idi.
Ben kendisini emekli olduktan sonra tanıdım.

Toplam 14 kitap yazdı ama özellikle sıkıyönetim komutanlığı günlerini ve
terörle nasıl mücadele edildiğini anlattığı iki muhteşem kitabı vardır:

Sokaktaki Asker ve Sokaktaki Askerin Dönüşü.

O kitapları bir solukta, tüylerim diken diken olarak okumuştum.

Nevzat Paşa 1983 yılında emekli olup kitap yazmaya başladı…
Ve çok da iyi etti. Geçenlerde, çıkan son kitabını da yine bir solukta okudum:

“Geçmişten Geleceğe Dün ve Bugün.” (Togan Yayıncılık.)

Türk Ordusu’nun en üst düzeyinden emekli olan, mütevazı dairesinde oturan
ve başka hiçbir işi olmayan bir korgeneral… Şimdi 84 yaşında…

Ve bu korgeneralin kitapta anlattığı yazarlık serüveni, başından geçenler, bazı gazetecilerle yaşadığı olaylar ve bazı yazıları nedeniyle DGM ’ye sevk edilmesi…

Çok ilginç anılar. Bu arada kitabı okurken gördüm, bana da bir veda mektubu yazmış.
Duygulandım ama o mektubu kabul etmiyorum.
Bana bundan sonra da her zaman yazmasını bekleyeceğim.

Kitabın sonunda bir de ilk kez açıklanan gizli rapor var.
Bölügiray ’ın sıkıyönetim komutanlığı sorumluluk alanına giren Kahramanmaraş’ta
19 Aralık 1978 günü bir Alevi katliamı yaşanmıştı.
Çok sayıda insanımız yobazlar tarafından öldürülmüş, korkunç bir vahşet yaşanmıştı.

Her meslekten insanların, hele önemli görevlerde bulunmuş olanların anılarını
yazması çok güzel bir olay. Bizde anı yazma geleneği -hele askerlerde-
ne yazık ki henüz yerleşmedi. Oysa anılar, toplumun önünü açacak belgelerdir.

Emekli olduktan sonra Evren ’den Bölügiray ’a bir öneri geliyor:

“Anayasa Mahkemesinde sağlam bir adama ihtiyacımız var.
Kendisini o mahkemeye üye seçeyim.”

Bölügiray kibarca reddediyor: “Ben askerim, o işlerden anlamam.”

Bölügiray bu son kitabına da çeşitli konulara ilişkin anılarını eklemiş,
ortaya çok rahat okunan bir kitap çıkmış. Okumanızı öneriyorum,
Bölügiray Paşa’ya ellerine sağlık diyorum.
(SÖZCÜ, 12.8.12)