Etiket arşivi: küresel güçler

DÜŞÜNMEYE FIRSAT VERİLMEYENLER

DÜŞÜNMEYE FIRSAT VERİLMEYENLER

Av. Nurullah AYDIN
2 Nisan 2018-ANKARA

Teknoloji ile yazılı görsel ve sosyal medya, küresel güçlerin ve otoriter yapılanmaların en önemli silahı haline gelmiş durumda. İnsanların düşünmesine fırsat verilmiyor. Sürekli tekrarlanan yanıltıcı bilgiler kafa karışıklığın neyin doğru neyin yanlış olduğuna zemin kazandırmıyor. Bilimsel eseri olmayan profesörler üniversitelerde artarken, tecrübesiz birikimsiz kişiler bürokrasinin tepe noktalarında yetkilendirilirken, parti militanları yargı kontrolünü alırken, tetikçi medya beyinleri yıkamaya devam ediyor.

Batı emperyalizmi günümüz insanını, ilk çağların köleleri haline sokmuştur. Bakın; bu gerçeği herkes dile getirmeye çalışır. Ancak alternatif oluşturma da zorluk yaşarlar. Kimileri  birey-sel, kimileri parti grubu olarak hareket ederler. Bazı kişiler ve partiler ise duyarlı görünüp duyarsızlıklarını çıkarları için devam ettirirler. Bilgi Çağında bilgisizlik ve çaresizlik nedeniyle işbirlikçilik moda olmuştur. Aydın mı yoksa kimliksizleşen aydınlar mı var sorusu soruluyor.

Liderlik için kriterlerin başında, küresel sermaye ve örtülü derin dünya örgütlerin icazeti gelmektedir. Aydın-Münevver-Entelektüel kim? Türk Aydını mı Türkiyeli aydın mı? Aydınların gaflet ve hıyaneti, aydınlardaki ideolojik körlükten ileri gelmektedir.  Bilim adamı ve sorumluluğunu yitirmiş akademisyenler, devşirilen aydınlar ve embesil medya mensupları, Türkiye’yi sonu kaosa giden yolları döşemektedirler. Dönek Aydınlar ve Diplomalı cahiller kafa karıştırmaktadır. Kimliksizlere dikkat  etmek gerekir.

Beynin biyolojik ve sosyolojik ritmi bozulmuş, siyasi irade felç edilmiş ve biyolojik saldırı hazırlığı yapılarak Psikolojik Savaş her alanda her şekilde kural tanımaksızın uygulanmaktadır. İnsan ve toplum üzerinde zihin operasyonları ile kitlesel zihin çökertme silahı kullanılmaktadır.  Kontrollü Gerilim Stratejisi, kitlelerin düşünme sorgulama melekelerini alt üst etmiştir.

Dinleme merakı insanları sarmalamıştır. Dikkat! Casus yanıbaşınızdadır. İstihbarat sistemlerinin şifreleri elinde olan küresel güç dünyayı dinliyor. Terörün yeni silahı internettir ve siber savaş her alanda sürdürülmektedir. Tele kulak ve medya-siyaset içiçe olmuştur. Özel Hayatın Gizliliğinin İhlali artmıştır bu nedenle derin kulaklara dikkat edilmelidir. 11 lazer güdümlü telekulak aracı ile telekulak her yerdedir. Korku ülkesi algısı, kitlelerde oluşmuştur. Bilgi toplumu ve çağın gerçekleri ortada iken insanlar teknoloji bağımlısıdır. Tehlikeleri algılamaktan uzaktır.

Siber güvenlik ortadan kalmış, bilgisayar yoluyla da takip sürmekte, mailler okunmaktadır. Hakim-savcıları, generalleri, siyasetçisi, gazetecisi dinlenen bir ülke. Beyin avcıları işbaşındadır Yabancılar uzman, gazeteci, danışman, iş adamı akademisyen kimlikleriyle Türkiye’yi mesken tutmuşlardır. Provokasyonlarını kamu görevlisi kimlikleriyle örtülü bir şekilde rahatlıkla yapar hale gelmiştir.

Türkiye ve Ortadoğu; casuslar savaşı arenasıdır. Bölge kaosa sokulmuştur. ABD’nin kaostan kozmosa stratejisi işlemektedir. Bölge ülke lider ve kadroları, figüranlığı kabul etmiş rollerini oynamaktadırlar. Dikkat edin: Bilgi kirliliği yaratan sosyal ajanlar peşinizde olabilir. Gazeteci, İstihbaratçılık ve lobicilik gözde meslek haline gelmiştir. Muhbirlik, gizli tanıklık nemalanma ve takdir edilme kimliğine dönüşmüştür. Gazete sayfalarında yer alan ve TV ekranlarında yer alan ucube tipler ücretli asalak işbirlikçilerdir. Ajan gazeteciler, ajan siyasetçilerle kolkoladır. Gizli Tanıklık nedeniyle gizemli soruşturmaya maruz kalma endişesi, duyarlı herkeste panik meydana getirmiştir.

Propaganda, reklam ve siyaset; güç, servet ve şöhret aracıdır. Asimetrik psikolojik savaş yürütülürken Kontrollü Gerilim Stratejisi uygulanmaktadır. Propaganda neden ve kime karşı yapılır? Halkın bilinçlenmesini önlemek sürüleşmesini sağlamak için yapılır. Kim, neden, niçin, kime düşmanlık içindedir? Global gelecek için stratejik algılama artmalıdır.

Günün Sözü. Sen seni seven ve güvenen insanlarla birlikte hareket et.
========================================

Teşekkürler değerli konuk yazarımız Sn. Av. Nurullah Aydın..
Sanal ortam iletişimleri ve araçları için toplumda yaygın bir ürkeklik hatta korku zaten egemen. Bu bakımdan, insanları iyice soğutup uzaklaştırmadan çözümler de üretmeli. Önerileri bekleriz.

Sevgi ve saygı ile. 04 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Eski donanma komutanı Nusret Güner: Savcı bana şantaj yaptı


Dostlar
,

Eski Donanma Komutanı Ora. Nusret Güner, çok önemli şeyler yapıyor..
Önümüzdeki yıl Deniz Kuvvetleri Komutanı olacağı kesin iken,
askeri kariyerinin doruğunda görevinden istifa etti!

Özellikle Türk Deniz Kuvvetleri’ne yönelik komplo karşısında Genelkurmay Başkanı
Org. Necdet Özel’in kahreden suskunluğu ve eylemsizliği (ataleti)
bu önemli istifayı getirdi.

Eski Donanma Komutanı Ora. Nusret Güner, onur istifasının birşeye yaramasını istiyor haklı olarak. “Abdal” ı oynuyor, “harabati” yi sergiliyor.. Sakal bıraktı ve bir
fötr şapka giyiyor. Ancak söylemlerine ilgi gösteren basın organı yok gibi..
Ulusal Kanal sık sık yayımlıyor O’nunla bir söyleşiyi. Bu sonkine ODATV yer verdi.
(Hürriyet, yaptığı söyleşiyi yayımlayamadı!)

Oysa bu onurlu ve saygın “meczubu” (!) dikkatle dinlemek, izlemek gerek.
Söylemi de eylemi de çok derin anlamlı iletilerle yüklü.

Tam bir ÖZDEŞİM (EMPATİ, hemhal oluş, diğerkâm olma, ötekini yaşama) örneği!

Tarih mutlaka kaydedecek ve aktaracak gelecek kuşaklara.
Türkiye ne yazık ki çoooook ağır ve sağır ve kör oldu.

Vicdanlarmız  nasır bağladı,
gözlerimiz millenmiş,
dilimiz tutulmuş
ve dahi kulaklarımız sağır!
Sayın Eski Donanma Komutanı Ora. Nusret Güner‘e!

Sayın Eski Donanma Komutanı Ora. Nusret Güner‘in,
çaresizliğin ürettiği isyan kodlu bilinçli kurgusuna derin hürmetlerimizi sunuyoruz.

Aşağıdaki söyleşiyi özenle okuyalım ve insan duyarlığı ile üzerinde birkaç dakika düşünelim lütfen..

Sayın Oramiral Güner, ülkemizin geleceği için, dış güçlerin kurgusu ve iç hainlerin kalleşçe işbirliği ile masum ama alçakça iftiraya uğratılarak tasfiye edilmek istenen meslektaşları ile dayanışma adına çooook ilginç ve öğretici, özverili bir özdeşim (empati) sergiliyor. Vefalı, namuslu, “adam gibi” davranıyor!

Çelikten bir irade ve kararlılıkla haykırıyor ki;

  • Hapiste olan silah arkadaşlarımı ve Komutanlarımı
    kanımın son damlasına kadar savunacağım.

Selam olsun O’na ve duruşuna bizden, aşk olsun!
(metne fotoğrafları biz ekledik..)

12 sayfalık “uzun” metni pdf olarak da okuyabilirsiniz :

ODATV’de_yayimlanan_soylesisi

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 8.11.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Eski donanma komutanı Nusret Güner: Savcı bana şantaj yaptı

http://www.odatv.com/n.php?n=eski-donanma-komutani-nusret-guner-savci-baba-santaj-yapti-0611131200 <?xml:namespace prefix = o ns = “urn:schemas-microsoft-com:office:office” />

Balyoz ve İzmir’deki casusluk davalarını gerekçe gösterip, Donanma Komutanlığı’ ndan istifa eden Oramiral Nusret Güner ile Hürriyet gazetesi bir röportaj yaptı.
Ancak gazete röportajı yayınlamadı. Bunun üzerine Ora. Nusret Güner,
söyleşiyi (röportajı) Twitter adresinden paylaştı.

Güner, savcının kendisine şantaj yaptığını ve kızı üzerinden kendisine
mesaj verildiğini anlattı. Her şeye karşın geri adım atmadığını söyleyen Güner,
“Kızıma bir şey olursa hesabımı kendim görürüm.” dedi.

İşte her satırı bomba etkisi yaratacak o söyleşi :

45’inci DONANMA KOMUTANI (E) ORAMIRAL NUSRET GÜNER’İN
25 EKIM 2013 GÜNÜ, HÜRRİYET İLE YAPTIĞI,
ANCAK
YAYINLAN(a)MAYAN SÖYLEŞİSİ 

İSTİFA KARARINI BALYOZ KARARLARI AÇIKLANDIĞI GÜN ALDIM

Bu davaların başından beri, iddiaların doğru olmadığını ben ve benim gibi işin içindeki tüm subaylar biliyordu. Ama yine de devlet adabı neyi gerektiriyorsa onu yaptık.
Bunu yargıya güvendiğimiz için yaptık. Ama zaman geçtikçe gördük ki, yargıya nerede güveneceksin? Adamlar savunma yapıyor. Yargıç başka tarafa bakıyor. Yargıya
nasıl güveneceksin? Benim için kırılma noktasi 21 Eylül 2012 tarihidir. Ne oldu o gün? Mahkeme karar verdi.

Benim 160 tane pırıl pırıl silah arkadaşımı 18 yıla mahkum etti !

Ben hamaset yapmıyorum. Ben bu denizcileri tanıyorum. %90’ı ile beraber çalıştım.
Ben bu insanları tanıyorum. Bu insanlar pırıl pırıldır. Bunlara 18 yıl hapis cezası veriyorsun. Olacak şey değil. Çıldırdım. O an benin kırılma anımdır.i

İSTİFAMI BİR HAFTA BEKLETTİM

Balyoz kararlarının verildiği 21 Eylül 2012 günü, istifa etme kararını verdim.
Ancak kendi kendime dedim ki, “Nusret bir hafta bekle. Demesinler ki,
hemen feveran ediyor”. Bir hafta sonra da 28 Eylül günü istifamı verdim.

SİVİL OLARAK MÜCADELE ETMEK DE GÖREVİM

Sivil olarak mücadele etmek de benim görevim. Ben Oramiral oldum. Harbe hazırlıktan sorumlu insanlardan birisiydim. Türk Silahlı Kuvvetlerinin harbe hazırlığından sorumlu
14 Orgeneral / Oramiralden biriydim artık. Ben öyle hissediyordum. Ama bir baktım ki, Deniz Kuvvetleri büyük bir zaaf içine düşürülmüş. Bu da kimsenin umurunda değil. Bunun böyle olduğunu gördüm. Kimsenin umurunda değil, kimse sesini çıkartmıyor.

160 tane pırıl pırıl insan gitmiş. Ben bunları Yüksek Askeri Şura’da anlattım Sorumlu olan insanlara bunu anlattım. Hani beni kaale almadıysalar, ben de onları kaale almadığım için istifamı verdim. Beni kaale almıyorsa, ben onun emrinde nasıl çalışabilirim?

Saygımı yitirdiğim anda da çekip giderim. Ben saygımı yitirdim.
Bir dakika bile duramazdım artık.

GENELKURMAY BAŞKANI’NA ÜZÜLÜYORUM

Hani diyor ya şimdi Başbakan, Cumhurbaşkanı “Necdet Özel arkadaşlarını savunuyor bize” diyor. Ben çok üzüldüm, Genelkurmay Başkanı için.
Sözü dinlenmiyor demek ki. Ben o sonucu çıkartıyorum. Arkadaşlarını savunacak argümanları söylüyor ama takmıyorlar. Ben de Donanma Komutanı olarak arkadaşlarımın suçsuzluğunu anlattım. Beni takmıyorsanız, Allahaısmarladık dedim.
Ben seninle sorumluluğu niye paylaşayım ki? Türk milletine şu mesajı vermek istedim:

Ey Türk milleti uyanın. Bunlar böyledir. Benim hiçbir beklentim yok.”

DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANI’NIN İSTİFA EDECEĞİNİ DÜŞÜNDÜM

Balyoz kararlarının açıklanmasından sonra, Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın istifa edeceğini düşündüm. O’ndan önce istifamı verip, O’nu ezerim diye endişe taşıdım. Kendisi Karamürsel’e geldi. Geldiğinde görüştük. İstifa etmeyeceğini anladım.
Dilekçemi o gün verdim.

İSTİFADAN VAZGEÇİRMEYE ÇALIŞTILAR

Ankara’ya çağırdılar. Deniz Kuvvetleri Komutanı çağırdı. Genelkurmay Başkanı çağırdı. Beni istifadan vazgeçirmeye çalıştılar. Orada onlara da söyledim. Beni istifadan vazgeçirmeye çalışmanız benim ela gözüme aşık olmanızdan değil, Hükümeti düşündüğünüzden benim istifa etmemi istemiyorsunuz. Açık açık söyledim bunları.

BU MİLLET ARTIK BİZE GÜVENMİYOR

“Bu millet artık bize güvenmiyor” diyorum. “Nereden çıkartıyorsun bunu diyorlar”.
“Ben demiyorum ortaya çıkan Büyük Resim bunu diyor” dedim. Mahkemeler Türk milleti adına karar veriyor. Beni Türk milleti mahkum etmiş, 160 tane pırıl pırıl insanımızı
Türk milleti mahkum etmiş, bir kısmı da sırada bekliyor. “Bakın” dedim;
“istifamı geciktirdiğiniz her gün, bu şebekeler benim hakkımda da birtakım tasarruflar yapacaklar..” dedim.

Bunu özelikle Deniz Kuvvetleri Komutanı’na söyledim. “Olur mu canım öyle şey?” dedi. Bak oldu sonunda, gördünüz mü?

MERCEDES YERİNE RENAULT’A BİNDİM.
AMİRAL RÜTBESİYLE ALBAY KATLARINDA KALDIM

İstifa dilekçeniz, yasal olarak Temmuz Ağustos veya Ocak Şubat aylarında
yürürlüğe girebiliyor. Onun dışında, Kuvvet Komutanı isterse istifanızı kabul etmez.
Benim istifamı yürürlüğe sokmadıkları için 1 Ocak 2013 tarihine kadar bekledim.
Bu arada, rutin çalışmalar için, 3-4 kez Ankara’ya gittim. Kuvvet Komutanına
her seferinde “Ocak ayından sonra ben yokum, planlamalarınızı ona göre yapın.” dedim. Ankara’ya bu gidişlerimde Orduevi’nde general katlarında kalmadım.
Albay katlarında kaldım. Mercedes makam arabamı bıraktım.
Bu millet bana bunu layık görmüyor dedim. Renault otomobile bindim.
Ama ben tepkimi başka nasıl gösterecektim? Basına gidip konuşamazdım ki.

Yüksek ASKERİ ŞURADA KONUŞTUM

30 Kasım 2012. Yüksek Askeri Şura toplantısı. Şöyle dedim;

“Sayın Başbakanım, Sayın Milli Savunma Bakanım, Donanma Komutanınız
Deniz Kuvvetlerinin düşürülmüş olduğu durum hakkında ne düşünüyor bilmek istersiniz..” diyerek konuşmaya başladım. Olanı biteni ve düşüncelerimi söyledim. Özgürlükse özgürlük. Ben komutanlarıma düşüncemi anlatırım. Dinleyen dinler, dinlemeyen dinlemez. Ben komutanlarımın verdiği emri son dakikaya kadar uygularım yine. Baktım ki saygımı yitirdim, çeker giderim. Ocak ayını beklememin şu yararı oldu.
Milli Savunma Bakanı ve Başbakan beni dinlemiş oldu. Diyemezler ki, biz bu anlatılanları bilmiyorduk.

KIZIM ÜZERİNDEN MESAJ VERDİLER

Yüksek Askeri Şura cuma günü geç saatte bitti. Cumartesi günü Gölcük’e döndüm. Pazartesi sabahı da gemilerimizle seyre çıktım. Küçük çaplı eğitimler de olsa personelime moral vermek istedim. Seyirdeyken, pazartesi öğleden sonra,
bir de öğreniyorum ki, 16 yaşındaki kızımı savcılığa çağırıyorlar. Neymiş, mağdurmuş. Çıldırdım. Bana şu mesajı veriyorlar; “Ey Nusret Güner, sen istifanı
madem geri almadin. Biz de sana bunu yaparız.”
 Bu, bu kadar açık.

KIZIMA BİRŞEY OLURSA KENDİ HESABIMI KENDİM GÖRÜRÜM

Çıldırdım, ama kendime hakim oldum. Dişlerimi sıktım. Ankara’dan telefonlar geldi. “Benim kızım gidecek savcılığa” dedim. “Beni kimseye borçlu bırakmayın.” dedim.
Benim kızım 16 yaşında. Bu olay meydana geldiğinde 14 yaşında, kızımın
14 yaşındayken odasına güya kamera koymuşlar. Görüntüler vb. Bir de benim
tüm faaliyetlerimi rapor etmişler. Bugün şunla görüştü vb. Güya benim astsubaylarım yapmış bunları. İddianamede böyle yazıyor. Kuvvet Komutanına dedim ki;

  • “Kızıma bir şey olursa dağıtırım ortalığı. Kendi hesabımı kendim görürüm.
    Ben 5 yaşından 60 yaşına kadar idealist yaşadım.”

İSTİFA ETMEYEYİM DİYE DAVA AÇMAYACAKLARDI

22 Ocak 2013 tarihinde, yani İzmir’deki, önceleri kamuoyunda Askeri Casusluk diye bilinen Gizli Bilgi Temin Etme / Bulundurma davası iddianamesi çıktığında istifamı
tekrar verdim. 1 Ocak’tan sonra iddianamenin çıkışını beklemiştim. Bakalım ne olacak diye. İnanıyorum ki; sırf ben istifa etmeyeyim diye Casusluk davasını ortadan kaldıracaklardı. Ama içerde uzun zamandır tutuklu olan 40-50 kişi vardı.
Onlara ne diyeceklerdi? Tutukluluklarının hesabını nasıl vereceklerdi?
Bunun için davayı açmaya mecbur kaldılar. Bunlar benim değerlendirmelerim.

İSTİFAMI TEK ŞARTLA GERİ ALIRDIM

Bana dediler ki, bizden ne istiyorsun dilekçeni geri almak için. Bunu bana
Kuvvet Komutanı söylüyor, ama eminim ki, bunu bana daha yukarılardan soruyorlar.
“İstifadan vazgeçmek için ne istersin?” diyorlar. Çünkü, bu; Hükümet içinde ve
özellikle TSK’nın içinde çatlak gibi düşünülüyor. Bakın dedim, bütün yargılananlar tutuksuz yargılanacak diyeceksiniz. Hayır. Hepsini af edeceğiz, af çıkaracağız diyeceksiniz. Hayır. Bir tek şey diyeceksiniz:

** Biz hata yapmışız. Bütün davalar düşecek.

DOLMABAHÇE’DE 55 DAKİKA

Başbakan benimle görüşmek istemiş. Başbakan ile hemşehriyiz biliyorsunuz.
Ben de aslen Rizeli’yim. Sağolsun kendisi ile askeri ortamlarda bir araya geldiğimizde annemin bile hatırını soran bir insan. Aynı mahallenin, aynı sokağın havasını koklamış insanlarız. Ama bu devlet işi, kendisini yanıltabilirler. Dostluk başka, alışveriş başka.
Ben Allah’a da hesap vereceğim. Bunun sorumluluğu da omuzlarımda. Dolmabahçe’ye çağrıldım. 25 veya 26 Ocak. İstifamı verişimden birkaç gün sonra. Giyindim resmi elbiselerimi. O sırada biri telefon etti, ismi lazım değil. “Aman efendim sivil elbise ile gidin, basın sizi görmesin.” dedi. Kimi kimden gizliyorsunuz. Neyse sivil gittim.

Başbakan ile 55 dakika görüştük. Başbakan’a orada her şeyi anlattım. 5 yaşından
60 yaşına kadar nasıl idealist bir şekilde yaşadığımı söyledim. Şimdi “Siz bana istifanı geri al diyorsunuz, bu bana Tetiği Çek anlamına gelir” dedim. “Ama bu insanların başına gelenleri düzeltin, ben köşemden sizin sağlığınıza dua edeyim.” dedim. Başbakan
iyi niyetle beni istifadan vazgeçirmek istedi. “MİT Müsteşarı da zor durumda görüyorsun.” dedi. “Yargıyı görüyorsun vb.” dedi.

EMEKLİ OLDUKTAN SONRA KİRADA OTURDUM

İstifa ve emekliliğimin onaylandığı 28 Ocak 2013 günü, Deniz Kuvvetlerinin
tüm birliklerine bir veda mesaji gönderdim. Saat 17:15’te. O saat o dakika güneşin batım vaktidir. Benim için de meslekte güneşin batma vakti gelmişti. Ertesi gün
devir teslim töreni yaptım. Personeli sinema salonunda topladım. Vedalaştım.
Bu arada, kızımın okulunu tamamlaması için bir süreliğine İzmit’te ev kiraladım.
Herhalde emekli olduktan sonra kirada oturan ilk oramiral benim.

DARBEYİ YARGILIYORLARSA KARACILAR NEREDE ?

Dün ( 24 Ekim 2013) tekrar hapishaneye silah arkadaşlarımı ziyarete gittim.
İçim sızladı. Arkadaşlarım içerdeyken ben nasıl Deniz Kuvvetleri Komutanı olacaktım! Kimse bana, Balyoz / Darbe davasında, neden 140 kişi Deniz Kuvvetlerinden,
40 kişi Kara kuvvetlerinden mahkum olmuş, anlatamaz. Bunu ilk 28 Eylül 2012 tarihinden başlayarak Deniz Kuvvetleri Komutanı’na da, Genelkurmay Başkanı’na da,
Başbakan’a da söyledim. Türkiye’nin başına bu belaları getirenlere sesini çıkarmayanlar, şimdi nifak sokuyorlar diyebiliyor. Benim dediğim şu;

“Balyoz, Ergenekon, Kafes , Amirallere suikast vb. tüm davalara bakın,
yalnızca askerler için demiyorum, siviller de dahil. Kesinlikle tüm davaların
çürük olduğunu anlamak için iki tane gerekçe hazır diyorum.

  • Bir: Darbe olacaksa 140 Denizciye 40 Karacı olmaz.
  • İki: Türkiye’nin hiçbir kurumundan bu kadar yüksek oranda,
    hele Deniz Kuvvetleri’nden 100 küsur casus çıkmaz.

Bu iki iddia bile tüm davaların nasıl kurgu, nasıl yalan olduğunu ortaya koyuyor.
Ben bunu olayın çarpıklığını anlatmak için, tüm davaların gerçek olmadığını vurgulamak için söylüyorum.

ÇOK SADIK OLANLARDAN KORKACAKSINIZ

Bakın sadık olmak iyidir de, çok sadık olmak iyi değildir. Bakın ben sadık bir insanım. Beni bir göreve getirirler, sadakatla çalışırım son dakikaya kadar, Komutanlarıma / Amirlerime inandığım bütün doğruları hiçbir şey gizlemeden söylerim ve emirlerini uygularım. Ama Saygımı / sadakatimi kaybettiğim anda “Allahaısmarladık” derim. Kalmam görevde. Ama sen beni bir şekilde hakkım olmadığı halde bir yerlere getirmiş isen, ben sana çok sadık olurum. Mecburum çünkü çok sadık olmaya. Çünkü her şeyimi sana borçlu olurum. Onun için çok sadık olanlardan korkacaksınız.

GENELKURMAY BAŞKANI PERSONELİNE SAHİP ÇIKMIYOR

Ben diyorum ki, Genelkurmay Başkanı tüm personeline olduğu gibi,
Deniz Kuvvetleri personeline de sahip çıkmalı.

Çıkmadığına göre, demek ki onların suçlu olduğuna inanıyor.

  • Genelkurmay Başkanı personeline sahip çıkacağına yukarıya sahip çıkıyor

Komutan lider olursa komutan olur, aksi halde kendi emreder, kendi uygular. Genelkurmay Başkanı şimdi ben kamu görevlisiyim diyor. Benim bildiğim Komutanlar, gerektiğinde “ölmeyi emreder” ler. O halde ben de teklif ediyorum:

Türk Silahlı Kuvvetleri’nde “komutan” kelimesini kaldırsınlar artık.
Emniyet teşkilatinda olduğu gibi, birbirlerine “amirim” desinler,
“Komutanım” demesinler.

GENELKURMAY ÇOK HATA YAPTI

Bana göre, Genelkurmay çok hatalar yaptı.

  • Silahlı Kuvvetler hakkında birçok aşağılayıcı şeyler söyleniyor
    ama Genelkurmay susuyor.

Adamın gözünü bağla, kapat. Sonra geç boks yaptır. Genelkurmay Başkanı Başbakan’a anlatmalıydı. Ben, Genelkurmayın Basına konuşmasına karşıyım. Ama siz konuşmazsanız, Amiriniz sizin yerinize konuşacak. Şimdi gazeteler sürekli yazıyor,

  • 1 Mayıs (1977) katliamını askerler yapmıştır,
  • 12 Eylül ortamını askerler hazırlamıştır,
  • Cami bombalayacaklarmış vb. 

O zaman gideceksin Başbakana diyeceksin ki,

  • “Başbakanım bu olmaz, asker cami bombalamaz.”

Başbakan da susuyorsa, şüpheleneceksin artık, demek ki sana güvenmiyor. Genelkurmay ırım kırım ediyor. Sen açık açık izah etmezsen insanlara,
ırım kırım edersen, adamların amacına hizmet etmiş olursun.
Adamların amacı zaten TSK’yı aşağılamak!

AMAÇ TSK’YI BİTİRMEK

Bizi bu hale getirenlere X Mafya Grubu diyorum; Gizli-Organize – Suç Örgütü.
Bana göre en tehlikeli özellikleri de “Allah’tan korkmuyor olmalarıdır.”
Ben hem bunları, hem de bu duruma sessiz kalan yetkilileri ve ilgilileri protesto ediyorum.

  • Türk Deniz Kuvvetlerinin gelecek 50 yılı çalınmıştır.

Bu belgeler nereden çıkıyor diye kimse sormuyor. Sorulacak soruların hiçbirini
kimse sormuyor. Emekli Orgeneral Çetin Doğan diyor ki;

– “Komutan benim, beni yargılayın; madem suç görüyorsanız beni yargılayın.” diyor.

Ama kimsenin işine gelmiyor. Amaç suçu bulmak ve suçluyu cezalandırmak değil ki. Amaç TSK’yı bitirmek! Neden Teğmen’inden Orgeneraline / Oramiraline kadar herkesi yargılıyorlar. Baştaki 5 kişiyi yargılasalardı problem olmaz,
TSK da itibar kaybetmezdi.

SAVCI BANA ŞANTAJ YAPTI

İzmir’deki askeri casusluk iddianamesinde beni mağdur olarak yazmışlar.
Güya Kızımın odasına gizli kamera koymuşlar, aslında telefonunuzu dinledik diyemiyorlar. İddianameye öyle yazmışlar ya. Ne olursa olsun, önemli değil.
Böyle bir şey olsa da önemli değil. Bunlar bana ve eşime de olmadık şeyler söyleyebilirler. Söyledikleri gerçek de olsa, hiç önemli değil. Bana şantaj yapamazlar. Bana esas şantajı kim yaptı biliyor musunuz?

Bana şantajı Savcı yaptı.

Bana şantajı yapacaklar ne diyeceklerdi? Bak elimizde böyle bir kaset var diyeceklerdi. Dediklerimizi yap, yoksa kaseti ortaya çıkartırız diyeceklerdi. Şantaj böyle olmaz mı? İddianameyi hazırlayan Savcı, ahlaksız ifadelerin yanına kızımın adını açık açık yazdı. Kızım 14 yaşında, o tarihte. Açık açık yazıyorsun. Şimdi burada şantajı kim yapmış oluyor? Bunlar bizleri geri zekalı mı zannediyorlar!

X MAFYA GRUBU İNSANLARI BİRBİRİNE VURDURTACAKTI

X Mafya Grubu; benim Amiral arkadaşıma diyor ki:

“Sekreteri ile ilişkisi var.”

Sekreter de, Amiralin gemisinde çalışan bir yüzbaşının eşi. Gerçek olmayan
bu ifadeleri kullanmak nasıl bir söylem? Birbirlerini mi vurdurtmaya çalışıyorsunuz insanları?

  • Bunlar vicdansız. Bunların vicdansız olmasını normal karşılıyorum.

Ama sesini çıkartmayan kendi adamlarıma kızıyorum. Böyle şeylere nasıl sessiz kalırsın sen? MİT Müsteşarının ayağına basınca hemen tedbir alıyorsunuz.
Bunlarda neden sessiz kalıyorsunuz?

TEK RÜTBEM KALDI O DA ŞEHADET

Benim bir tek rütbem kaldı. Şehadat rütbesi. En ufak bir korkum yok.
Beni ortadan kaldırabilirler.

  • Hapiste olan silah arkadaşlarımı ve Komutanlarımı,
    kanımın son damlasına kadar savunacağım.

Bana diyorlar ki istifa etmeseydin, mücadele etseydin. Bana yasa dışı hiçbir şey
teklif edemezler. Deniz Kuvvetleri Komutanı olsaydım kime karşı mücadele edecektim? Komutanıma ve Hükümete karşı mı mücadele edecektim? Onlar beni dinlemiyorlar. Havlu attım. Hayatımda ilk kez havlu attım. Kimle mücadele edeceğim?
Ha ortada bu işleri yapan birileri, bu komploları hazırlayan X Mafya Grubu var. Görevdeyken onlarla benim direkt mücadele edecek durumum yok ki.
Demokrasinin olmazsa olmazları Muhalefet ve Medya yandaş olmuş,
İktidarla birlikte el ele gidiyorlar.

IŞIK PAŞAYI TAKDİR EDİYORUM

Işık Paşa’yı takdir ediyorum. Amirlerine durumu anlatmaya çalıştı.
Kim amiri? Başbakan. Baktı ki dinlenmiyor, istifa etti.
Işık Paşa takdir ettiğim bir insandır.

İLKER BAŞBUĞ KOZMİK ODA KONUSUNDA HATALI

Bir askerin kozmik bürosuna girebilirler mi ? Orgeneral İlker Başbuğ’un anında
istifa etmesi gerekirdi. Anında. Büyük hata yapmıştır. Ben karşı gelsin demiyorum.
Bir asker Genelkurmay Başkanı, Başbakanın emrindedir. Kesinlikle emrindedir
Ama sen bana güvenmiyorsun, Genelkurmay Başkanı olarak, 35-40 yaşındaki
yargıca güveniyorsun. Nasıl? Bilemiyorum. Lafını dinletemiyorsan bırakıp gideceksin. Yoksa kimse sana saygı duymaz. Sen emir verdim zannedersin. Kendin emir verir, kendin dinlersin. Öl dersin, insanlar ölmez.

DEVLETİN OLANAKLARI İLE RİSK ALINMAZ

Ülkeyi idare eden hiç kimse ülkenin kötülüğünü istemez. Ancak öyle bir politika uygulanır ki, yanlış yöne gider. Şimdi gördüğüm kadarı ile herkes ile kavgalıyız.
Şimdi Davutoğlu’nun kötü bir niyeti mi var? Yok. Ama Hükümet yanlış politika uyguluyor. Sen şimdi kendi paran, kendi servetin ile riske gir.
Sen devlet ile riske giriyorsun. Devletin olanaklar ile risk alınmaz.

ŞİİLERE KARŞI SÜNNİLERİ DESTEKLİYORUZ

  • Tüm operasyonların ana amacı Büyük Ortadağu Projesi’dir.

Bölgenin şekillendirilmesi. ABD bunu açık açık ilan etti zaten. Bunda gizli saklı bir şey yok. Küresel güçler bölgeyi şekillendirirken, Süper Gücün birtakım amaçları var, Türkiye’yi yönetenlerin de bazı amaçları var. Burada önemli olan, sizin çıkarlarınızla Süper Gücün çıkarlarının aynı parallelikte gitmesidir. Bunda bir problem yoktur.

Büyük Ortadoğu Projesinin ana felsefesi nedir?

Bana göre;

  • BOP’un amacı özerk Kürdistan ve Şiilere karşı Sünni bir kuşak yaratmaktır.

İran’a karşı Sünni kuşak yaratıyoruz.

Suriye’deki azınlık dediğimiz Aleviler devrilsin, çoğunluk olan Sünniler geçsin başa diye uğraşıyoruz.

Amaç paralel. Tunus’ta da. Mısır’da da aynı. Biz neden destekliyoruz?
Hepsi Sünni olduğu için destekliyoruz.

Bu felsefenin uygulanabilmesi için Türkiye’de yapılan operasyonun askeri hedefi de, Silahlı Kuvvetlerin demokratik denetimi kapsamında, siyasilerin hareket serbestisinin arttırılması ve bunun için de TSK’nin susturulmasıdır. Bu benim değerlendirmemdir.

ABD TEREDDÜTTE

ABD tabii ki Süper Güç, tabii ki kendi çıkarlarına hizmet edecek, tabii ki buna büyük saygı duyuyorum. Ama son zamanlarda gördüler ki, Sünni kuşak da Şiiler kadar tehlikeli olabiliyor. O yüzden ABD şu anda biraz tereddüt ediyor, diye düşünüyorum.

Her türlü dinin radikalizmi tehlikelidir. Dini radikalizm ne yapar biliyor musunuz?
Siz kendinize çok iyi bir Müslümanım dersiniz (Hristiyanlarda da aynı şey geçerli); adamı öldürürsünüz, ciğerini de yersiniz, bunu da inanarak yaparsınız.
Veya Halife olursunuz, 21 tane cenazeyi peş peşe gönderirsiniz.
Ben bunları Allah için, din için yaptım dersiniz.
Tabii bunlar Allah katında inandırıcı değil. Dolayısı ile dini radikalizm çok tehlikelidir.

TÜRKİYE’NİN BÖLGESEL GÜÇ OLMASI ENGELLENDİ

Şimdi gelelim Türkiye’deki Operasyonun sonuçlarına. Oldukça güçlü olan
Türk Donanması zayıflatılarak, Türkiye’nin Genişletilmiş Bölgesel güç olması engellenmistir. Akdeniz, Pasifik ve Hint Okyanusu’nu da kapsayan bir çevrede,
Türkiye; ancak, Donanması ile etkili olabilir. Eğer Donanmanız yoksa, oturur
Kara Kuvvetleri ile birlikte kendi sınırlarınız içinde piknik yaparsınız. Siz bunlarla
başka maksatla işbirliği yaparken, sizin Donanmanızı çökerttiler. Demek ki ortada
yanlış bir politika var. Aslında küresel güçler, Türkiye’nin, donanmasını
ortadan kaldırarak Genişletilmiş Bölgesel Güç olmasını engelliyor.
Hükümet düşünsün. Uygulanan politikalarla ne hale gelindiğini düşünsün.

TÜRK SAVUNMA SANAYİNE DARBE VURULDU

Türkiye’deki Operasyonun ikinci sonucu, Deniz Kuvvetlerindeki teknolojik atılımların engellenerek, Türk savunma sanayisine darbe vurulmasıdır. Bu darbedir. Ne Hava,
ne Kara’yadır.

  • Darbe esasen Deniz Kuvvetleri’nedir.

Yok tank yapıyormuşuz, yok uçak yapıyormuşuz. Millilik oranı %5-10’u geçmez bunlarda. Biz de 40 senedir harp gemisi yapıyoruz, yerlilik oranı düşük. Ama Türk Deniz Kuvvetleri son yıllarda atılım içinde. Bunda son 50 yılın emeği ve birikimi var. Başarılı Subaylarımız Donanmada 3-5 yıl çalıştıktan sonra yurt dışı üniversitelerde Master, Doktora yapar; sonra döner Tersanelerimizde, Okullarımızda son teknolojik gelişmeleri aktarır.
Sayın Başbakan yırtınıyor araba yapalım diye. Türk Deniz Kuvvetleri arabadan belki 1000 kat daha zor Korveti / MİLGEM’i yaptı. Yerlilik oranı %70’e yakın. Deniz Kuvvetleri yapacağım diyor ve başarıyor. Deniz Kuvvetleri savunma sanayisinde lokomotiflik yaptı. Siz bitirdiniz, bunların çoğuna casus dediniz, mahkum ettiniz. Özellikle Askeri Tersanelerimizde ve Türkiye’nin en iyi Araştırma Merkezindeki mühendisler hedef alındı. Geri kalana da, kaçın gidin dediniz, sizin de başınız belaya girecek dediniz.
Bu vicdanların alamayacağı bir şey. Benim bunları Milletime söylemem lazım.
Yere göğe sığdıramayacağın, pohpohlayacağın adamlara, casus diyorsun.

  • Türk Deniz Kuvvetlerine ve dolayısıyla
    Türkiye’ye yapılan kötülüklerin boyutlarını kimse bilmiyor.

1 MART (2003) KRİZİNİN FATURASI

Türkiye’deki operasyonun üçüncü sonucu 1 Mart (2003) krizinin faturasının
Deniz Kuvvetleri’ne kesilmesidir. ABD’lileri aylarca denizde dolaştırıyorsun.
Adamlara ümit veriyorsun. Adam bunun intikamını alıyor. Bunu TSK’ya yıktılar.
TSK da Deniz Kuvvetleri’ne yıktı.

TSK’NIN DİSİPLİNİNİN ORTADAN KALDIRILMASI

Bence Türkiye’de yapılan operasyonun en önemli sonucu, 1000’lerce yıllık
Türk Ordusuna özgü disiplinin zaafa uğratılmasıdır. Artık astlar, Komutanın verdiği emirleri sorgulayacak, teğmen de orgeneral / oramiral de aynı cezayı alıyor, sorumluluklarımız aynı, bu emir belki kanunsuz olabilir.. diyecek; ast – üst arasında
sevgi / saygı kalmayacaktır.

DENİZ KUVVETLERİNE YETERİNCE SIZAMADIKLARI İÇİN HEDEF YAPTILAR

Sonuç olarak                        ;

Siyasilerin hareket serbestisini artırmak için, korku salınarak, TSK susturuldu.
TSK sussun ki, biz rahat hareket edelim.” dendi.

X Mafya Grubunun, daha önce, Deniz Kuvvetlerine yeterince sızamamış olması,
Deniz Kuvvetlerini hedef yaptı. Söz konusu Mafya Grubu, Emniyete sızmış,
Yargıya sızmış. Büyük Resim diyor ki, TSK’ya da kısmen sızmış.
Yeterince sızamadıkları Deniz Kuvvetlerini dağıtmak zorundaydılar.

  • Türkiye’yi dönüştürürken Türk Silahlı Kuvvetlerinden
    destek gerekiyordu. 

Bu destek ihtiyacını en kolay nasıl sağlayabilirsiniz???

KARA KUVVETLERİNDE 1500 KİŞİ CEZA ALSAYDI,
NECDET ÖZEL YERİNDE KALABİLİR MİYDİ ?

Simdi soruyorum size, “Eğer Balyoz Darbe Planı gerçek olsaydı,
Kara Kuvvetlerinden 40 kişi yerine 750-1500 kişi mahkum olacaktı;
bu durumda, Genelkurmay Başkanı görevde kalabilir miydi?”

HÜKÜMET / MUHALEFET / TBMM’ne TEKLİFİMDİR

  • 3 yıl öncesine kadar olduğu gibi; “Hakim / Savcıların verdikleri kararlardan doğabilecek tazminatların, Devlet yerine, kendileri ve birinci derece akrabaları tarafından ödenmesi için son 5 yılı da kapsayacak şekilde yasal düzenleme yapılması.” Odatv.com (8.11.13)

Abdüllatif Şener (eski başbakan yardımcısı ve maliye bakanı) ile söyleşi


Abdüllatif Şener (eski başbakan yardımcısı ve maliye bakanı):

From: Sent: Friday, November 01, 2013 4:06 PM
To: Hikmet Subject: A. Sener in konusmasi
(Sili Ozerdim via yahoogroups.com)

Abdüllatif Şener (eski başbakan yardımcısı ve maliye bakanı):</p>
<p>“Onunla ilk kavgamız özelleştirme ile bağlantılıydı. Ben Başbakan Yardımcısı olurken bütün bakanlardan peşin istifa dilekçesi almıştı. Ben de vermiştim. Daha sonra iki bakanı o dilekçelerle<br />
görevden aldı. Dilekçem çantasındayken bile beni görevden alacak gücü yoktu…”<br />
İslamcı aydınların durumu nedir bugün?<br />
“Bunların çıkar ilişkileri önemlidir. AKP menfaat dağıtıp hoşlanmadıklarını cezalandırdığı için, İslamcı aydın geçinenlerin hepsi daha fazla çıkar elde etmek için ilkelerini bir tarafa bırakmış durumda. Gençliğin bunlara itibar etmemesi gerekir.”<br />
İktidarın dış politikası?<br />
“Şu anda doğrudan doğruya İsrail’in yapmak istediklerini yapıyorlar.İsrail’in genişleme alanına hizmet eden bir dış politika eksenine oturmuş durumdalar. Başlangıçtaki çizgilerini<br />
koruyamadılar. Milli Görüş gömleğini çıkarmış olmak da bu anlama geliyor zaten. Ben İslamcı bir bakış açısına sahibim. Bunlar yoldan sapmış bir güruh. AKP dünya kapitalist sisteminin yerli işbirlikçiliğini üstlenmiş, İsrail’in çıkarlarına hizmet eden bir partidir.”<br />
* * *<br />
Başlangıçta sizin de bulunduğunuz AKP iktidarı geçmişten bu yana nasıl bir değişim gösterdi?<br />
“Başladığı gibi gidiyor! Başlangıcında biz de olduğumuz için bazı günahlarına ortak olduk, bazılarına direndik. Ortak olduğumuz günahlar için gece gündüz tövbe istiğfar etmemiz gerekir.<br />
Aklımıza geldikçe de tövbe ediyoruz o dönemle ilgili.<br />
Başladığı andan itibaren bu iktidarın siyaseti şudur: Birincisi, uluslararası güçlerin arzuları doğrultusunda İslam dünyasını perişan etmek. İlk anından itibaren bu vardır AKP’nin tarihinde. Irak tezkeresi budur. Başbakan bu tezkerenin Meclis’ten çıkması için<br />
korkunç çaba harcadı. Buna oy vermeyenleri hain noktasına getirmişti.”<br />
Tezkere çıkmadı!<br />
“Bugün olsa hiçbir AKP milletvekili gıkını çıkaramaz ve herkes oy verir. İkincisi, Suriye politikası. Bu, Suriye’yi parçalama işidir. Büyük İsrail’e zemin hazırlayan sürecin ismidir. Bu sürecin sonunda İsrail mesafe alacaktır ve Başbakan bunun bir numaralı<br />
savunucusudur. Çok ilginçtir, Erdoğan ‘Ey Batılılar, ey NATO neredesiniz, niye vurmuyorsunuz burayı’ diye bağırıyor. Bir Müslüman ülkeyi gayrimüslimlerin vurması için çağrı yapıyor… Ve halen de bunun çizgisinin İslami bir çizgi olduğuna inanıyor bazıları!”<br />
Ya parasal olaylar?<br />
“Paraya pula çok düşkün bir iktidar. Böyle bir iktidar yapısının daha önce geldiğini zannetmiyorum. İşin içinde, Bakanlar Kurulu’nda olduğum için biliyorum. Pek çok şeyi de konuşmam gerekmez. Türkiye’de halkın malı korkunç bir şekilde yağmalanmıştır ve bu yağma devam etmektedir. Özelleştirmelerin her biri bir yolsuzluk hikayesidir. Mevcut iktidar yapısını İslami saymak, İslam’a leke<br />
vurmaktır. Aksi takdirde ‘İslam yolsuzluktan, hırsızlıktan ibaretmiş’ diye kayıt düşülür tarihe. Bir gün ‘Bu Müslümanlar ne kadar aç gözlüydü, korkunç bir yağma yapıp gittiler’ diye yazılır. Çünkü bu olup bitenler günün birinde hep ortaya dökülecek.<br />
Siyasetçi-işadamı işbirliği ile devlet kesesinden gayrimeşru yağma<br />
yapılarak zenginleştiler… Sadece siyasetçiler ve işadamları değil, İslamcı aydınlar bile!..”<br />
* * *<br />
Bu konuda nelere tanık oldunuz?<br />
“Bir ABD Başkanının belgesiz ve kayıtsız 5-10 bin dolar bile harcama yetkisi olduğunu zannetmiyorum. Bu ülkenin Başbakanı ise hiçbir kayda, hiçbir belgeye geçmeyen örtülü ödenekten senede yarım katrilyon para harcıyor. Bu 500 trilyon demektir.<br />
İstediği yere harcıyor. Belge melge yok. ‘Bu para usulüne uygun harcanmıştır’ diye bir tutanak düzenler, altına imza atar. Varsa harcama evrakları, onlar yırtılır ve çöpe atılır. Sadece o tutanak kalır kayıtlarda, başka hiçbir şey yok!<br />
Şimdi soruyorum, Hazreti Peygamber’in böyle bir yetkisi veya<br />
harcama biçimi var mıydı? Hazreti Ebubekir’in, Ömer’in Osman’ın,<br />
Ali’nin böyle bir harcama prensibi var mıydı?<br />
Bu miktar, daha önceki harcamaların yüz bin katı fazla harcamadır.<br />
Ben Erbakan Hoca döneminde Maliye Bakanı idim, biliyorum rakamları. Bu rakamları da biliyorum çünkü hükümette idik, Bakanlar Kurulunda idik. Başbakan Yardımcısı olarak ekonomik işlerde trafiği gören bendim.”<br />
Başka ne gibi yolsuzluklar var?<br />
“Artık hükümetin üzerinde ne medya denetimi var, ne de kamuoyu denetimi. Nasıl olsa hiçbir şey ortaya çıkmıyor diye yağma yapılıyor. Cumhuriyet dönemi boyunca bu kadar büyük yağma olmadı.<br />
Herkesin cebindeki paranın üçte birini iktidar kullanıyor. Başbakan ve bakanların harcadığı paralar, herkesin yıllık gelirinin yüzde 30’u kadardır.<br />
Eleştirilemeyen, vatandaşın baskısını üzerinde hissetmeyen siyasal iktidarlar ve güç sahipleri, giderek azgınlaşır… Ve şu anda azgınlaşmış bir iktidar partisi vardır.<br />
Bunların para pul işleri çürük olduğu için, uluslararası tehditlere de açık hale geliyor ülkenin başındaki insan!<br />
Wikileaks belgelerinde ortaya çıktı… Küresel güçler ona diyor ki ‘İsviçre’de tam sekiz adet banka hesabın var. Biz senin saçının telini bile biliyoruz. Uyumlu ol ve görevlerini yerine getir. Yoksa itibarın 10 dakikada paçavraya döner.‘”<br />
* * *<br />
Suriye ve Davutoğlu konusunda ne diyeceksiniz?<br />
“Davutoğlu tam bir fiyasko ve yüz<br />
karasıdır. Birleşmiş Milletler’e gidip ‘300 milyon dolar harcadık, desteğinizi bekleriz’ diyebildi! Amaç Esad’ı devirmek değil, Suriye’yi parçalamaktır.<br />
Suriye’de kimdir bu muhalif dediğiniz adamlar? Parayla tutulmuş, oradan buradan giden adamlar. Yüzde 80’i zaten Suriyeli değil ve çoluk çocuk katliamı yapıyorlar. Nerede ipsiz sapsız, yağmacı eşkıya varsa muhaliflerin içinde. Muhalefet ilk günden beri elinde<br />
silahlarla çıkmıştır ortaya. Hangi devlet elinde silahla ortalığı tarayan insanların varlığına izin verebilir. Devletin birinci görevi onu yok etmektir. Kimin ülkesinde olsa aynı şeyi yapar.<br />
Türkiye, NATO ile birlikte aylarca Libya’yı vurdu ve 60 bin insan hayatını kaybetti. Başbakan Meclis’e tezkere gönderdi ve geçti.<br />
İktidarda Tayyip Erdoğan değil de örneğin Bülent Ecevit olsaydı, Libya bombardımanları aylar önce bittiği halde Cuma namazından sonra<br />
Türkiye’nin bütün camilerinde iktidara ve başbakana yönelik protestolar devam ediyor olurdu. Asıl isyan edilmesi, demokratik eylemlerin yapılması gereken ortam bugünkü ortam.<br />
Bu ülkede Müslümanların duyarlığını öldüren bir siyasi iktidar ve Başbakan var.”

Abdüllatif Şener (eski başbakan yardımcısı ve maliye bakanı):

O’nunla ilk kavgamız özelleştirme ile bağlantılıydı. Ben Başbakan Yardımcısı olurken bütün bakanlardan peşin istifa dilekçesi almıştı. Ben de vermiştim. Daha sonra iki bakanı o dilekçelerle görevden aldı. Dilekçem çantasındayken bile beni görevden alacak gücü yoktu…”

  • İslamcı aydınların durumu nedir bugün?

“Bunların çıkar ilişkileri önemlidir. AKP menfaat dağıtıp hoşlanmadıklarını cezalandırdığı için, İslamcı aydın geçinenlerin hepsi daha çok çıkar elde etmek için ilkelerini bir tarafa bırakmış durumda. Gençliğin bunlara itibar etmemesi gerekir.”

  • İktidarın dış politikası?

“Şu anda doğrudan doğruya İsrail’in yapmak istediklerini yapıyorlar. İsrail’in genişleme alanına hizmet eden bir dış politika eksenine oturmuş durumdalar. Başlangıçtaki çizgilerini koruyamadılar. Milli Görüş gömleğini çıkarmış olmak da bu anlama geliyor zaten. Ben İslamcı bir bakış açısına sahibim. Bunlar yoldan sapmış bir güruh.

  • AKP dünya kapitalist sisteminin yerli işbirlikçiliğini üstlenmiş,
    İsrail’in çıkarlarına hizmet eden bir partidir.”

* * *
Soru : Başlangıçta sizin de bulunduğunuz AKP iktidarı geçmişten bu yana nasıl bir değişim gösterdi?

“Başladığı gibi gidiyor! Başlangıcında biz de olduğumuz için bazı günahlarına ortak olduk, bazılarına direndik. Ortak olduğumuz günahlar için gece gündüz tövbe istiğfar etmemiz gerekir.

Aklımıza geldikçe de tövbe ediyoruz o dönemle ilgili.
Başladığı andan itibaren bu iktidarın siyaseti şudur:

Birincisi, uluslararası güçlerin arzuları doğrultusunda İslam dünyasını perişan etmek.
İlk anından itibaren bu vardır AKP’nin tarihinde. Irak tezkeresi budur.
Başbakan bu tezkerenin Meclis’ten çıkması için korkunç çaba harcadı.
Buna oy vermeyenleri hain noktasına getirmişti.”
Tezkere çıkmadı!

“Bugün olsa hiçbir AKP milletvekili gıkını çıkaramaz ve herkes oy verir.

İkincisi, Suriye politikası. Bu, Suriye’yi parçalama işidir. Büyük İsrail’e zemin hazırlayan sürecin ismidir. Bu sürecin sonunda İsrail mesafe alacaktır ve Başbakan bunun bir numaralı savunucusudur. Çok ilginçtir, Erdoğan,

  • ‘Ey Batılılar, ey NATO neredesiniz, niye vurmuyorsunuz burayı’’
    diye bağırıyor.
  • Bir Müslüman ülkeyi gayrimüslimlerin vurması için çağrı yapıyor…
  • Ve halen de bunun çizgisinin İslami bir çizgi olduğuna inanıyor bazıları!”

Soru :  Ya parasal olaylar?

“Paraya pula çok düşkün bir iktidar. Böyle bir iktidar yapısının daha önce geldiğini zannetmiyorum. İşin içinde, Bakanlar Kurulu’nda olduğum için biliyorum. Pek çok şeyi de konuşmam gerekmez. Türkiye’de halkın malı korkunç bir şekilde yağmalanmıştır ve bu yağma devam etmektedir. Özelleştirmelerin her biri bir yolsuzluk hikayesidir. Mevcut iktidar yapısını İslami saymak, İslam’a leke vurmaktır. Aksi takdirde ‘İslam yolsuzluktan, hırsızlıktan ibaretmiş’ diye kayıt düşülür tarihe.

Bir gün ‘Bu Müslümanlar ne kadar aç gözlüydü, korkunç bir yağma yapıp gittiler’ diye yazılır. Çünkü bu olup bitenler günün birinde hep ortaya dökülecek.

  • Siyasetçi-işadamı işbirliği ile devlet kesesinden gayrimeşru yağma yapılarak zenginleştiler…

Sadece siyasetçiler ve işadamları değil, İslamcı aydınlar bile!..”

* * *

Soru : Bu konuda nelere tanık oldunuz?

“Bir ABD Başkanının belgesiz ve kayıtsız 5-10 bin dolar bile harcama yetkisi olduğunu zannetmiyorum. Bu ülkenin Başbakanı ise hiçbir kayda, hiçbir belgeye geçmeyen
örtülü ödenekten senede yarım katrilyon para harcıyor. Bu 500 trilyon demektir.
İstediği yere harcıyor. Belge melge yok. ‘Bu para usulüne uygun harcanmıştır’ diye bir tutanak düzenler, altına imza atar. Varsa harcama evrakları, onlar yırtılır ve çöpe atılır. Sadece o tutanak kalır kayıtlarda, başka hiçbir şey yok!

Şimdi soruyorum, Hazreti Peygamber’in böyle bir yetkisi veya
harcama biçimi var mıydı? Hazreti Ebubekir’in, Ömer’in Osman’ın,
Ali’nin böyle bir harcama prensibi var mıydı?

Bu miktar, daha önceki harcamaların yüz bin katı fazla harcamadır.

Ben Erbakan Hoca döneminde Maliye Bakanı idim, biliyorum rakamları.
Bu rakamları da biliyorum çünkü hükümette idik, Bakanlar Kurulunda idik.
Başbakan Yardımcısı olarak ekonomik işlerde trafiği gören bendim.”

Soru : Başka ne gibi yolsuzluklar var?

“Artık hükümetin üzerinde ne medya denetimi var, ne de kamuoyu denetimi.

Nasıl olsa hiçbir şey ortaya çıkmıyor diye yağma yapılıyor.
Cumhuriyet dönemi boyunca bu kadar büyük yağma olmadı.

Herkesin cebindeki paranın üçte birini iktidar kullanıyor. Başbakan ve bakanların harcadığı paralar, herkesin yıllık gelirinin %30’u kadardır.
Eleştirilemeyen, vatandaşın baskısını üzerinde hissetmeyen siyasal iktidarlar ve güç sahipleri, giderek azgınlaşır… Ve şu anda azgınlaşmış bir iktidar partisi vardır.
Bunların para pul işleri çürük olduğu için, uluslararası tehditlere de açık hale geliyor ülkenin başındaki insan!

Wikileaks belgelerinde ortaya çıktı…

Küresel güçler O’na diyor ki :

  • ‘İsviçre’de tam sekiz adet banka hesabın var. Biz senin saçının telini bile biliyoruz. Uyumlu ol ve görevlerini yerine getir. Yoksa itibarın
    10 dakikada paçavraya döner.‘”

* * *

Soru : Suriye ve Davutoğlu konusunda ne diyeceksiniz?

Davutoğlu tam bir fiyasko ve yüz karasıdır.

Birleşmiş Milletler’e gidip ‘300 milyon dolar harcadık, desteğinizi bekleriz’ diyebildi!

Amaç Esad’ı devirmek değil, Suriye’yi parçalamaktır.

Suriye’de kimdir bu muhalif dediğiniz adamlar?

Parayla tutulmuş, oradan buradan giden adamlar. %80’i zaten Suriyeli değil ve
çoluk çocuk katliamı yapıyorlar. Nerede ipsiz sapsız, yağmacı eşkıya varsa muhaliflerin içinde. Muhalefet ilk günden beri elinde silahlarla çıkmıştır ortaya. Hangi devlet,
elinde silahla ortalığı tarayan insanların varlığına izin verebilir. Devletin birinci görevi
onu yok etmektir. Kimin ülkesinde olsa aynı şeyi yapar.

Türkiye, NATO ile birlikte aylarca Libya’yı vurdu ve 60 bin insan hayatını kaybetti.

Başbakan Meclis’e tezkere gönderdi ve geçti.

İktidarda Tayyip Erdoğan değil de örneğin Bülent Ecevit olsaydı,
Libya bombardımanları aylar önce bittiği halde Cuma namazından sonra
Türkiye’nin bütün camilerinde iktidara ve başbakana yönelik protestolar devam ediyor olurdu. Asıl isyan edilmesi, demokratik eylemlerin yapılması gereken ortam bugünkü ortam.

Bu ülkede Müslümanların duyarlığını öldüren bir siyasi iktidar
ve Başbakan var.

Erol Manisalı : Ortadoğu Düzelir mi?

Ortadoğu Düzelir mi?

portresi

Erol Manisalı

 

“Doğu ve Batı Blokları” varken de Ortadoğu küresel güçlerin çıkar çatışmalarının çekişme alanı idi.

Sovyetler Birliği dağıldı; ancak küresel güçlerin çıkar kavgaları sürüyor.
Yöntemler değişti, kullanılan araçlar farklılaştı.
Ancak özde değişen önemli bir şey var; 1990 sonrasının “yeni küresel düzeninde” büyüklerin birbirlerine iktisadi bağımlılıkları arttı ve
“çatışan çıkarlar” yanında örtüşen iktisadi çıkarlar oluşmaya başladı.
Kerry ve Lavrov’un Suriye konusunda anlaşmaları ya da ABD ile Çin’in uluslararası ticaretin aksamaması üzerinde karşılıklı özveride bulunma zorunluluğu,
yeni dönemin yarattığı oluşumların örnekleridir.

Büyüklerin yürüttüğü küresel sistem, büyükleri bile kendine bağlamaya çoktan başladı. Küresel sistem karşısında ABD, Rusya, Çin, AB büyükleri ve Hindistan bir anlamda kırılgan ve bağımlı duruma geldiler.

– Kimilerine göre küresel düzen kazandı.
– Kimilerine göre, nükleer silah benzeri, denetimi zor bir sistem ortaya çıktı.
– Ve bazıları da kapitalizmin sonu geldi dedi.

10 yıl kadar önce üst düzey bir Çinli bürokrata Pekin’de “Siz nasıl bir düzen içindesiniz?” sorusunu yönelttiğimde bana,

  • “İç ilişkilerde sosyalist, dış ilişkilerde kapitalistiz.” yanıtını vermişti.

ABD’nin son yıllarda, “içerde yürüttüğü müdahaleci politikaya” baktığımız zaman, geleneksel kapitalizmden ne kadar uzaklaştığını açıkça görebiliriz.

Aşağı kattakiler

Ortadoğu, yeni küresel düzende en aşağı kata itilen bölgedir. Arap ülkeleri, İran ve Türkiye siyasi, iktisadi, askeri ve kültürel olarak bunun bedelini en fazla ödeyenler.

“Yeniden biçimlendirilmek istenen” 
bölgenin insanları Hitler Almanyası’nın,
Stalin Rusyası’nın benzeri katliam ve iç çatışmaların içine itilmişlerdir.

– Büyük küresel güçler bölge üzerindeki çıkar kutuplaşmalarını azaltabiliyorlar; aralarında “asgari müşterekler oluşturuyorlar”. ABD, İngiltere, Almanya, Rusya, Çin
son yıllarda bunun örneklerini verdiler.

– Buna karşılık bölge ülkeleri olan Arap devletleri, İran ve Türkiye kutuplaşmaları derinleştirerek aralarında hem silahlı çatışmaya giriyorlar hem de mezhep ve
sınır kavgalarını derinleştiriyorlar.

Irak, Bahreyn, Yemen, Lübnan, Mısır, Tunus, Libya ve Suriye’de yaşanmakta olan
iç çatışmalar, “mezhep ve etnik farklılaşmaları öne çıkarılarak” yürütülüyor.

  • Küresel güçler aralarındaki kutuplaşmayı azaltırken,
    Ortadoğu’da mezhep ve ırkçılık üzerinden kedi-fare oyununu oynatıyorlar.

Türkiye ve Suriye arasında yapay olarak üretilen çatışmaların,
“ABD ve Kanada arasında neden hiçbir zaman yaşanamayacağını”
analiz etmemiz gerekiyor!

– Ortak (ve karşılıklı) çıkarları geliştirmek yerine mezhebe ve etnik ayrımcılığa yönelik çatışmaların yaşanması en basit deyimi ile ilkellik ve çağdışılıktır.
Antidemokratik ortamı beslemektir.

Ortadoğu’nun geleceği

Bölgede yaşanmakta olan bugünkü eğilimler ve yapılanma sürerse,
Ortadoğu’nun geleceği demokratik beklentiler açısından çok karanlıktır.

Libya bombalanırken, Kaddafi linç edilirkenSarkozy’nin haçlı seferi benzetmesi boşuna değildir. Bunu bugün anımsatanlar bir anlamda Ortadoğu’nun karanlık çağlara itilmekte olduğunu açıklamış oluyorlar.

  • Ortadoğu ülkelerinin aydınları çağdaş demokrasi kültürünün ülkelerinde gelişmesi için örgütlenmek ve aralarında işbirliği yapmak zorundadırlar.

Esad’ın Suriye’de yaşadığı dram bunun göstergesidir; İngiltere’de eğitim görmüş, Avrupalı yaşam tarzını benimsemiş, ama bugün El Kaide ve uzantıları ile karşı karşıya bırakılmıştır.

Bugün ABD ve Avrupa ülkelerinde eğitim gören yüz bini aşkın öğrencimiz vardır. Sadece ABD’de 50 bin dolayında yükseköğrenim gören gencimiz bulunuyor.
Bunlardan dönenler, çağdaş demokrasinin ve Batılı değerlerin Türkiye’de geliştirilmesi için ne oranda katkı sağlayabileceklerdir?
Yoksa sistemin edilgen bir parçası olarak mevcut yapıya dahil mi olacaklardır?
Bu soruya yanıt vermekte çok zorlandığımı itiraf etmeliyim. (Cumhuriyet, 23.9.13)