Günlük arşivler: 15 Temmuz 2014

Dünyanın Ar-Ge Devleri


Dostlar,

Sn. Prof. Ercan aşağıdaki önemli yazısında dünyanın ilk 10 AR-GE (Araştırma – Geliştirme; Research&Development harcaması yapan devlerini irdeliyor.
Biz de en büyük AR-GE’yi Anayasasında “laik” bir devlet olduğu yazılan bir ülke olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayırıyoruz!.

2014 bütçesinde Diyanet’in ödeneği % 18.2 artırılarak yine rekor kırdı.
Bütçeden en çok pay alan kurumların başında olan 
Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB),
5,442 milyar liralık bütçesiyle 13 bakanlığı geride bıraktı! 8 bakanlığın toplam bütçesi ise Diyanet’in ödeneğine yetişemiyor. Böylece, neredeyse tamamı halkın vergilerinden oluşan devlet bütçesinin, küçümsenmeyecek bir bölümü, devletin bir İslam dininin Sünni mezhebine mutlak ayrıcalık tanıyan ‘dinci’ bir kuruma aktarılmış olacak. Bu Bakanlıkların arasında BİLİM ve TEKNOLOJİ BAKANLIĞI’nın da bulunduğunu belirtmeye bile gerek yok sanırız. DİB’in bir de Diyanet Vakfı var ki şirketleriyle, üniversitesiyle… muazzam fonları denetliyorlar.. Bu Vakfın mali portföy büyüklüğü ile ilgili net verilere ulaşılamıyor.

Denebilir ki DİB, Diyanet Vakfı ve uzantılarıyla birlikte Türkiye’de hemen hemen
en büyük KİT’lerden biridir; üstelik DİNSEL alanda.. Bu fonlar da hesaba katıldığında TÜBİTAK bütçesi dahil (1,9 milyar TL; hepsi AR-GE için değil!) Türkiye’nin toplam
AR-GE harcamasının kezlerce katı muazzam bir parasal – insangücü – malvarlığı … kaynağının İlahiyat – Divinity – Teologia alanında harcandığı ortaya çıkar (30+ İlahiyat Fakültesi, 600+ İHL, binlerce Kuran kursu, onbinlerce cami…).. Bu muazzam dinci harcamalara karşılık Türkiye İlahiyat – Divinity – Teologia bilim alanlarına ulusal – küresel ölçekte hangi anlamlı katkıları vermiştir, merak konusudur. (Ayrıca Teoloji’nin özellikle konusu ve yöntemi bakımından Bilim olup olmadığı tartışmaya açık bir konudur..)

Bir de bunca dinci – dinsel harcamaya karşın Dünyanın en ahlaklı toplumuna sahip olabilmiş midir Türkiye?’!

Yoksa, yoksa, ünlü Fransız Aydınlanma öncüsü Denis Diderot
yerden göğe haklı mıdır, tam da tersi mi gözlenmekte Türkiye’de ?

  • Ahlaksızlık ile dini birbirine karıştırmamak gerekir.
    Din olmadan ahlaklılık olabilir ve din ahlaksızlıkla birlikte bulunabilir  
    ve çoğunlukla da böyledir.

Veee, bütün bu “Murphy oluşumları” Türkiye’de nedendir,
kaç vakte dek sürdürülebilecekitr? 

Sevgi ve saygı ile.
15.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================================

Dünyanın Ar-Ge Devleri

portresi

 

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 


Değerli arkadaşlar,

Dünyanın Araştırma-Geliştirme (Research&Development) alanında en çok yatırım yapan Uluslararası (AS: Çok uluslu – multi-national) 10 dev şirketin faaliyet alanı yoğunlukla, son 50 yılda küresel paradigmanın simgesi olan elektronik ve iletişim teknolojisidir. 1950 sonrası Elektronik Çağ, 2000 sonrası Robotik Çağ olarak adlandırılıyor. (Tabii bu çağları gerçek anlamıyla yaşayan toplumlar için;
hala orta çağ kafasını taşıyan büyük bir kesim var) 

Aşağıdaki listeye toplam 1 trilyon Doların (AS: Dünyanın küresel geliri   ̴70 Tr $!) üzerinde yıllık Ar-Ge harcaması yapan 10 ülkeyi aldım. (AS: 10 ilk ülkenin toplam
AR-GE gideri 1,120 Tr $)

Ülke Yıllık Ar-Ge Harcaması (Milyar $)

  1.  ABD 400
  2.  Çin 300
  3.  Japonya 160
  4.  Almanya 70
  5.  Güney Kore 56
  6.  Fransa 42
  7.  İngiltere 38
  8.  Hindistan 36
  9.  Kanada 24
  10.  Rusya 24

Bu 1 trilyon Doların kabaca % 1’i Türkiye’nin cebinden çıkıyor. Dünyada düşünen, keşfeden, teknoloji üreten beyinlere Türkiye’nin ödediği yıllık para ~10 milyar $. Dışalım (İthal) ürünler üzerinden dışarıya ödediğimiz Ar-Ge giderimiz, ülke içindeki
Ar-Ge harcamaları toplamının iki katıdır.

Koskoca 77 milyonluk Türkiye’nin (üretim, ulaşım, iletişim, bilişim, eğitim, sağlık vs.vs..) tüm alanlardaki yıllık Ar-Ge harcaması (yaklaşık 5 Milyar $) tek başına Google şirketinin bir yıllık Ar-Ge bütçesi kadar oluşu dikkat çekicidir. æ (15.7.2014)

++++++++++

  1. Microsoft: Ar-Ge Bütçesi 9 milyar $

 

 

 

 

Microsoft, ABD’de Washington Redmond merkezli çok uluslu bir yazılım şirketidir.
1975’te Bill Gates ve Paul Allen tarafından kurulan Microsoft, kurulduğu günden başlayarak dünyanın en büyük yazılım üreticisi ve en değerli şirketlerden biri durumuna gelmiştir. Microsoft, işletim sistemleri, ofis suit alanlarında egemen olmuş, arama motorları, video oyunları, cep telefonları ve dijital hizmetlerde büyük yatırımlar gerçekleştirmektedir.

2. Samsung: Ar-Ge Bütçesi 9 milyar $

Güney Kore Seul merkezli çok uluslu bir şirketler topluluğu olan Samsung, giyim, kimyasallar, tıbbi malzemeler, reklam, inşaat, finansal hizmetler ve sağlık hizmetleri de dahil olmak üzere birçok ürün ve hizmet sunmaktadır. 1938’de kurulan şirket, o günden bu güne tüketici elektroniği, yarı iletkenler, bilgi ve iletişim teknolojisi donanımları ile teknoloji ürünleri geliştirmekte ve sunmaktadır.

3. Intel: Ar-Ge Bütçesi 8,4 milyar $

Intel, California Santa Clara merkezli çok uluslu bir şirkettir. 1968’de Gordon Moore ve Robert Novce tarafından kurulmuştur. Elde ettiği gelire göre dünyanın en büyük ve en değerli yarı iletken üreticisidir. Çoğu kişisel bilgisayarlarda olmak üzere mikro işlemci üretmektedir. Bunun yanı sıra ana kart yonga setleri, ağ arabirimi kontrolleri, entegre devreler, flash bellek, grafik yongalar da üretmektedir.

  1.  Nokia: Ar-Ge Bütçesi 7,8 milyar $

 

 

 

 

Nokia, Finlandiya Espoo merkezli çok uluslu iletişim ve bilgi teknolojileri şirketidir. Kökleri 1861′e dek giden bu şirket, 1998 – 2012 arasında cep telefonlarının en büyük satıcı firmalarından olmuştur. 2013’te 7,2 milyar $ bedelle Microsoft tarafından
satın alınmıştır.

5. Panasonic: Ar-Ge Bütçesi 6,6 milyar $

Japonya Osaka merkezli çok uluslu bir elektronik şirketidir. İlk olarak Matsushita Elektric Industrial Co. Ltd’nin kurucusu Konosuke Matsushita tarafından 1918’de kurulmuştur. Japonya’nın en büyük elektronik üreticilerinden biri olan Panasonic, 2012’de televizyon üretiminde dünyanın en büyük 4. şirketi olmuştur.

  1.  IBM: Ar-Ge Bütçesi 6,3 milyar $

ABD, New York merkezli olarak 1911’de kurulan şirketin tam adı International Business Machines Corp. olup, kısaca herkesin bildiği IBM olarak adlandırılmıştır. Şirket, hosting ve server teknolojisi, nano teknoloji ögeleriyle ilgili çeşitli danışmanlık hizmetleri, donanım ve yazılım aynı zamanda alt yapı hizmetleri sunmaktadır. Dünya genelinde
12 araştırma laboratuvarı bulunan IBM’in 20 yıl boyunca en çok patent alan şirket olma özelliği bulunmaktadır.

7. Cisco: Ar-Ge Bütçesi 5,8 milyar $

Cisco, California San Jose merkezli çok uluslu bir şirkettir. 1984’te Leonard Bozack ve Sandy Lerner tarafından kurulan şirket, ağ donanımları satmakta, ağ yönetimi için gereken ögeleri, optik ağ, depolama alan ağları, VOIP (AS: Voice over IP; Internet Protokolü – IP üzerinden ses iletişimi, telefon görüşmesi) ve veri merkezi uygulamaları da bulunmaktadır.

  1.  Google: Ar-Ge Bütçesi 5,2 milyar $

California merkezli çok uluslu bir şirket olan Google, arama motoru, yazılım, bulut bilgi işlemleri, on line reklam, teknoloji ürünleri ve internet ile ilgili hizmetlerde uzmanlaşmış bir şirkettir. 1998’de Karry Page ve Sergey Brin tarafından kurulmuştur. G-mail, Google Drive, Google Plus, Chrome OS ve Chromebook gibi uygulamalarıyla hızla büyümekte olan bir şirkettir.

  1.  Amazon: Ar-Ge Bütçesi 2,9 milyar $

Washington Seattle merkezli bir elektronik ticaret şirketidir. 1994’te Jeff Bezos tarafından kurulan şirket, ertesi yıl on line ticaret işlemlerine başlamıştır. On line kitapçı olarak başlayan Amazon, sonrasında DVD, CD, VHS kaset, yazılım, giyim, mobilya, video oyunları, oyuncaklar, takı ve hatta gıda gibi ürünleri çevrimiçi satmaya başlamıştır. En son olarak da Kindle e-kitap okuyucu ve Kindle Fire tablet bilgisayar ürünlerini geliştirerek kendi tüketicilerine sunmuştur. Ayrıca, bulut bilişim hizmetlerinin önemli bir sağlayıcısı konumundadır.

10. Apple: Ar-Ge Bütçesi 2,4 $

California Cupertino merkezli çok uluslu bir şirkettir. Şirket kişisel bilgisayarlar,
yazılım ve öbür tüketici elektroniği ile ilgili tasarım, üretim, pazarlama ve satış yapmaktadır. 1976’da Steve Jobs, Steve Wozniak ve Ronald Wayne tarafından kurulmuştur. Ar-Ge için ayrılan bütçenin en yararlı kullanıldığı şirketlerin başında geliyor denilebilir. Buna örnek olarak devrim yaratan iPod, iPad, tablet bilgisayarlar ve
cep telefonları konusundaki çalışmaları ve ürünleri gösterilebilir.

YABANCILARA TOPRAK SATIŞI VE TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ


Dostlar
,

ADD İsparta Şubesi’nin kurucusu ve 14 yıllık çok başarılı Başkanı, dava arkadaşımız
Sn. Mahmut Özyürek yurtsever çalışmalarını duraksız sürdürüyor..

Son yıllarda Ulusal Eğitim Derneği’nin İsparta Şubesini kurdu ve yönetimini üstlendi. Aşağıda önemli bir derlemesini paylaşmak istiyoruz :

Korkunç boyutları olan bir ivedi ulıusal sorun…Kapsamlı yazı 14 öneri ile aynen şöyle sonlanıyor ve biz de aynen katılıyoruz..

  • Bütün bu sebeplerden dolayı, yabancılara toprak satışları Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarına aykırıdır, derhal durdurulmalıdır. 

AKP iktidarı 11,5 yıldır ülkenin taşını – toğrağını, altını – üstünü, havasını – suyunu satmakta..

Bu acımasız vatan talanının hızla durdurulması gerek.

Filistin de bu ürkünç (vahim) hatayı yapmadı mı?? İsrail yoken ortada Yahudilerin orada devlet kurma politikası ile parsel parsel sistematik olarak satın alınan Arap topraklarında 1948’de Ben Gurion Yahudi İSRAİL Devleti‘nin kuruluşunu ilan etmedi mi??

Satılan topraklar önce çitleniyor (İngiltere’deki ÇİTLEME – Fencing dönemi benzeri!) ve “Private Property NO ENTRY” (Özel Mülktür GİRİLMEZ!) tabelası ile korumaya alınıyordu. Ardından bu parseller birleştirildi ve bayrak dikilerek İsrail yurdu yapıldı..

O tariten bu yana da Siyonist emperyalizm güdümünde sürekl genişliyor İsrail toprakları. Gazze Şeridi ve Batı Şeria dünyanın en bahtsız topraklarına, cehenneme döndürüldü. 1,75 milyon Filistinli dünyanın en yoğun nüfus yerleşimi ile avuç içi kadar topraklarda (360 km2) havadan – karadan ve denizden tam bir abluka altında yaşıyor.. Km2 ye 4860 kişi düşüyor! (Dünya ortalaması 50 kişi/km2). İsrail ise Filistin’in 75 katı topraklarda 27 bin km2 alanda 7,5 milyon nüfuslu..

Filistin’in tek yaşam kaynağı yer altından Mısır’a bağlanan Gazze tunelleri..
Bebeğin anne karnında Göbek kordonu gibi (Gazza’s Umbilical Cord!)….
Son 1 hafta – 10 gündür (Temmuz 2014) yeni bir havadan – karadan askeri operasyon ile apaçık bir soykırım (massacre, genocide, ethnic cleansing) dünyanın gözü önünde sürdürülüyor!

Hedef, Tevrat’ya yazılı olduğu vehmedilen ARZ-I MEVDUD topraklara erişmek.. (Tanrı’nın kendilerine sözde vaadettiğine inanılan ideolojik – dinsel ütopya)
O sınırlar ki, Fırat ve Dicle’nin doğuş yerlerine, Türkiye’nin bağrına  dek uzanyor..
Nasıl mı?? Büyük Ortadoğu = Büyük İsrail Projesi ile..Bölgede tüm ülkeleri küçülterek, parçaşayarak.. Türkiye dahil.. Büyük Kürdistan adı altında geçiş dönemi kukla devleti üzerinden Yahudi İmparatorluğu..

Türkiye’nin hızla aklını başına devşirmesi gerek..

Hele Başbakan R.T. Erdoğan’ın Büyük Ortadoğu = Büyük İsrail Projesi’nde EŞBAŞKAN oluşu çıldırtıcı bir harakiridir Türkiye için..

Bir kez daha yazmış, uyarmış olalım.

Bu arada Türkiye’de vatan topraklarının yabancı sermayeye satışı ile ilgili kamuoyunu uyarıcı çok emek yurtsever insanlarımızdan biri de eski Tapu Kadasro Genel Müdür Yrd. Sayın Orhan ÖZKAYA‘dır. Özkaya’nın kitabı “ANAHTAR TESLİMİ TÜRKİYE” başlıklı ve ibretle okunmalı, okutulmalı..

Bizler paranoyak vs. asla değil, tarih bilinciyle ileriyi görmeye çabalayan geleceği öngörmeye çalışan bilimsel emek sahibi yurtseverleriz. Eski Maliye Bakanı K. Unakıtan’ın saçmaladığı gibi “Götürdüler mi malı, işte burada duruyor..” söylemini aptalca değilse hain tuzak yüklü görüyor ve uyarıyoruz..

Şehir – gazilerimizin mübarek kanları ile sulanmış; canlarını – kemiklerini barındıran vatan topraklarımızın satılması için hiçbir akılcı gerekçe bulamıyor, ileri sürülenlerden tatmin olmuyoruz. Mehmet Akif’in dizeleri dilimizden düşmüyor :

– Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda..

  • Türkiye Filistin olmasın; kendi öz yurdumuzda sürgün olmayalım!

Sevgi ve saygı ile.
15.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

YABANCILARA TOPRAK SATIŞI VE TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ

portresi


Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Dern.
Isparta Şb. Bşk., 13.7.14

Yabancılara toprak satışı emperyalizmin Doğu’ya yönelttiği beş silahtan biridir.
Bu silah 19. yüzyılda Osmanlı’ya karşı da kullanılmıştır.
O zamanın büyük devletleri maliyesi bozuk Osmanlı’dan, bazen para karşılığında, bazen tehdit ederek birçok ödün almıştır. Bunlardan biri de yabancıya toprak satışıdır.
Bir ihanet olan bu uygulamaya Atatürk döneminde son verilmiş, ne yazık ki AKP ile birlikte Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde 2003 yılında yeniden başlatılmıştır. Böylece Lord Curzon, Lozan’da cebine koyduklarından birini daha çıkarıp önümüze itmiştir.
Atatürk, Osmanlı Devleti’nin başına gelen Batı kaynaklı felaketlerden ders aldığı için Türkiye Cumhuriyeti’nde yabancıya toprak satışını son derecede zorlaştırmıştı. Ne var ki toprak satışları bütün diğer belalar gibi AKP döneminde yeniden başladı ve çok vahim sorunları peşi sıra sürükleyerek kısa sürede büyük bir ivme kazandı.
Cumhuriyet tarihinde hiçbir hükümet bu performansı tutturamadı. Sekiz yıldır en değerli topraklarımız hızla yabancıların, İngiliz’in, Alman’ın, Fransız’ın, Yunan’ın tapulu malı haline geliyor. 2003-2010 yıllarında, yani AKP iktidarı boyunca yabancılara satılan toprak miktarı rekor seviyeye çıktı. Kasım 2010 itibariyle yurt genelinde 110 bin 514 yabancı gerçek kişiye, toplam 69 milyon metrekare taşınmaz satılmış bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin 80 yılında satılan toprağın dört katı sadece 8 yıl içinde yabancıların oldu: 52 milyon metrekare!…
(Bkz. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Resmi İnternet Sitesi, Yabancı Mülkiyeti Türkiye Geneli, http://www.tkgm.gov.tr/yabancilar)
“Türkiye Batı’nın gözdesi!…”
“Türkiye yabancı emlak alıcılarının yeni gözdesi!…”
Böyle yazıyor İngiliz dergileri. Dikkat isterim, “gözdesi” demiyor, “yeni gözdesi” diyor. Demek ki Türkiye, AKP sayesinde birilerinin eski gözdesini tahtından indirmiş. Başka bir deyişle öncekinin işi bitmiş, sıra tazesinde… Aynı dergilere göre Türkiye “bir içim su” imiş. Kış mevsimi ılıman, Nisan ayından ta Kasım ortasına kadar güneşli, sahilleri nefes kesiciymiş. Özellikle kıyı bölgeleri cennetten bir köşe imiş…
Eminim, bu övgüleri okuyunca etkilendiniz, birçoğunuzun göğüsleri kabardı…
Çünkü bizi buna şartlandırmışlar. Şunu işlemişler kafalarımıza: Batılı üstündür,
o ne derse doğrudur, ne yaparsa iyidir, onun övgülerine mazhar olmak güzel şeydir, bir ayrıcalıktır. Ama işin çok acı başka bir tarafı vardır ki onu gizlerler bizden. İşte ben bu gerçeği aşikâr eden bir paragrafı İngiliz gazetesi Times’in [12.2.1856] sayfalarından aşağıya alıyorum. Yazı 1856 Islahat Fermanı’nda İngiltere’ye Osmanlı ülkesinde yabancıya mülk edinme hakkının tanınacağı hükmünün yer alması üzerine kaleme alınmıştır:
“Yabancıların toprak satın almalarının önündeki tüm engellerin kaldırılması … kısa zamanda büyük sonuçlar doğuran diplomatik çabaların bir sonucudur. Önümüzde zengin ve işlenmemiş bir ülke var. Batı’nın sermayesi bu ülkeye girebilir ve ona sahip olabilir. Bu sebeple, zamanın lehimize işlemesinden hoşnut olabiliriz.”
Pasaj bu!… Özellikle şu ifadelere dikkat edelim: İşlenmemiş bir ülke (Yani Türkiye), o ülkeye sahip olma (yani Türkiye’ye), zamanın lehlerine işlemesi!…
Bu satışların önümüzdeki 25 yıl, 50 yıl boyunca da devam edeceğini düşünün… Ne olacak Türkiye’nin hali? Tapusu yabancı sermayenin elinde olan, bütün ekonomik varlıkları özellikle Yahudi, Ermeni, ve Rum sermayesi tarafından teslim alınmış bir ülkeye dönüşecek Türkiye…! Bu gidişle Silahlı Kuvvetlerimiz de zamanla “yabancı sermayenin jandarmalığı”nı yapma konumuna düşecektir.
Toprak satışını haklı göstermek için çoğunlukla karşılıklılık ilkesi ileri sürülür, bu ilke; yasayı savunanların cankurtaranıdır; “biz de o ülkelerde mülk alıyoruz, canım” deyince, akan sular durur, tartışma biter. Oysa gerçek farklıdır. Karşılıklılık ilkesi tehlikeyi gidermez, tersine artırır, üstelik gerçeklerin görülmesini engeller.
Karşılıklılık ilkesi mevcut şekliyle Türkiye’nin aleyhinedir. Çünkü ülkelerin “yapısal farklılığı” hesaba katılmıyor. Bir yanda dünya servetinin en büyük bölümüne sahip, ortalama kişi başına yıllık geliri 30-40 bin dolar olan ülkelerin vatandaşları, öbür yanda kişi başına geliri yılda 3 bin doları bulmayan, yoksul Türk köylüleri…
Eğer Türkiye’de Türkler her bakımdan güçlü, örgütlü, bilinçli ve donanımlı olsalardı, yabancılara toprak satışından gocunmamız için hiçbir sebep olmazdı. Diyebilirdik ki, biz Türkler de gider, sözgelimi Batı Trakya’da, Bayır-Bucak’ta, Kuzey Irak’ta veya Türkler için millî ve tarihî değeri olan bir başka yabancı ülkede bunun kat kat fazlası toprak alırız. Türk Devleti de bu durumu millî siyaset ve millî hedefler bakımından değerlendirir ve belki de -el altından destekleyip- yönlendirirdi. Bugün ortada ne böyle bir devlet ve ne de bir millet var. Türkiye Türkleri, bırakın yabancıların sömürüsünü -ki buna artık alışmış ve alıştırılmıştır- dahası içimizdeki “yerli-yabancılar” tarafından da alabildiğine sömürülmektedir.

Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yabancıya toprak satışları serbest değildir, kurallara bağlanmıştır. Örneğin; İspanya, Danimarka, Norveç ve İngiltere’de toprak millîdir. Bu konuda koruyucu kanunlar vardır, birey ve toplum yeterli ölçüde bilinçlenmiştir. Yabancıya ev satılmaktadır; ama toprak satılmamaktadır.
İngiltere’de “Toprak devletin asli unsurudur” anlayışı geçerlidir, yani İngiltere toprakları Büyük Britanya Kraliçesi’ne aittir ve 49-99 yıllığına kendi vatandaşlarına dahi kiraya vermektedir. Satış yapılınca, arazinin tapusu verilmez. Halk, sadece toprağın üzerine dikilen konut ve işyerlerinin kullanım hakkına sahiptir.
İsrail’de de topraklar devletin olup yüzde 5’i vatandaşın, yüzde 13’ü Yahudi Ulusal Fonu’nundur.

Türkiye’de ise toprak millî değildir. Yani ülkemiz “mutlak mülkiyet tapusu” vermektedir. Türkiye’de satışlar, yabancıları dahi şaşırtan bir kolaylıkla sürüp gitmektedir. Peki ne için; ne amaçla?…

Olaya geniş perspektiften bakınız: Yabancılara toprak satışları, yabancılara maden satışları, Türk görünümlü yabancı şirketler, misyonerlik faaliyetleri, kiliselerin açılması, yabancı vakıflar kanunu, dinler arası diyalog, ılımlı İslam, Büyük Ortadoğu Projesi, Siyonizm, azınlıklarla ilgili yasalar, özelleştirmeler, vb. vb.…
Çoğumuz ince gözlem yapmaya üşendiğimiz, meseleyi bütün yönleriyle düşünemediğimiz için, yabancılara toprak satışına kayıtsız kalıyoruz.
Para, refah, büyüme her şey demek değildir; onur, haysiyet, bağımsızlık denilen değerler de vardır. Türkiye gibi özel bir tarihi ve stratejik konumu olan ülkede, yabancıların arazi ve emlak edinmesi salt bir mülkiyet sorunu gibi değerlendirilemez.
SONUÇ
1) Yabancılara toprak satışında Binde 5 sınırının il boyutunda belirlenmesi yanlıştır. Bu oran “idari birim” boyutunda belirlenmeliydi. Ya da uygulama buna göre yapılmalıdır. İlçelerde, daha küçük birimlerde binde 5 ölçütü bu birimlerin kendi alanlarına uygulanmalıdır. Aksi halde toplam satışlar il alanına vurulduğunda binde 5 sınırını aşar. Bir örnek: İl alanı 1000 birim olsun, binde 5 itibariyle satış sınırı 5 birim olur. Bu ilin her birinin alanı 500 birim olan iki ilçesi olsun. Satışlara yine binde 5 uygulanırsa sınır aşılmaz: (2,5 birim) artı (2,5 birim), (5 birim) eder ki bu da il yüzölçümünün binde 5’i eder. İl yüzölçümünün binde 5’i olan 5 birim her ilçeye ayrı ayrı uygulanırsa sınır aşılır: (5) artı (5) toplam olarak 10 birim olur. Bu da il alanının binde 10’u eder. Dahası ilçe sayısı arttıkça, sınırı aşma derecesi üç, dört,… katına çıkacaktır.
Binde 5 oranının hesaplanmasında paydaya, toplam alan değil iskâna, ekonomik faaliyete elverişli, verimli ve değerli alanların yüzölçümü alınmalıdır. Yabancı, gidip dağın başında arazi satın almıyor.
2) Yabancıya toprak satışları, misyonerlik faaliyetleri ile birlikte düşünülmeli, satışlar bu açıdan ayrıca analiz edilmelidir.
3) Yabancı şirketlerin, toprak alımlarında Türk görünümlü aracı şirketler kullandıkları anlaşılıyor. Bu yola neden gidiyorlar? Ciddî araştırmalar, başta “parafesör”lerimiz, üniversite öğretim üyelerimizi bekliyor.
Özellikle İsrail ortaklı yerli şirketler mercek altına alınmalıdır.
Yabancıya toprak satışında “gizli satış” uygulaması vardır, araştırılmalıdır.
4) Toprak satışı sürecinde görünürdeki iyi niyetler (üretim, teknoloji getirme,…) arka planda kötü niyetleri gizlemek için kullanılabilmektedir.
5) Türkiye’deki her toprak alımını bireysel girişim olarak görmek yanlıştır. Toprak satın alan İsrailli ve diğer ülke vatandaşlarının arkasında güçlü lobiler olduğuna dair işaretlere rastlıyoruz. Toprak alan yabancılar arasında daha önce Türkiye’den göçmüş Ermeni ve Rumların torunları vardır. Bunların gizli bir plan çerçevesinde hareket etmeleri olasılığı çok yüksektir.
6) Topraklar yalnızca toprak olarak değil, altındaki maden kaynakları için de satın alınabilmektedir. Dolayısiyle yabancıya toprak satışı derken, bu boyutu da göz önünde tutmak gerekir.
7) Yabancıların gayrimenkul edinmeleri sınırsız ve koşulsuz olamaz. Dileyen her yabancı, Türkiye’nin her yerinde gözüne kestirdiği her arsayı, her tarlayı, her binayı parasını bastırıp alamamalıdır.
8) Yabancıya mülk satışları konusunda halk bilinçsizdir. Aydınlatılmalı, uyarılmalıdır.
9) Karşılıklılık ilkesi liberalizmin hukuk alanına uygulanmasından başka bir şey değildir. Bu sebeple ideolojiktir. Mütekabiliyet gerekçesi ancak eşit güçte olan ülkeler arasında bir anlam ifade eder. Oysa Türkiye bu bakımdan ABD ve Avrupa ülkeleri karşısında dezavantajlı bir durumdadır. Bu sebeple Diğer ülkelerdeki satışları örnek olarak göstermek yanlış bir muhakemenin ürünüdür. Bu husus Türkiye’nin jeopolitik durumu, potansiyeli bakımdan da doğrudur.
10) Hükümetin yabancılara toprak satışını serbest bırakmasının temelinde yalnızca AB’nin talep ve baskısını görmek eksik bir yaklaşımdır. Konu emperyalizm boyutunda değerlendirilmeli ve yorumlanmalıdır. Nitekim 1856’da Osmanlı’ya da toprak satışı dayatılmıştı.
Ortadoğu ülkelerinde, dolayısiyle Türkiye’de yabancılara toprak satışı, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin araçlarından biri olabilir.
11) Çağımızda ülke savunması öylesine karmaşıklaşmıştır ki, sadece silahlı savunmaya indirgenemez. Ordu yurt savunmasını her alanda takip eder: Ekonomide, yabancı sermayede, özelleştirmede, dış borçlanmada, azınlık konularında, tabii yabancıya toprak satışında da… Ülkenin savunması bu noktalardan başlar. Eğer bu cepheler ihmal edilirse, koşullar öyle bir duruma gelir ki silahlı savunma hiçbir işe yaramaz.
12) Azınlık faktörü Batı’nın bizim gibi ülkeleri çökertmek için kullandığı 5 silahtan biridir. Toprak satışları AKP iktidarına bu silahı güçlendirmek için dayatılmıştır.
İşin bu yönü çok önemlidir. Toprak satışlarına bu gözle bakmalıdır.
13) Yabancıya toprak satışının uluslararası boyutları ile gelecekte doğuracağı sorunlar titizlikle araştırılmalı ve ortaya konmalıdır. AKP hükümetinin bu çalışmayı yapmadığı anlaşılıyor.
14) Bütün bu sebeplerden dolayı, yabancılara toprak satışları
Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarına aykırıdır, derhal durdurulmalıdır.
8 Aralık 2010 01:19, Yunus Yıldız / Mesajhaber.com

Kaynakça
Prof. Dr. Cihan Dura, Türkiye’de Yabancılara Toprak Satışı Üzerine Gözlemler ve Hipotezler
http://www.cihandura.com/index.php?option=com_content&task=view&id=47&Itemid=63
Prof. Dr. Cihan Dura, Yabancılara Toprak Satışı: Gafletin Boyutları
http://www.cihandura.com/index.php?option=com_content&task=view&id=279&Itemid=63

DÜNYA KUPASI SAHİBİNİ BULDU : ALMANYA.. BAŞARININ ARDINDA NE VAR??


Dostlar,

Değerli meslektaşım Dr. Ceyhun Balcı İzmir’den yazıyor..
20. Dünya Futbol Kupasını 4.kez alan Almanya’nın başarısının ardında ne var??

Sabır, sebat, son 88 yılda 10. ulusal takım sorumlusu olmak??

Ya da “Bu gün sünnet yarın deniz!” saçmalığına yabancı bir sebat kültürü mü??

Okumalısınız..

Teşekküler sevgili Ceyhun..

Sevgi ve saygı ile.
15.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

DÜNYA KUPASI SAHİBİNİ BULDU : ALMANYA..
BAŞARININ ARDINDA NE VAR??

fb löw

JOACHİM LÖW

Almanya XX. Dünya Kupası’nda 4. şampiyonluğuna ulaştı.

İşin hiç anlamadığım teknik yanına girecek değilim. Ayrıca, her şey olup bittikten sonra bunları konuşmanın bizlere özgü olduğunu düşünenlerdenim. Onun yerine,
bu başarı tablosundaki önemli bir portreye değinmek çok daha anlamlı olacaktır!

Joachim Löw 2006 Dünya Kupası’nda Klinsmann’ın yardımcısı sıfatıyla Almanya’nın başındaydı. 2010 ve 2014’te takımın baş yetkilisiydi. Doruğa sonuncuda erişti.

images

Başarı açlığı, ivedilik arz eden biz Türklerin ölçüsü boşuna

  • “Bugün sünnet; yarın deniz!”

değildir.

Biraz geriye gidelim!

Bugün dünya futbolunun doruğuna tırmanmış olan Almanya’nın başındaki Löw’ün 1998’de Fenerbahçe’nin başında bulunduğunu unutanlara anımsatalım!

Bugün sünnet yapıp, yarın denize sokamadığı için olsa gerek,

FB serüveni bir yılda son bulmuş Löw’ün. Bir sezon aradan sonra bu kez Adanaspor’un başına geçse de belli ki onları bile ikna edememiş başarı için uzun soluklu olma gereğine!

low-adanademirspor-anaKOCQX_tepe

Omuzlarda getirdiklerimizi, döverek değilse bile söverek gönderme alışkanlığımız başarı arayışımızın sonuç vermeyen yılan öyküsüne dönüşmesinde önemli pay sahibidir.

Son bir not! Löw, Almanya’nın 1926′dan bu yana başına geçen 10. teknik direktördür. Aynı zaman aralığında Türkiye’de bu sayı ancak önümüzdeki ay yenisini seçeceğimiz Cumhurbaşkanı’dır!

Maçları ayakta izleyen ama çehresine yansıyan tek mimik diliyle avurtlarını şişirmek olan bu Alman’ın başarısı için yeterince sabredemeyen bizim dervişler, şimdilerde, sabreden Almanya’nın utkusu karşısında biraz olsun mahcubiyet duymuşlar mıdır?

Ceyhun BALCI, 14.07.2014