Etiket arşivi: İbrahim Kaypakkaya

Deniz Olunmalı…

authorZAFER ARAPKİRLİ

Şiirin küresel ustası Nâzım Hikmet’in, kuşkusuz kendisini tanımadan yazdığı dizelerde ne de güzel anlatılmıştır, “Deniz Olmak”

“Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?
Ne o, ne, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla…”

Bu ülke topraklarında yaşayan herkese ve hattâ ezilen – sömürülen – bağımsızlık – devrim – kurtuluş mücadelesi veren tüm coğrafyalara örnek olan simge isim Deniz Gezmiş yoldaşımızın mücadelesini görse, duysa, tanık olsa, belki de ona ithaf ederdi şiirini.

Belki de şöyle derdi: “Yüreğiyle, vicdanıyla, devrim aşkıyla, cesaretiyle
Deniz olunmalı, oğlum.”

Kısacık ama onurlu yaşamları ve mücadeleleri ile bir döneme damga vuran yiğitlerimizi, faşist diktatörlüğün darağacında katlettiği üç fidanımızı, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı saygı ile andığımız bu günde, onları kendilerinden sonraki ve hatta bizden sonraki kuşaklara tarif etmek için bundan daHa güzel 2 kelime kullanılamazdı:

“Deniz olunmalı…”

Antiemperyalist meşaleyi yakan Mustafa Kemal Atatürk’ün bu toprakları düşman çizmesinden kurtarmak için verdiği mücadelenin üzerine Marksist – Leninist öğretiyi rehber alarak “Sosyalist Devrim”i eklemeyi bir “tamamlayıcı ödev” belleyen o genç ve yiğit insanlar kuşağının anıları önünde, eğilmemek mümkün mü?

Mahir Çayan’ların, Hüseyin Cevahir’lerin, Ulaş Bardakçı’ların, İbrahim Kaypakkaya’ ların “Ucunda kurşuna dizilmek, işkence tezgahlarında doğranmak, darağaçlarında sallanmak bulunan bir kavgayı, sıradan bir gencin yaşamına tercih etme yüceliği” karşısında parmak ısırmamak büyük bir haksızlık olmaz mı?

Kendilerinden sonraki kuşağa, benim de mensubu olduğum 78 kuşağına yol gösterici bu ışıl ışıl yanan mücadele geleneğine bakıp da, Can Yücel Usta’nın şu dizelerini hatırlamamak ağır bir ihmal sayılmaz mı?

“En uzun koşuysa elbet Türkiye’de devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu.
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak…
En hızlısıydı hepimizin.
En önce o göğüsledi ipi…
Acıyorsam sana anam avradım olsun
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun.”

Anaların babaların asla tercih etmeyecekleri, ama Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in örneklerinde olduğu gibi, dünya döndükçe de kuşkusuz “gurur duyacakları” ölümlerdir Üç Fidan’ın sonsuzluğa yürüyüşleri.

  • Cellatların ve onların sahiplerinin suratlarına kavganın tüm ateşini üfleyerek…

1972’nin bir puslu Mayıs sabahında darağacında boşuna sallanmadıklarını bilseler, belki daha da yüksek sesle haykırarak koşarlardı ölüme.

“Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye
Yaşasın Marksizm – Leninizmin yüce ideolojisi
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi
Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın işçiler, köylüler”
diye seslenişi, 1980 faşist darbesine giden yolda ve sonrasında kim bilir kaç bin devrimcinin yolunu aydınlatmış, kim bilir daha da sonrasında verilen tüm hak ve özgürlük mücadelelerinde, ülkenin dört bir yanında ışıldayan 2013’ün Şanlı Gezi Direnişi’ne bile Taksim Meydanı’ndan tutulan bir projektör olmuştur.

Aslında onların mücadelesi, bugün bile devam eden “Emperyalist 6’ncı Filo’ya secde edenler ile 6’ncı Filo’yu denize dönmek üzere Dolmabahçe’ye koşar adım gidenler”in kavgasıdır.

Aslında onların mücadelesi, bugün sürmekte olan “Emek sömürüsünü kendine hak görenler ile emeğin ve alın terinin hakkını kuruşuna kadar almak için sınıf bilincini ayağa kaldırmaya çalışanların” kavgasıdır.

Aslında onların mücadelesi, “Bu ülkenin taşına toprağına, ağacına, suyuna, deresine denizine sahip çıkanlar ile talan etmeye çalışanların” kavgasıdır.

Ve “Denizler”, o kavganın ilham kaynağı, o kavganın “Bayrak isimleri” olduğu için yüreklerimize kazınmış kahramanlardır.

Evet, Bertolt Brecht «Galileo»da şu diyaloğu yazmıştı haklı olarak:

“- Kahramanı olmayan bir toplum ne kadar talihsizdir.
– Hayır Andrea. Asıl talihsiz olan, kahramanlara ihtiyacı olan bir toplumdur…”

Geri dönüp 1947 – 1972 arasındaki 25 yıla bir “Abidevi” öykü sığdıran Deniz Gezmiş’e ve yoldaşlarına baktığımızda.

“Talihli bir toplum” saymak istiyorum kendimizi.

Anıları, sonsuza dek yaşayacak.

6 Mayıs 1972’de katledildiler, ama azimleri ve mücadeleleri bugün bile taptaze.

Kısacası, oğlum: Deniz olunmalı…

HALK KÜLTÜRÜNDE AĞITLAR

Konuk yazardan kitap tanıtımı..
Mustafa AYDINLI

HALK KÜLTÜRÜNDE AĞITLAR

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Ağıtlar geçmişten geleceğe halk kültürümüzün bir parçasıdır. İslamiyet öncesinde toplumun önde gelen ve sevilen kişilerin ölümü üzerine söylenen şiirlere SAGU denilmekteydi. Sagular Türk Halk şiirinde AĞIT temalı şiirlerin temelini oluşturmaktadır. Ağıtlar Türk halk şiirinde önemli bir yere sahiptir. Televizyon, internet gibi iletişim kanallarının olmadığı dönemlerde başlı başına kültürel etkinlik olarak kullanılan bir yazın türüydü. Elli yaş üzeri pek çoğumuz bilir ve anımsarlar ki ağıtlar destanlara dökülür, destanlar pazarlarda sesli olarak okunarak satılır. Pazara gelen halk tarafından önemli ilgi görür ve alınırdı. Pek çok köy evinde bu destanlardan, aynen halk hikayeleri kitapları gibi birkaç tane bulunurdu. Soğuk ve uzun kış geceleri bu kitaplar ve destanlar okunurdu.

Ağıtlar yalnızca önemli ve sevilen bir kişinin ölümü veya dramından ibaret değildi. Aynı zamanda toplumsal ve doğal olaylar da destanlaştırılabilir, ağıtlar yazılabilirdi. Deprem, dolu yağması, kuraklık, sel gibi toplumu etkileyen ve kötü sonuçları olan olaylar karşısında ağıtlar yazılabilmektedir. İletişimin zayıf olduğu dönemlerde ağıtlar ve destanlar üzüntünün belirtilmesi ile birlikte bir tür ve haber duyurma özelliği de taşımaktaydı. Destan satışları hem bir sektör, hem iletişim kaynağıydı. Toplumların sosyo- ekonomik, kültürel ve iletişim kanallarının değişimi ile birlikte Kültürel etkinlikleri de doğal olarak değişmektedir. Destanlar fiziksel olarak tümüyle yok olmuş gibi gözükse de ağıt nitelikli yazında konusuna göre rastlamak olasıdır. Örneğin Mustafa KEMAL için binlerce ağıt yazılmasına karşın, ozanlık yaşamına başlayan pek çok yeni halk ozanları bu geleneği sürdürebilmektedir. Yine Deniz GEZMİŞ ve arkadaşları için, Uğur MUMCU için yazılan ağıtlar, İbrahim KAYPAKAYA için annesinin yazdığı ağıt, belleklerimize en çok yer etmiş olanlardır. Pek çoğunun da bestelenerek okunduğuna sık rastlıyoruz.

Daha önce halk ozanı olarak şiirleri ile tanıdığımız Hasan KORKMAZ’ı (Korkmazi) bu kez bir araştırmacı olarak görüyoruz. Uzun emekler sonucu ÖYKÜLERİYLE ÇORUM YÖRESİ AĞITLARI kitabını ortaya koymuş. Kitap, Kültür Ajans tarafından basılmış. Yöresel anlamda önemli bir kültürel boşluğu gidermiştir. Bu övülmeye değer bir kültürel çalışma ve hamaratlıktır. Geleceğe duyulan kültürel sorumluluktur. Kim bilir pek çok yörenin ne çok ağıtları – destanları vardı. Fakat bir Hasan KORKMAZ’ı yoksa hepsi yok olup gidiyor. Arşivlere giremiyor. Gelecekteki araştırmacıların eline bir rehber verilemiyor. Bizi biz yapan değerler de silinip gidiyor.

Kitaba önsöz yazan Sayın Prof Dr. Hayrettin İVGİN “Türk halk şiirinin ve türkülerin ana kaynağı ağıtlardır. Şuna inanın, özellikle türkülerin sözlerine bakın, büyük oranda ağıt parçalarıdır. Ağıtların derlenmesi toparlanması bir araya getirilmesi önemlidir. Önemlidir çünkü bu parçalar, bizim kaynağımızdır. Literatürümüzdür.” diyor.

Yine ülkemizin saygın şair ve yazarlarından sayın Can YOKSUL kitap için şöyle diyor : “Ağıtlar insanların dünyaya gelişiyle başlar. Ölünceye dek sürüp gider. Her toplumun kendisine özgü ağıtları olduğu gibi insanların, öbür canlıların da kendine özgü ağıt biçimleri vardır. Yalnız insanlar değil, birçok hayvan da ağlarken gözyaşı döker. Kesilen bir ağacın koparılan bir bitkinin de ağıdı kendine özgüdür.”

Tarihin en eski boylarından olan Türklerin başından hep destansı olaylar geçmiştir.

Acıyı, sevinci, mutluluğu, mutsuzluğu iç içe yaşamıştır. Bitip tükenmeyen göçler, doğal yıkımlar (afetler), savaşlar, kıtlıklar ve ölümler vardıkları coğrafyada hep ağıt olarak dile gelmiştir.  Ağıtlar yalnız bir kişinin, bir ailenin değil, bütün toplumun yüreğinin sesidir.’’

Ağıtlar bir yürek burkulması, titremesi sonucu oluşan duyguların dizelere dökülmesi, hatta sazla – sözle destanlaşmasıdır. Ağıt yazmak yerine, ağıt yakmak deyimini kullanıyoruz. Bu, Türk halk ozanlarına özgü bir terimdir. Yanmayan yürek ağıtı nasıl yakıp tutuşturabilir. Yanmayan yüreğin alevi olmaz ki, ağıtı yakabilsin.

Dileriz ki hiçbir canlı ağıt yakılacak duruma düşmesin.
===============================================
Dostlar,

Bu önemli kültür hizmetini bize ulaştıran dostumuz, sitemizin konuk yazarlarından Sn. Mustafa Aydınlı‘ya teşekkür ederiz. Sn. Aydınlı bu kitabı okuyarak bize özetleyip tanıtıyor. Bir o denli teşekkürümüz de elbette bu kültür kaynağını derleyip yazan Sn. Hasan Korkmaz‘a.

Ağıt sürecinin ve kavramının sosyo-ekonomik, kültürel, antropolojik.. tarihsel boyutlarını somut örnekleriyle irdeleyen yapıtın okunmasını, okutulmasını dileriz..

Uzamış yas sendromu” Psikiyatride iyi bilinen bir sorundur. Kerbela‘ya ne demeli? 1380+ yıldır insanlar Hz. Muhammet’in soyu olan Hz. Hüseyin ve ailesine (Ehli Beyt’e) Kerbela’da yapılan tarifsiz zulmü ve katliamı unut(a)mamakta ve yasını, Muharrem orucunu tutmaktadır.

Elbette asıl olan bu tür insanın insana – doğaya – hayvanlara zulmünü / şiddetini önlemek, en aza indirmektir. Bu bağlamda erdem eğitimi insanlara verilmeli ve değerler kazandırılmalıdır. Dolayısıyla insan davranışında şiddetin en ağır derecesi olan zulmün ve savunma – tepki aracı olan AĞIT kurumunun tüm boyutlarının bilimsel araştırmalarla aydınlatılması gereklidir.

Yakın tarihimizde, 1980’ler başında Çorum’da Alevi kardeşlerimize dönük ölçüsüz vahşet ve yüzü aşkın savunmasız insanın hunharca öldürülmesi belleklerden haklı olarak silin(e)memiştir.. Dolayısıyla uzayan yas sendromunu, insanların çok ağır örselenmeleri (travmaları) belleklerinden uzun yüzyıllar sonra bile silemeyişlerini  doğal ve insancıl karşılamak olanaklıdır ve gereklidir. Mazlum ve savunmasız insanlar Devletten bile can güvenliği sağlayamadıklarında, bir tür ortak (kollektif) savunma – dayanışma refleksi olarak, yaşadıkları örselenmeleri unut(a)mayarak uyanık kalma zorunluğu duyumsamakta, içlerine kapanmakta ve şizoid – introvert (içe dönük) tutum ve davranışlar geliştirebilmektedirler.

Bu olgu öte yandan, toplumsal kaynaşmaya, bütünleşmeye hatta Uluslaşmaya ciddi engeldir.

Mustafa Kemal Paşa gene yol gösteriyor 100 yıl öncesinden :

  • YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ
  • YAŞAMDA EN GERÇEK YOL GÖSTERİCİ AKIL VE BİLİMDİR..

Dileriz bu Ulus bir daha, şanlı Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı gibi görkemli yapıtlarına gerek duymasın.. İnsanlık da..

Sevgi ve saygı ile. 25 Ocak 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com