Etiket arşivi: “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”

Hekimler demokrasiye ve bilime çağırıyor

26.05.2023, BİRGÜN

Türkiye tarihinde bir ilki ve pek çok yönden en kritik seçimi önümüzdeki Pazar günü yapacağız. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu. Şakası yok, Türkiye bir yol ayrımına geldi. Seçim, iktidarın tüm devlet olanaklarını istediği gibi kendi kampanyası için kullanmasından tutun seçmen sayısının açıklanamayan artışına kadar pek çok antidemokratik özellikler taşıyor. Bu da yetmiyor, cami imamları silahlanma çağrıları yapıyor.

  • Bunlara hiç bakmadan oylarımızı eksiksiz kullanmamız ve sandıklara sahip çıkmamız gerekiyor.

Neleri oylayacağımıza bakalım. Zenginlik mi, yoksulluk mu? Emeğe saygı mı, sadaka kültürü mü? Adalet mi, hukukun ayaklar altına alınması mı? Demokrasi mi, otoriterleşme mi? Cumhuriyet mi, tek adam rejimi mi? Kadınlara, çocuklara korkmadan eşit yaşayacakları ülke mi, “bir kereden bir şey olmaz” diyenler mi? Sağlık mı, hastalık mı? Barış içinde bir arada yaşam mı, çatışma mı? Laiklik mi, dinbazlık mı? Eğitimde fırsat eşitliği mi, paran kadar eğitim mi? Liyakat mı, adam kayırma mı? Doğanın korunması mı, ranta kurban gitmesi mi? Depreme dayanıklı kentler mi, enkaz altında kalmak mı? Şeffaflık mı, yolsuzluk mu? Bilim mi, şarlatanlık mı? Gerçek mi, yalan mı?

Daha çok var. Burada durup, tüm bunları gören yerden hekimlerin çağrısına bakalım.

UMUT VEREN DURUŞ

Bu hafta içinde ülkenin yüz akı uzmanlık dernekleri, TTB Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu ve 28 uzmanlık derneği tarihsel bir açıklama yayımladılar. Açıklamada hekimler sağlıklı yaşamın koşullarını sıralıyorlar: Bilimi kılavuz edinen bir siyaset, düşünce özgürlüğü, demokratik toplum, gelir başta olmak üzere eşitlikçi bir toplumsal hayat. COVID-19 salgınının ortaya çıkardığı, bilimsel düşünce ve yaklaşımın toplumların geleceği için hava kadar, su kadar yaşamsal olduğu gerçeği hatırlatılıyor. Bilimsel ve tıbbi gelişmelerin ancak özgürlüklerin olduğu ortamda mümkün olduğu belirtiliyor.

  • Totaliter ülkelerde bireysel ve toplumsal sağlığın da kötü olduğu vurgulanıyor.

Bunlardan hareketle hekimler mesleklerinin gereğini ilan ediyor:

  • “Biz uzmanlık dernekleri olarak; bilimin ve tıbbi gelişmenin ön koşulu olan özgürlükten ve sağlıklı işleyen çoğulcu bir demokrasiden yana taraf olduğumuzu beyan ediyoruz.”
  • Kadın bilim insanlarının ve hekimlerin başarılarına değinerek kadınların tarihsel kazanımlarının ellerinden alınmasına itiraz ediyorlar:
  • Toplumsal cinsiyet eşitliğinden yana taraf olduğumuzu, bilimin ve tıbbın geleceğinden kadınların kovulmasına izin vermeyeceğimizi beyan ediyoruz.”

Dahası var. Hekimler kişisel ve toplumsal erdemlere, eşitliğe, özgürlüğe, demokrasiye sahip çıktıklarını vurgulayıp herkesi insan olmanın gereğini yerine getirmeye çağırıyor. Bu ülkenin insanları hekimleriyle ne denli övünse azdır. Böylesine baskıcı bir dönemde bu onurlu duruşları tüm dünyaya örnek teşkil edecek (oluşturacak) niteliktedir. Devlet hastanelerinden bir türlü alınamayan randevuları parayla alıp pazarlayanların peydahlandığı bozuk sağlık sistemimizi düşününce, bu uzmanlık derneklerimizin duruşu başka bir yerdedir. Ülkemizin geleceği için umut vermektedir.

Şimdi sıra halkımızda. Unutmayalım, oyumuzu bu ülkenin çocuklarına, gençlerine, kurduna kuşuna, ağacına çiçeğine yaşanabilir bir ülke bırakmak için vereceğiz.

KIVRAK ZEKÂ

Hekimler bilime, doğruya çağrı yapadursun, Türkiye bu seçimlere meydanlarda gösterilen montajlanmış videolar ve rakip siyasal parti adına üretilen sahte broşürlerle gidiyor. Üstelik Cumhurbaşkanı, mitinglerinde gösterdiği, seçimdeki rakibini terörle ilişkili gösteren videoların montaj olduğunuiyelik bir video” olarak tanımlıyor. Oysa Türkiye’nin ihtiyacı bu değil. Gençlerin kıvrak zekâsını doğrudan, bilimden, ahlaktan yana kullanmasını ve ülkeyi yönetenlerin bunu teşvik etmesini bekliyoruz. Mümkündür; çünkü aklını iyilik, doğruluk, güzellik için kullanan gençlerimiz var, onlarla gurur duyuyoruz.

Seçime giderken gereken en önemli şeyi büyük şairimiz Can Yücel yazmış zaten:

Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.

İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin hukukiliği tartışması

İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin hukukiliği tartışması

Prof. Dr. Ersan Şen
Ersan Şen Hukuk ve Danışmanlık – İstanbul Sözleşmesinin Feshinin Hukukiliği Tartışması (sen.av.tr) 20 Mart 2021

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Bu yazımızda, Cumhurbaşkanı kararı ile İstanbul Sözleşmesinin feshedilip feshedilemeyeceği hususuna yer verilecektir.

Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” başlıklı ve “İstanbul Sözleşmesi” olarak da bilinen Sözleşme; Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından 11.05.2011 tarihinde İstanbul’da imzalanmış ve Sözleşmeye ilişkin Kanun Tasarısı, 24.11.2011 tarihinde 6251 sayılı Kanunla Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda yapılan açık oylamada tüm siyasi partilerin mutabakatı ile 1 çekimser, 246 milletvekilinin oyu ile kabul edilerek yasalaşmıştır.

8 Mart 2012 günlü ve 28227 Mükerrer sayılı Resmi Gazetede; “Milletlerarası Sözleşme”
başlığı altında 2012/2816 Karar sayılı Bakanlar Kurulu kararına göre;

“11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzalanan ve 24/11/2011 tarihli ve 6251 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan ekli “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin onaylanması; Dışişleri Bakanlığının 12/1/2012 tarihli ve HUM/7771842 sayılı yazısı üzerine, 31/5/1963 tarihli ve 244 sayılı Kanunun 3 üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 10/2/2012 tarihinde kararlaştırılmıştır”.

Anayasanın “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddesinin ikinci fıkrasına göre; “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz”. Bu sebeple; İstanbul Sözleşmesi, Anayasada öngörülen “pozitif ayırımcılık” esasına uygun olup, “kanun önünde eşitlik” ilkesini ihlal etmez.

Ancak kamuoyunda İstanbul Sözleşmesinin; toplumun örf, adet ve gelenekleri ile uyuşmadığı, tartışmaların temelinde LGBTİ bireylerin bu Sözleşme sayesinde belli hak ve hürriyetlere sahip olduğu veya olmaya çalıştığı, Sözleşmenin bu toplulukları güçlendirdiği veya bu toplulukların Sözleşmeden güç aldıkları, Sözleşmenin toplumda “cinsiyetsizlik” algısı oluşturduğu, “cinsel sapma” kavramını, “cinsel yönelim” diyerek meşrulaştırdığı, “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramından hareketle toplum ve aile yapısının değiştirilmeye çalışıldığı, tüm bunların dayanağını İstanbul Sözleşmesinden aldığına dair iddialar kapsamında, 29.07.2020 tarihli ve “İstanbul Sözleşmesi; Çekilmeli mi, Devam mı Etmeli?” başlıklı yazımızda konuyu ve tartışmaları değerlendirmiştik[1].

20.03.2021 tarihli ve 31429 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 3718 sayılı Cumhurbaşkanı Kararında; “Türkiye Cumhuriyeti adına 11.05.2011 tarihinde imzalanan ve 10.02.2012 tarihli ve 2012/2186 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan ‘Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. maddesi gereğince karar verilmiştir”.

İstanbul Sözleşmesi; “Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma” başlıklı Anayasa m.90’nın birinci ve beşinci fıkraları uyarınca, 6251 sayılı Kanunla onaylanıp uygun bulunduğundan, bu Sözleşme ve Kanunla ilgili tasarruf yetkisi TBMM’ye ait olup, Anayasa m.104/17 uyarınca da bu konuda Cumhurbaşkanının yetkisi sınırlandırılmıştır. Aşağıda, kısa başlıklar halinde İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin hukuki olup olmadığı ile ilgili açıklama yapılacaktır.

20.03.2021 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan bu Karar; İstanbul Sözleşmesi’nin “Fesih” başlıklı 80. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, fesih bildiriminin Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne iletilmesinden itibaren başlayacak üç aylık sürenin sonunu izleyen ayın ilk gününde yürürlüğe girecektir. Kararın dayanağı olarak 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3. maddesi gösterilmektedir.

9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin “Onaylama” başlıklı 3. maddesi uyarınca;
“(1) Milletlerarası andlaşmaların onaylanması, bunların feshini ihbar etmemek suretiyle yürürlük süresini uzatma, Türkiye Cumhuriyetini bağlayan bir milletlerarası andlaşmanın belli hükümlerinin yürürlüğe konulması için gerekli bildirileri (AS: bildirimleri) yapma, milletlerarası andlaşmaların uygulama alanının değiştiğini tespit etme, bunların hükümlerinin uygulanmasını durdurma ve bunları sona erdirme, Cumhurbaşkanı kararı ile olur.

(2) Onaylama konusu olan milletlerarası andlaşmanın Türkçe metni ile andlaşmada muteber olduğu belirtilen dil veya dillerden biri ile yazılmış metni, onaylamaya ilişkin Cumhurbaşkanı kararma ekli olarak Resmi Gazetede yayımlanır.

(3) Bir milletlerarası andlaşmanın veya Türkiye Cumhuriyetini bağlayan bir milletlerarası andlaşmanın belli hükümlerinin Türkiye Cumhuriyeti bakımından yürürlüğe girdiği, bir milletlerarası andlaşmanın uygulama alanının değiştiği, uygulanmasının durdurulduğu ve sona erdiği tarihler; Cumhurbaşkanı kararı ile tespit olunarak Resmi Gazetede yayımlanır. Bir milletlerarası andlaşma, yürürlük tarihinin tespitine dair Cumhurbaşkanı kararında belirtilen yürürlüğe giriş tarihinde kanun hükmünü kazanır”. (AS: son tümce Anayasaya aykırı! CB kararı ile hiçbir metin “yasa” niteliği kazanamaz. Bu yetki TBMM’nindir. )

Kararnamenin 3. maddesinde; Cumhurbaşkanına, uluslararası sözleşmeleri fesih yetkisi tanındığı görülmekte, 20.03.2021 tarihli ve 31429 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 3718 sayılı Cumhurbaşkanı Kararında 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin dayanak alındığı görülmektedir.

Bununla birlikte;

Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin sınırı vardır ve bu sınır, Anayasanın “Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma” başlıklı 90. maddesinin birinci ve beşinci fıkraları çerçevesinde belirlenmelidir.

Anayasa m.90 uyarınca; “(1) Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.

(2) Ekonomik, ticari veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan andlaşmalar, Devlet Maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu andlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur.

(3) Milletlerarası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticari, teknik veya idari andlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluğu yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik,
ticari veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz.

(4) Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır.

(5) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir.
Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır”.

Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini tanımlayan Anayasa m.104/17 uyarınca;
“Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda
farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin
aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir”.

İstanbul Sözleşmesi; Anayasanın 90. maddesinin birinci ve beşinci fıkralarına uygun olarak yürürlüğü koyulduğundan ve Sözleşmenin onaylandığı 6251 sayılı Kanun hala yürürlükte olduğundan, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3. maddesi dayanak alınarak Cumhurbaşkanı Kararı ile yapılan Sözleşme feshinin iç hukukta karşılığının olmadığı görülmektedir.

Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Anayasa m.104/17’de ve m.90/1’de; milletlerarası andlaşmaların onaylanmasının uygun bulunması, TBMM’nin çıkaracağı kanunlarla mümkün kılınmış olup, bu konuda yürütmenin yetkisi bulunmamaktadır. Anayasa m.90’nın ikinci ve üçüncü fıkralarında, istisnai olarak TBMM’nin yetkisi dışında bırakılan uluslararası sözleşmeler sayılmıştır ki, bunların arasında temel hak ve hürriyetleri ilgilendiren sözleşmeler sayılmamıştır. İstanbul Sözleşmesi; Anayasa m.90/2-3’ün dışında kalan ve m.104/17’de Cumhurbaşkanlığı kararnamesine konu edilemeyecek bir uluslararası sözleşme niteliğine sahiptir. Bu nedenle; İstanbul Sözleşmesinin, Cumhurbaşkanı Kararı ile feshedilmesi İdare Hukuku açısından
fonksiyon gasbı olarak değerlendirebileceğinden, bu işlem yetki unsuru yönünden sakat
gözükmektedir.

Cumhurbaşkanı kararları Anayasa Mahkemesi denetimine tabi olmadığından ve 6216 sayılı Kanunun “Bireysel başvuru hakkı” başlıklı 45. maddesine göre bireysel başvuru için gereken
bir bireysel işlem de sayılamayacağından, yazımıza konu Cumhurbaşkanı Kararına karşı
Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamayacaktır. 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi de
davaya konu edilemez. Bu Kararname, sadece Karara hukuki dayanak kılınmıştır. (AS: CB kararının iptali için Danıştay’a başvurulursa, yasal dayanak yapılan 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin Anayasaya aykırılığı ileri sürülerek AYM’ye taşınması olanağı yakalanabilir.)

9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3. maddesi doğrultusunda; fesih, ancak Anayasa m.90/2 ve m.90/3’de öngörülen ve Meclis onayına ihtiyaç duyulmayan hallerde mümkün olabilecektir ki, Anayasanın 90/1. maddesi uyarınca yasama organının onayının gerekli olduğu hallerde, TBMM tasarrufu ile bir uluslararası sözleşmenin feshinin dayanağı olabilecek karar alınabilir.

Açıklanan sebeplerle; İstanbul Sözleşmesinin feshi Anayasaya aykırı olduğundan,
Sözleşmenin feshini öngören Cumhurbaşkanı Kararına karşı 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun
24. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca, yürütmenin durdurulması talepli olarak Danıştay’da iptal davası açılabilir.

Uluslararası Hukukta “ahde vefa(AS: pacta sund servanda) ilkesi de gözetilmelidir. Bu sebeple; 2011 yılında İstanbul Sözleşmesini ilk imzalayan ve 2012 yılında da TBMM tarafından onaylayan (AS: onaylayan değil uygun bulan) Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Sözleşmeye bağlı kalmaya ve Sözleşmenin tümünden veya bir kısmından çekilecekse, bunu içeride ve dışarıda tartışmak suretiyle usulüne uygun yapmalıdır.

Tüm bu nedenlerle;

19.03.2021 tarihli Cumhurbaşkanı Kararına dayanak gösterilen, 7142 sayılı Yetki  Kanununa dayanılarak çıkarılan 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 181. maddesi tarafından ilk dört (1 ila 4.) maddesi ile 6. maddesi mülga edilen (AS: ilga edilen), yukarıda belirttiğimiz Anayasa maddeleri ile 6251 sayılı (AS: özel) Kanunun da üstünde olmayan 244 sayılı Bazı Andlaşmaların Yapılması İçin Cumhurbaşkanına Yetki Verilmesi Hakkında Kanunu, İstanbul Sözleşmesinin Cumhurbaşkanı kararı (AS: ile) feshine dayanak kılınamaz. Çünkü 244 sayılı Kanunun “Onaylama ve sair tasarruflar:” başlıklı 3. maddesi, hem 703 sayılı KHK’nın 181. maddesi ile mülga edilmiş (AS: mülga) ve hem de yeni
yönetim sisteminde Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri yeniden tanımlanıp belirlenmek suretiyle Anayasa m.104/17’de ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir.

Bir an için 244 sayılı Kanunun mülga 3. maddesi yürürlükte olsa ve 703 sayılı KHK’nın 181. maddesi de dikkate alınsa, Anayasa m.90/1-5 ve m.104/17 karşısında bu düşüncenin savunulabilir yanı olmayacaktır. Kaldı ki; İstanbul Sözleşmesi içeriği ve niteliği itibariyle, 244 sayılı Kanunun mülga 2. maddesinin ikinci fıkrası ile mülga 3. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamına girmektedir. Somut olayda; İstanbul Sözleşmesi, 6251 sayılı Kanunla onaylanmak suretiyle uygun bulunmuş olup, Sözleşmenin içeriği itibariyle Anayasa m.90/1 uyarınca TBMM’nin kanunla onayına (AS: kanunla uygun bulmasına) ihtiyaç bulunduğu hususunda tartışma da yoktur. Bakanlar Kurulu’nun 10.02.2012 tarihli Kararı, açıkça 6251 sayılı İstanbul Sözleşmesinin Onay (AS: uygun bulma) Kanununa atıf yapılmak suretiyle 8 Mart 2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Anayasa m.90/5 uyarınca; kanun hükmünde sayılan ve usulüne göre yürürlüğe girmiş temel hak ve özgürlüklerle ilgili İstanbul Sözleşmesi korunmalıdır.
Anayasaya göre, İstanbul Sözleşmesinin onaylanması ve tatbikinin durdurulması veya sonlandırılması TBMM kararı ile (AS: yasa ile!) mümkündür.

15.07.2018 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 9 sayılı Milletlerarası Andlaşmaların Onaylanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 2. ve 3. maddeleri incelendiğinde ise; “Onaylama ve onaylamanın
uygun bulunması” başlıklı Kararnamenin 2. maddesi ile Anayasa m.90 arasında uyum olduğu,
“Onaylama” başlıklı 3. maddesinin 3. fıkrasının ilk cümlesinde “Bir milletlerarası andlaşmanın
veya Türkiye Cumhuriyetini bağlayan bir milletlerarası andlaşmanın belli hükümlerinin
Türkiye Cumhuriyeti bakımından yürürlüğe girdiği, bir milletlerarası andlaşmanın uygulama alanının değiştiği, uygulanmasının durdurulduğu ve sona erdiği tarihler; Cumhurbaşkanı kararı ile tespit olunarak Resmi Gazetede yayımlanır.” 
hükmüne yer verildiği, hükmün “bir milletlerarası andlaşmanın uygulanmasının durdurulduğu ve sona erdiği tarihlerin, Cumhurbaşkanı kararı ile tespit edilmek suretiyle Resmi Gazetede yayımlanacağı” yorumu ile İstanbul Sözleşmesinin Cumhurbaşkanı kararı ile feshinin hukuka uygun olduğu savunması gündeme getirilebilir. Esasen bu hüküm, 244 sayılı Kanunun 3. maddesinin 1. fıkrasının tekrarı olup, yalnızca usuli nitelik taşıyıp, Anayasa m.90 dikkate alınarak TBMM veya Cumhurbaşkanı tarafından tatbiki durdurulan veya sonlandırılan sözleşmelerle ilgili bildirimin “Devlet Başkanı” sıfatıyla Cumhurbaşkanınca uluslararası muhataplara iletilmesinden ibarettir. Aksi kabul, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. maddesinin 3. fıkrasının Anayasaya aykırılığını gündeme getirir.

[1] Ersan Şen – Buğra Şahin, İstanbul Sözleşmesi; Çekilmeli mi, Devam mı Etmeli?
Çevrim İçi: https://www.hukukihaber.net/istanbul-sozlesmesi-cekilmeli-mi-devam-mi-etmeli-makale,8130.html, 20.03.2021
====================================
Dostlar,

Bu hukuksal irdeleme (mütalaa) kuşkusuz oldukça değerlidir.
Ancak metin içinde pek çok yerde kimi kavram ve sözcüklerin yerinde kullanılmadığı görülüyor. Bu noktalarda doğru kavram ve sözcükler ayraç içinde italik olarak tarafımızdan verilmiştir.

İstanbul Sözleşmesinden çekilme, ülkemizdeki dinci – gericilere öyle rahat bir ortam da sağalamayacaktır. Çünkü AİHS‘nin 8. maddesi zaten özel yaşamı ve bu alana ilişkin yaşam biçimi seçimlerini güvence altına almaktadır ve bu Sözleşmeye Türkiye taraf olduğu gibi, AİHM‘nin yargı yetkisini de tanımış durumdadır. Çiğnemler (ihlaller) bu uluslararası Mahkemeye taşınabilecektir.

Tek adam RTE‘nin ve hukuk danışmanlarının bir kez daha çuvalladığı açıkça ortadadır.
Ya da açıkça Cumhuriyete meydan okuma ile “ben yaptım oldu” dayatması ile karşı karşıyayız.
Büyükşehir belediye başkanlarının Genel Müdür atama yetkilerinin Belediye meclislerine devri, Gezi Parkı mülkiyetinin Büyükşehir Belediyesi tüzel kişiliğinden alınarak vakıflara devri,
TCMB Başkanının 4 ay sonra görevden alınması…
HDP’ye yönelik kapatma davası aç(tır)ılması,
Bir HDP’li vekilin vekilliğinin sonlandırılması ve yaka paça gözaltına alınması..
Andımızın okunmasını engelleyen yönetmelik değişikliğinin iptali isteminin Danıştay’da kumpasa getirilmesi..

  • ACIMASIZCA TIRMANAN VE CAN ALAN SALGININ UNUTTURULMAYA ÇALIŞILMASI…

Tümü ile yersiz ve zamansız, tuzak nitelikli Anayasa değişiklikleri istemi.. tek sözcükle İNSAFSIZCA GÜNDEM OYUNLARIDIR.. AKP = RTE iktidarı olağanüstü sıkışmıştır.
AKP =RTE
, hızla eriyen oylarını toparlamak için çılgınca girişimler içindedir ve giderek daha çok hata yapmakta; hukuk devleti değerlerini pervasızca ayaklar altına almaktadır. Ne var ki, bu irrasyonel – dekapite savrulmalar merhem olamayacağı gibi, bumerang etkisi gösterecektir.

Ahmet SALTIK BSc, MSc, PhD (sürüyor)
Mülkiye Lisans, Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
Anayasa Hukuku PhD (Doktora) Öğrencisi

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ – 2016 ve Düşündürdükleri


8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ – 2016

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI
TOPLUM İÇİN BİLGİLENDİRME DİZİSİ-97

New York’ta Mart 1857’de bir tekstil fabrikasında 40.000 dokuma işçisinin daha iyi çalışma koşulları için greve gitmesi, 8 Mart’ın kadınların mücadele günü haline gelmesindeki
ilk eylem olarak tarihteki yerini almıştır. Bu olayın Dünya Kadınlar Günü için mihenk taşı olmasının nedeni, polisin işçilere saldırıp işçileri fabrikaya kilitlemesinin ardından çıkan yangında çoğu kadın 129 kişinin yaşamını yitirmesidir. Yaklaşık elli yıl sonra 1908’de yine tekstil işçisi 15.000 kadın oy hakkı, çalışma saatlerinin azaltılması, çocuk işçi çalıştırılmasının yasaklanması gibi istemlerle “Ekmek ve Gül” sloganı ile yürümüşlerdir. O gün, ‘Ekmek’ ekonomik adaleti ve güvenceyi, ‘Gül’ ise daha iyi yaşam koşullarını simgelemekteydi.1
Tekstil fabrikasında yaşamını yitiren kadınlar anısına belirlenen bir günün her yıl aynı tarihte Dünya Kadınlar Günü olarak anılması önerisi, ilk kez Danimarka’nın Kopenhag kentinde
26-27 Ağustos 1910’da düzenlenen Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda gündeme gelmiş ve kabul edilmiştir. Her ne kadar bu öneri kabul edilse de, Dünya Kadınlar Günü’nün tarihinin 8 Mart olarak kesinlik kazanması 16 Aralık 1977’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilmesiyle resmileşmiştir.1

Dünya kadın eşitliği ve özgürleşme konusunda önemli bir davranışsal değişikliğe tanık olmuştur. Yönetim kurullarında daha çok kadın, yasalar düzeyinde daha çok eşitlik ve yaşamın her alanında etkileyici rol modeli olarak kadın görünürlüğü artmış durumdadır. Ancak, kadınlar hala erkek meslektaşlarıyla iş yaşamında ve siyasette eşit sayıda değildir. Küresel düzeyde kadınların eğitim, sağlık, şiddetle karşılaşma ve karar verici mekanizmalara katılım durumları erkeklere göre daha kötüdür.2

Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, tüm dünyanın 2015 yılına kadar yerine getirmek için taahhütte (AS: yüklenimde) bulunduğu sekiz yoksullukla mücadele hedefinin (3. Binyıl Kalkınma Hedefleri) üzerine inşa edilmiş ve 2015 yılında dünyadaki birçok ülke tarafından 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi Anlaşması olarak imzalanmıştır.

Küresel Hedefler olarak da tanımlanan bu 17 hedefin beşincisi “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”dir. Bu hedef ile cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve tüm kadınların güçlendirilmesi amaçlanmaktadır.3,4

Dünya Kadınlar Günü’nün 2016 yılı temasının

  • ‘2030’a kadar Gezegende Yarıyarıya: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği İçin İleri’
    (Planet 50-50 by 2030: Step It Up for Gender Equality) olarak belirlenmesinin nedeni; daha adil, kapsayıcı ve sürdürülebilir kalkınma için
    toplumsal cinsiyet eşitliğinin gerekli olması
    dır.3

    Dünya Ekonomik Forumu her yıl düzenli olarak Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu
    (The Global Gender Gap Report) yayınlamaktadır. Raporda yer alan ölçütler;

    – eğitim durumu,
    – sağlık,
    – siyasal güçlenme,
    – ekonomik katılım ve
    – fırsat eşitliği

    olarak sıralanmaktadır. Türkiye, yayınlanan 2015 yılı raporuna göre 130. sırada yer almakta
    ve eğitimde cinsiyet eşitliği konusunda oldukça gerilerde bulunmaktadır. Bunun yanında, Türkiye’deki kadınların okuryazarlık oranı küresel ölçekte 105. sıra ile yine sonlarda
    yer almaktadır. Her ne kadar kadınlarda iş gücüne katılım %32,20 ise de, bu oran erkeklerde %75,60 düzeyindedir. Tüm ülkelerin bu alanda ilerleme oranlarının da hesaplandığı raporda Türkiye, 2006’dan bu yana 0,039 oranında ilerleme göstermiştir.5,6

Birleşmiş Milletler Kalkınma Ajansı (UNDP)’nın her yıl yayınladığı raporda yer alan Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi (TCEE), kadın ve erkekler arasındaki başarı eşitsizliğini üç boyutta inceleyen kompozit (AS: karma) bir ölçüm ile değerlendirmektedir. TCEE kadınların üreme sağlığı, toplumsal güçlendirme ve iş gücüne katılımlarını yansıtan bir değerdir.
2015 yılı İnsani Gelişme Raporu verilerine göre TCEE değeri 0,359 olan Türkiye 72. sırada yer almaktadır.7

Bu veriler de göstermektedir ki, Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda
daha alınması gereken çok yol vardır. Dünya üzerinde cinsiyet eşitliği konusunda aşama kaydedildiği görülse de, kadın ve kız çocuklarının önündeki engeller halen sürmektedir.
Yeni bir küresel gündem olarak toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasının tek yolu;
Ülkemiz de dahil, her ülkenin kadın ve kız çocuklarından başlayarak tüm vatandaşları için bireysel hakları, yeniliği ve yaratıcılığı geliştirecek çabalarda bulunmasıdır.4

*******
Bu döküman Dr. Zehra Gökkaya Kılıç, Dr. Metin Kılıç ve Dr. Şevkat Bahar Özvarış tarafından 07.03.2016 tarihinde hazırlanmıştır. Bu bilgilendirme notunun aşağıda belirtilen biçimde

kaynak gösterilmek koşuluyla yazılı, elektronik, vb. ortamlarda kullanılması önerilmektedir:

Gökkaya-Kılıç Z, Kılıç M, Bahar-Özvarış Ş. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü.
HÜTF Halk Sağlığı AD Toplum İçin Bilgilendirme Serisi-[Internet] http://www.halksagligi.hacettepe.edu.tr/.Erişim: 08.03.2016.

Kaynaklar
1 [Internet] http://www.un.org/en/events/womensday/history.shtml Erişim: 05.03.2016.
2 [Internet] http://www.unwomen.org/en/news/in-focus/international-womens-day
Erişim: 05.03.2016.

3 [Internet] http://unesdoc.unesco.org/images/0024/002438/243844E.pdf Erişim: 05.03.2016.
4 [Internet] http://www.tr.undp.org/content/turkey/tr/home/post-2015/sdg-overview.html
Erişim: 05.03.2016.

5 [Internet] http://www.tr.undp.org/content/dam/turkey/docs/Publications/hdr/faq_gii-TR_ece%20FU.pdf Erişim: 06.03.2016.
6 [Internet] http://www3.weforum.org/docs/GGGR2015/cover.pdf Erişim: 06.03.2016.
7 Human Development Report 2015.
[Internet] http://hdr.undp.org/sites/default/files/2015_human_development_report_1.pdf.
Erişim: 06.03.2016.

======================================

Dostlar,

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ – 2016
ve Düşündürdükleri

Bizim de Halk Sağlığı Uzmanlık eğitimi aldığımız Hacettepe Tıp Fakültesi
Halk Sağlığı Anabilim Dalı’ndaki meslektaşlarımıza bu açıklama için teşekkür borçluyuz.

Yaşamın her boyutunu paylaştığımız, yaşamımızın öteki yarısı “kadın arkadaşlarımız” için
daha eşitlikçi, giderek tam eşitlikçi bir düzen yaratmak zorundayız..
Bu amaçla da, halen eşitsiz (dezavantajlı, handikaplı) konumda olan tüm kadınlar için
pozitif ayrımcılık yöntem ve araçlarını kullanmalıyız.

Toplumsal rol paylaşımı bağlamında cinsiyet (gender) ayrımı giderek ve hızla kalkmalıdır. Kuşkusuz kadın ve erkek bedeninin yapısal ve işlevsel biyolojik – ruhsal ciddi ayrımları vardır. Ancak bu temel ve köklü ayrımlar özünde işlevsel amaçlıdır ve birbirini tamamlamaktadır.
Toplumsal cinsiyet (gender) ayrımı için asla gerekçe oluşturamazlar.

Yasalar önünde herkes eşittir (Anayasa md. 10).
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi de daha ilk maddesinde her-ke-sin hak ve özgürlükler bakımından “eşit” doğduklarını vurgulayarak cinsiyet, ırk, etnisite, dinsel inanç, politik görüş, kölelik.. bağlamında net tutum almaktadır (10 Aralık 1948).

Ülkemizde yapılacak işlerin başında; 4+4+4 gibi bir başarısızlığı kanıtlanmış, geçtiğimiz yıl
rekor bir rakamla 135 bin dolayında kız öğrencinin ilk 4 yıldan sonra eğitimden dışlandığı
çok yanlış sisteme son vermektir. 12 yıllık kesintisiz eğitimi HEMEN yaşama geçirmeliyiz.

İkinci olarak 18 yaş altında evlenmeyi mutlak olarak yasa ile engellemeliyiz.
“Törenle ırza geçmek” ten faksız olan “Çocuk gelinler” faciasına hemen son vermeliyiz.
Yasal Medeni nikah, zorunlu ve tek yasal birliktelik kurumu – aracı olmalıdır.

Ailede, toplumda ve örgün – yaygın eğitimde her yer ve fırsatta kadın – erkek eşitliğini vurgulamalı ve yasalarımızdaki eşitsizlikleri sitemli olarak tarayıp ayıklamalıyız.
Kadın kotalarını artık gerek kalmayacağı zamanlara dek özellikle kullanmalıyız.

Anayasa md. 10 ve 50 aşağıda olup, tümüyle yaşama geçirilmelidir :

ANAYASA Madde 10Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine
uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.

ANAYASA Madde 50 – Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz.
Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından
özel olarak korunurlar.

***** 12. CB RT Erdoğan bu gün 250 kadını Beştepe Sarayında kabul etti ve gene,
yaşamının en büyük yanlışlarından birini yaptı.. Nüfus artış hızını savundu.. Bu sitede kezlerce yazdık.. Türkiye’nin ve Dünya’nın en büyük sorunlarından biri, belki de birincisi gereksiz – hızlı ve dünyanın kaynaklarıyla kaldırılamayan nüfus artışıdır. Türkiye nüfusu 2014 içinde 1 milyon  30 bin, 2015’te ise daha da artarak 1 milyon 45 bin kişi çoğalmıştır! Bunlar muazzam rakamlardır ve Tayyip beyi yalanlamaktadır. Nüfus artış hızı 2014 sonunda %1,33; 2015 sonunda ise %0,1 puan büyüyerek %1,34 olmuştur. Bu rakam, Dünya nüfus artış hızı olan %1,1’den %0.24 puan daha yüksektir. AB ortalaması olan %0,4’ün tam 3,5 katıdır.

Katolik Papa bile “TAVŞANLAR GİBİ ÜREMEYİN” deme noktasına gelmiş ve kesinkes karşıt oldukları kürtaja sıcak bakmaya başlamıştır. Tayyip bey ise %2’nin üstünde bir nüfus artış hızı telaffuz etmektedir ki, bu rakamın üstünde nüfusu çoğalan dünyada sayılı ilkel toplum kalmıştır!

PAPA_TAVSANLAR_GIBI_UREMEYIN_20150122

Erdoğan, ülkemize ölçüsüz zarar veren bu söylemlerini mutlaka terk etmelidir. Çok sayıda danışmanı vardır, onlardan yorum değil “nesnel – bilimsel” veriler almalıdır. Ülkemiz 80 milyona, Dünya ise 7,5 milyara dayanan korkunç kalabalık ve gereksiz nüfusu kesin olarak kaldıramaMAktadır. Hatta önümüzdeki onyıllarda, Küresel egemenlerin akıl almaz kimi manevralarla yeryüzünden birkaç milyon nüfusu tasfiye edecek olası kimi girişimleri konuşulmaktadır.

Türkiye nüfus henüz çok gençtir, ortanca yaş 31, 65+ nüfus %8’dir. Yaşlı toplumlarda bu son oran ülkemizin 3 katına yakındır. Türkiye  DEMOGRAFİK FIRSAT PENCERESİ içindedir ve bu dönemi 35-40 yıl akıllıca kullanarak nüfusunu hızla artırmak yerine %1’in altına çekerek sağlıklı ve eğitimli bir toplumu hedeflemelidir. Tersini yaparsa, asla geri kalmışlıktan – yoksulluktan – yükselecek işsizlikten kurtulamayacaktır. Bir yandan doğal olarak artacak
65+ yaş nüfus, bir yandan anormal büyük çocuk nüfus baskısı arasında SANDVİÇ olacaktır. Halen Türkiye nüfusunun 1/3’ü 0-18 yaş çocuktur. SGK açıklarının önemli nedenlerindendir.
6 milyonu aşkın genç yüksek öğrenimdedir ve 30 milyon insan SGK’ya prim ödemeden hizmetlerden yararlanmaktadır. Dev SGK açıkları bütçe açığı ve borçlanma nedenidir.

Tayyip beyin derdi “kalabalık ve niteliksiz” bir nüfus yaratarak “oy deposu” olarak demokrasicilik oynamaktır. AKP’liler kendileri itiraf etmektedirler az eğitimli kitlelerden
daha çok oy aldıklarını.. Hiç kimsenin Türkiye’de Bay RTE’nin hezeyanında olduğu gibi “milletin kökün kurutmak” niyeti ve planı yoktur. Bu bir paranoyadır ve Tayyip bey gene
“Türk Milleti” deemeyerek aslında “ümmeti” kodlamaktadır.

Hz. Muhammet yaşasa idi kalabalık – yoksul – eğitimsiz – Hıristiyan Batı’nın ezdiği ve sömürgeleştirdiği – aşağıladığı sayıca çooooooooooooooook kalabalık bir İslam toplumu arzular mıydı acaba??

Erdoğan her bakımdan ülkemiz için zararlı olmaya, sorun üretmeye devam ediyor.
Daha nüfus planlaması – aile planlaması kavramlarının tanımını ve farkını bile bilmiyor.

AKP iktidarı Anayasa’nın 41. maddesini çiğneyerek halkın anayasal hakkı olan aile planlaması hizmetlerine erişimini de facto (fiilen) engelliyor!

ANAYASA md. 41 : … Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.

TNSA 2013 (Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması) verilerine göre Toplam Doğurganlık hızı 2,26’dır. Bir kez bu rakamla ülkemiz 35-40 yıldan önce matematiksel olarak “yaşlı” bir nüfus olmayacaktır. İkinci ve çarpıcı olan, bu rakamın 0,6’sı ailelerin istemeden edindikleri çocuklar yüzündendir! Daha açık anlatımla, eğer aileler istedikleri gibi Aile Planlaması hizmetlerine erişebilselerdi, -ki Anayasa md. 41’e göre Devletin ödevidir- 4 çocuklu olanlar 4.; 3 çocuklu olanlar ise 3. çocuklarını yapmayacaklardı!

Dolayısıyla toplumuzda 2-3 çocuk normu yerleşmiştir. Ancak AKP iktidarı Anayasanın
41. maddesini bilerek ve isteyerek çiğnemekte vc aile planlaması hizmetlerine erişimi özellikle zorlaştırmalktadır. 2827 sayılı yasa ile 1983’ten bu yana tanınan 10 haftayı aşmayan gebelikleri sonlandırabilme hakkı AKP iktidarı ile neredeyse fiilen kullanılamaz durumdadır.

Bu hem bir Anayasayı çiğneme sunu hem de insan haklarını ihlal suçudur!
İnsanlar, AKP’nin akıl ve bilim dışı takıntı ve dayatmaları yüzünden, istemedikleri halde fazladan 1-2 çocuk sahibi olmakta ve gereğinc eyetiştiremeyerek yoksulluğa, düşük sosyal statüye mahkum olmakta; ülkemizde AİLE SİGORTASI AKP tarafından özellikle getirilmediğinden; AKP yandaşı – uzantısı tarikatların, cemaatların, vakıfların ağına düşürülerek yandaş olarak devşirilmekte, bu çaresizlikleri acımadan sömürülerek oy deposuna dönüştürülmektedir.

Bu gidiş ahlak dışıdır – immoraldir – din dışıdır – Allah ile aldatmaktır – vicdansızlıktır..
Türkiye ve dünya gerçekleri ile örtüşmemektedir, akıl – bilim ve çağ dışıdır..

Bu vesile ile bir kez daha uyaralım; bu irrasyonel politika SÜRDÜRÜLEBİLİR de değildir. AKP – RTE’yi bir kez daha insafa, izana, akla – bilime – imana.. çağırmak zorunda kalmanın derin acısını yaşıyoruz bir 8 Mart gününde..

Sevgi ve saygı ile.
08 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazının pdf biçimiR.T._ERDOGAN’in_Bilim_Disi_Nufus_Artisi_Takintisi

Yeni Yıla Girerken Kadın ve Çağdaşlık


Yeni Yıla Girerken Kadın ve Çağdaşlık

portresi

 

Prof. Dr. Taciser Onuk

 

 

TUİK’ e göre genel nüfusumuzun yaklaşık yarısı kadındır.
Tanrı, yaratıcı gücünü kadınla paylaşarak ona özel bir statü kazandırmıştır.
Kadın, insanlık yapısının en önemli direği ve temelidir.
Kadın evrenin kaynağı olan yaratıcı gücün yarısıdır.

Yüce Atatürk’ün en büyük yapıtı olan laik-demokratik Türkiye Cumhuriyetimiz, her yönüyle ileriye dönük, ulusu kadın-erkek bütün dinamikleriyle devletin temelinde buluşturan büyük bir toplumsal değişim ve gelişim projesidir.

Ulusumuzun ölüm kalım savaşı verdiği milli mücadele döneminde
Türk kadını, vatanın kurtarılması için yardım toplamak, insanların cesaret ve mücadele gücünü artırmak için mitingler, toplantılar yapmak, dernek-vakıf-birlikler kurarak birlikteliği ve ortak güç sağlamak azmini ayakta tutma çabası ve başarısı içinde olmuştur.

Cephede doğrudan çarpışan kadınlar olmakla birlikte, cephe gerisinde de her alanda erkeklerin yanında bulunarak ülkemizin kurtarılmasında çok büyük katkılar sağlamışlardır. Kadını ve erkeğiyle omuz omuza kazanılan Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Ulusun çağdaş ve demokratik bir yönetime kavuşmasının başlangıç noktası olmuştur.

Atatürk 1923’teki

  • “Bizim toplumumuzun başarılı olamamasının nedeni,
    kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlik ve kusurdan doğmaktadır.

sözüyle çağdaş toplumun yaratılmasında kadının toplumdaki yeri ve önemini bir kez daha vurgulamıştır. Atatürk’e göre;

  • “Bir toplumun kültür düzeyini, o toplumda o kültürde kadının ulaştığı düzey belirlemektedir. Türkiye Cumhuriyetinde kadın en saygın yerde, her şeyin üstünde
    ve en şerefli varlıktır.”

Kadınlar ancak Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte siyasal, toplumsal haklarına
yasal olarak kavuşabilmiştir. Başta laik eğitim sistemi ve Aydınlanma düşüncesi olmak üzere her alanda gerçekleştirilen Devrimler, kadının yasal ve yapısal yönden konumunun yükseltilmesi ve hak ettiği yere gelmesini sağlamıştır.

Atatürk’ten sonra toplumda kadın gücünün yeterli kullanılamamasının sonunda,
başta laik eğitim sistemi ve aydınlanma düşüncesi olmak üzere Türk Kültürünü oluşturan değer ve kurallar giderek yok olmuştur.

Sorunlar şiddet yoluyla çözülmeye başlanmış, insanlar ve ülkeler arasında iletişim bozulmuştur.

  • Toplumda özellikle kadına yönelik her türlü şiddet, gericilik, bölücülük, şeriatçılık, tarikatçılık giderek artmıştır.

“Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine İlişkin Yasa”ya karşın dünyada kadınlara şiddet uygulayan ülkelerin başında geliyoruz.

Kadına yönelik tecavüz, dayak, cinayet ve şiddetin her türlüsü olanca yabanıllığı (vahşiliğiyle) sürüyor. Töre kurbanı kızlar artıyor, biz Ulus olarak seyrediyoruz.

Başta cinsel taciz olmak üzere, bir yılda 28 bin kadın saldırıya uğramıştır.
Özellikle aile içi şiddet yüzünden her yıl yüzlerce kadın yaşamını yitiriyor. 2013 yılının ilk dokuz ayında 136 kadın öldürüldü. 50 binden çok kadının eşlerine mahkeme kararıyla evden uzaklaştırma ve uyarı gibi önlemlerle koruma sağlandı.
Mayıs 2013’e dek şiddete uğradığı için polis korumasına alınan kadın sayısı
11 bini geçmiştir. Kadına şiddet olanca hızıyla sürüyor.

Dünya Ekonomik Forumu‘nun 134 ülkede yaptığı “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” araştırmalarına göre Türkiye ne yazık ki 129. sırada. (Rahmi Turan, SÖZCÜ)

Sonuç olarak    :

Atatürk’ün ulusçuluğunu, demokrasi anlayışını, laikliği, eğitim anlayışını,
kültür politikasını, Türk kadınına verdiği hakların önemini ve değerini anlayamadık, anlatamadık.

Allahın bir lütfu, en büyük şansımız Atatürk, gençlere kadınlara ve tüm ulusa
hedef olarak çağdaş uygarlığı yakalamayı ve hatta en önlerde yer almayı göstermiştir.

Kemalist Devrim her şeyden önce bir kültür devrimidir.
Amacı, çağın gereklerine uygun yeni insanlar yaratmaktır.
Atatürk, on beş yılda ümmetten çağdaş ve özgür bir ulus yaratmıştır.
Ölümünden sonra gelen veya getirilen hiçbir önder O’nun gösterdiği yoldan gidememiştir.
(A. Saltık: “yeterince” gidememiştir denebilir,  fazlası en başta İ. İnönü‘ye haksızlık..)

Çözüm gene Atatürk’çü düşünce ile her çağda çağdaşlıktır.
Çağaş kadın çağdaş toplum yaratır.
Uygar olmayan toplumlar, uygar olan toplumların yönetimine mahkumdur.

=========================

Teşekürler,
Cumhuriyet kadını Sayın Prof. Dr. Taciser Onuk..

İyi yıllar..

Sevgi ve saygı ile.
7.1.14, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net