Kıbrıs Barış Harekatının yıldönümünde düşünceler

Kıbrıs Barış Harekatının yıldönümünde düşünceler

Onur Öymen
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Dün Kıbrıs Barış Harekatının 44. Yıldönümünü yurdumuzda ve Kuzey Kıbrıs’ta coşkuyla kutladık. Bu vesileyle düşüncelerimi soran bazı televizyonlara ve gazetelere özetle şunları söyledim:
Türkiye’nin 1960 tarihli Londra ve Zürih Antlaşmalarından kaynaklanan haklarını kullanarak Kıbrıs’a yaptığı müdahale Kıbrıslı soydaşlarımızın can güvenliğini sağlayarak onları özgürlük içinde yaşama olanağına kavuşturmuştur. Bu müdahale aynı zamanda Kuzey Kıbrıs’ı, özellikle Arap Baharıdenilen eylemlerden sonra ateş topuna dönen Orta Doğu’nun insanların barış ve demokrasi içinde ve insan haklarına saygılı bir ortamda yaşadıkları tek bölgesi haline getirmiştir.
Kıbrıs ihtilafının başından beri hemen hemen daima Rumların yanında yer alan uluslararası toplumun, siyasi şahsiyetlerin ve dünya basınının Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin bu demokratik özelliğini ön plana çıkartan bir ifadesini gördüğümüzü hatırlamıyorum.

Kıbrıs’lı Rumlar, Yunanistan’ın ve büyük devletlerin desteğinden ve Türk tarafı üzerinde uyguladığı baskılardan yararlanarak daima bir salam politikası izlemişler, her görüşme sürecinde elde ettikleri avantajları ceplerine koyarak bir dahaki seferde yeni ödünler istemişlerdir.

Geçen yaz yapılan Crans Montana görüşmelerinde de böyle olmuş, Rumlar, Türkiye’nin garantörlük haklarından vazgeçmesi ve Adadaki bütün askerlerini çekmesi yolundaki istemleri yerine getirilmediği için görüşmelerin sonuçsuz kalmasına yol açmışlardır.

İşin düşündürücü yanı, BM Genel Sekreteri Guterrez’in de, Antlaşmaları göz ardı ederek ve görevinin gerektirdiği tarafsızlığı bir yana bırakarak Türkiye’nin garantörlük hakkının savunulamayacağı yolundaki bir görüşü raporu”na yazmış olmasıdır. Bu son gelişme, 6 yıl İngiltere Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Jack Straw’u bile çileden çıkartmıştır.

Straw, 1 Ekim 2017’de Independent gazetesinde yayınlanan “Ancak Adanın Bölünmesi Türklerle Rumlar Arasındaki İhtilafın Sona Ermesini Sağlayabilir” başlıklı makalesinde özetle şunları ifade etmiştir:

“Avrupa Birliği 1 Mart 2004’de stratejik açıdan şimdiye dek aldığı kararların en kötülerinden birini kabul ederek, Türklerle Rumlar arasında anlaşma olsa da olmasa da 1 Mart 2004’de Kıbrıs’ın AB’ye üye yapılmasını kararlaştırdı.

“Bu yazın başında Kıbrıslı Türklerle Rumlar arasında bir anlaşmaya varılması amacıyla 11 incisi yapılan uluslararası girişim, daha öncekilerde olduğu gibi, Kıbrıslı Rumlar tarafından engellendi. Türklerle Rumlar arasındaki iki bölgeli, iki toplumlu bir hükümetin kurulması sağlanarak Kıbrıs’ın birleştirilebileceğini amaçlayan müzakere maskaralığına artık son vermenin zamanıdır.

  • Çözüm Adanın bölünmesi ve Kuzey’deki Kıbrıs Türk devletinin uluslararası alanda tanınmasıdır. ” (Yazının tümüne internet üzerinden ulaşmak mümkündür.)

Ne yazık ki, ne iktidar ne de muhalefet Türkiye’nin uzun zamandan beri dile gertirdiği görüşlere hak veren Straw’un bu makalesini yeterince değerlendirebildi.

Uluslararası toplum Türklere haksızlık yapmayı sürdürmekte, ekonomik, ticari, ulaşım, hatta spor alanında uygulamaya devam ettiği baskılarla Türk tarafını dize getirip Rumların beklentisi doğrultusunda bir çözüme ulaşmaya çalışmaktadır. Böyle bir ortamda Straw’un makalesi özel bir önem taşımaktadır.

Bu arada Kıbrıs Türk liderliğinin Türkiye’nin garantörlük hakkından vaz geçilebileceği anlamına gelen sözleri tezlerimizi savunmamızı güçleştirmekte ve Rum tarafını umutlandırmaktadır.

Kıbrıslı Türklerin büyük kahramanı ve lideri Denktaş, Osmanlı imparatorluğunun savaş alanında Yunanistan’ı mağlup ettikten sonra Girit’i feda ettiğini hatırlatarak “Kıbrıs Girit olmasın” görüşünü her vesileyle dile getirirdi.

Önümüzdeki dönemde yeniden gündeme getirilmesi beklenen haksız istemlere karşı direnme gücümüzü göstererek milli davamız olan Kıbrıs’a sahip çıkmalıyız.

Kıbrıs Türklerini özgürlüğe, bağımsızlığa ve demokrasiye kavuşturan Başbakan Bülent Ecevit’in ve Kıbrıslı Türklerin lideri Denktaş’ın ve arkadaşlarının eserini yaşatmak öncelikli ödevimiz olmalıdır.

Saygılar, sevgiler. 21.07.2018
==========================================
Dostlar,

Sayın Öymen’in uzmanlık alanlarından biri Kıbrıs’tır. 1974’teki barış harekatımız sırasında da Lefkoşe Büyükelçiliğimizde görevli idi.

Batı emperyalizminin zamana oynayan salamlama (salam kesme) politikasını iyi değerlendirmek gerekir.

Yıllar geçtikçe tarihsel acı gerçekler, Rumların Türklere soykırım uygulamaları.. uutulmaya yüz tutar.. Yeni kuşaklar o tarihleri yaşamamışlardır, özdeşim (empati) kurmada giderek zorlanırlar. Bir yandan KKTC’yi tanımama, her tür ambargo ile halkı yıldırmak, bir yandan Türkiye’yi pek çok bakımdan kuşatarak sindirmeye çalışmak..

Örn. KKTC Cumhurbaşkanı bay Mustafa Akıncı‘nın akıl almaz ödünler önermesi… Sanki Rum tarafı sözcüsü neredeyse! Doğrusu ürküyor ve anlayamıyoruz. Akıncı nereye kürek çekiyor?!

Çözüm gerçekçi, eski İngiliz dışişleri bakanı Jack Straw’ın da görüp yazdıklarıdır..

  • 2 bölgeli,
  • 2 toplumlu,
  • 2 bağımsız ve egemen – eşit devletli bir model dışında kalıcı çözüm biz de göremiyoruz..

    Bu arada Kıbrıs adası çevresinde, uluslararası deniz hukuku terimiyle “münhasır ekonomik bölgede” (Exclusive Economic Zone) son derece ciddi deniz altı fosil enerji kaynaklarının varlığıdır. Kömür, doğalgaz… Bunlar Türkiye ve haliyle KKTC’nin çehresini – geleceğini dönüştürebilir boyutta, yüz milyar Doları aşan tutarda doğal kaynaklardır. Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığının ne denli yüksek olduğu dikkate alınırsa, sorunun Anadolu’nun güvenliğine ek olarak stratejik derinlik taşıdığı kolayca anlaşılabilir.

Ada’nın İskenderun körfezine uzanan kuzey – batı burnu olan Dip Karpaz bu 2 boyutta ayrıca önem sahibidir. Bu bölüm toprak iadesi kapsamında Rumlara bırakılırsa, hem münhasır ekonomik bölge bakımından olağanüstü zengin yeraltı kaynakları kaptırılmış olur hem de ülkemizin Adana – Mersin – İskenderun – Antalya kıyıları başta olmak üzere savunma zayıflığı doğabilecektir. Lozan görüşmelerinde Türkiye’nin Irak – Suriye sınırı çizilirken, İngiliz Başdelegesi Lord G.N. Curzon’un arkasında çok sayıda petrol mühendisi vardı ve sınır bilindiği gibi çekildi.. Dikenli tellerin hemen güneyinde zengin Irak (Musul – Kerkük) petrolleri, kuzey tarafında ise çorak Türkiye toprakları…

Benzer hatayı Kıbrıs’ta – Dip Karpaz’da asla yinelememeliyiz. Telafisi yok!

Sayın E. Tuğa. Türker Ertürk amiralimizin yukarıdaki uyarısı çok yerindedir.

AKP = Erdoğan‘ın mutlak yetkili duruma geldiği şu aşamada Kıbrıs’ta ulusal çıkarlarımıza aykırı bir yanlış yapmayacağını, kandırılmayacağını ummak istiyor, diliyoruz.

İngilizler Lozan’da Musul sorununu askıya almış, ardından 1925’te Şeyh Sait isyanını örgütleyerek Türkiye’nin Musul petrollerinden pay almasını engellemiştir. Benzer diplomasi oyunlarına Türkiye artık gelmemelidir, gelmeyecektir.

Sevgi ve saygı ile. 22 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir