Etiket arşivi: ileri demokrasi

BİR KOLLEKTİF POLİTİK KAMİKAZE ÖRNEĞİ : R.T. Erdoğan ve AKP; Çoklu Kurban Mitosu


BİR KOLLEKTİF POLİTİK KAMİKAZE ÖRNEĞİ : 
R.T. Erdoğan ve AKP; Çoklu Kurban Mitosu

Dr. Ahmet SALTIK
ADD Bilim – Danışma Kurulu Yazmanı

www.ahmetsaltik.net, 9.6.13

Kendi yurttaşlarına “Çapulcu”, Ata’ya ve İnönü’ye haşa huzurdan “ayyaş” diyebilen bir anlayış..
Dinci-baskıcı politikalarına karşıt insanları aşağılama, küçük görme, alaya alma ve kibirle dayatma.

İHL’nde verilen “demokrasi eğitiminde” (!?) demek bu içerikte eğitim yapılıyor..
Oysa bunların hiçbirinin sembolik düzeyde Patagonya demokrasilerinde bile yeri yok.. Değil ki gelişmiş Batı demokrasilerinde.. Ama siyasal iktidarın apaçık demokrasi dışındaki işlem ve eylemleri için iktidarın takiyyesinin (retorik) adı çoook ilginç :
İLERİ DEMOKRASİ.. Ne hazin ve derin bir ironi eğitimsiz seçmenlerine ..

Bu jargon ve tutumla da Türkiye, dünya siyaset bilimi literatürüne “tam rezil” örnekler sunmakta..

4 insanımız öldü (1’i komiser), 5 bin dolayında yaralı ve 10’u aşkın gözünü yitiren yurttaş..

Bir hukuk profesörünün analojisi ile “Anayasa ile amel eyleyerek” helal toplantı – gösteri yürüyüşü hakkını kullanmak isteyen, meşru direnme hakkı zemininde şiddete başvurmayan halka hedef gözeterek ölçüsüz polis şiddeti..

Kırılan kafalar, kaburgalar, bacaklar, yitirilen gözler, kalıcı yaralanmalar..

Bedensel travmalar belki onarılacak zamanla ama ruhsal zedelenmeler
şifa bulamayacak yıllar hatta kuşaklar boyu.
Psikolojik abseler insanların ruhsal derinliklerinde zonklayan bir azap olarak sürecek.

Tüm sabrımız ve iyi niyetimizle söyleyelim :

  • RTE kendisini ve partisi AKP’yi topyekün şiddet sarmalına
    toplu kurban etmekte
    ..

Tek bir sağduyulu AKP yöneticisi kalmadı mı bu acı gerçekleri “KRAL ÇIPLAK” edasıyla – misyonuyla haykıracak?? Kolektif politik kamikazeyi öngörebilecek sezginlikte (temyiz gücü olan) ?? Hiç kuşku yok çıkacaktır, hem de pek çok..
1 Mart 2003 -Türkiye’nin ABD tarafından İşgali- Tezkeresi’nin TBMM’de 100 dolayında yurtsever ve sağduyulu AKP milletvekilinin gizli oylamada “red” vermesiyle
engellendiği gibi..

RT Edoğan, giderek Robinson’laşıyor.. “Cuma” sı bile olamayabilir!
10,5 yıldır Türkiye’ye hınçla yapıp ettiklerinin “mazlumun ahı” örneği bedelini ödüyor – ödeyecek.. “İlahi adalet” bir kez daha tecelli edecek, milyonlarca mazlumun alınan ahı, çıkacak aheste aheste.. Dizinin dibinde rahle-i tedris ettiklerinin de..

Faturayı hafifletmenin tek yolu ise halktan özür dileyerek bir özeleştiri ile geri çekilmek, affını dilemek..

Türk Ulusu haydi bağışladı ama kul hakkını Tanrı bile bağışlamaya yetkin değil? Bizim pek çok sorumuz da yanıtsız kaldı, biri :

RTE neden İsviçre Bankalarına hesaplarını açıklama talimatı veremedi?

S. Arabistan’da Kabe manzaralı bir malikanede dilerse şeriat hükümleri uyarınca haremini de kurarak sonbahar yaşamını sürdürmek RT Erdoğan’a iyi gelebilir.. Kavurucu nedametini rehabilite etmek için yoğun manevi iklim ve dahi antidepressife çook gereksinimi olacak. Emineanımın şefkati yeter mi ki?
BOP Eşbaşkanlığı ve Suriye’de emperyalizm adına taşeron savaşının
onbinlerce kurbanı mahşerde?

Sevgi, saygı sabır ve kaygı ile;
dinmeyen celalli RT Erdoğan’a hidayet dualarımızla.
9.6.2013, Ankara.

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL MERKEZİ BASIN AÇIKLAMASI

Dostlar,

ADD Genel Merkezince yapılan basın açıklaması aşağıda..

Okunup okutulması gerek..

Açıklamayı tümüyle paylaşarak sizlere de sunuyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
8.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL MERKEZİNİN
BASIN AÇIKLAMASI

Taksim Gezi Parkı’nda başlayan olayların, dalga dalgayayılarak Türkiye’nin
bütün il merkezlerini ve aynı zamanda öbür pek çok ülke başkentlerini de kapsaması
ortaya çıkan “yeni bir durumu” gösteriyor.

Taksim direnişinin, başlangıçtaki çevresel tepki girişiminin ötesine geçerek
siyasal süreklilik gösteren eylemlere dönüşmesi,
siyasal iktidarın “konumunu” da tartışmaya açmıştır.

Gerçekten, hedefindeki Türkiye’ye, uzun süre “yetmez ama evet” çilerle oluşturduğu basın, kendisine bağladığı yargı ve ele geçirdiği kurumların katkısıyla yarattığı ortamda takiyye politikalarıyla yürüyen, üç kez genel seçim kazanıp iktidarda kalmayı başaran AKP; önümüzdeki yerel ve genel seçimlerle Cumhurbaşkanlığını da alarak iktidarını sürdürmek ve hedefine varmak için halkın tepkisizliğine ve korkutulmuşluğuna güvenerek hızlanmış ve Cumhuriyetin kazanımlarını teker teker yok etmeye ve
yerine bir şeriat diktatörlüğüne giden yolun yapı taşlarını örmeye başlamıştır.

Sistemi meşrulaştıracak “yeni” bir anayasayı yaşama geçirebilmek için ise
milletin birliğini, ülkenin bütünlüğünü tehlikeye atmaktan çekinmemiş, ayrımcı, ayrılıkçı, savaşçı politikalarla iç ve dış güvenliğimizi bile
tehlikeye atmayı göze alabilmiştir.

Bununla da yetinmemiş, halkın yaşam alanına girmiş, kaç çocuk yapacağına,
çocuğunu normal mi, sezeryanla mı doğuracağına, bahçede nasıl oturacağına,
ne içip içmeyeceğine dek karışmış, kendi ahlak kurallarını halka dayatırken, halkın Cumhuriyetçi tabanını oluşturan Alevi kesimin değerlerini hiçe sayarak
70.000 Aleviyi evlerinde katleden ve
Halifeliği Osmanlı’ya getiren Yavuz Sultan Selim’
in adını
3. Boğaz Köprüsüne verme basiretsizliğini bile gösterebilmiştir.

Cumhuriyetin kurucularına “2 ayyaş” diyebilecek noktaya gelmesi,
bardağı taşıran son damla olmuştur.

Aslında olay 10 yıllık birikimin dışa vurulmasıdır; çağdaş bir Cumhuriyet Devleti çatısı altında yaşayan halk, yarım yüzyıllık deneyle demokrasiye, kötü işlese de alışkındır. Çağdaş ülkelerde hiçbir biçimde görülmeyen yöntemlerle 3 kez genel seçim kazanıp iktidarda kalmayı başaran AKP’nin önümüzdeki yerel ve genel seçimleri de alarak bir 10 yıl daha iktidarda kalmak hedefini ve bu yolda kendisini
ucu ortaçağ düzenine giden otoriter bir rejime sürüklediğini görmüştür.

Türk halkı demokrasinin yalnızca seçimden ibaret olmadığı, hak ve özgürlüklere
saygı ve eşitliğin de demokrasinin temel ögelerinden olduğunun bilincindedir.
Bu nedenle yapılanlar halkı fazlasıyla rahatsız etmiştir.
Taksim direnişi ve illere yayılan eylemlerle bu gerçek gözler önüne serilmiştir.

Önümüzdeki “yeni durumu” hem iktidar hem muhalefet iyi değerlendirmeli
ve yeni bir yol haritası çizilmelidir:

Türkiye 21. yüzyılda yolunda ilerlerken 20. yüzyıldan gelen deneyimlerini ve
siyasal birikimini ders alarak kullanmalı, hiçbir biçimde demokratik rejimden
(ister askeri, ister sivil) geri adım atılmasına izin verilmemelidir.
Türkiye hem bir bölgesel dış savaş; hem de etnik, dinsel, mezhepsel,
siyasal çatışmalar üzerinden iç savaş senaryolarına karşı sağlam durmalı,
anayasanın değişmez maddeleri içinde ye alan cumhuriyetin temel nitelikleri gözetilerek, siyasal bir çözüm üretilmelidir.

Bu bağlamda; siyasal partiler demokrasilerin vazgeçilmez ögeleridir.
Ama tek başına siyasal partilerin varlığı demokrasi için yetmez.
Katılımcı demokrasi” ancak adil temsili sağlayacak bir seçim sistemi ile oluşan Meclis, temel hak ve özgürlüklere saygı, azınlığın (muhalefet) korunması,
çoğunluğun (iktidar) keyfiliğinin önlenmesi için sınırlanması (bağımsız yargı denetimi, özgür basın, demokratik kitle örgütleri ve özgür üniversiteler gibi)
ve eşitliğin sağlanması ile işlerlik kazanır.

Halk kitlelerinin ayağa kalktığı ve daha çok “katılımcı demokrasi” istediği bu aşamada iktidarın “ileri demokrasi” söylemlerinin inandırıcı bulunmadığı ortaya çıkmıştır.

Bu nedenle;

     İktidar; bu olaylardaki mesajı doğru okumalı,
demokrasiyi kendi anladığı gibi değil, olması gerektiği şekilde, halkın isteklerine uygun ve “kuralları” ile işletmeli, ayrıca özel (2023) hedefini bir yana bırakarak,
milletin birliğini, ülkenin bütünlüğünü bozan
kavgacı, ayrıştırıcı, savaşçı politikalardan acilen vazgeçmelidir.

​     İktidarın bu olaylardan ders almaması, yeni seçeneklere yönelmesi halinde; Meclisteki siyasi partilere önemli görevler düşmektedir.
Muhalefet partileri seçimlere doğru ya adil temsili sağlayacak bir seçim sisteminin yasalaşmasını ve güçlü birliktelikler oluşturulmasını getirecek seçenek politikaları devreye sokmak ya da sine-i millete dönerek
erken seçimin önünü açmak görevini üstlenmelidir.

Sonuç                 :
Türkiye halkı, çağdaş cumhuriyetin genetiğine işlediğine inandığımız demokrasi bilinci ile bu sorunu da demokrasi içinde çözmeyi başaracaktır.

Korku duvarları yıkılmıştır, insanlığın ilericiliği ve çağdaşlığı tıpkı nehirler gibidir.
Geriye dönüşü yoktur.

Bu sancılı dönemin ülkemizde demokrasinin yolunu açacağına inanıyoruz.
(06.06.2013, Ankara)

​​​​​​​​​​Tansel ÇÖLAŞAN​
​​​​​​​​​Atatürkçü Düşünce Derneği ​​​​Genel Başkanı

2012 YILI BİTERKEN

2012 YILI BİTERKEN

portresi2

Suay Karaman
İlk Kurşun Gazetesi, 31 Aralık 2012.

2 Ocak 2011’de İlk Kurşun Gazetesi’nde yayınlanan “2011 Yılında Yaşadıklarımız” adlı yazımın ilk iki paragrafı şöyleydi:

  • “Ülkemiz 2011 yılını da, öbür yıllarda olduğu gibi büyük sıkıntılarla bitirdi. Ekonomik krizin, yoksulluğun, açlığın, işsizliğin, yolsuzluğun, talanın, terörün ve en önemlisi hukuksuzluğun büyük boyutlara ulaştığı Türkiye’de, insanlar umutsuzluğa sürüklenmekte, geleceklerinden kaygı duymaktadırlar.
  • Siyasi iktidarın, ileri demokrasi söylemlerinin ardında, sadece büyük bir hukuksuzluk yatmaktadır. Kendileri için özel bir hukuk sistemi yaratan siyasi iktidar, kendilerine karşı olanları baskı altına alarak, zulüm yapmaktadır ve yurtsever insanları hapislere atmaktadır. Ülkeyi yöneten siyasi iktidar, kendi ülkesinin ordusuna düşman ise, yasama, yürütme ve yargıyı kendine bağlamış ise, her koşulda sürekli kendi istediğini yapmak için uğraşıyorsa, o ülkede sivil darbe yapılıyordur. Bir ülkede hukuk dışı yasalar çıkartılarak, tüm devlet kurumlarını ele geçirmek için sistemli bir şekilde kadrolaşmak ve kendilerine karşı olanları bir şekilde yargılayıp, susturmak, sivil darbe olarak adlandırılır.”

2012 yılını geride bıraktığımız bugün, ülkemizde değişen hiçbir şey yoktur.
Koşullar daha da ağırdır, ileri demokrasi görüntüsünün ardındaki ileri faşizm toplumun her kesimi tarafından hissedilmektedir. Sahte verilerle Balyoz davasında verilen cezalar, faşizmin bir yüzüdür. Şimdi sırada yine gerçekle bağdaşmayan verilere dayalı olarak  Ergenekon davasının sonuçlandırılması bulunmaktadır.
Faşizm, “durmak yok, yola devam” sloganıyla ilerlemektedir.

Başbakan 18 Aralık 2012 Salı günü ODTÜ’ye gitmiştir. Bu gidiş, ODTÜ yerleşkesinde bulunan TÜBİTAK binasında Göktürk-2 uydusunun uzaya fırlatılışını izlemek amacını taşıyordu. ODTÜ’ye 3600 polis, 110 koruma aracı, 20 zırhlı araç, 8 Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı (TOMA) ve yeterince kimyasal silahla birlikte gitmesi, akıllarda soru işareti bırakmıştır. Savaşa gider gibi bir üniversiteye gitmek, provokasyon şüphesini düşündürmektedir. Yaklaşık 300 öğrencinin başbakanı
protesto etmesinin ardından, polisin gereksiz ve aşırı güç kullanması sonucunda çıkan olaylar ve atılan gaz bombaları faşizmin bir başka yüzüdür.

Faşizmin bir başka yüzü de ulusal varlıklarımızın tek tek elden çıkarılmasıdır. Turgut Özal ile başlayan özelleştirmelerin %80’i, AKP’nin on yıllık iktidarı döneminde gerçekleştirilmiştir. Siyasi iktidar, halkın vergileriyle oluşturulan kamu varlıklarını
ve hizmetlerini sermaye güçlerine teslim etmekte bir sakınca görmemektedir.
Artık AKP iktidarı, daha önceleri başvurulan ‘zarar ediyor’ bahanesine gereksinim bile duymadan, özelleştirmeleri yapmaktadır. Halkın malı olan ve kâr eden işletmelerin satışıyla, kamunun zarar ettirildiği, kamu kaynaklarının özel sektöre ve ardından
uluslar arası güçlere aktarıldığı açıktır.

Aralık ayında yapılan 5.7 milyar dolarlık köprü ve otoyol özelleştirmesi ile
kamu kaynakları halktan alınıp, Koç-Ülker-UEM (Malezyalı firma) ortak girişim grubuna aktarılacaktır. Burada gözden kaçmaması gereken önemli bir şey daha vardır:

Cumhuriyetçi ve laik diye bilinen Koç grubuyla, yeşil sermayenin öncüsü olan
Ülker grubu kol kola girerek, yanlarına Malezyalı bir ortak alarak özelleştirmede
bir araya gelmişlerdir. Sermayenin ideolojisi, dini, sınıfı olmadığı bu örnekle
çok daha iyi anlaşılacaktır.

Artık sırada Spor Toto, Milli Piyango gibi özelleştirmeler bulunmaktadır.
Tüm kamu varlıkları ve hizmetleri bitirilmeye çalışılırken, devlet yok edilmeye doğru sürüklenirken, utanmadan Türkiye’nin dünyadaki 25 önemli ülkeden biri ve dünyanın
en büyük 17. ekonomisi olduğu söylenmektedir. Ülkelerin gelişmişlikleri açısından yapılan sıralamalarda Türkiye’nin, 134 ülke arasında 125. sırada kalarak, 3. Dünya ülkelerinin bile gerisinde yer alması karşısında utanmayanlar, faşizmin ve ardındaki emperyalizmin maşalarıdır.

Emperyalizmin bu maşaları, ‘komşularla sıfır sorun’ diyerek tüm komşularımızla ilişkilerimizi kötü duruma getirmişlerdir. Suriye’ye saldırmak için emperyalizmin maşası olmayı benimseyenler, yeryüzünde ilk kez emperyalizme karşı zafer kazanan bir milletin yöneticileri olmaya layık değillerdir.

2013 yılında yurtseverleri, ulusalcıları büyük ve önemli görevler beklemektedir.

Ulusal güçlerin tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığında bir araya gelerek
örgütlenmeleri ve aydınlık günlerin müjdecisi olmaları gerekmektedir.

Yeni yılın ülkemize ve tüm dünyaya sevgi, dostluk, barış, sağlık ve mutluluk getirmesi en büyük isteğimiz olmalıdır. 2013 yılının, ülkemizin ileri demokrasi denen ileri faşizmden, gerçek demokrasiye geçtiği bir yıl olması dileğiyle, yeni yılımız kutlu olsun..

Yeni TYÖK Yasası Ne Getiriyor ve Ne Götürüyor?


Dostlar,
Türkiye iğneden ipliğe yeniden yapılandırılyor küresel güçlerin ve iktidarın güdümünde.Sıra üniversitelere geldi.

Zaten ileri demokrasi ile susturulmuş, prasız eğitim isteyen yüzlerce genci hapse atılmış, türbana arşı çıkan öğretim üyeleri disiplin cezası ile ertelenmeyerek ve para cezasına dönüştürülmeyerek hapis cezası almış, mitoza sokulmuş tabela üniversitelerle sayısı 200’e koşan, öğrenci haçlarının popülistçe kaldırılarak yerine üniversitelerel yeni reel kaynak sağlanmadığı, öğrenci kontenjanlarının akıl dışı ölçüde artırıldığı, çalışanlarının özlük haklarının geriletildiğibir yükseköğrenim sistemi..

Beylik gerekçelerle “reform sürecine tabi tutulacak“..

Üniversite özerkliği iyice bitirilecek, bu kurumlar sermayenin emrine sokulacak, yabancı üniversitelere izin verilecek, vakıf üniversiteleri gerçekteözelüniversite değilmişçesine ayrıca “özel üniversite” açılışı olanaklı kılınacak..

Türkiye Türkiye’den yönetilmiyor.
Temel sorun bu arada.
Bu parlayıcı-patlayıcı, boğucu-yakıcı gerçek kavranıp buna uygun konum alınmadıkça sürecek gözüküyor..

İbrahim hocanın değerlendirmesini okumak gerekiyor çok tehlikeli süreci kavramak için..

Sevgi ve saygı ile.
21.10.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================================

Yeni TYÖK Yasası Ne Getiriyor ve Ne Götürüyor?

Prof. Dr. İbrahim Ortaş
Çukurova Üniversitesi
iortas@cu.edu.tr
Yeni TYÖK (Türk Yükseköğretim Kanunuve eski YÖK yasası uzunca eleştirilerden sonra Rektörler ve ÜAK üyelerinin bilgisine sunuldu. Yeni yasanın üniversite tanımı özerklik ve evrensel yükseköğretim anlayışı ile çelişmektedir. Yasa fırsat eşitliği, demokrasi, rekabet gibi önemsenen söylemler olmakla birlikte üniversitelerin olmazsa olmazı olan özerkliği bay pas ederek üniversite üst yönetimlerinin oluşumunu kontrol etmeyi öngörüyor. Yasa temelde rektörlük seçimi sorununa odaklanmış ve kontrolü doğrudan veya dolaylı olarak hükümet ve TYÖK’e bağlı bir üniversite konseyi tarafından yürütülmesini hedefliyor. Yasa üniversiteleri kendi içinde gelişmişlik düzeylerine göre birkaç konsey modelini öneriyor. Kendi gelirini kendisi oluşturan ilk 10 kadar üniversiteyi bir kategoriye koyarak adeta mütevelli heyeti yöntemi ile rektör atamasını öneriyor. Yeni kurulan ve sınırlı sayıda öğretim üyesine sahip üniversiteleri bir şekilde atama benzeri bir yola rektör atamasını öneriyor. Geriye kalan geniş bir üniversite grubunu da kısmi kontrol ile rektör atamasını öngörüyor. Rektör atanması açıkça siyasileşeceği ve yer yer yerel YÖK yapılarının oluşacağı kaygısı öne çıkmaktadır.Yasanın bu hali üniversite özerkliğini tamamen ortadan kaldıran, özel ve yabancı üniversitelerin önünü açan, öğretim üyelerinin kendi kararlarını verme olanağını elinden alan ve birer çalışan memur durumuna getirmektedir. Önerilen yasadaki rektör seçimi yöntemi mevcut anayasanın 130 ve 131. maddesine aykırı, diğer bazı pratik öneriler ise anayasaya bile gereksinim duymadan mevcut 2547 sayılı yasa kendi içinde alacağı kararlarla çözebilir.

Aşağıda yasanın önerildiği şekli ile ana hatlarını ve görüşlerimi de katarak işledim. Mevcut YÖK yasası son 30 yılda üniversitelerimizi verimsizleştirdi. YÖK yasası ilk oluştuğunda yapılan eleştirilerin tümü haklı çıktı. Ülkemiz bilim dünyasından koptu ancak 2547 sayılı yasaya karşı önerilen yeni yasanın bu halini hak etmediğimizi düşünüyorum. Üniversite kamuoylarında aldığım ilk tepki üniversite kamuoyunun kabul etmeyeceği yönünde. Hatta 2547 kalsın daha iyi diyenleri duydum.

Yeni Yasa Sekiz Ana Bölümden Oluşmakta:

1. Yükseköğretim Kurumu Statüleri,
2. Yükseköğretim Kurumunun Yönetimindeki Ana Organlar,
3. Yükseköğretim Alanının Koordinasyonu Ve Üst-Yönetimi,
4. Eğitim,
5. Yükseköğretimde Araştırma,
6. Toplumsal Hizmet,
7. Yükseköğretimin Denetimi Ve Kalite Güvencesi,
8. Öğretim Elemanı Atama Ve Yükseltme Süreçleri.

YÖK’ün adı değişiyor

YÖK’ün adı başına Türkiye kelimesi eklenerek Türkiye Yükseköğretim Kurulu olarak değişiyor. TYÖK’ün yapılanması organlarının seçimini de eski YÖK yasasında olduğu gibi yine Cumhurbaşkanı, üniversiteler ve Bakanlar Kurulu yapıyor. Bir alternatif olarak TBMM de düşünülüyor. Bir öneri olarak Üniversitelerarası Kurul ve Rektörler Konseyi de kaldırılarak yerine Rektörler Kurulu getiriliyor.

Dünyada örneği olmayan YÖK’ün artık kaldırılması ve yerine bir koordinasyon merkezi olarak Rektörler Kurulunun kurulması daha yararlı olur görüşündeyim.

PERFORMANS GELİYOR

Yeni yasa önerisi biraz da rekabeti teşvik etme, yükseköğretim kurumlarının kendi içinde performansı öne çıkaran bir yönetim modeli geliştirmesi öneriliyor. Akademik üretimi merkeze alarak desteklemeyi amaçlayan bir yapı öneriliyor. Akademisyenlerin performansları doğrudan kurumun performansına ve maaşa yansıtılacak. Performans için somut ölçütler sağlanmazsa kişiler arasında gereksiz ayrıcalıklar yaratır. Üniversiteler İYİ AKADEMİSYEN alımı için daha seçici davranmaya zorlanabilir. Ancak üniversitelerin akademisyen yetiştirme konusundaki ihtiyacını ve sorunu çözmez. Performans her fakülte için nasıl uygulanacak net değil.

ÖZEL VE YABANCI ÜNİVERSİTELER

Yeni yapıda 4 farklı yükseköğretim kurumu öngörülüyor:

1) Devlet üniversiteleri,
2) Vakıf üniversiteleri,
3) Özel üniversiteler,
4. Yabancı üniversiteler

Yeni yasa ile “Özel hukuk tüzel kişiliğini haiz ve Yükseköğretim Kurulunun teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile kurulan Özel yükseköğretim kurumu. Yabancı Yükseköğretim Kurumları da öngörülmektedir”.

Mevcut yasada devlet ve vakıf üniversiteleri mevcut. Ancak özel paralı üniversite yok. Sanırım özel üniversitelerde tüm finansman, eğitim hizmetini alan öğrenciler tarafından karşılanacak. Mevcut hali ile çoğu Vakıf üniversitesi kontenjan doldurma sorunu nedeniyle kapanma noktasına gelmişken, yeni özel üniversite ve kontrolsüz yabancı üniversiteler sorun olabilir. Mevcut halde vakıf üniversitelerinin altyapısı oluşturulmadan açılması nedeniyle kısa sürede çoğunun ilgi görmediği gözlenmiştir. Vakıf üniversiteleri akademik kadrolarını çoğunlukla devlet üniversitelerinden yüksek maaşla sağlamış ve devlet üniversiteleri bu arada akademik anlamda kan kaybetmiştir.

Bugüne kadar özel ve yabancı üniversite çekingen olarak siyasilerin gündemine gelmiş ancak Anayasa Mahkemesi tarafından ret edilmiş, yabancı üniversiteler ise Milli Güvenliğe aykırı görülmüş. Son yıllarda bölgemizde Katar, Bahreyn, Ürdün ve öbür Arap ülkelerinde açılan bazı üniversitelerin değişik nedenli krizlerle kapandığı ve öğrencilerin mağdur olduğu biliniyor. Çoğu yerde “Kayıt yap diplomanı al” veya “Denize nazır binalarda diploman hazır” anlayışı ve reklamı sorun oluşturabilir.

ÜNİVERSİTE KONSEYİ GELİYOR

Belirlenen şartları taşıyan kurumsallaşmış bazı üniversitelerde Üniversite Konseyi kurulabilecek. Konseyin oluşması şartları tam anlaşılmamakla beraber, taslak metin: “Devlet üniversitelerinde Bakanlar Kurulu kararı ile kurulacak olan Üniversite Konseyinin kuruluş şartları arasında, şu anki tartışmalar itibariyle, en az 10 yıldan beri faaliyette olması; son 5 yıl içinde yükseköğretim kurumunun bütçesinin, Kurul tarafından belirlenen miktarının kendi öz gelirlerinden elde edilmesi; öğretim elemanlarının son 3 yıllık akademik faaliyet puan ortalamasının, 10 yıldır faaliyetini sürdüren devlet üniversitelerinin öğretim elemanlarının ortalamasından fazla olması; öğretim elemanlarının en az üçte ikisinin katıldığı bir oylamada katılanların salt çoğunluğunun oyu ile kabul edilmesi ya da oylama olmaksızın Yükseköğretim Kurulu tarafından doğrudan Bakanlar Kuruluna teklif edilmesi gibi şartlar bulunmaktadır”.

Çok tartışmalı ve üniversite öğretim üyelerinin iradesinin sınırlandırıldığı ve siyasetin etkisinin baskın olacağı bir yapılanma öneriliyor. Konseyde en çok vergi veren üyenin atanması teklifi daha önce de birkaç kez gündeme gelmişti, ancak kamuoyunda parayı nasıl kazandığı bilinen bir iki ismin tartışma konusu olmaya başlaması ile teklif geri çekilmişti.

KONSEY SÜPER YETKİLERE SAHİP

Yeni yasada YÖK yerine isim değişikliği ile oluşturulacak Türkiye Yükseköğretim Kurumu TYÖK üniversite konseyi üzerinde denetleyici olacak. Yasa önerisi: “Üniversite Konseyi, rektör ve dekanları seçer ve atar; Üniversite stratejik planını ve performans programını onaylar; üniversite yatırımprogramını karara bağlar; Üniversite adına kamulaştırmaya, gayrimenkul satın alınmasına ve üniversitenin mülkiyetindeki gayrimenkuller üzerinde üçüncü kişiler lehine ayni hak tesisine karar verir; öğrenci kontenjanlarını ve öğrenim ücretlerini Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde belirler; sözleşmeli öğretim elemanlarına ve idari personele yapılacak ücret ve diğer ödemeleri belirler; senatonun ve üniversite yönetim kurulunun bazı kararlarını onaylar”.

Üniversite Konseylerinin önemli görevlerinden biri de “öğrenci kontenjanlarını ve öğrenim ücretlerini belirler” deniyor. Bu durumda üniversitelerde öğrencilerden ücret alınacağı belirtilecek.

Üniversitelerin faaliyetleri TYÖK bünyesinde Değerlendirme ve Denetleme Daire Başkanlığı kurulacak. Kurul, yıllık hazırlayacağı rapor ışığında üniversite hakkında yol gösterici, düzeltici, iyileştirici, kısıtlayıcı ve faaliyet iznini kaldırıcı önlemler alabilecek denilmektedir.

Bu hali ile üniversite ÖZERKLİĞİNDEN uzaklaşılacağı görülüyor. Konseyin üniversite yönetimini oluşturması öğretim üyelerinin devre dışı bırakılması ve birer memur konumuna getirecektir.

Şimdiden olacaklar belli: Yakın akraba ve dostların üniversiteye alınması, Akademik yapılanmada yetkin bilim insanı yerine nepotist yaklaşılma öğretim üyesi alımı, yönetici belirlemede liyakate uymayan ve iktidarların veya yerel yönetimlerin telkinine maruz kalma, ihale ve yatırımlarda belirli şahıslara ayrıcalık gibi birçok istenmeyen konu üniversitelerin başını ağrıtacaktır.

Akademik personelin yeni yapılanma ile üniversite üzerindeki denetimi kalkacak ve öğretim üyeleri üniversitede birer memur olacaklar.

REKTÖR ATANMASI

Rektörlerin 5 yıllığına 1 kere atama sistemi önerilmiş. YÖK ve Cumhurbaşkanı’nın Rektör belirleme üzerindeki etkisi devreden çıkıyor. Mevcut mevzuata göre rektörler 4 yıllığına atanır ancak iki defadan fazla atanamazlar deniliyor. Taslağa göre ise rektör 5 yıllığına atanacak, ancak bir kişi aynı üniversitede iki defa üst üste rektörlük yapamayacak. Rektör seçimi Üniversite Konseyi tarafından belirlenecek birkaç değişik modelle yapılacak. Taslak tam olmamakla beraber belirli kriterler çerçevesinde konseyin belirleyeceğe üç aday olacak ve bu 3 kişiden biri, üniversite konseyi tarafından seçilecek, konsey başkanı tarafından da atanacak. Ancak koşulların nasıl belirleneceği belirsizliği tartışma yaratacak.

Taslak üçüncü alternatif model öneriyor. Bunlar arasında” A) ilk turda beşte üç oy aranan iki turlu seçim; B) aynı seçimde üniversite yönetim kurulu üyeleri, senatörler ve dekanların da seçilmesi; C) belli kesimlerin (Öğretim üyeleri, öğrenciler, idari personel, mezunlar) belli kotalarla ikinci seçmenleri (yüzde 50 öğretim üyesi, yüzde 25 dış paydaş, yüzde 25 iç paydaş- mezunlar, idari personel ve öğrenci) seçmesi gibi modeller tartışılmaktadır. Bu modellerde en çok oy alanın rektör olarak atanması veya en çok oy alan üç kişinin Kurula ya da Cumhurbaşkanına sunulması da tartışılmaktadır”.

Temelde beklenen üniversite özerkliğine uygun olarak üniversitenin kendi yönetim organlarını kendisinin yerinde belirlenmesidir.

Üniversitelerimizin evrensel ölçekte yönetici belirleme yapısı olmadığı için üniversiteler kendi içinde çok ciddi verimsizlik süreçleri yaşadı. 1991’den sonra adı seçim olan sistem ile rektör atamasında dolaylı olarak siyasetin etkisi üniversiteleri kendi içinde adamına göre, oy veren kişiye göre, liyakate dayalı olmayan yapılanma hepimizin eleştiri konusudur. ÜNİVERSİTELERİN TERCİHİNİN DİKKATE alınmaması gibi bir irade ortaya konulmakta.

(Cumhuriyet Bilim Teknik, 20.10.12)

 

Levent Kırca: Sen bana vurursan, ben de sana vururum

Levent Kırca: Sen bana vurursan, ben de sana vururum

    Aydınlık’ta Pazar günleri yazmaya başladı­ğımdan bu yana 2 yıl oldu. Yazardın, yaza­mazdın derken okunan bir köşe yazarı ol­dum. Hatta yakında bir de kitabım çı­kıyor. Kitabımın adını sahnede de söylüyo­rum, millet kırılıyor gülmekten. Bir kez da­ha yazıyorum; kitabın adı:

“Önüm, Arkam, Sağım, Solum.. Dö­nek.”

Bu hafta, haşmetmeap başbakanımızla başlayalım. Baba, kendi kafasına göre kurul­tay yaptı. Yandaş gazeteler içerde, bizim düşüncemizdeki gazeteler dışarıda. Yani ya­saklı. Yahu padişahım, senden büyük Allah var. Sen bir başbakan olarak, kanunu çiğner ve bu gazeteleri kongreye sokmazsan, en azından ayıp olur. Koskoca BOP Eşbaşkanına yakışır mı? Başbakan ağabeycim ya, sen böyle alenen yasayı çiğnersen, polisin ve seninkilerin, zamları protesto ederken yerler­de sürüklenip, coplanarak dövülen, gaz yut­turulan ya da ölümden dönen insanlara yaptıkları muameleyi senden Örnek aldıkları­nı gösteriyor. “Büyük döker, küçük toplar” hesabı… Baba, ülkeyi yönetiyorsun, buna yönetmek denirse.. Şimdi bunun adı de­mokrasi mi oluyor? Hatta ileri demokrasiBaşbakanım, ağabeycim, bu gidişler ne gi­dişlerdir? Yabancı devlet başkanlarını geti­rip, kredi karşılığı konuşturuyorsun; Sence insanlar bunu yiyor mu? (?)

Arkadaşlarıma sordum, bir T.C. vatanda­şı olarak bunların kurultayına gitsem ne olur, diye. Aynı gün Ankara’daydım. Beni de beş bin kişi izledi. Şöyle cevap verdiler;

“Kapıdan kovulurdun. Hadi içeri girdin, ora­daki kalabalık, başbakanlarına yaranmak için, seni parçalayıp öldürürdü.” Vay ki ne vay… Korktum valla. Daha yapacak işlerim var. Daha sana karşı çıkacağım.

Atatürk’ü savunacağım ve Cumhuriyet’i senin elinden kurtaracağım

    Ülkemin ‘dönekleri’ne

Sizi, bizim bildiğimiz kadar, Erdoğan abimiz de biliyor. Bre gafiller, inanın bizlerden sonra sıra size de gelecek.

Sinan Çetin

Ben bu adamı, çocukken Ankara’da tanı­dım; devrimci ve Atatürkçüydü. Beş kuruşu da yoktu. Mahalle arasında düğün fotoğrafçısıydı. Yükselmek istiyordu ama nasıl… Bunların arasında ille ve en önce ben şöhret oldum. O gün de devrimciydim, bugün de öyleyim. Benden gayrısı değişti.

Bir film çekmiş, Çanakkale Çocukları di­yor ama inanmayın, kendi çocukları… Karı­sını ve çocuklarını oynatmış, tabi onlar da oynayamamış… Filmi evinin arka bahçesin­de çekmiş, inanılmaz bir müsamere. Cum­huriyet düşmanı, Atatürk düşmanlığı yapan bir film… “O”, seyirciye oynuyor. Hatta se­anslar iptal ediliyormuş. Bir gittim, seyrede­yim istedim. Salondaki tek seyirciydim, on dakika zor tahammül ettim ve çıktım. Yaz­mak, yazabilmek için tekrar seyrettim, alt­mış iki yaşındayım, ilk kez “yuh” çekme hakkımı kullanmak istiyorum. O da Sinan’a ve bu filme olsun. Yuh! Diyorum, hepsi bu…

    Ne olur biraz filmi özetleyeyim size;

Sinan’ın gerçek hayattaki oyuncu olma­yan karısı, Sinan’ın gerçek hayattaki oğlu­nun da annesidir. Anne, Sinan’ın gerçek hayattaki evinin arka bahçesinde, aşırı botokslu haliyle oturmaktadır. Çocukların biri İngiliz, biri de Türk’tür. Aralarında tartışmak isterler fakat tartışamazlar, çünkü oyuncu­lukları ve diksiyonları mani olur kendilerine. Hava bulutlu, yağdı yağacak. Ne var ki, İn­giliz kadın havayı dikkate almaz. Sadece çarşaflardan oluşan çamaşırlarını yıkamış, yağmura rağmen bahçeye asmıştır. Uç kişi­lik bir aile olmalarına karşın, kirli çamaşırla­rın otuz kadar çarşaf olması ve yağmurlu havada nasıl kuruyacağı, bir muammadır. Baba Haluk Bilginer, onlara ve otuz kadar çarşafın olduğu boşluğa arkası dönük bir şe­kilde ve ekşimiş bir suratla on beş dakika kadar bakar. Yağmur başlar…

Hiçbiri yağmurdan kaçıp eve sığınma ge­reği duymazlar. Kostümlerin ve makyajların boyaları yağmura karışıp akmaktadır. Anne, tastaki yeşil elmalardan birini oğulları için yağmurun altında soymak ister. İngiliz’dir, ayrıca kabiliyetsiz olduğu için elmayı soyamaz, elini keser. Elindeki kan, bir sahnede akar, bir sahnede akmaz çünkü filmde de­vamlılık yoktur. Birden, bahçede asılı otuz beyaz çarşafın kırmızı, hatta bordo olduğu­nu görürüz. Film, o andan itibaren bir zombi filmi halini alır. Çanakkale’de ölen İngiliz,

Türk, her milletten ölüler birer ikişer çarşaf­ların arasından gelirler. Bu sahnede Atatürk ve Çanakkale şehitlerinin küçümsendiği apaçık ortaya çıkar. Ölülerden biri olan Ya­vuz Bingöl bir iskemleye oturur, Çanakkale Savaşı’nı anlatır.

Sinan arka bahçesine, bahçede çektiği anlaşılmasın diye bol sis basmıştır. Duman­ların arasında birkaç asker birbirini süngüler ve bu görüntüler Yavuz Bingöl’ün anlatımı­nın arasına serpilir. Sinan bu filmden ötürü beş milyon dolar içeri girer; ama olsun, bu parayı bir topluluk ödeyeceği için, o kadar da önemli değildir.

İngiliz kadın ve İngiliz oğlu, oyunculuğu öğrenemeden film biter. Yağmur kesilmez, filmden umut kesilir. -SON-

    İşçi Partisi

2012 Ekimin altıncı günü, yani siz bu yazıyı okurken ben Ankara’da bir törenle İşçi Partisi’ne katılmış olacağım. Heyecanlıyım. Atatürk çatısı altında, doğru bir yerde duru­yorum. Benim katılmam, İşçi Partisi’ne katı­lımları artıracaktır, eminim. Aydınlık Gazetesi’nin tirajları; Ulusal Kanal’ın izleyici kitle­si; Doğu Perinçek ve Mehmet Perinçek’in aydın oldukları için baba-oğul hapiste oluşu;

Şule Hanım’ın, sadece oğlunun değil, bu genç yaşta hepimizin anası olması; partiyi aydınlıklara götürecek, eminim. Bu aydınlık, jeneratörlü, ampüllü bir aydınlık değil, güne­şin aydınlattığı doğal bir aydınlık olacak.

Kendi rızamla, hiç kimsenin baskısı olma­dan aldım bu kararı. Ayrıca değerli dostum “İlyas Salman“ın ve hocam, ustam “Prof. Özdemir Nutku”nun da aynı tarihte İşçi Partili ol­ması çok manidar. Dostlarıma da, aileye hoş geldiniz, diyorum.

Sevgili dostlar umutsuzluğa kapılmayın. Ben TGB’de konuşma yaparken, salonda oturan gençleri gördüm. Bu gençler, Ata­türk’ün yasaklanan hitabesinde seslendiği gençler.. Ve anladım ki, yarınlar bizim…

    Kedi köpek davası

İnsanlar, yığınlar halinde AKP’nin hay­vanları telef etmeye yönelik kararlarını pro­testo etmek için yürüdüler. AKP de kararı geri çekti. Güzel… Bence bu, oyundu. On­lar yürüsünler, biz de kararı geri çekelim, oyunu. Yani bakın, bazen de sizin dediğinizi yapıyoruz, oyunu.

Cumhurbaşkanı yeni bir oyun başlattı; “milletvekili olanlar hapisten çıksın” oyunu. BOP Eşbaşkanı da aynı fikirde olmadığını beyan etti. İlk raunt böyle, ikinci raundu merakla bekliyorum…

Haftalık yazımı tam noktalayıp bitirmiş­tim ki, Suriye’yi bombaladığımızı öğrendim.

Bizi kışkırtıp savaşın içine çekmek istiyorlar.

Şimdilik, “Suriye Halkı Kardeşimizdir; savaşa Hayır”” ve demekle yetiniyorum.

Savaşa hayır

Her ne kadar meclisten teskere çıksa da, emperyalist güçler bizi savaşın içine çekmeye çalışıyor. Türkiye’nin bu savaştan hiçbir çıkarı olamaz. Aksine, bu coğrafyada Müslüman komşularımızla iyi geçinmeliyiz. Bu bir dayatmadır. Ayrıca İran’ı ve Rus­ya’yı karşımıza almamızı da hiç doğru bul­muyorum.

Ordumuz bu işe gönüllü mü? Elbette de­ğil ama gönüllü olmayanların nerede oldu­ğunu biliyoruz.

Bilinmelidir ki, Suriye’nin bölünmesi Türkiye’nin de bölüneceği anla­mına gelir.

(AYDINLIK, 7.10.12)