Kategori arşivi: Hekim Saltık

Cerrahpaşa’da öğretim üyesinden şiddete uğrayan hekimlere mobbing

 

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları Kliniği’nde, 9 Eylül günü İstanbul Tabip Odası Hastane Temsilcisi Dr. Gözde Apaydın’a saldıran hasta yakınları, 11 Eylül’de hastaneye tekrar gelerek olay çıkardı. Kliniğin sorumlu hekimi Prof. Dr. Halit Çam, olayın yaşandığı koridora gelerek hekimlere ‘itler, köpekler’ vb. hakaretler savurdu. İstanbul Tabip Odası, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası ve asistan hekimler, bu onur kırıcı davranış üzerine Çam’ın idari görevinden alınması talebiyle bugün hastane bahçesinde çadır kurarak bir açıklama yaptı.Açıklamaya İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Samet Mengüç, yönetim kurulu üyeleri, Dr. İncilay Erdoğan ve Dr. Ozan Toraman da katıldı. Asistan hekimler, bugün saat 10.00’da gerçekleştirilecek Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı, Fakülte Kurulu toplantısında Çam’ın kınanmasını istiyor. Fakülte Kurulu’ndan çıkacak karara göre yarın iş bırakacaklarını açıklayan asistan hekimler, Prof. Dr. Halit Çam görevden alınana kadar bu süreci devam ettirmekte kararlı.

SES Aksaray Şube Başkanı Aydın Erol, “Hekim arkadaşımız koridordaki 10 hasta yakınına, enfeksiyon riski nedeniyle hastanın yanında yalnızca bir kişinin bulunması konusunda gerekli uyarıyı yaptığı için saldırıya uğramıştı. Konuyla ilgili hem karakola, hem hastane yönetimine suç duyurusunda bulunduk ancak ‘kol kırılır yen içinde kalır’ mantığını karşımızda bulduk. Olayı kapatma noktasına gelindi. Yaşanan saldırının basına yansımasını istemiyorlar. Hasta yakını daha çok sorun çıkarır diye tedavisini hızlı bir şekilde uygulayıp, bir şekilde ödül vererek göndermeyi istiyorlar. Bu durum hasta yakınlarına cesaret verdi. Geçtiğimiz cuma günü, tekrar acile gelen aile yakınları, kendilerine ‘hastanın sağlık durumunun stabil olduğu belirtilerek tedavinin bundan sonra başka bir hastanede devam ettirilmesinin’ ifade edilmesi üzerine hastanede olay çıkarttı” şeklinde konuyla ilgili bilgi verdi.

Erol, “Hastalar muayene olacakları doktoru seçmekte özgürdür ancak doktorlar da kendilerine şiddet uygulayan, tahrik eden, sözlü tacizde bulunan hastayı seçmeme hakkı vardır.” diyerek hekimlere uygulanan şiddetin haklı gösterilemeyeceğini söyledi.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğretim Üyeleri ve hekimler adına konuşan Türk Tabipleri Birliği İkinci Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, “Daha bir gün önce şiddetin önlemesi için asistan arkadaşlarımızla yine bu bahçede bir araya gelmiştik, bizler şiddetin nasıl önleneceğini konuşurken bu şiddeti meşrulaştıran, destekleyen, onaylayan bir tutum gerçekleşti bu hastanede. Maalesef bu tutum bir öğretim görevlisinden meslektaşımızdan gelmiştir. Biz şiddete karşı tüm hekimlerin, hastane çalışanlarının, hasta yakınlarının bir tutum almasını bekliyoruz. Meslektaşımız yaptıklarıyla şiddete zemin hazırlamıştır. Yaptığı bir Mobbing uygulamasıdır. Bu tutumu kınıyoruz.”  dedi.

Yapılan konuşmalardan sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanlık Öğrencisi Doktorlar adına hazırlanan basın açıklamasını, Dr. Gözde Yücel okudu. Açıklamanın ardından Çocuk Acil Servisi’nin önüne değin bir yürüyüş gerçekleştirildi ve eylem burada yapılan açıklamayla sonlandırıldı. (16.9.2015)

Basın açıklamasının tam metni

========================

Dostlar,

Acı verici olaylar ne de çok olmaya başladı Ülkemizde..
Ya da biz karamsar mı bakıyoruz gelişmelere, olağan akışlara?
Sanmıyoruz.. nesnel oluş bu yönde korkarız..
Ülkemizin genel iklimi 13 yıllık AKP iktidarında öylesine bozuldu ki..
Güzellikler yaşamda ağırlığını yitirdi gibi..

Ağza alınmaz sözler kullanarak meslektaşlarını aşağılayan ve bu yolla bezdiri (mobbing) uygulayan öğretim üyesinin davranışını doğru bulmuyor ve üzüntüyle karşılıyoruz. Haydi biz kendisini kınamayalım ama doğrusu bu meslektaşımızın özür dileyerek geri  adım atmasıdır. Hatasını kabul etmek irfandır.. Bunu diler ve bekleriz Prof. Dr. Halit Çam hocadan..

Sevgi ve saygı ile.
18 Eylül 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Toplumsal depresyon…

Toplumsal depresyon…

Dr. Erdal Atabek
Cumhuriyet, 14.9.2015
“Depresyon”, çökme demek. Çöküntü, çökkünlük. Bir tıp terimi olarak ruhsal denge bozukluğu. Ekonomide de kullanılıyor.
Yaşamı tehdit altına sokulmuş bir toplumun çaresizliği söz konusu olunca depresyona şaşılır mı? Günümüzün Türkiye’si her alanda olumsuzluklarla kuşatılmış.
Sosyal yaşam, çatışmalarla, vuruşmalarla kana ve acıya boğulmuş. Yıllarca “çözüm süreci” diye açıklanmayan görüşmelerle, gizlenen buluşmalarla oyalanan toplum bugün bir savaş alanıyla karşı karşıya. Her gün şehit askerler, polisler, öldürülen PKK militanlarının haberleri ekranlarda, gazete sayfalarında. Etnik köken ayrımcılığı kentlere yayılmış. Muhalif basına karşı sokak kalabalıkları harekete geçirilmiş.
Toplumsal güven ortadan kalkmış. Herkes kendini kime ve neye karşı koruyacağını şaşırmış, sokaklarda etnik kimlik soruşturmaları yapılıyor.
Toplumun en üst düzey yetkilisi, olan biteni “400 milletvekilinin tek partiden seçilmeyişine” bağlıyor. Hükümetin başı ipin ucunu kaçırdığının farkında. Kendisinin de inanmadığı belli şiddet söylemini yineleyip duruyor.

***

Toplumsal depresyona neden şaşalım?
Yıllar önce bir “Uluslararası Psikiyatri Kongresi”nde kürsüdeki konuşmacı “depresyon belirtileri”ni anlatıyordu. Kötümserlik, yaşama sevincinin azalması,
Daha önce ilgi duyduğu şeylere karşı ilgi kaybı, isteksizlik, Enerji kaybı, harekete geçememe,
Kararsızlık, verdiği kararlara güvenememe, Uyku bozuklukları, uykusuzluk ya da aşırı uyuma,
İştah bozuklukları, yemek yememe ya da aşırı yeme,
Dikkat bozukluğu, konsantrasyon bozulması,
Bunları duyarken yanımdaki delegeye dönüp “Bu durum bizim insanımızın normal hali değil mi?” demiştim. O da gülümsemişti. Gerçekten de kabul etmemiz gerekir ki“yaşam kültürümüz depresyona daha yakın”.
Aslında depresyonu yaratan da “umutsuzluk, çaresizlik duygusu, kararsızlık, harekete geçememe durumu”.
Depresyondan kurtulmak da aynı yollardan geçiyor: Umudunu yaratan kararlılık,
Çarenin kendi olduğu bilinci, Harekete geçme, mücadele etme, risk alma.
Bunları yapamamanın, yapmamanın bedelidir depresyon. Aslında “depresyon”, yaşamla uzlaşmanın bir yolu. Bedel ödemekten kaçınmanın bedeli. Görmezden gelmenin, sorumluluktan kaçmanın bir sığınağı olmaktadır depresif durum.
Bireyin ruhsal çökkünlüğü dediğimiz durum da sosyal koşulların dayatmasının büyük rol oynadığı bir ruhsal denge kaybı. Bu çöküntüden çıkışın yolu da “sosyal mücadele”den geçiyor.

Asla umutsuzluğa düşmemek,

“Ben tek başıma ne yapabilirim?” mazeretine sığınmamak,
Örgütlenmek, çoğalmak, gücünü arttırmak, Asla yılgınlığa düşmemek,
Şiddet yöntemini akılla boşluğa düşürmek, Sosyal mücadeleyi kesintisiz sürdürmek…

***

Ekonomik depresyon çarşıda, pazarda yaşanıyor.
Taze fasulyenin kilosu 8 lira. Domates 5 lira. Bir tencere yemekte yağı var, tuzu var, pişirmek için gazı var. Sonuçta bir tabak yemeği kaç kişi yiyecek. Her köşe başında çocuklu bir Suriyeli aile. Hani sizin Ortadoğu politikanız. Bu insanların yerini yurdunu neden karıştırdınız?
Sosyal depresyonun da, ekonomik depresyonun da çözümü “politik depresyon”dan kurtulmaktır. Politik depresyon bu siyasal iktidardır. Kurtuluş da bu iktidarın değişmesidir.

Güç, artık vatandaşın ellerinde…

===============================

Dostlar,

Meslek büyüğümüz Sayın Dr. Erdal ATABEK (İç Hastalıkları – Dahiliye Uzmanıdır), bir hekim olarak topluma yol göstermeye, yıllarca yazdığı tıbbi reçetelerinin yanı sıra “toplumsal reçeteler” de yazmayı sürdürüyor. Ruhsal bozuklukların özneleri salt tekil insanlar, hayvanlar hatta bitkiler değildir! “Topluluk özneleri” (Kollektf özneler) de Ruhsal (Psikiyatrik) bozuklukların (Disorder) ve Hastalıkların (Disease) özneleri olabilmektedir. Açıkçası toplumlar da depresyona girebilir, paranoid bozukluk gösterebilir (Hitler’in Nazileri), hatta Şizofrenik davranışlar sergileyip şizoid tepkiler verebilir, yaşamın gerçekliğinden kopabilirler. Sosyal Psikiyatri, Psikiyatri’nin ve Halk / Toplum Sağlığı‘nın bir alt disiplini olup, ruhsal bozuklukların toplumsal etmenleri ve kökleri ile ilgili tıp dalıdır.

Biz de, Halk / Toplum Sağlığı Uzmanı bir hekim olarak bu sitedeki yazılarımızda elden geldiğince topluma, kollektif öznelere uzmanlık alanımız sorumluluğu ve yetkisiyle yol göstermeye, apaçık “tıbbi” kokmasa da “sosyal tıp reçeteleri” önermeye – sunmaya çabalıyoruz profesyonel sorumlulukla.

Tıp gerçekte sosyal bir bilimdir (Dr. Solomon Newman, 1847).

Sağlık sorunlarının ağırlıklı nedenleri hep bilindiği gibi Fiziksel, Kimyasal, Biyolojik etmenler değildir! Yanı sıra, hatta belirtilen 3 etmen kümesinin etkilerini gerçekte koşullayıp onları etkili hastalık etmeni kılan nedenler TOPLUMSAL (Sosyal), Ekonomik ve Ekinsel (Kültürel) nedenlerdir.

2002 sonlarından 2015 sonlarına uzanan 13 yılda tek başına iktidar olan siyasal parti ve sorumlu kadroları, ülkemizde 6 alanda da (Fiziksel – Kimyasal – Biyolojik ile Sosyal) – Ekonomik – Ekinsel) çok olumsuz gelişmeler yaratmışlardır, çok ağır tarihsel – politik sorumlulukları vardır.

İnsanların en temel gereksinimleri, Abraham Maslow’un Sosyal Psikoloji kuramı bağlamında GÜVENLİK’tir. Günümüzde yaygın toplumsal kesimlerin can ve mal güvenliği sağlanamamaktadır. Hükümetlerin – Devletin ilk görevi, sorumlu olduğu ülkede halkın yaşam hakkını güvenceye almaktır. Sayılan öbür alanlarda (6 temel alan) gereksinimlerin sağlanamaması giderek güven bunalımı ve kaygı (anksiyete) doğurur.

ADALET – EŞİTLİK – ÖZGÜRLÜK 3’lüsü çağımız insanları için vazgeçilmez 3 değerdir. Toplumsal düzen bu değerlere hak ettikleri özeni göster(e)miyorsa, tüm bunlar kişilerde ve toplu öznelerde giderek biriken örselenme (travma) etkisi yaratır. Kendini güvende görmeyen canlı, “savunma- stres tepkisi verir (Hans Selye kuramı). Bu tepki ihkak-ı haktan şiddet kullanmaya, depresyondan dissosyatif sendromlara (Sosyal Şizofreni) dek uzanabilir. Eğer sistemde biriken negatif enerji uygun yöntemlerle boşaltılamazsa pozitif geridönüt (feedback) üzerinden yıkım ve dağılma başlar, sistem kendi üzerine çökerek (kapitonaj) canlılığını yitirir.

Sosyal Psikiyatri ve Sosyal Psikoloji bilim alanında varsıl yazın (literatür) vardır. Sosyal Politika ve Siyaset Psikolojisi (Politik Psikoloji) alanları ilk 2 bilim alanının verilerini etkin kullanmalıdır. Siyasetçilerin danışmanlarının ciddi ve ağır sorumlulukları vardır. Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi bölümlerinde yeter bilgi birikimi kazandırılmaktadır. Bu bilgilerin özenle anımsanması ve yaşama geçirilmesinin zamanıdır.

Türkiye/Türk toplumu daha da baskılanır ve bunaltılırsa, vereceği tepkiler “bilinçli” olmaktan çıkabilir! O aşama “öğrenilmiş çaresizlik” (learned helplessness) basamağıdır toplum yönetilebilir olmaktan çıkar. Ne bin yıllık Türk – Kürt kardeşliği kalır ne de öbür değerler kümesi.. Kitleler bilinçsiz biçimde yaşamda kalma – güvenlik arama paniğine girer. Yönetenlerin de güvenlikleri kalmaz.. Orası yangın yeridir, intifada (ayaklanma) aşamasıdır..

*****

Ülke yöneticilerine, başta kişisel hırsları ile ülkeyi kan gölüne dönüştüren “Biri” sine ve O’na bilinçli – bilinçsiz, şu ya da bu nedenle destek veren partililere ve bürokrasiye, seçmen kitlesine …  kaygı ile duyurulur..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Karaciğer kanserli Levent Kırca ile Ayşe Arman’ın ibretlik söyleşisi


Karaciğer kanserli Levent Kırca ile
Ayşe Arman’ın ibretlik söyleşisi

Levent Kırca: ‘Neden Ben’ Demek Şehitlere Haksızlık Olur

Kansere yakalanan Levent Kırca, Ayşe Arman’a röportaj vererek, “İsyan etmiyorum. Neden ben demek bu vatan için şehit olan çocuklara haksızlık olur.” dedi.

Levent Kırca: 'Neden Ben' Demek Şehitlere Haksızlık Olur

Ayşe Arman‘ın Levent Kırca ile yaptığı söyleşi şöyle:

Öncelikle çok çok geçmiş olsun. Siz bir sürü şey yaşadınız.
Bunu da atlatırsınız ve sağlığınıza kavuşursunuz…

– Teşekkür ederim güzel dileklerin için. Ama çok da iyi değilim. Ölecekmişim gibi hissediyorum. Karaciğer kanseri olduğum için böyle hissediyor olabilirim, kim bilir belki de iyileşebilirim… Ama zaten insanın kendini düşünme zamanı mı şimdi,
baksana ortalık yangın yeri.

Onlar da önemli, sizin başınıza gelenler de. “Neden ben?” diyor musunuz?

– Hayır hiç! Oysa etrafımda, “Allah’ım niye böyle oldu? Neden beni buldu? İnşallah ölmeyeceğim, herkes bana dua etsin!” diyenleri görüyorum. Onların hastalıkla yüzleşmesi böyle, saygı duyuyorum. Ama ben hastalığıma böyle yaklaşmıyorum. Belki de devrimci bir kültürle büyüdüğüm için, “Öleceksek de öleceğiz” diyorum. Ölüm de bir haktır değil mi ama? Ölümü de hak etmek gerekir. Ben hak etmeye çalışıyorum. O da güzel bir şey. Doğumu yaşıyoruz, ölümü de hakkıyla yaşamak lazım. Böyle düşünüyorum.

Ağır oldu bu söyledikleriniz! Biz bunları genelde konuşmayız…

– İyi de sadece ben değil ki, hepimiz ölümü yaşayacağız. Ölüm de bir güzellik. Bir müziğin sonu, bir oyunun, bir eserin sonu gibi bir insanın sonu… Finali güzel yaşamak lazım. Ağlayıp sızlayıp dövünüp onu rezil etmemek lazım. Bir de, 65 yaşına gelmişim. Çok rastgele de gelmemişim. Okumuş, yazmış, çizmiş, üretmişim. Hayata katkıda bulunmuşum. İnsanları güldürmüşüm, kendi çapımda eğitmişim. Şanı-şöhreti görmüşüm, bunu taşıyabilmişim, çoluğum çocuğum olmuş, hayatıma birbirinden değerli insanlar girmiş, insanlar beni sevmiş, mutlu olmuşum. E 65’te ölmezsem, 75’te öleceğim…

Siz zeki bir insansınız. O zaman hesaplaşma daha mı çetin oluyor?

– Benim annem, Cumhuriyet Halk Partisi ‘nin aktif üyesiydi ve öğretmendi. At sırtında okullara giden öğretmenlerden. Devrimci ve ilerici bir kadındı. Fikirlerinden ve yazılarından dolayı, ikide bir gözaltına alırlardı. E armut, dibine düşüyor tabii.

Ben de gençlik yıllarımda Ankara Sanat Tiyatrosu’nda, Ankara Birlik Sahnesi’nde oynadığım oyunlardan ötürü, polise çekilir, gözaltına alınır, işkence görürdüm.

Bizim zamanımızda öyleydi. 17-18 yaşında çocuktum bunları yaşadığımda.

Filistin askısına alırlardı.
Yani ellerimizi arkadan bağlarlar ve havaya asarlardı.
Havada, iki saat, üç saat ters asılı kalırdık. Ayaklarımıza copla vururlardı,
sonra da tuzlu suda yürütürlerdi ki ayaklar şişmesin.

Bir de kıçımıza cop sokarlardı

O zamanın en yaygın, en fena işkencesi buydu. Halktan yana tavır koyduğumuz için, Devrimci olduğumuz için bunlar bizim başımıza gelirdi. Benim böyle bir geçmişim var.

Kimse kusura bakmasın copu biz kıçımızda hissettik.
65 yaşındayım, hâlâ bağırsaklarım düzelmedi.
O copun üstüne koyarlar ve döndürürler sizi.

Diyeceğim o ki, ben oralardan geldim.

Kanser olmanızı, yaşadığınız üzüntülere, sıkıntılara mı bağlıyorsunuz?

– Bundan kimsenin haberi yok ama ben 2000 senesinde de kanser oldum. Kan kanserinin bir türü. Doktorum bana, “Bundan ölmezsin” dedi. Ben de sordum, “Sebebi stres mi? Bir şeyleri kendime dert ettim diye mi oldu?” “Alakası yok! Bu tamamen piyango!” dedi. Ama şu anda yaşadığım karaciğer kanseri, iki buçuk ayda oluşmuş. Yine sordum, “Bu da mı piyango mu?” diye. “Yok” dedi bu sefer, “Stresten ve sıkıntıdan olmuş!”

Peki sizi bu kadar strese sokan neydi?

– Her şey bir arada. Yasaklanmalar, ekonomik problemler, kişisel dertler üst üste geldi. Televizyona çıkmam, program yapmam engellendi; e nereden para kazanacağım, neyle yaşayacağım? Onurlu bir adamım, gelmişim 65 yaşına. Süleyman Demirel cumhurbaşkanıyken bana devlet sanatçısı unvanı vermiş, sonra bu iktidar geri almış… E insan bunlara sıkılmaz mı, kafaya takmaz mı? Gezi olaylarını onayladığım gerekçesiyle, devletin özel tiyatro desteği kesilmiş. Bu da, yılda ortalama 100 bin lira gibi bir para. Hadi ona da eyvallah. Bir Audi arabam vardı, onu sattım, geldim Kadıköy‘de bir salon kiraladım. Boş bir depoyu tiyatro haline getirdim, 200 bin lira da borçlandım. Ve oynuyordum oyunu. 12 ödül aldık. Ağustosun ortasına kadar full oynadık. Kanser teşhisi kondu, ben hâlâ oynuyordum. “Oynayacağım” dedim doktora, “Oyna” dedi. Biliyormuş demek ki kadın, üç gün sonra benim sahnenin orta yerinde kalacağımı. Öyle de oldu. Şiştim sahnede. Müsaade istedim seyirciden. Ben bu kadar anlayışlı, bu kadar sevecen seyirci görmedim, ağlıyorsun, seninle ağlıyorlar.

Söylediniz mi sahnede, kanser olduğunuzu?

– Evet. Çünkü sahnede hafif dengem bozuluyordu. Benim için beni sarhoş zannetmeleri, kanser olmamdan daha kötü. Gerçek neyse bilsinler. O günden itibaren de oynayamadım. Oynayamayınca bu sefer de salonun kirası var, evin kirası var. Benim bir param yok ki. Sağlığımda çoluğumun çocuğumun parasını bölüştürmüşüm. Anlayacağın bir yandan hastalıkla bir yandan bunlarla cebelleşiyorum.

Sevgiliniz Aslı Hanım fark etmeseydi kanser olduğunuzu, bilmeyebilir miydiniz?

– Evet. Çünkü karaciğer kanserleri, son raddeye kadar renk vermeyebiliyormuş.

Peki o nasıl anladı?

– Bilmiyorum, hissetti herhalde. Altı yıldır gözümün içine bakıyor. Bu kadar zorluğa neden tahammül ediyor bilmiyorum. Büyük bir sevgiyle bağlıyız birbirimize. Muhtemelen nefesimin yetmediğini fark etti. “Doktora gidelim” dedi. Ben “Boşver Allah aşkına” dedim. Ama zorladı beni. Doktor birtakım tahliller istedi ve sonra, “N’apmışsın bu karaciğere?” dedi. Halbuki üç ayda bir kontrole gidiyorum, ne olduysa üç ay içinde olmuş.

Peki sonra?

– Değerler o kadar yüksekti ki, hemen devlet hastanesine attım kendimi. Çünkü sigortam var. Özel hastaneye verecek param yok. Ama şunu da ifade edeyim, devlet hastaneleri pek çok özel hastaneden iyi. Bana da iyi bakıyorlar.

Doktor, “Karaciğer kanserisiniz!” deyince ne geçti aklınızdan?

– Hiçbir şey.

İnsan tırsmıyor mu?

– Hayır. Tuhaf bir şekilde bu sefer kabullendim. İlk kanserimde afallamıştım. İnsan olgunlaşıyor, dik durmayı öğreniyor. Gerekirse de ölürüm, onu da saygıyla karşılarım. Ölümden korkmuyorum yani. Bunu da söylemiş olayım. Ben ölüme de eğilmem. Ölmesini de bilirim. Bu önemli bak, adam gibi ölmeyi de bilmek lazım. Bunlar adam olmanın gerekleri. Hayatta dik durmayı başarmış, hükümetlere kafa tutmuş devrimci bir adam olarak, yine dik duracağım.

Bu dönemin sizin için, diğer dönemlerden farkı ne?

– Ben pek çok hükümet gördüm, pek çok siyasetçinin parodisini yaptım. ‘Olacak O Kadar’ programı o kadar halka mal olmuştu ki, ertesi gün, bir gece önce canlandırdığınız bakan telefon açar, tebrik ederdi. Bayıldığından değil ama ne kadar çağdaş ve komplekssiz olduğunu gösterebilmek için. Tayyip Erdoğan ise, eksik olmasın, programı hemen yayından kaldırttı. Bana açılmış beş tane davası var. Bir tanesinde, onu ölümle tehdit ettiğim iddia ediliyor.

Yok artık…

– Evet. Bodrum‘da yazlıktayım. Sattım şimdi oraları. Komik bir manzara. Polis evin etrafını sarmış. Taşların, duvarların arkasına gizleniyorlar filan. Zannediyorlar ki ben de pencereden onlara ateş edeceğim. Neyse sonra eve gelip, aldılar beni. Polis diyor ki, “Abi, biz seninle büyüdük!” Benimle resim çektiriyor. Karısı demiş ki, “Resimsiz gelirsen akşam eve sokmam seni!” Sonra gittik, bir savcı, 30 yaşlarında bir kadın, belli ki onu terfi ettirmişler oraya, birinci sorusu, “Öldürmeyi düşünüyor musunuz?” Ben de, “Başlangıçta düşünüyordum. Sonradan vazgeçtim. Onu Allah’a havale ediyorum” dedim. Bunun gibi tonla olay anlatabilirim. Tabii komik, anlatırken insanları güldürüyorum ama çok da acı aslında. Anadolu’ya turneye gidiyorum, adam bana salon vermiyor. Otele gidiyorum, otele almaya korkuyor. E bunlar insanı kanser etmez de ne eder! Her türlü gelirini kesmişler, salon vermiyorlar, nereye gitsen polis apar topar seni alıyor, sağlık muayenesine götürüyor, sonra savcıya ifade vermeye…

Turnelerde mi oluyor?

– Genelde turnelerde. Öyle dizayn ediyorlar. E bunlar beni üzdü. Ama diyeceksin ki sadece bu mu? Mutlaka kişisel, ailevi sorunlar, ekonomik sıkıntılar, salonun borçları, evin kirası, tiyatronun kirası gibi şeyler de var… Usta 500 lira alacağı için kapıya dayanıyor. Tamam haklı ama işte bazen insanda 500 lira bile olmuyor. Günde 20 kere arıyor. Bir 10 gün müsaade et. Bir sürü şeyi Aslı halletti, bana çaktırmadan kapattı borçları, buzdolabıma et ve süt koydu, o kadar destek oldu yani. Sadece sevgilim, hayat arkadaşım değil, gerçekten kötü gün dostu. Benim kanserimi hisseden, beni doktora götüren o. Başımda sabahlayıp, gece yarısı ilaçlarımı veren de. Sabah kalkıp beni kemoterapiye götürüp, orada elimi tutan da…

Kanserinizle dost musunuz, yoksa savaşıyor musunuz?

-Dostum. Çünkü onu tanımak, ona göre hareket etmek ve onunla uzlaşmak zorundayım.

Kendinize acıdığınız oluyor mu?

– Hiçbir zaman acımadım. Yanlışlar yapmadım mı? Yaptım. Yanlış yapmazsam zaten insan olmam ki. Ben, bazen en sonda söylenecek şeyi ilk başta söylerim, fevri davranabilirim, kastımı aşan şeyler de söylemiş olabilirim. Ama özür dilemesini de bilirim.

OYA İLE BİR DERDİM YOK
ASLI’YA HAKSIZLIK YAPILDIĞI İÇİN ÜZÜLÜYORUM

Eski eşiniz Oya Başar, “Levent’in başucundan ayrılmıyoruz” dedi…

– Evet, dedi ama doğru değil. Ben Oya’yla çok uzun zamandır hiç karşılaşmadım, hiç görüşmedim.

Peki niye böyle söylüyor?

– Bilmiyorum. Bir kötü niyeti yoktur. Ama söylediği doğru değil. Bu süreçte, oğlum Umut birkaç kere kemoterapide yanımdaydı o kadar, onun dışında yanımda olan tek kişi Aslı. Başından beri. Nikahlı olmasak da “Son eşim” dediğim Aslı varken ve inanılmaz bir emek sarf ederken, O’nu yok sayıp, “İlk günden beri biz başındayız! Her gece O’nun yanındayız!” denmesi doğru değil. Bir de Aslı’ya haksızlık. Yoksa benim Oya’yla bir derdim yok. İki çocuğumun annesi, benim için üzülmüştür de fakat bir kere bile görüşmedik. O da muhtemelen gelmek isterdi ama geç haberi oldu. Gelmedi. Zaten Aslı benim başımda, benimle yeteri kadar ilgileniyor.

Ben de, “Kimse hastalığımdan nemalanmasın!” dediğinizde sinir olmuştum size, insan iki çocuğunun anası ve eski karısı için böyle mi söyler diye…

– Ben Oya’yı kastetmedim. Ama her şey için koşturan, kemoterapide el ele benimle oturan, bütün sağlık işlerimi eline alan, borçlarımı ödeyen, kalan zamanımı benim için yaşanılır kılan bir kadının da kimseye ezdirmem. Tekrar ediyorum Oya’yı çok uzun zamandır görmedim bile. Neden o lafı etti, anlamadım. Ama onu da üzmek istemem. Yeteri kadar derdimiz var şu anda zaten.

Oya Başar ısrarla gelmek istedi de siz mi hayır dediniz?

– Yok hayır. Gelse mesela şimdi, birazdan kapıyı çalsa, ne yapacağız başına su mu dökeceğiz? İsteseydi gelirdi.

E nasıl olur gelmez?

– Oğlunu gönderdi. Oğlumuz geldi.

Aynı şey mi?

– Ben kimseyi suçlamaktan yana değilim. Bunlar hassas mevzular. Oğlum Umut telefon açtı dedi ki, “Baba, annemi sıkıştırıyorlar, senin kanserinle ilgili sorular soruyorlar. Annem bu konuda ne desin?” “Madem bu hale gelmiş, söylesin” dedi. Yani hastalığımı bütüngazeteler Oya’nın ağzından duydu. O arada, “İlk günden itibaren, her gün Levent’in yanındayız” da demiş. Talihsiz bir açıklama olmuş. Ama artık “O ne dedi”, “Bu ne dedi”yi bırakalım.

BABAMLA 35 YAŞIMDA TANIŞTIM

Peki bir şey söyleyeceğim Oya Hanım’la sizinki çok uzun yıllara yayılan bir ilişki. İki kez nikah kıydığınız bir kadın, iki çocuğunuz var, birlikte büyük bir tutkuyla çalışmışsınız. İnsan nasıl bu kadar kopma noktasına nasıl gelir, nasıl yabancılaşır, kanserken bile nasıl görüşmez?

– Ama yaşam bu. İnsan yabancılaşıyor. En yakınına bile. “Bu muydu her şeyi paylaştığım insan?” diyorsun. Karşılıklı olarak diyorsun. Beni, babamla 35 yaşında tanıştırdılar.

Nasıl yani?

– Babam, İsviçre‘de akademide bir profesörüdü. Heykeltıraş ve ressam. Hiçbir zaman bir baba-oğul ilişkimiz olmadı. 35 sene sonra kapımıza geldiğinde, annem Cüneyt Gökçer geldi zannetmiş. Geldi, beni uyandırdı ve “Cüneyt Hocan geldi” dedi. Gördüğün gibi annem de yabancılaşmış! Annem olayın farkına sonra vardı. Bizi tanıştırdı, “Oğlum, bu senin baban” dedi. Tokalaştık. Babam da “Sarılmayacak mısın?” dedi. Dedim ki, “Valla hiç içimden gelmiyor. Çünkü siz benim için herhangi bir adamsınız şu anda!” Sanatçı genlerim babamdan. Makyaj yapmalarım, heykele merakım filan hep O’ndan gelmiş.

BİR AYAKTA DURABiLSEM…

Kırca şöyle konuşuyor: “Bir ayakta durabilsem, çıkıp oyun da oynarım ama ayakta duramıyorum. Yürüyemiyorum. Şu koltuğa gidip orada oturuyorum, sonra yatıyorum. Genelde de yatıyorum. Ama bunlar normal. Birileri ölecek, birileri yaşayacak. Ölmek zorundasın ki, başkaları doğsun. Hayatın diyalektiği bu. Ben yapacağımı yapmışım. Yaşadığım sürece de mücadele ederim. Yaşarsam, bir-iki oyun daha koyarım. Ama tiyatromu güzel yaptım, onu görmeni istiyorum. Hemen alt katta. Oraya bir okul da yaptık. Ücretsiz bir okul. 250 öğrencimiz var. Gençlerle bildiklerimi paylaşmak istiyordum.

Öğrencilerimi filmde de oynattım. Ama filmi dağıtmıyor kimse. Elimizde donumuz, torbamız dolaşıyoruz kapı kapı. Tiyatrom benden sonra da devam etsin istiyorum. Bülent Demir’e devrediyorum, çok sağlam çocuktur Bülent. Başından itibaren beni hiç yalnız bırakmayan kişidir. “Jübile yapar mısın?” diye soruyorlar. Yapmam, prensip olarak bana aykırı. Zenginlerden bilet karşılığı para toplamak istemem ama tiyatromuza bağış yapmak isteyen olursa da başımızın üstünde yeri var.

İsteyen istediği katkıda bulunabilir. Mesela bir işadamı dostum, biraz maddi yardımda bulundu, buradan teşekkür ediyorum kendisine. İsmini verirsem vurur beni, keşke verebilsem. O’nun ve Aslı’nın sayesinde ustaların paralarını filan ödeyebildim. O iş adamı arkadaşım aradığında da, bir güzel ağladım. İnsanlar size iyilik yapınca ağlıyorsunuz.

==============================

Dostlar,

Levent Kırca karaciğer kanseri!..
Tıbbi ayrıntıları bilmiyoruz ama genel durumu iyi değil, örneğin ayakta duramıyor..

Ayşe Arman O’nunla müthiş, ibretlik, dehşet verici bir söyleşi yapmış.
Okurken insanın kanı donuyor..

Özellikle gördüğü inanılmaz ölçüde ve nitelikte vahşi polis işkenceleri..

Filistin askısı ve COP SOKULMASI! 

Aynen aktarıyoruz :

*****

“Ben de gençlik yıllarımda Ankara Sanat Tiyatrosu’nda, Ankara Birlik Sahnesi’nde oynadığım oyunlardan ötürü,
polise çekilir, gözaltına alınır, işkence görürdüm.

Bizim zamanımızda öyleydi. 17-18 yaşında çocuktum bunları yaşadığımda.

Filistin askısına alırlardı.
Yani ellerimizi arkadan bağlarlar ve havaya asarlardı.
Havada, iki saat, üç saat ters asılı kalırdık. Ayaklarımıza copla vururlardı,
sonra da tuzlu suda yürütürlerdi ki ayaklar şişmesin.”

“Bir de kıçımıza cop sokarlardı.” 

O zamanın en yaygın, en fena işkencesi buydu.
Halktan yana tavır koyduğumuz için, devrimci olduğumuz için
bunlar bizim başımıza gelirdi. Benim böyle bir geçmişim var.

Kimse kusura bakmasın copu biz kıçımızda hissettik.
65 yaşındayım, hâlâ bağırsaklarım düzelmedi.

O copun üstüne koyarlar ve döndürürler sizi..

*****

Ülkesine bunca hizmet etmiş bir sanatçının yaşamının son günlerinde anı olarak bunları aktarması ne denli acı.. Ve bir topluma, ders almasını bilirse ne dehşetli bir ders..
Gün oluyor ortaya çıkıyor.. Hiçbir şey gizli kalmıyor..

İŞKENCE en ağır insanlık suçlarından biridir.
Ulusal ve uluslararası çok sayıda hukuk belgesinde kesin olarak yasaklanmış ve ağır ceza yaptırımına bağlanmıştır. Anayasalar, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Türk Ceza Yasası gibi..

  • Aradan 40+ yıl geçse de bu vahşetin yaşamdaki sorumlularından, alçakça işkence buyruğu verenlerden, hukuka aykırı buyruğu yerine getirenlerden zincirleme hesap sorulmalıdır. 
  • Levent Kırca’nın söyledikleri SUÇ DUYURUSU SAYILMALIDIR..

TBMM, Cumhuriyetin Savcıları, CHP, demokratik kurumlar hemen hareket etmeli ve kamu davası açmalıdır.
Biz de bu suç duyurusuna katılıyoruz, imza koyuyoruz..

*****

Öte yandan şu bilgeliğe bakar mısınız?

  • Ülkemizin gencecik insanları şehit olurken benin durumumdan yakınmam
    o çocuklara haksızlık olur… 
    diyebiliyor Levent Kırca..
    Kendisinin son 2 oyununu birkaç yıl önce Silivri’de ve geçtiğimiz yıl Ankara’da izlemiştik..Levent Kırca dostumuz; bir hekim olarak gene de sana, senin de çoook sevdiğini bildiğim merhum ozanlar ozanı Fazıl Hüsnü Dağlarca‘nın deyişiyle yüreğimizin derinliklerinden kopan bir çığlıkla, vargücümüzle haykırarak seslenmek isteriz :

    – Levent Kırca, İYİLEŞ DE GELECEK OLSUN!


Sevgi, saygı ve İSYAN ile.
İnsanlığımızdan utanarak..
Levent Kırca’nın yüzüne bakamayarak..

14.09.2015, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Yazının pdf biçimi .. Levent_Kirca_ile_Ayse_ARMAN_soylesisi_14.9.2015

İş Cinayetleri Raporu : 2015 – İlk 6 Ay

İş Cinayetleri Raporu : 2015 – İlk 6 Ay


Dostlar, 

2015 / 1. Dönem Raporu : 

2015 yılının ilk altı ayını kapsayan “İş Cinayetleri Raporu”nu paylaşmak istiyoruz..

Raporun Ön Kapağı


Raporun Arka Kapağı

============================

Dostlar,

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi çığlıklarını sürdürüyor..
En azından her ay yayımladıkları İŞ CİNAYETLERİ listeleri ile..
Tek tek döküm vererek; ad, yer ve gün belirterek tarihe not düşmekteler.
Devlet adına Çalışma (ve Sosyal Güvenlik) Bakanlığı bile böylesine gerçek zamanlı izleyemiyor başlıca sorumlu olduğu İŞ – İŞÇİ CİNAYETLERİNİ.. Resmi istatistikler şu ya da bu nedenle çok eksik ve çok gecikmeli.. Bilişim çağında üstelik ve konu İŞÇİ ÖLÜMÜ olduğu halde!
Oysa NÜFUS HİZMETLERİ KANUNU’na (md. 31/e) göre ölümlerin en geç on gün içinde
Nüfus Müdürlüklerine bildirimi ve kayıttan düşülmesi zorunlu olduğu halde..

Kuşkusuz bu boyutu işliyordur da söz konusu Yasanın, ölümün “iş kazası” (gerçekte iş cinayeti değil mi!?) olup olmadığına ilişkin yasal süreç uzuyordur herhalde.. Bürokrasi işte..
Beylik bir savunma değil mi Bakanlıktan.. Üstelik 6331 sayılı İş Güvenliği Yasası md. 2/a,
“İş kazalarının kazadan sonraki üç iş günü içinde..” Bakanlığa bildirimini buyururken..

*****
Türkiye emekçisinin kanayan yarası..

Güvencesiz çalışma, önlemsizlik, işçi hak ve özgürlüklerine baskı…
Daha çok para kazanmak için…
2015 yılının ilk altı ayında iş cinayetlerinde en az 794 işçi yaşamını yitirdi
!

2015 için ilk 6 ay raporu pdf olarak web sitelerinde yayımlandı.
32 sayfalık acı yüklü bu dosyayı incelemek için lütfen tıklar mısınız ??

2015’in_ilk_6_ayinda_is_cinayetleri_ISGM

Bu “Meclis” / İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi ile iletişim için..

http://www.guvenlicalisma.org
http://www.facebook.com/guvenli.calisma
http://twitter.com/guvenlicalisma
guvenlicalisma@gmail.com

Sevgi ve saygı ile.
11.09.2015, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

08 EYLÜL 2015 GECESİ TÜRKİYE…


Dostlar
,

Aşağıdaki yazımızı, hoşgörünüzle 3 gün sonra yeniden öne çekmek ve bir kez daha dikkatlere sunmak istiyoruz.. Aynı gün eskimesin, arkadüzlemde kalmasın istedik..

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

=========================

08 EYLÜL 2015 GECESİ TÜRKİYE…


Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Ülkemizde şiddet sarmalı giderek koyulaşıyor..
Dün 16, bu gün 14 olmak üzere edinebildiğimiz bilgilerle 30 (otuz!) şehidimiz var.
Dile kolay!
20 Temmuz 2015 Suruç kıyımı ile 32 kurban verilmişti lanetli teröre..
50 gün içinde can yitikleri yüzü çok aştı.
Bölücü taşeron terör örgütünün yitikleri belki bunun 10 -20 katı ??
Bir toplumun ruhsal dengesini alt üst etmek için daha ağır bir bedel – kurgu olabilir mi??
Her türlü provokasyon eşiğini yerle bir etmek üzere topuma son derece ağır bir örselenme (travma) bu yaşananlar / yaşatılanlar. Büyük olasılıkla da makro planın ögelerinden biri..
Ülkeyi daha da istikrarsızlaştırmak, yönetilebilir olmaktan çıkarmak, denetimli karmaşa (kontrollü kaos) için..

1 Kasım 2015’te Bay RTE – AKP tarafından zoraki yineletilecek genel seçimin yapılabilirliğini bile tehlikeye atacak / atmak üzere ve düzeyde. Eğer o günlere doğru kamuoyu yoklamalarında AKP hala 276’yı bulamayacak görünüyorsa özellikle..

Ve “seçim hükümeti”, 2 HDP’li Bakan dışında tümden AKP damgalı..
Oysa çok söyleyip yazdık, sitemizin manşetinde hala var..
“Seçim hükümeti”ne CHP ve MHP Bakan (toplam 14 Bakan) vermeli, AKP azınlıkta kalmalıydı (11 Bakan). O zaman Ülkemizde bunca vahşet sergilenebilir miydi acaba?
Örneğin MİT zaptu rapta alınabilseydi..
Örneğin Genelkurmay İstihbaratı hızla eski statüsüne döndürülebilseydi..

Oysa şimdilerde “her şey kara kutu“!
Her şey “AKP – RTE” elinde ve tekelinde.
İyi mi oldu??

Örn. çıkıp AB-ABD’ye apaçık

“Terör örgütü ile Türkiye Devleti eşit TARAF tutulamaz!
“Terörü açıkça kınayın ve beslediğiniz PKK’yı silahlarını Devlete teslim etmeye çağırın!”

diyebiliyor mu AKP-RTE??

Bay RTE‘nin dediği gibi PKK silahlarının betona gömülmesi” yetmez..
Böyle bir karar için CB’nın bile Anayasal yetkisi yoktur.

PKK silahları Devlete teslim edilmeli ve hepsinin tek tek balistik muayeneleri yapılarak kim tarafından ve hangi cinayet – yaralamada, sabotajda kullanıldığı saptanmalı. Suça karışan PKK’lılar
Türkiye Cumhuriyeti Devleti yargısına yasal hesabını vermeli.

MİT’in başkan yardımcısı değil miydi Oslo’da muhatap aldığı (!?) PKK yetkilisine
8 kenti PKK’nın silah deposuna dönüştürdüğünü bildiklerini… söyleyen??
Bu silahların yerlerine dek bildiklerini belirten..
Blöf değildi ise neden el koymuyorsunuz bu PKK silahlarına??
Neden ivedi bir yasa çıkarıp tüm ruhsatsız silahları geri çağırmıyorsunuz??

Bay RTE değil miydi dün, ATV / Kanal A ortak canlı yayınında “..çok ciddi biçimde silah stoklamışlar..” diyen, diyebilen!? Hürriyet bunu verince de AKP’li vekilin çete başı olduğu 200 kişilik bir AKP güruhu gece yarısı Hürriyet gazetesini bastı?? Bay RTE ve Davutoğlu olayı kınadı mı? Bu vekili cezalandıracaklar mı?? (Bay RTE’nin ATV konuşmasının erişkesi – linki aşağıdaki görselde.. Çağrılıp kendi sesinden söylediklerini başta AKP’liler herkes dinlemeli!)

400_vekil_verseydiniz_boyle_olmadi_RTE_6.9.2015

*****
Öyle kolay kurtulmak var mı? Onca masum sivil – asker – polis – korucunun katilleri
örtülebilir mi?
Buna Devlet dahil hiç kimsenin hakkı yok!
TBMM’den AF YASASI çıkarılacaksa o da ancak bu bağlamda, suça karışanların yargılanması ile olabilir.

Dağlıca’da 400 kg patlayıcı, dün, en az 16 askerimizi şehit aldı.
Iğdır’da 1 ton patlayıcı bu gün 14 polisimizi bizden kopardı..
Uçaksavarları, roketatarları, ağır makineli tüfekleri (Doçka), füzeleri bile var PKK’nın!
Nerede geliyor ve finansmanı nasıl sağlanıyor?? AB-ABD ve uyuşturucu ticareti başta!

Hotanto’nun bile istihbarat örgütü böylesine lojistik donanımı yakalar, engellerdi.

MİT bu denli aciz mi? Yanıt açıklıkla “hayır” olduğuna göre MİT’in elini kolunu bağlayan siyasal irade AKP iktidarı ve son 3 yılın “Çözüm süreci” nin ilk 2 yılında AKP’nin Başbakanı
Bay RTE değil miydi? Bilindiği gibi MİT Müsteşarı doğrudan Başbakana bağlı ve sorumlu.

Hesap giderek kabarıyor..

Sonunda bu gün basından öğreniyoruz ki, Bay RTE’nin VATANA İHANET suçundan yargılanması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına birkaç başvuru var. CHP Ankara milletvekili Ali Haydar Hakverdi, bir Ankara Barosu avukatı (Veysel Kırıcı) ve eski Yargıtay Cumhuriyet Savcılarından Av. Ömer Faruk Eminağaoğlu. Bunlar ciddi adımlardır ve arkası gelecektir, gelmelidir..

Dolmabahç uzlaşması (mutabakatı) metni bile tek başına Yüce Divan için yeter belgedir!

Fatura çooook ağır, oyun çoooook kanlı ve hesap çoooook karanlık ve iğrençtir.
Bay RTE kendisini, yukarıda değindiğimiz canlı TV yayınında açıkça ele vermiştir.
Yukarıdaki görselde yönelttiğimiz 4 soru yanıt bulmalıdır.

  • ..400 vekili bir parti alsaydı bunlar olmazdı!

Bu tümce başlıbaşına, ülkemizde yaşanan kanlı sürecin bir “kurgu” olduğunu
ortaya koyuyor.

Kanlı süreçten siyasal ikbal bekleyeni ve 1 Kasım 2015 seçim hesabı yapanı, yapanları da..
Öyle kolay kurtulmak olamaz. 80 milyonluk bu ülkenin de bir irfanı ve hukuku vardır ve
başta Bay RTE olmak üzere AKP ileri gelenleri mutlaka ama mutlaka yargılanarak
hesap verecektir.

Anayasa md. 105/son “Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte birinin (AS: 184 vekil) teklifi üzerine, üye tamsayısının en az
dörtte üçünün
(AS: 413 vekil) vereceği kararla suçlandırılır.” diyerek çoook zorlaştırmış olsa da.. 
*****

Bu arada İmralı Sakini Bay APO neden konuş(turlu)maz ??
Neden

PKK’ya koşulsuz biçimde ve Devletle aşık atmadan
SİLAH BIRAKMA ÇAĞRISI

yapmaz / yaptırılmaz kendisine ??

Selahattin Demirtaş da hem nalına hem mıhına demeçlerle AKP – RTE’nin ekmeğine
yağ sürdüğünü göremiyor mu? Halk yutuyor mu sanıyor?

Dikkat Demirtaş ve HDP; PKK AKP’ye hizmet ediyor! Bunu engellemelisiniz..

  • “İç savaş yürütüyoruz..” diyen Cizre Belediye Başkanı bayanı (Leyla İmret),
  • Terör örgütünün cenaze töreninde PKK’lı tabutu taşıyan HDP’li vekili (Tuba Hezer),
  • PKK’ya gıda götüren vekilini (HDP Kars Milletvekili Şafak Özanli)..disiplin soruşturmalarıyla koğuşturup Partisinden atamaz mı?

*****
Söylenecek öyle çok şey var ki..
Ulusumuz olgun ve çok deneyimli bir halktır.
Kışkırtmalara gelerek ağırbaşlılığını bozmamalıdır.
Şiddet sarmalı lanetli bir olgudur ve “Kara delik” gibi bulaşanı yutar.
Yasal – hukuka uygun – demokratik gösteri ve protestolar yaygın olarak elbette yapılmalıdır.
Güneydoğudaki Kürt kardeşlerimiz elbette terör örgütünü dışlamalı,
“Devlete” -AKP hükümetine değil!- yaslanmalıdır.

Yapılabilirse TBMM olağanüstü toplantıya çağrılarak SEÇİM HÜKMETİNİN KOMPOZİSYONU değiştirilmeli ve AKP’li Bakanlar 11’de (+Başbakan) kalacak biçimde
14 Bakan CHP + MHP + HDP’den alınarak yeniden oluşturulmalıdır. Bu yeni Kabine Ülkeyi yönetmeli ve 1 Kasım 2015 seçimlerine taşımalıdır. Tırmanan / tırmandırılacak terör ile
OHAL (Olağanüstü Hal) ilanı ve bu SEÇİM KABİNESİNİN (!?) epey uzun süre (??) Ülkemizi yönetme durumunda kalabileceği de (planın bir parçası olarak!) unutulmalıdır.
Bu bakımdan, Kabine’nin yeniden çatılmasında saymakla bitmez yarar vardır.

*****
Türkiyem, sana (bana da!) sabır, başsağlığı, kolaylık diliyorum.
Çook zor dönemlerden geçiyorsun başına getirdiğin adamlar yüzünden, ağır bedel ödüyorsun.
Dilerim aklını başına alır ve 1 Kasım’da bu AKP belasından kurtulacak yönde oy kullanırsın..
En önemlisi seçime katılmak.. GEÇERLİ OY ORANINI yükseltmek.. AKP böylelikle
oransal olarak toplam içinde küçülüyor.. Çünkü oy “sayısında” önemli bir artış beklenmiyor..
Seçime katılım % 84’ten yukarı her 1 puan arttıkça AKP oyları da oransal olarak 1 puan düşüyor! Geçen seçimde (7 Haziran) oy kullanmayan 9,1 milyon seçmenin en az yarısı
bu seçimde (1 Kasım) “geçerli oy” kullanırsa AKP 2. parti durumuna bile düşebilir!

VATANDAŞ, 1 KASIM’da OY’unu KULLAN..
KİME VERİRSEN VER..
YETER Kİ “GEÇERLİ OY” KULLAN!

Sevgi, saygı ve derin acı ile. 
08.09.2015, Datça

Yazının pdf biçimi : 08_EYLUL_2015_GECESI_TURKIYE

Akkuyu’nun müdürü istifa etti : Bu zihniyetle mi nükleer işleteceksiniz?

 

Akkuyu’nun müdürü istifa etti :
Bu zihniyetle mi nükleer işleteceksiniz?

Uzmanların felaket projesi olarak niteledikleri Mersin’deki Akkuyu Nükleer A.Ş. bünyesinde görev yapan Mersin Bölge Kamu Diplomasisi ve Devlet İlişkileri Bölge Müdürü Faruk Uzel istifa etti. Projenin güvenli olmadığını savunan Uzel, ihmal iddialarını madde madde sıraladı.

FOTO: IBRAHIM MASE/ MERSIN, (DHA)

Uzel’in basın açıklamasından önce kimliği belirsiz kişilerce ozelhaberturkiye@gmail.com
adlı bir adresten basın çalışanlarına Uzel’in cinsel istismar ve yolsuzluktan ötürü işten atıldığına ilişkin e-posta yollandı. Akkuyu Nükleer A.Ş. avukatı Kaan Keskin’in atılan e-postanın
şirketle ilişkisinin bulunmadığını açıklaması ise kuşku  doğurdu.

Bir garip istifa öyküsü

Fotoğraflar: DHA

Müdür Faruk Uzel, 1 Eylül Salı akşamı basın yayın organı temsilcilerine kendisine ait
cep telefonundan şu iletiyi gönderdi:

“Ülkemin nükleer santral inşa etmek ve bu teknolojiye sahip olmak adına yaptıklarını desteklemekle birlikte, proje uygulayıcısı Rus şirketinin faaliyetlerini ve zihniyetinin
inşa edeceği bir nükleer santrali ülkem ve milletim için çok ciddi bir risk unsuru olarak görüp, bu durumu dile getirmem sonucu Akkuyu Nükleler Santral Projesi’nden ayrıldığımı bildiririm.”

akkuyu nukleer santral6

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu mesajın ardından basın merkezlerine ozelhaberturkiye@gmail.com adlı bir kullanıcıdan
birtakım iddiaların yer aldığı bir e-posta yollandı. e-postada, Uzel’in şirket içi büyük bir soruşturma sonucu çalışanlara karşı cinsel tacizde bulunduğu ve yolsuzluğa bulaştığının
belirlendiği öne sürüldü.

Akkuyu Nükleer A.Ş. avukatı Kaan Keskin ise, açıklamanın şirket tarafından yapılmadığını, temsil ettiği şirketi bağlayıcı yönü bulunmadığını savundu. Keskin, Uzel hakkında savcılığa
suç duyurusunda bulunulduğunu da sözlerine ekledi.

Tehdit aldığını söyleyip, bir dizi kusur anlattı

akkuyu nukleer santral5

Gerçekleştirdiği basın toplantısında, istifasının ardından sessiz kalması ve yakın çevresine yaptığı açıklamaları tekzip etmesinin istendiğini öne süren Faruk Uzel, bu yüzden tehdit aldığını savundu.

Uzel’in tartışmaların odağındaki projeyle ilgili ihmal iddiaları madde madde şöyle:

* “Mersin Bilgilendirme Merkezi’nde, zemin kotunun 1 m altındaki ofis olarak kullanılan odalardaki taban suyunu izole edip kesemeyen mühendislik bilginizle, Akkuyu’da
deniz kıyısında ve deniz seviyesinden 12 m düşük kotta yapacağınız nükleer santralin
güvenli olacağına inanmamızı mı bekliyorsunuz?

* 1,5 milyon $ harcayarak salt tasarımını yaptırdığınız bilgilendirme merkezindeki 7200 m elektrik kablosunu döşeyip, UPS cihazının bilgisayarla bağlantı kablosunu döşemeyi unutan mühendisliğinizle mi nükleer santral inşa edeceksiniz?

* Bugüne kadar taşeronunuz olan firmalardan mahkemelik olmadığınız şirket var mıdır?
Sizin kiralama taahhüdü üzerinden inşa edilen otelle nasıl bir ilişkiye girdiniz ki
mahkemelik oldunuz? Bu sorundan dolayı Atom Stroy Export’un müdürünü neden
apar topar kovdunuz?

* Geçen yıl ihalesini yapıp aldığınız iki yangın söndürme aracını kullanacak personel alımı yapmadığınız için bekleterek çürüttüğünüz ve geçen ay çıkan yangında kullanamadığınız
doğru mu? Bu zihniyetle mi nükleer santral inşa edecek ve güvenliğini işleteceksiniz?

* Projeyi maddi sıkıntılardan dolayı yürütemediğiniz doğru mudur? Dünya üzerinde
size güvenip yatırıma katılacak ya da kredi sağlayacak bir tek finans kuruluşu var mıdır?

* Kıyı kenar çizgisine dikkat etmeyi akıl edemeyip, 1 no’lu reaktörü kıyı kenar çizgisi altına yerleştiren mühendislik rezaleti yüzünden projeyi uygulamadığınız, bunun için
yasa değişikliği beklediğiniz doğru mu?

*  Son 2 yılda 3 ayrı taş ocağı ruhsatı alıp buradan çıkan ve pasa diye tabir edilen milyonlarca metreküp toprağı mı inşaatta kullanacaksınız?

* Asıl maksadınız Türk hukukuna gol atıp, çevresinden dolaşıp nükleer santralin
zemin tesviyesini yapmak mıdır?

* Radyasyon izleme ve ölçüm projesini içinde Mersin Üniversitesi ve Mersin halkının temsilcilerinin katılım önerisini neden reddettiniz? Projenin saydam izlenme ihtimali
sizi rahatsız mı etti?

* İş akdimin sonlandırıldığına ilişkin mutabakat sözleşmesinde benim açıklamalarımı engelleyecek maddeleri neden koydunuz?”

=======================================

Evet dostlar….

Bu sitede Türkiye’de  yapımı düşünülen Akkuyu ve Sinop Nükleer Güç Santrali (NGS) hakkında çok yazı yazıldı.

NÜSED (Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği) 2. Başkanlığını da yapmış, Toplum Sağlığı Uzmanı bir akademisyen hekim olarak, konuyu değişik boyutlarıyla işledik. Örneğin şu dosyaya bakılmalıdır :

http://ahmetsaltik.net/2015/08/07/hirosima-ve-nagasaki-vahsetinin-67-yili/

Akkuyu NGS ise  Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu yargıda iken yapımına başlandı. Yasal kurallar çiğnendikçe ya yargı kararları görmezden gelindi ya da bu hataları “düzeltmek” (!) için pot hoc (arkasından) yasa değişikliğine gidildi.. TBMM böylesine hukuksuzlukları kapatma aracı mıdır? Bir ülkenin hukuk sistemi kimi şirketlerce böylesine aşağılanabilir mi?

Sayın Müdür Faruk Uzelin istifa gerekçeleri son derece çarpıcıdır. Ülkemiz için uyarıcıdır.
önceki Enerji ve Doğal Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ve AKP hükümeti bu ürkünç (vahim) tablodan sorumludur.

Sorun TBMM gündemine taşınmalı ve vahim hatalar mutlaka giderilmelidir.
Şimdiki biçimiyle, süren Akkuyu NGS inşaatı, büyük bir çevre felaketine çağrıdır.

Türkiye, hala yol yakın iken bu 2 NGS yapımından vazgeçmelidir.

Yenilenebilir, çevre dostu enerji kayaklarına yönelinmelidir.

Bunların ilki ülkemizin uçsuz bucaksız güneş enerjisidir.
İkincisi ise yine ülkemizdeki sınırsız rüzgar potansiyelidir..
Dünya bu 2 kaynağa yönelmektedir başlıca.
Yeni NGS yapımı yok gibidir.
Almanya gibi bir sanayi devi bile 2030’da tüm NGS’ni kapatmayı planlamıştır
ve bu planı uygulamaktadır.

Almanya_nukleerden_vazgeciyor

En büyük engellerden ya da risk etmenlerinden biri Türkiye’deki kabul edilemez
güvenlik kültürü, asla bilimsel olmayan risk algısı ve “yazgıcı” (kaderci) yapıdır..

Haberi face sitesinde paylaşan Nükleer Fizik uzmanı Sayın Prof. Dr. D. Ali ERCAN‘a
teşekkür ederiz.. (https://www.facebook.com/ali.ercan.982?fref=ts)


Sevgi ve saygı ile.
10.09.2015, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
NÜSED Önceki 2. Başkanı
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

NÜSED (Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği)

Ağrı’da hukuksuz şekilde görevden alınan sağlık emekçileri görevlerine iade edilmelidir

TTB_logosu

TTB İnternet Haber Bülteni, 04.09.2015

Ağrı’da hukuksuz şekilde görevden alınan
sağlık emekçileri görevlerine iade edilmelidir!

Ağrı’da hukuksuz şekilde görevden alınan sağlık emekçileri görevlerine iade edilmelidir

Ağrı Tabip Odası ve KESK Ağrı Şubeler Platformu, 21 Temmuz  2015’te Suruç katliamını protesto etmek amacıyla düzenlenen basın açıklaması sırasında yasa dışı sloganlar atıldığı gerekçe gösterilerek haklarında disiplin soruşturması açılan ve Valilik tarafından görevden uzaklaştırılan, aralarında Ağrı Tabip Odası Başkanı Dr. Ulaş Yılmaz‘ın da bulunduğu 13 kişiye destek vermek ve açılan soruşturmaların geri çekilmesini talep etmek amacıyla basın açıklaması yaptı. Açıklamada, hukuksuz şekilde görevlerinden alınan sağlık emekçilerinin görevlerine iade edilmesi istendi.

*****

Dostlar,

Ankara Tabip Odası’nın çağrısı ile bu gün Ağrı Valisine bir e-ileti yolladık ve
Ağrı Tabip Odası Başkanı Dr. Ulaş Yılmaz’ın da içinde bulunduğu 13 kişiye destek verdik.
Bu dosyayı web sitemizden okuyabilirsiniz..

http://ahmetsaltik.net/2015/09/05/ankara-tabip-odasindan-agri-valisi-musa-isina-cagri/

Ağrı valisinin hukuk dışı keyfi uygulamasının kaldırılması için Siz de destek verebilirsiniz dilerseniz..

Bu arada TTB avukatlarının hemen YD (Yürütmenin Durdurulması) istemli olarak
Valilik işleminin iptali için en yakın İdare Mahkemesinde (Erzurum) iptal / tam yargı davası açmalarını da öneriyoruz

Sevgi ve saygı ile.
05.09.2015, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TTB : “Meslektaşımız Dr. Abdullah Biroğul’a veda ettik” ve bizim sorularımız..

Acımız Derin, Öfkemiz Büyük!
Bir Terör Eylemine Kurban Verdiğimiz Meslektaşımız Dr. Abdullah Biroğul’a veda ettik

TTB_logosuTTB, 02 EYLÜL 2015

Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde zorunlu hizmetini yapmakta olan ve Diyarbakır Valiliği tarafından verilen bilgiye göre önceki gün yolunu kesen PKK militanları tarafından aracı silahla taranarak katledilen meslektaşımız
Dr. Abdullah Biroğul
dün Diyarbakır’da toprağa verilmiştir.
Cenaze törenine Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Üyesi Dr. Şeyhmus Gökalp ile Diyarbakır Tabip Odası’yla bölgedeki Tabip Odalarının temsilcileri de katılmışlardır.
Edinilen bilgiye göre; meslektaşımız başından ve vücudunun çeşitli yerlerinden vurulmuş,
112 ambulanslarının halkımızın sağlığı için gecesini gündüzüne katan meslektaşımıza erişimi de engellenmiştir.

Böyle bir eylemi hiçbir gerekçe meşru gösteremez. 

Türk Tabipleri Birliği olarak kimden gelirse gelsin, başta meslektaşımız Dr. Abdullah Biroğul olmak üzere sağlık çalışanlarına ve sivillere yönelik (AS: Güvenlik güçlerine saldırılar – cinayetler ne olacak??) tüm saldırıları ve cinayetleri, şiddeti faillerine bakmaksızın,
amasız, ancaksız  dün olduğu gibi bu gün de hiç tereddüt etmeksizin nefretle kınıyoruz.
Bu terör eylemiyle yaşamdan koparılan Dr. Abdullah Biroğul’un ailesi, sevenleri ve
çalışma arkadaşları başta olmak üzere, tüm halkımıza baş sağlığı diliyoruz.
Acımız derin, öfkemiz büyüktür.
Bu ortamda Türk Tabipleri Birliği olarak kezlerce yaptığımız çağrıyı bir kez
daha tekrarlıyoruz :
Bütün çatışmalar bir an önce sonlandırılmalıdır. Yaşam hakkı, en önde gelen insan hakkıdır.
(AS : İyi de silahlı bölücü terör örgütü PKK ile Devlet aynı kefeye mi konacak??)
Barışı isteyen, özleyen herkes adına haykırıyoruz:
– Parmağınızı tetikten çekin! Barış katliamlarla gelmez!
(AS: Neden terör örgütü PKK’ya “silah bırak” çağrısı yok???)
Türk Tabipleri Birliği

Merkez Konseyi
http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/drabdullah-5560.html

=======================================

Dostlar, Değerli Meslektaşlarımız,

Meslektaşımız Kürt kökenli Dr. Abdullah Biroğul‘un, yol kesen  PKK’lı bölücü terör örgütü militanlarınca uzun namlulu silahlarla aracı içinde taranarak öldürülmesini lanetliyoruz!
Cankurtaranın olay yerine erişmesini engelleyenler de insanlık dışı canavarlardır.


Doktor Biroğul, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden üç yıl önce mezun olmuştu…

Beylik sözleri biz de yineleyelim mi?? Başsağlığı, ailenin, meslektaşlarının… acısını paylaşma..


Dr. Abdullah Biroğul’un kardeşi Halime (ortada) ve öbür yakınları cenaze sırasında.

Ancak bizim sorularımız olacak bu vahim olay (cinayet!) nedeniyle :

1. Bizim de üyesi olduğumuz TTB’nin basın açıklamasında kırmızı renkli – koyu ayraç içinde
3 sorumuz var :
–  “..  sağlık çalışanlarına ve sivillere yönelik tüm saldırıları ve cinayetleri,..” kınıyor
TTB.. Biz de soruyoruz;
Güvenlik güçlerine saldırılar – cinayetler ne olacak??

2. TTB “Bütün çatışmalar bir an önce sonlandırılmalıdır..” buyuruyor. Biz de soruyoruz :
İyi de silahlı bölücü terör örgütü PKK ile Devlet aynı kefeye mi konacak??

3. “Parmağınızı tetikten çekin! Barış katliamlarla gelmez!” diyor TTB..
Biz de soruyoruz :
Neden terör örgütü PKK’ya “silah bırak” çağrısı yok???  1984’te Eruh ve Şemdinli baskını ile dış destekle Türkiye’ye isyan bayrağı açan PKK başlatmadı mı katliamı?

4. sorumuz Devlete / AKP iktidarına                     :

Bir terör örgütü hala ülkenin yollarını kesiyor, yurttaşları kaçırıyor, öldürüyor, haraç alıyor..
Ve AKP iktidarı sözde, 20 Temmuz’dan (Suruç kırımı!) bu yana PKK ile “görüşmeyi” kesip “mücadeleye” başladı!? Alanı öylesine boşaltmışsınız ki; güç, yol egemenliği dahil terör örgütüne geçmiş, öyle mi? Ne oturuyorsunuz orada, Devletin “kahir” gücü sonuna dek
tek başına iktidarınızda..

Neden ülkenin her karışında güvenlik sağlayamıyorsunuz?

Yoksa siz PKK ile hala görüşüyor da, “mücadele ediyor” mu görünmeye çalışıyorsunuz halka??

Bu halkı o denli aptal mi sanıyorsunuz, yoksa sizin aklınıza mı birşeyler oldu??

Kendi kendinize sorar mısınız ayna karşısında :

  • Dr. Abdullah Biroğul’un gerçek / asıl katili kim, kim, kim, kim, kim ???? 

    *****TTB‘nin de artık aklını başına alması gerek..

    Yöneticilerinin (tabanın asla değil!) önemli bir bölümü Kürt, Kürtçü, PKK sempatizanı,
    HDP’ye oy veren, solcu – sosyalist.. bir yapıda da olsa; 6023 sayılı yasa ile kurulan ve Anayasa md. 135’te “kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu ” olarak tanımlanan bir büyük örgütün emperyalizmin kuklası bölücü terör örgütü PKK ile Devleti aynı kefeye koyma aymazlığı kabul edilemez! Bu politika artık sonlandırılmalıdır.

    Türkiye’de 150 bini biraz aşan hekimden 2/3’ü TTB’ye kayıtlıdır. Bir bölümü de yasa gereği zorunlu üyedir. TTB bu görünümüyle son 20 yıl yakın zamandır adeta marjinalleşmiştir.
    (Biz de bu yüzden 1996’da TTB’de yönetim görevimizden seçimi yitirerek ayrıldık..)

    Etnik temelde ayrımcı politika çağdışıdır ve utanç vericidir. 
    Ne “Sol” ile ne de “Sosyalizm” ile bağdaşır.. Olsa olsa kör ideolojik saplantıdır.
    Bu tür aymaz politikalar ve özneleri kurum ve kişiler PKK ve yandaşlarına destekçi sayılır.

    TTB bir özeleştiri vererek, ULUSUN HEKİMLERİNİN TÜMÜNÜ KUCAKLAYAN
    bir uygar, birleştirici çizgiye geri dönmelidir. TTB, yasa ile, tüm hekimlerin örgütüdür.
    Dernek, vakıf, sendika değildir ki; bir başkası kurulabilsin..

    O çizgi; katıksız ATATÜRKÇÜ Tıbbiyeli Hikmetlerin, Dr. Refik Saydam’ların,
    Kalpaksız Kuvvacı Prof. Nusret Fişek’lerin, Prof. Nevzat Eren’lerin…
      çizgisidir. 

    Sevgi ve saygı ile.
    02.09.2015, Datça

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Tabip Odası Üyesi
    1992-96 TTB Yüksek Onur Kurulu Üyesi
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmailcom

TTB : Hopa Sel Felaketi Doğal Afet Değildir!

 

 

Artvin’in Hopa ilçesinde meydana gelen sel felaketinde ne yazık ki sekiz vatandaşımızın yaşamını yitirdiği, üç kişinin kayıp olduğu bilinmektedir. Selden etkilenen 19 kişi ise halen tedavi altındadır.

TTB olarak, bu olayın tek başına doğal bir felaket olmadığı, Doğu Karadeniz Bölgesinde yaratılan ekolojik sorunların bir sonucu olduğu görüşündeyiz. Ne yazık ki Doğu Karadeniz Bölgesi, son yıllarda hidroelektrik santrallerin (HES) istilası altındadır.

Derelerin önü enerji elde etme hırsıyla tutulmuştur.

Ayrıca Karadeniz Sahil Yolu, derelerin denize ulaşmasını önleyen bir bariyer olarak durmaktadır.

Acı olan başka bir durum, bölge halkının HES’lere karşı mücadele sürdürdüğü,
HES’lerin kurulMAması için direndiği, üstelik bu nedenle Devletin kolluk güçleri ile
karşı karşıya geldiği gerçeğidir. Geçtiğimiz yıllarda defalarca (AS: kezlerce!) basından izlediğimiz gibi, bölge halkı en yerel unsurlarıyla (AS: ögeleriyle), HES’lerin ekolojik dengeyi alt üst ettiğini haykırmış, buldozerlerin önüne çıkmış ancak AKP yöneticileri tarafından terörist olmakla, ideolojik olmakla suçlanmış ve marjinalleştirilmiştir.

Felaketin sorumlusu, bölge halkının itirazlarına karşın bölgenin ekolojik dengesini bozan iktidar ve yüzyıllardan beri akıp giden suların önüne enerji santralleri kurmaya çalışan zihniyettir..

Sonuçta, yaratılan ekolojik felaketin sonuçlarını yine bölge halkı canıyla ödemektedir.

Hopa’da yaşanan sel felaketinin sağlık sonuçları sadece (AS: yalnızca) ölen ve yaralananlar değildir. İlçenin içme suyunun (AS: şebekesinin) sular altında kalması, kanalizasyon şebekesiyle kirlenmesi söz konusudur. Bu durumda ilçede yaşayanlar suyla bulaşan salgın hastalıkların tehditi altındadır. Yaşanan felaketin sonuçlarının en aza indirilebilmesi için ivedi olarak yapılması gereken, Sağlık Bakanlığı yerel örgütünün ve belediyenin halka güvenli su sağlamasıdır.

Ölenlerin yakınlarına sabır, tedavi altındakilere acil şifalar diliyoruz.

TTB olarak en kısa süre içinde bölgeye bir ekip gönderilmiş olup ayrıntılı rapor ilerleyen zamanlarda kamuoyuyla paylaşılacaktır.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
(http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/hopa-5549.html26.08.2015)

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

===============================

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz TTB (Türk Tabipleri Birliği), son derece yerinde saptamalarla
özlü ve aydınlatıcı bir basın açıklaması yapmış oluyor..

Bu sitede kapımızı çalan çevresel tehditler hakkında çok yazıldı.
Özellikle Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan‘ın görsel sunularına yer verildi.
(Örn. http://ahmetsaltik.net/wp-admin/post.php?post=30577&action=edit)

Bizim “Çevre ve İnan Sağlığı” dosyamız da epey kapsamlı..
(http://ahmetsaltik.net/?s=Cevre_ve_Insan_Sagligi_Ahmet_Saltik)

Son olarak da ÇEVRENİN KORUNMASININ YURTTAŞIN ANAYASAL HAKKI VE ÖDEVİ OLDUĞUNU… vurgulamak istiyoruz :

Anayasa md. 56 : 

– Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek
Devletin ve vatandaşların ödevidir…. 

AKP’nin ülkenin taşını toprağını ranta kurban eden politikalarının ağır faturalarını
yine gariban, AKP’ye “oy” boca eden halkımız ödemekte.. Ödeyecek de “oy” verirse gene!

Karadeniz otoyolunun bölge ekosistemini alt üst edeceği ve felaketlere çağrı yapacağı
çooook yazıldı çizildi; AKP hiiiiç dinlemedi!

Özellikle Doğu Karadeniz’de çoook sayıda HES’in (Hidro – Elektrik Santral) bölgesel ekosistemi ciddi biçimde bozacağı da çok yazıldı – çizildi, AKP iktidarına rapor edildi..

Sonuç geldiğimiz yerdir…
Orada (Hopa’da) son 500 yılın en şiddetli yağışı olduğunu söyledi bir AKP’li vekil (Orman ve
Su İşleri Bakanı Prof. Veysel Eroğlu
).. Oysa Meteoroloji kayıtlarına göre yakın geçmişte
(23 Eylül 2012’de) bu sonkinden de fazla yağmur almıştı Hopa.. 338,7 kg/m2).
8 yurttaşın canına mal olan ve büyük maddi yitik doğuran bu son sel yıkımında 220 kg / m2 yağış alınmıştı Hopa.. Bunca HES yapılmamıştı ve Doğal bir olaydı onca bol yağış.
Şimdi ise, daha az yağış bile bereket yerine “felaket” oluyor..

Sen çok yaşa AKP rantçı çevre düşmanlığınla..

Ankara… kaçıncı kez yağmur başkenti teslim alıyor, utandırıcı görünümler  çıkıyor..
Ankara’nın 22 yıllık sürekli belediye başkanı İ. Melih Gökçek neden kalıcı çözüm üret(e)miyor?? Halkımız bunları sorgulamadan neden Gökçek’i 5. kez seçti??
(seçim hileleri???)

Ekonomiden tutun çevreye, iç politikadan tutun can ve mal – güvenliğine, terörden tutun
dış politikaya dek… yaşamın tüm alanlarında yaşanan tam bir AKP ÇÖKÜNTÜSÜDÜR!

Eh artık Türk halkı; 1 Kasım 2015’te, Bay RTE’nin zoraki yinelettiği genel seçimde
1 Kasım 1922’de Saltanat’ı kaldıran halk olarak, 13 yıllık tek başına AKP istibdadına ve
RTE sultasına son verecektir !?
Ya da ne şehit ne gazi, pisi pisine Niyazi olmaya devam..
Hopa’lı Yurttaşların acılarını yürekten paylaşıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
27 Ağustos 2015, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Okul sütü programı ve düşündürdüleri..


Okul sütü programı ve düşündürdüleri..

AA, Ağustos 28, 2015 |

Okul sütü programı kapsamında 2015-2016 eğitim öğretim yılının 2. döneminde,
bağımsız anaokulu, uygulama sınıfı, anasınıfı ve ilkokul öğrencilerine haftada 3 gün süreyle
200 mililitre ambalajlı, yağlı, sade UHT içme sütü dağıtılacak.

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı‘nın “Okul Sütü Programı Uygulama Tebliği”
Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Buna göre, 2015-2016 eğitim öğretim yılının ikinci döneminde, bağımsız anaokulu, uygulama sınıfı, anasınıfı ve ilkokul öğrencilerine her hafta pazartesi, çarşamba ve cuma günleri 200 mililitre ambalajlı, yağlı, sade UHT içme sütü verilecek.

Bu kapsamındaki özel öğretim kurumları, programa eşdeğer süt veya süt ürünü tüketilmesini sağlamaları halinde, velinin görüşü esas alınarak kurum yönetiminin kararı doğrultusunda programın dışında tutulacak.

Programın uygulanacağı okullar, veli izinleri doğrultusunda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından belirlenerek Bakanlığa (AS : Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı) bildirilecek.

Okul sütlerinin alımı, yurt içinden temin edilen çiğ sütlerden gerekli belgeye sahip ve
ülke içinde UHT içme sütü üretimi yapan gıda işletmelerinden yapılacak.

Dağıtılacak okul sütü ambalajlarının şekli ve üzerinde yer alması gereken hususlar
Bakanlığın eşgüdümünde Sağlık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığınca belirlenecek.

İllerde İl Okul Sütü Komisyonlarının sekretaryasının yürütülmesi, okul sütünün okullara ulaştırılmasının denetimi ile uygun koşullarda korunması ve tüketimlerinin sağlanmasından,
İl Okul Sütü Komisyonu ve İl Milli Eğitim Müdürlükleri sorumlu kılındı.

Öğrencilere ait bilgilerin Okul Sütü Modülüne kaydedilmesi, modüle giriş yapılamadığı durumlarda verilerin toplanması ve zamanında ulaşılabilir olması Milli Eğitim Bakanlığınca sağlanacak.

Öğrenci velileri, öğretmenler, aile hekimleri veya sağlık kurumlarınca süte karşı duyarlılığı tespit edilen öğrenciler, okul yönetimleri tarafından program dışında tutulacak.

VELİLERE BİLGİLENDİRME YAPILACAK

Dağıtılacak okul sütlerinin üretiminden tüketimine kadarki aşamalarında, Türk Gıda Mevzuatı ile ihale teknik şartnamesine uygunluğunun denetimi, il gıda, tarım ve hayvancılık müdürlüklerince yapılacak.

Okul sütü üretimi yapılan illerde, il gıda, tarım ve hayvancılık müdürlüklerince sütlerin her bir partisinden numune alınacak, numunelere ait analiz sonuçları, Bakanlığa ve teslimi yapılacak illerdeki il gıda, tarım ve hayvancılık müdürlüğüne gönderilecek ve Okul Sütü Modülüne yüklenecek.

Okul sütü komisyonu, Veli İzin Formları’nın Milli Eğitim Bakanlığı tarafından belirtilen
takvim içinde Okul Sütü Modülü’ne girilmesini sağlayacak. İl ve İlçe Okul Sütü Komisyonları bilgilerin zamanında ve doğru girilmesinden “silsile” yolu (AS: sıralı) ile sorumlu kılındı.

Program başlamadan önce ailelere süt içimi sonrası oluşabilecek basit rahatsızlıklar ve bulguların anlatıldığı, bu bulguların büyük bir bölümünün geçici ve hafif olduğunun belirtildiği, sütün öneminin vurgulandığı eğitim programları Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığınca düzenlenecek.

Program için gerekli eğitim ve tanıtım materyallerinin sağlanması, yayımı ve dağıtımı
Bakanlık eşgüdümünde, Ulusal Süt Konseyi tarafından yapılacak. (AA)

===============================

Dostlar,

Düzenleme yerindedir.
Ülkemizde yaygın ve önemli beslenme sorunları vardır ve bunların başında da
büyüme – gelişme çağındaki bebek ve çocuklarımızda yetersiz protein alımı gelir.

Okul sütü programı kapsamında 2015-2016 eğitim öğretim yılının 2. döneminde,
bağımsız anaokulu, uygulama sınıfı, anasınıfı ve ilkokul öğrencilerine sınırlandırma
uygun değildir. 2015-16 eğitim öğretim yılının 2. döneminde başlatılması bir başka kısıttır. Önerimiz, eğitim öğretim yılı boyunca 8 ay süt verilmesi ve üniversite öğrencilerini de kapsamasıdır. Gençlerin de çok değerli olan süt proteinine gereksinimi önemlidir.

“Sütü sindirememe” olarak halk arasında tanımlanan “laktoz intoleransı” nın ülkemizdeki yaygınlığını bilmiyoruz. Ancak birkaç yıl önce başlatılan okul sütü programında yandaşlara ve pahalıya ihale edilmesine karşın çocuklarda yaygın sorunlar çıkmıştı. Ulaşılan veriler,
Türk Gıda Kodeksi Çiğ Süt ve Isıl İşlem Görmüş İçme Sütleri Tebliği’ne uyulmadığını ortaya koymuştu. O sıralarda Sağlık Bakanlığı’nın Ankara’daki çok önemli çocuk hastanesinin profesör başhekimi, “durumdan görev çıkararak” sorunu örtbas etme telaşı ile “laktoz intoleransı” nın ülkemizde % 37’lere varan düzeyde olduğunu açıklamışlardı!?

Görevlendirilen Başhekim, -politik buyruk almış olmalı ki- hemen devreye girmiş ve demeci basında yaygın olarak servis edilmişti. 2 Mayıs 2012 günü pek çok basın organında yer bulan habere göre 13 ilde okul çocukları “bozuk” okul sütünden zehirlenmişti!

Ne hazindir ki; okul çocuklarının sağlığını bile tehlikeye sokan kör rant ve kazanç güdüsü
fiyasko ile sonlanmış, AKP iktidarı ve yandaş şirket suçüstü yakalanmışlardı. Ama Türk Ceza Yasası’nın Kamunun Sağlığına Karşı Suçlar bölümünde yer alan maddeleri (185-196) çalıştırılamamış, olay “ulema” dan (!) alınan fetva ile kapatılmıştı!

Çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı profesör başhekim, Laktoz intoleransını %37’lerde sunuyordu. Biz böylesi yüksek bir rakama dayanak yapılabilecek ciddi bir bilimsel çalışma bilmiyoruz ve bu bilim dışı saptırma açıklamasından hücrelerimize dek utanıyoruz..

AKP öncesine gidildiğinde ise (23.04.3002), bir başka benzer olayda Prof. Emel Sezin,
uzun yıllar anne sütünden başka süt içmeyen çocukların sütü sindirmekte zorlanabileceklerini açıklıyordu..

Edinilmis_Laktoz_intolerani

Ünlü İngiltere Başbakanı W. Churchill ise;

“Bir ülkenin çocuklarına süt vermekten daha büyük bir yatırımı olamaz!” düşüncesinde.

Biz, 1971’de henüz 18, yaşımızı bitirmeden ve 1976’da Tıbbiye öğrencisi iken bulunduğumuz
bu ülkede, sabahları çalan zille kapıya bırakılan 2 cam şişede yarımşar litre sütü içeri alırdık. “Perişan, yoksul, beslenmesi bozuk” (!) Londra halkına Belediye her sabah ev ev süt dağıtmaktaydı!..

Sevgi ve saygı ile.
28.08.2015, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com