Etiket arşivi: Yurt Gazetesi

BALYOZ; 2007 model arabayla 2003’te kaza yapmak demektir.

Dostlar,

VARDİYA BİZDE Platformu‘ndan bu gün bir cep iletisi – Cİ (SMS) aldım :

  • “BALYOZ; 2007 model bir arabayla
    2003 yılında kaza yapmak demektir.”

2000’e yakın sahteliği bilimsel olarak kanıtlanmış delille esir edilmiş subaylarımız, özgürlüklerinden yoksun bırakılışlarının 2. yılını dolduruyor.
Bu gidişe vicdani tepkinizi ortaya koymak adına, Cumartesi 13:00’te
Sakarya Caddesi’ne gelip, esir subaylarımızın yakınlarına desteğinizi göstermenizi bekliyoruz.

  • Askerin düşmanı; düşmanın askeridir.

VARDİYA BİZDE Platformu.

Bu bağlamda, geçtiğimiz günlerde ODATV‘de (ve Yurt Gazetesi‘nde) yayımlanan Barış Terkoğlu‘nun “ibret verici” yazısını arşivimzden size sunuyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
7.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

O gün oraya Sakine Cansız’ı öldürmeye gitmiştim

Barış Terkoğlu
Yurt gazetesi Odatv.com (20.01.2013)

PKK’nın kurucularından Sakine Cansız, Paris’te iki kadın arkadaşıyla birlikte öldürüldü. Cansız, Diyarbakır’da görkemli bir cenaze töreniyle  gömüldü.
Cansız, dünyanın en kötü on cezaevinden biri olarak gösterilen Diyarbakır Cezaevi’nde de kaldı, dağda da savaştı. Yıllar önce Sakine Cansız’ı öldürmeye giden bir komutan, emekli Albay Levent Göktaş ise Silivri Cezaevi’nde. Göktaş, o gün yaşadıklarını hiç unutmuyor.

Yılmaz Özdil onu şöyle anlatıyor:

Hukuk fakültesi mezunu, işletme masteri yaptı, İngilizce, Arapça, Rusça, Kürtçe bilir, kara kuşak kareteci, hem de üçüncü mertebesinde, yüksek irtifa paraşütçüsü, 15 bin feet’ten 3 bin 500 kez, 30 bin feet’ten 30 kez serbest atlayış yaptı, derin su dalgıcı, uluslararası özel kuvvetler şampiyonasında üç kez dünya şampiyonu oldu, sıkı durun bin 500’e yakın sıcak çatışmaya girdi, Zap kampı basılırken sadece 18 gün içinde 54 kez namlu namluya vuruştu, 3 tane üstün cesaret madalyası var… Bir albay bu.

Tahmin etmek zor değil. Bu kadar meziyeti olan o Albay, Silivri Cezaevi’nde tutuklu bulunan Levent Göktaş.

Tarih: 7 Ocak 2009…
Emekliliğinin ardından avukat olarak yaşamına devam eden Göktaş için o gün diğerlerinden farklı değildi. Ofisinde çalışıyordu. Televizyon açıktı, Ergenekon operasyonlarını gösteriyordu. Çalışma arkadaşı “sence böyle bir örgüt var mı” diye sordu. Göktaş “olmasa bu kadar operasyon yapmazlar” diye yanıt verdi. Derken kapı çaldı. Gelenler polisti. Göktaş’ın ofisinde arama yapacaklardı.
Polis, Göktaş’ın odada olmadığı sırada meşhur 51 No’lu DVD’yi masanın üstündeki bir dosyanın içinde bulduğunu iddia etti.

Gidiş o gidiş… Göktaş’ın tutukluluğu 5. yılında!

SAKİNE CANSIZ ORADAYDI

Levent Göktaş, dün gibi hatırlıyor:

Kuzey Irak harekatındayken birden mesaj geldi. Cudi Dağı Ballıkaya Bölgesi’nde 250 kadar teröristin bulunduğu, içlerinde Cemil Bayık, Sakine (Sakine) gibi üst düzey PKK’lıların da yer aldığı Mehmetçiğin girmesi halinde çok şehit verilebileceği söylendi”. Göktaş’a gelen emir Ballıkaya’ya birliği ile girmesiydi. Göktaş, birliği ile sabaha karşı Ballıkaya’ya sızdığını anlatıyor.
Ve girmeleriyle çatışmanın başladığını…

Çatışma sabah altıdan akşam yirmiye kadar, neredeyse beş metre yakınlıkta yaşanıyor. Levent Göktaş, sert kayaya çarpıyor. Geri püskürtülüyorlar. Bir asker şehit oluyor, 10’u yaralanıyor. Göktaş bundan sonra yaşananları şöyle anlatıyor:“Şehit arkadaşın naaşını bir türlü bulamadık, gece saat bire kadar en az 5-6 kez içeri girdik fakat yoğun ateşle karşılaştığımız için şehit naaşını alamıyorduk.”

CENAZE İÇİN BİR ŞARTIM VAR 

Hava -35 dereceydi. Nefesleri havada bir duman gibi yayılıyordu. Gün ertesine devrildi. Saat 02:00’de telsizden bir ses geldi. Karşıdaki PKK’lı Göktaş’a kod adı olan ‘Ozan’ diye hitap ediyordu. Seslenen PKK’nın bölge sorumlusuydu. “Şimşek” kod adlı PKK’lının sözlerini Göktaş şöyle anlatıyor: “Bakıyorum cenazeyi almak için durmadan aşağı inip çıkıyorsun. Hiç gelme alamazsın ama istersen bir şartla sana cenazeyi veririm.

Göktaş, PKK’lının şartlarını merak etti. Ölen askerini almak zorundaydı.
Şartın nedir?” diye sordu. Aldığı yanıt şöyleydi: “Gidiş yolunuz üzerinde
Armut Boğazı var. İlk girişteki çam ağacı altına yiyecek, oksijen, tentürdiyot, konserve ve pamuk koy. Ancak o zaman izin veririz.
Göktaş  teklifi kabul etti.

Şimşek “Söz mü?” dedi. “Ozan” kod adlı Göktaş “Söz!” diye yanıt verdi.
Şimşek devam etti :

O zaman sabah dokuzda  tek başına aşağı yanımıza gel. Cenazeyi al, git.”.

Göktaş “Tamam.” dedi. Beraber olduğu arkadaşları karşı çıktılar.
PKK, yanlarına gelen Göktaş’ı oracıkta infaz edebilirdi. Göktaş birliğin komutanı olarak son kararı verdi. İnip ölen askerin cenazesini alacaktı.

PKK’LILARIN SAYGI DURUŞU

Göktaş kısa ama uzun olan o yolculuğu şöyle anlatıyor:

Sabah 09:00’da PKK’nın yanına indim. Çocuğun naaşı yerdeydi. Yüzü tertemizdi, yıkamışlardı. Yüzüğü parmağında takılıydı. Her şeyi tamdı. Askeri sırtıma aldım. Çıkarken sağ ve solumda kayaların arasında duran PKK’lılar ayağa kalkıp beni selamladılar. Şehidin cenazesini aldım ve yukarı çıktım.”

Levent Göktaş sırtında askerin cenazesiyle yukarı çıktı. Bütün gün savaştığı düşmanlarının arasına silahsız inmişti.
 Çatışma anında O’nu öldürmek için hedef alan PKK’lılar askerini almak için ölümle alay eden bu komutana ve sırtındaki ölüye saygı duruşunda bulunmuştu. Göktaş, ölümle yaşamın iç içe geçtiği bu hikayenin içinde boşlukta yürür gibiydi. “Ozan” kod adlı Levent Göktaş, telsizini açtı. PKK’lılara verdikleri izin için teşekkür etti. PKK’lı komutan da verdiği söz için teşekkür etti.

Göktaş, Armut Boğazı’ndan geçerken arkasında bıraktığı çam ağacının altında konserve, tentürdiyot, yiyecek, oksijen, pamuk dolu bir çuval vardı.

O ARTIK SİLİVRİ GAZİSİ

Levent Göktaş yıllar sonra kendisini savaşa gönderen devlet tarafından “terörist” suçlamasıyla yargılanıyor. Bu kez başının etrafından kurşunlar değil; DVD’ler geçiyor. Karşısında dişe diş savaştığı militanlar değil, “otur yerine “ diye bağıran hakimler var. Savcılar ise özel hayatına dair konuşmalarını, kim olduğunu bilmediği isimsiz ihbar mektuplarını, yüzünü bile görmediği gizli tanık ifadelerini karşısına koymakla meşgul.

Göktaş hikayesini şöyle devam ettiriyor: “Mahkemede şunu söyledim; PKK bile mertçe savaştığımızda bize saygı gösteriyor. Ama uyduruk delillerle bizi buraya tıkanlar ve siz bize saygı göstermiyorsunuz.”

Göktaş, çarpıcı bir karşılaştırmayla sözlerini bitiriyor: “ABD’de bir kahramanlık madalyası almış adam için uçak durduruyorlar. Uçağa binen madalya sahibini ayağa kalkıp alkışlıyorlar. Benim için önemli değil, ben sadece görevimi yaptım. Üç tane kahramanlık madalyası aldım. Ama sıfır saygı,
sıfır sevgi gördüm. Kimsenin umurunda değil.”

Levent Göktaş’ın tutukluluğu geçtiğimiz günlerde beşinci yılına girdi. Yüzlerce çatışmadan sağ kurtulan Göktaş, Silivri’de yaralandı. Katarakt ameliyatı için Silivri Devlet Hastanesi’ne yatan Göktaş’ın gözündeki retina ve kornea tabakası hata sonucu lazerle kesildi. Sağ gözünün görme yeteneği
%30’a düştü
.

Kısacası dağlardan sağ salim kurtulan Levent Göktaş, artık bir “Silivri gazisi”.

Aleviler hedef tahtasında mı?

Dostlar,

Kardeşimiz Necdet Saraç beyefendi, dün (16.1.13) YURT Gazetesinde yayımladığı yazısını bize de, lütfederek yollamış.

Oldukça önemli bir yazı ve yeterince kapsamlı. Bu yüzden hem Sn. Saraç’ın
bu konulardaki ehliyetinin bir kanıtı hem de bizim uzatmaya niyetimiz yok.

Yazısının başında Sn. Saraç doğrudan bize gönderme yapıyor. 14.10.12 günü Karadeniz TV’de Sn. Cevizoğlu’nun çağrısı ile CEVİZKABUĞU Programı’na çıkmıştık. Kadir Mısıroğlu, kendi söylemiyle “Elhamdülillah şeriatçıyım” deyip duruyordu ve Osmanlı’nın Alevi kırımlarını tamamlayamadığını,

keşke bitirseydi” diyerek hayıflanıyordu!?

Temel gerekçesi ise Prof. İzzettin Doğan‘ın “Biz ayrı bir diniz” söylemiydi.
Biz Prof. Doğan’ın bu yönde bir söylemini bilmiyoruz. Diyelim ki var ve Aleviler
İslam dışı bir din olarak kendilerini tanımlıyorlar.
Kadir Mısıroğlu burada hükmünü veriyor ve diyor ki :

Alevilerin katli vaciptir..

Biz de Kadir beye sormak istiyoruz :

Bu hangi İslam anlayışıdır, Kuran’da “başka dinlerden olanları öldürün” diye bir hüküm var mıdır, yoksa tersine epey ayet mi vardır? Bu durumda Kadir Mısıroğlu Kur’an İslamının dışında mıdır ve Müsümanlığı kendine özgü müdür?

Hangi durumda olursa olsun, insanların birbirinin inançlarına ve hele hele
en temel yaşam haklarına saygılı olmalarını kaçınılmaz görmekteyiz.

80’ini epey aşmış Kadir Mısıroğlu’nun da mutlak ve dokunulmaz olan yaşam hakkını sonuna dek kullanmasını ve Yüce Tanrı’nın yüreğine hidayet indirmesini dileriz.

Yalnız Mısıroğlu ile de kalmıyor.. Halk diliyle söylersek, “koca koca adamlar-kadınlar” ne denli kolayca ötekileştirici söylemlerin tuzağına düşüyorlar.
Bir bakıyorsunuz koskoca bir rektör.. bir bilim insanı da kervanda!

Bu doğrultu; söylem sahipleri dahil, tekil bağlamda hiç kimseye, toplamda ise Türkiye’ye hiçbir yarar sağlamaz, zararı ise çok ağır olur.

Alevi-Bektaşi inanç sisteminin omurgasıdır, herkesin çok işine yarayabilir :

  • ELİNE, BELİNE, DİLİNE HAKİM OL…

Sn. Saraç’a çok uyarıcı ve dengeli yazısı için teşekkür ederken,
özellikle son paragrafta vurguladığı görüşlerini paylaşıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 17.1.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Necdet SARAÇ

necdet_sarac_portresi

Aleviler hedef tahtasında mı?


PERDE 1: 
Birkaç gün öncesi, bir televizyon programı:

Ceviz Kabuğu”.
Hulki Cevizoğlu sunuyor. Programda iki konuk var. Atatürkçü kimliği ile bilinen
Prof. Dr. Ahmet Saltık ve Osmanlıcı, İslamcı kimliği ile bilinen Kadir Mısıroğlu… Konu ise Osmanlı, İslam ve Türkler… Programın ilerleyen dakikalarında kelimesi kelimesine aynen şöyle bir diyalog gelişiyor:

Prof. Ahmet Saltık :
Bakın, Bektaş Han’a bağlı 30 bin Alevi öldürüldü, 30 bin Alevi…

Kadir Mısıroğlu : Alevilerin sözlerine bakarsan hiç Alevi kalmaması gerekirdi Türkiye’de. Biz 20 milyonuz diyorlar, nasıl kaldınız 20 milyon o kadar kestilerse?

Prof. Ahmet Saltık :
Bitiremediniz değil mi, doğraya doğraya?

Kadir Mısıroğlu: Keşke bitirseydi…

Prof. Ahmet Saltık : Yazıklar olsun!

Kadir Mısıroğlu : İzzettin Doğan ne dedi burada, ayrı bir diniz dedi…

Hulki Cevizoğlu : “Neyi bitirseydi” diyor?

Prof. Ahmet Saltık : “Alevileri bitirseydi” diyor…
Kadir Mısırlıoğlu: İsyan eden adamı bitirseydi tabi!

Sonra Cevizoğlu devreye giriyor, Mısıroğlu ettiği sözler nedeniyle “özür diliyor”!

***

PERDE 2: 

Vatan Gazetesi’nden Mine Şenocaklı, gazeteci, yazar, Ortadoğu uzmanı gibi
birçok sıfatı üzerinde taşıyan Cengiz Çandar ile söyleşi yapıyor.
Henüz daha Paris’teki cinayetler işlenmemiş…

Birçok çevre için “otorite” kabul edilen Çandar, söyleşi sırasında birçok doğru tespit yapıyor. Söyleşinin bir yerinde Abdullah Öcalan için “Türkiyeli o. Esas yönü de bu.  Öcalan’ın bu temel özelliğini, PKK’ya ilişkin her türlü olumsuz özelliğin antidotu, panzehiri olarak değerlendirmek gerekir.” diyor.

O arada Şenocaklı “Öcalan için Kemalist diyenler de var” diye araya giriyor… Çandar, sözü alıyor ve “biraz öyle zaten” dedikten sonra Öcalan ile Kemalizm değerlendirmesini atlayarak lafı PKK ve Alevi bağlantısına getiriyor ve
TESEV raporuna da atıfta bulunarak şunları söylüyor:

“PKK’nın hem kurucu hem yönetici kadrolarındaki Alevi oranının Kürt nüfusundaki Alevi oranıyla ters orantılı olduğunu ve PKK’nın mayasında, kuruluş genlerinde kuvvetli bir solculuk ve Alevi boyut olduğunu söyledim. ‘Bunu niye yazıyorsunuz?’ diye itiraz edenler oldu. Dedim ki, söylemi anlamak bakımından
bu önemli. Şu anda Türkiye’de tek başına iktidar olan, koyu Sünni referansları olan bir parti var. İslamcı gelenekten geliyor… Bu iki kültür kodu, ‘solculuk ve Alevilik’ ile ‘sağcılık ve Sünni İslamcılık’ birbirine çok zıt şeyler… Bir tarafta Sünni ve sağcı kodlar var. Diğer tarafta ise solcu ve de Alevi kodlar var. Söylem de ona göre şekilleniyor. Onu bileceksin ki, bu farklılığın da idrakinde olacaksın ki, ona göre çözüm yolları üzerinde kafa yoracaksın…”

Söyleşide Çandar, “Ben bunu bir tespit olarak söyledim. Bir olumsuzluk yükleyerek söylemedim.” dedikten sonra yine bir Alevi olan Mustafa Karasu’yu işaret ederek “nedense bu tespitimi nefret söylemi gibi algılama yolunu seçtiler, ama değildi.” diye de eklemeyi unutmamış!

Tesadüf bu ya, bu söyleşinin yapıldığının ertesinde Paris’te biri Ezidi olsa da
Alevi kimlikleri açıkça bilinen 3 PKK’lı kadın öldürülüyor… Şimdi dönelim ve bir
“akıl yürütelim” :

Çandar’ın söyledikleri doğru mu? Evet, doğru! PKK’nın hem kurucuları hem de şimdiki üst düzey yöneticileri arasında Aleviler var mı? Evet, var, hem de bir-iki de değil, daha fazla! Hatta bir adım daha ileri gideyim; BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak da Alevi, üstelik dede kızı! KCK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk da Alevi…

BİR KOMPLO TEORİSİ DE BENDEN!

Orta yerde dünya kadar “komplo teorisi” uçuşurken şimdi ben de kalkıp bir “komplo teorisi” yapsam ve şunları söylesem :

Söylenenler ne olursa olsun, “Osmanlı bu Alevileri keşke bitirseydi” diyen Kadir Mısıroğlu ile “PKK’yı solcu Aleviler yönetiyor, oysa Türkiye’yi sağcı Sünniler yönetiyor. Bu Aleviler tasfiye edilmeden ve PKK tıpkı Barzani’nin KDP’si gibi sağcı ve Sünni bir çizgiye getirilmeden barış olmaz, silahlar da susmaz.” demek, Alevileri hedef göstermek ve tasfiyelerini istemek anlamına gelir! Paris cinayetleri de bunun mesajıdır” dersem ne olur?

Çandar’ın da, Mısıroğlu’nun da, hatta rektör Sedat Laçiner’in de bilmesi gereken en önemli konu şu:

  • Konuşmalarınızda ve yazılarınızda kendi algılarınız içinde Alevileri ve Şiileri “olumsuz örnek” olarak verdikçe yalnızca “durum tespiti” yapmakla sınırlı kalmıyorsunuz. O hiç vazgeçmediğiniz güzelim ”iyi niyetinizden” bağımsız olarak, fiili olarak Alevileri hem “ötekileştiriyorsunuz” hem de
    hedef tahtasına oturtuyorsunuz!

Merdan Yanardağ : CİNAYET

Dostlar,

Sayın Merdan Yanardağ‘dan olağanüstü bir yazı… (YURT Gazetesi, 22.11.12)

İçimiz yanardağ gibi isyan ediyor okurken..

Merdan Yanardağ, bu olağanüstü yazısını şöyle bağlıyor :

  • Şimdi tarihsel ve ahlaki sorumluluğumuz,
    bizi bu ülkeyi yeniden kurmaya çağırıyor.

Okumalı ve okutmalısınız..

Sevgi ve saygı ile.
26.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Cinayet

Merdan Yanardağ
Yurt Gazetesi’nin ilk sayısında da yazmıştım… Aradan geçen 10 ay gözlemlerimi
daha da netleştirdi. Artık hiç kuşkum yok. Her şey Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Sinema Festival’inde Büyük Ödülü alan “Bir Zamanlar Anadolu’da” isimli son filminde olduğu gibi gelişiyor…
  • Bilinci kuşatılan, iradesi teslim alınan ve
    sistematik şekilde cahilleştirilen bir toplum diri diri gömülüyor.
  • Büyük bir ülkenin uzun, sancılı ve ağır bir intihar süreci ya da 
    ölümü de diyebiliriz bu cinayete.

Nuri Bilge Ceylan’ın çarpıcı ve o ölçüde de güzel filmi, Orta  Anadolu’da, bozkırda kaybolmuş bir kasabada yaşanan sarsıcı bir hikâyeyi anlatıyor. Filmin akışı içinde
bu kasabanın Ankara’ya çok yakın olduğunu da anlıyoruz. Filmde, iki cinayet zanlısının savcı, jandarma, polis ve adliye görevlilerinin eşliğinde yer gösterme ve keşif gezisi anlatılıyor.

Çekim, senaryo, hikâyenin anlatılış biçimi, karakterler ve filmin ritmi olağanüstü. Ceylan’ın daha önce yaptığı filmlerle karşılaştırılamayacak kadar güzel ve etkileyici.

Filmde bütün hikâye bir güne sığdırılmış. Her şey bir gün içinde olup bitiyor.
Tıpkı Cengiz Aytmatov’un ölümsüz romanının adı gibi; gün uzuyor yüz yıl oluyor.

Karakterler ve yan öyküler, ana öyküyü zenginleştirecek şekilde oya gibi işlenmiş. Sonunda cinayete kurban giden kasabalı -ki cinayeti birlikte içki içtiği iki arkadaşı işlemiştir- domuz bağı yöntemiyle bağlanmış halde gömülü olarak bulunuyor.
Zanlılar maktulü nereye gömdüklerini sonunda gösteriyorlar.

Daha da önemlisi otopside bu kişinin canlı canlı gömüldüğü anlaşılıyor.
Gömülen kişi şaşırtıcı şekilde Şahan Gökbakar’ın, insanların zekâsıyla dalga geçen komedisindeki “Recep İvedik” karakterine benziyor. Aptallaştırılan toplumun
komedi kahramanı yani…

Filmi izlediğinizde bir rahatsızlık duygusu, bir tedirginlik ve suçluluk hali ruhunuzu sarıyor. Bütün kavramların içinin neden boşaltıldığını ve neden yeniden doldurulduğunu
daha derinden hissediyorsunuz.

Tıpkı ‘derin Anadolu’nun kayıp bir kasabasındaki bir oto tamirhanesinde arkadaşlarıyla içki içerken, bilinmeyen bir nedenle öldürülüp bozkırda bir çeşmenin yakınına gömülen adam gibi;

  • Aptallaştırılan büyük bir toplum da hepimizin gözleri önünde diri diri gömülüyor.

Bu cinayetin ne zaman, neden, nasıl ve kimler tarafından işlendiğini biliyoruz.
Failleri ve nedenleri cinayet işlenmeden önce de biliyorduk. Kimsenin işlenmesini istemediği, ancak herkesin katkı yaptığı cinayet yine herkesin gözleri önünde işlendi.

Bugün bütün bir toplum o nedenle kendi cellatlarına âşık olmuş gibi haklarının
ve hukukunun infazını izliyor. Dahası bu infaza katkıda bulunuyor.

Tıpkı Nobel ödüllü ünlü Kolombiyalı yazar, Fidel Castro’nun dostu
Gabriel Garcia Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” romanında olduğu gibi…

Bu cinayete herkes ortak oluyor. Herkes suç ortaklığı yapıyor.

***
Gabriel Garcia Marquez’in romanında da bütün kasaba bir cinayet işleneceğini biliyor. Dahası bu cinayeti kimlerin işleyeceğini, kimin öldürüleceğini, olayın ne zaman,
nerede ve nasıl olacağını da biliyor.

Aslında kasabada kimse cinayetin işlenmesini istemiyor. Cinayeti işleyenler bile birilerinin kendilerini engellemesini istiyor. Ama kimse cinayetin işlenmesini önleyemiyor. Kimse engel olmuyor, olamıyor.

Tersine herkes cinayetin işlenmesine istemese de katkıda bulunuyor.
Maktulün annesi bile…

Çünkü öldürülen genç Santiago Nasar’ın annesi, daha önce hiç kapatmadığı
arka avlusunun kapısını o sabah her nedense içeriden sürgülüyor.
Oysa kapıyı kapatmamış olsa Nasar oradan geçip katillerin elinden ve kurtulabilecek. Ama kaçamıyor… Üstelik asıl öldürücü darbeleri annesinin sürgülediği o kapının önünde alıyor ve yakışıklı Nassar orada ölüyor.

Bu cinayetin işlendiği sabah, bir nehir gemisiyle büyük kardinal, Latin Amerika’nın
kutsal din adamı kasabanın içinden geçiyor. Kasabayı kutsuyor, adeta o kolektif cinayeti onaylıyor.

DİRİ DİRİ GÖMÜLEN TOPLUM

  • İşte Türkiye de hepimizin gözleri önünde böyle bir cinayete kurban gidiyor.

Kimsenin işlenmesini istemediği bu cinayete yine herkes istemeden de olsa katkıda bulunuyor. Susarak, korkarak, kayıtsız kalarak, cinayetin işleneceğine inanmayarak, tehlikeyi işaret edenleri “paranoyak” olmakla suçlayarak ya da kasabaya (ülkeye ve topluma) ihanet ederek, suça doğrudan katılarak ve küçük çıkarları için işbirliği yaparak bu cinayete ortak oluyor.

Nuri Bilge Ceylan’ın “Yalnız ve güzel” ülkesi... Bir imparatorluk varisi.
Büyük uygarlıkların üzerinde oturan görkemli kavimler kapısı. Yetiştirdiği büyük evlatlarından şair Ahmet Arif’in deyimiyle, “Havva Anamızın” bile yanında “dünkü çocuk kaldığı” bir koca ülke. İşte böyle bir cinayete kurban gitti.

Büyük çoğunluk aslında bu cinayetin işlenmesini istemedi.
Katiller bile bu cinayeti işleyecek bir iradeye, kararlılığa ve cesarete sahip değildi.

Romanda olduğu gibi, birileri cinayeti engellesin diye katiller belki beklemedi ama başarılı olacaklarına da uzun süre inanamadıkları için çok beklediler. Ama cinayet önlenemedi.

Ve ülke sonunda cinayete kurban gitti… Tıpkı Hizbullah vahşetinde olduğu gibi,
bir toplum domuz bağıyla bağlanmış halde adeta diri diri gömüldü.

  • Şimdi tarihsel ve ahlaki sorumluluğumuz,
    bizi bu ülkeyi yeniden kurmaya çağırıyor.